Ekonomik Krizden Çıkış İçin Bir Öneri
Böylece Türkiye, düşük kur/faiz politikasıyla sürdürmekte olduğu ekonomik düzenin sonuna geldi. Artık düşük faiz, yüksek kur ve yüksek enflasyon ortamında yüksek büyüme politikası olası gözükmüyor. Üstelik eski Türkiye’nin kronik ekonomik krizlerini andıran gidişatın kapıya dayanmış olması, büyük ufuklara yelken açan Türk insanının ekonomi yönetimine güvenini de sarstı.
Türkiye, son 15-20 yıllık süreçte; alt yapı yatırımları, sağlık, eğitim, turizm ve insani yardım konularında birçok önemli adımlar attı ve kalkınma ve ekonomik büyüme yönünde önemli başarılara imza attı. Bu olumlu gelişmelerin bir sonucu olarak Türk halkının insani gelişmişlik seviyesini yükseldi, yoksulluk oranı %44’ten %18’e düştü. Türk toplumu, üst orta gelir segmentinde yer alan bir ulusa dönüştü.
Türkiye’nin, 2023 ve 2071 hedefleri doğrultusunda dünya siyaset sahnesinde hak ettiği konuma erişebilmesi ve bölgesel bir güç, büyük bir ekonomi olabilmesi için kalkınma ve ekonomide büyüme yönündeki planlı hamlelerini stratejik bir kararlılıkla sürdürmesi yönündeki büyük beklentileri Türk insanı satın aldı.
Büyüyen ve gelişen bir Türkiye özlemi, toplumun tüm fertleri tarafından paylaşıldı. Kalkınan ve büyüyen Türk ekonomisi, bu özlemin hayat bulmasında ana lokomotif işlevini gördüğü hususu, herkesin ortak kanaati haline geldi.
15 Temmuz dahil ulusal ve küresel faktörlerin bütünleşik etkiri, 2016 yılından itibaren özellikle Gayri Safi Yurt İçi Hasıla (GSYİH)’da küçülme yönünde bir düşük performansı getirdi. Türk ekonomisindeki olumlu yükseliş trendi yavaşladı. Ağırlıklı olarak yabancı sermayeyle finanse edilen yatırımlara dayalı büyüme modeli 2018 yılında çökme eğilimine girdi ve Türkiye bir ekonomik krizle karşı karşıya kaldı.
2018 seçimlerinin ardından Türkiye’nin cumhurbaşkanlığı sistemine geçiş yapmasıyla birlikte hızlı ve merkezi karar alma süreci devreye sokuldu. Merkez Bankası faizleri tedrici olarak %13,5’tan %24’e çıkarmak suretiyle ülkede yüksek enflasyonun oluşmasına set çekti.
Bu arada FED’in öncülüğünde ekonomileri canlı tutabilmek için parasal gevşemeye gidildi ve bu durum Türk hükümetini rahatlattı. Küresel sermayeye erişim nispeten tekrar kolaylaştı. İhracatı teşvik için zayıf Türk lirası politikası izlemekte olan ekonomi yönetimi, faizleri eski seviyelerine indirme fırsatı yakaladı ve Türk ekonomisinde küresel ekonomiye benzer şekilde yavaş da olsa bir toparlanma kaydedildi. Hükümet eskiden olduğu gibi, hızlı büyümeyi teşvik etmek için vergileri azalttı, işletmeler için sübvansiyonlar ve özel sektör için kredi garantileri getirdi. Merkez Bankası döviz kurunu stabilize etti ve rezervleri toparlamaya başladı.
Öte yandan 2020 yılıyla birlikte gündeme gelen pandeminin sebep olduğu küresel hasarla birlikte tedarik zincirinde kırılmalar yaşandı. Küresel ekonomi tam toparlanamadan Rusya ile Batı Dünyası arasındaki ilişkiler Ukrayna özelinde gerilmeye başladı. Salgın kaynaklı sıkıntılar tam giderilemeden ortaya çıkan bu güvenlik ve enerji arzı krizi, gelişmiş ekonomilerin piyasaya sürdüğü likidite ve uyguladıkları düşük faiz politikasının sonunu getirdi. Başta petrol olmak üzere çeşitli kritik malların fiyatlarının yükselmesiyle birlikte dünya çapında enflasyonist etkiler ortaya çıktı. Tedavüldeki dolarlar ABD’ye dönmeye başladı. Bundan fazlasıyla etkilenen Türk ekonomi yönetimi, ekonomiyi sübvanse etmek kullanabileceği ‘sıcak para’yı bulmakta zorlandı. Düşük vergi ve düşük kur politikasından vazgeçmek zorunda kaldı. Böylece, 2021 yılı Aralık ayı ortasında Türk parasında %100’leri aşan değer kaybı yaşandı. Enflasyon fırladı. Kur korumalı mevduat uygulaması ile dövizdeki artış geçici olarak kontrol altına alınabildi. Devamında 24 Şubat 2022 tarihinde Rusların Ukrayna’ya saldırmasının sonuçları hem Türkiye’deki hem de dünyadaki ekonomik krizi derinleştirdi.
Böylece Türkiye, düşük kur/faiz politikasıyla sürdürmekte olduğu ekonomik düzenin sonuna geldi. Artık düşük faiz, yüksek kur ve yüksek enflasyon ortamında yüksek büyüme politikası olası gözükmüyor. Üstelik eski Türkiye’nin kronik ekonomik krizlerini andıran gidişatın kapıya dayanmış olması, büyük ufuklara yelken açan Türk insanının ekonomi yönetimine güvenini de sarstı.
Ekonomik sistemin tümünde büyük tahribatın yaşanması kaçınılmaz görünüyor. Türk ve yabancı yatırımcılar ürkekleşti. Risk alıp yatırım yapmak zorlaştı. Türk insanı harcamalarını kısma eğilimine girdi, hayat pahalılığı geçim sıkıntısı yaşanması sonucunu doğurdu. Türk ekonomisi ivme kaybetti, küçülme eğilimine girdi. Dış borçlanma maliyetleri iyice arttı. Bu ortamda enflasyon kronikleşme eğilimine girdi. İhracatta yaşanan artışa rağmen yüksek dış ticaret açığından kurtulmak mümkün olamadı. Enflasyon, hayat pahalılığı, üretim daralması ve artan dış borç yükü vb. etkenler ekonomi yönetiminin ivedi bir programı devreye sokması yönünde halkta beklentiye yol açtı.
Mevcut durumda sadece para politikalarıyla sonuç alınması olası gözükmüyor. Yapısal reformların yapılmadan kronikleşme eğilimindeki enflasyonun yönetilemeyeceği ve ekonomide büyümenin sağlanamayacağı aşikâr hale geldi. Bunun için de öncelikle;
• Ekonomi yönetimine halkın güveninin tazelenmesi (içinde ülkenin önde gelen ekonomistlerinin de yer aldığı bir ekonomi kabinesinin oluşturulması),
• Ekonomi kabinesinin istikrar programını hazırlaması ve yeni planın kamuoyu önünde tartışılması, nihayetinde ekonomi yönetiminde milli mutabakata varılması,
• Türk parasının Amerikan dolarına endekslenmesi,
• Enflasyonla mücadele ve istikrar için dengeli bütçe yapısına geçilmesi,
• Genel fiyat ayarlaması (fiyat etiketleri, ücretler, maaşlar, vergiler, sözleşmeler ve finansal kıymetler) ile finansal ve bankacılık alanında deregülasyona gidilmesi,
• İhracat odaklı kalkınma modeline geçilmesi (üretimin teşviki, rekabetçiliğin artırılması, yabancı sermayenin çekilmesi vb.) ve makro istikrarın yakalanması hedeflenmelidir diye düşünüyorum.
Ekonomik sorunlar hepimizi etkiliyor, el birliği ile ortak bir çözüm geliştirmemiz gerekiyor.
- 19.07.2022
- Süre : 3 dk
- 1312 kez okundu