Milli ve Yerli Nedir?
Hep dilimizdedir, bir şey yapıyorsan yaptığın şey milli ve yerli olmalı deriz. Ya da hep tartışma konusudur, biz milli ve yerliyiz, siz değilsiniz. Hayır, biz milli ve yerliyiz, asıl siz değilsiniz! Bir şey yatıştırmak gibi, şimdi söylemeyeyim ne olduğunu. Biz zamanlar slogandı, yerli malı yurdun malı derdik, güzel slogandır.
Hep dilimizdedir, bir şey yapıyorsan yaptığın şey milli ve yerli olmalı deriz.
Ya da hep tartışma konusudur, biz milli ve yerliyiz, siz değilsiniz. Hayır, biz milli ve yerliyiz, asıl siz değilsiniz! Bir şey yarıştırmak gibi, şimdi söylemeyeyim ne olduğunu.
Biz zamanlar slogandı, yerli malı yurdun malı derdik, güzel slogandır.
Bir yazımda yazmıştım, dövize gerçekte ne kadar bağımlıyız diye hesap bile yapmıştım.
Genel ekonomi açısından epey bir bağlıyız aslında, özellikle de enerji ve ithal ettiğimiz teknolojik araç gereçler konusunda. Hammadde ithalatına da epey bir para harcıyoruz. Ama mesela domates fiyatları açısından yaptığım hesapta döviz bağımlılığı %15 çıkmıştı. Yani o kadar da yüksek değil gibi. Enerji konusuna çözüm bulunabilirse bu oran çok daha aşağıya düşer.
Aslında ülkemizde yetişen birçok tarım ürününün dövize bağımlılığı hesaplarsak bu civarda çıkar sanırım. O da enerji, nakliye, ithal edilen gübre ve tohumlar yüzünden.
Teknolojik malların ithali de epey bir zorluyor ülkeyi, keşke kendimiz yerli teknolojimizi geliştirebilmiş olsak. Halen daha yapamamak için bir sebep yok aslında. Potansiyel beyin gücümüz var, hammadde ve kaynak da istenirse yerli olarak elde edilebilir.
Genç ve dinamik beyinlere fırsatlar yaratmamız lazım galiba. Tersine giden gider, kalan sağlar bizimdir mantığı yürüyor ülkede maalesef.
Daha önce enerji konusunda yurtdışına bağımlılığı azaltmak için neler yapabiliriz, ne yapmalıyız diye seri halinde epey detaylı bir yazı yazmıştım. Merak edenler konunun detaylarına bu yazı serisinden bakabilirler.
Yazıda da belirttiğim gibi, şu anda enerji bakımından iktidarda olanların, hatta daha öncekilerin de yanlış tercihleri yüzünden dövize bağımlılığımız çok yüksek, eskiden de az değildi, ama şu anda bir zamanlara nazaran çok daha fazla yükselmiş durumda. Bunda ihtiyacın artması da büyük rol oynasa da bu bir mazeret değil. Önemli olan geleceği planlayıp ona göre önlem almak.
İstersek bu yanlışları düzeltip enerji teminini büyük ölçüde yerli ve milli yapabiliriz aslında.
Ama dediğim gibi bu konuda da kendi teknolojimizi geliştiremediğimizden, enerjide dışa bağımlılığı azaltmak için önce yine döviz bazında büyük yatırımlara ihtiyacımız var. Petrol ürünlerine bağlı, yani ülkemizde olmayan enerji kaynakları kullanmak yerine, ülkemizde bulunan enerji kaynaklarına yatırımlar yapmalıyız.
Bence enerji üretimi konusunda politik tercihlerde bu büyük yanlışlıklar, eksik yapılanlar, hatta hatalı yatırımlar devam ettiği sürece ülke olarak düze çıkmamız mümkün olmayacak. En azından mevcut kaynakları daha dengeli kullanmak için kısa vadede bazı önlemler alabiliriz.
Bu yüzden özellikle son yıllarda yapıldığı gibi ülkemizi enerjide anlamsızca dışa bağımlı yapmak yerine daha farklı enerji kaynaklarına yönlenmemiz gerekirdi diye düşünüyorum. Şu anda yapılan yanlışlar yüzünden dışarıya her yıl dünyanın dövizini ödüyoruz. Bu durumdan kaynaklanan sıkıntıları da hep birlikte yaşıyoruz.
Mesela özel olarak bir yazıda ayrıca incelediğim gibi, bence yakıt hidrojen konusunda ciddi ciddi yatırımlar yapmaya başlamamız lazım. Bir de etrafımızda onca deniz olmasına rağmen dalga enerjisinden nedense hiç faydalanmıyoruz. Ama dediğim gibi hidrojen konusu önemli. Hidrojen gerçekten geleceğin yakıtı olmaya aday. Birçok gelişmiş ülke şimdiden bu konuda ciddi çalışmalar yapıyor, vakit kaybetmeden biz de bir şeyler yapmaya başlamalıyız.
Tabii enerji kaynakları bulmak konusunda hiç bir şey yapılmıyor demiyorum, hepimizin bildiği gibi barajlarımız var zaten, rüzgar türbinleri, güneş panelleri, nükleer enerji santralı ve kendi doğalgazımızın çıkarılması konusunda da bir takım çalışmalar yapılıyor. Nükleer santral konusunda sözleşmeye gore ön yatırım maliyeti bizde olmasa da, verilen alım garantileri ile sanırım dünyadaki en pahalı elektriği biz satın alacağız. Devlet belki satın alınan elektriğe sübvansiyon uygularsa bu yüksek maliyet tüketiciye yansıtılmaz, yani elektrik fiyatlarını çok etkilemeyebilir. Ama sübvansiyon demek ön yatırım bedelini de yavaş yavaş yatırımcıya geri ödemek demek. Aynı köprülerde ve havalimanlarında olduğu gibi. Yani yatırımları kendimiz bedelini ödeyip de yapsaydık, belki de bize daha ucuza gelecekti, hadi iyi tarafından bakalım, yine aynı kapıya çıkacaktı diyelim. Bu benim yapılan tüm yatırımlar konusunda iyi niyetli eleştirim.
Rüzgâr ve güneş panelleri konusunda da durum söylendiği kadar parlak değil. Yatırım bedelleri tamamen dövize bağlı, çünkü teknolojisi ve ekipmanları tamamen yurtdışından ithal ediliyor. Üstelik bu konularda harcanan dünyanın dövizine rağmen, şimdilik bu yatırımlardan elde edilen elektrik enerjisi ihtiyacın küçük bir oranına karşılık geliyor. Yani yine çok pahalı enerji elde ediyoruz diyebiliriz. Belki ileride böyle yatırımlar çoğalırsa bu oran pozitif yönde yükselebilir ve enerji maliyeti bir miktar dengelenebilir.
Her halükârda bu yatırımların bir de bakım giderleri var. Bu giderler de döviz harcaması demek. Yani bu temiz enerjiler de döviz bağımlı enerjiler aslında.
Ancak doğalgaz araştırmaları konusunda yapılan çalışmaları takdir ediyorum. Yeni doğalgaz kaynakları araştırmalarına devam edilmeli ve Karadeniz’de bulunmuş az miktarda doğalgazın çıkarılması konusundaki hummalı çalışmalar bence gelecek için ümit vaat ediyor. Bu çalışmalar neticelenirse en azından kısa vadede enerjideki döviz bağımlılığımızı bir miktar azaltabilir.
Ama yine teknoloji ve ön yatırım bedelleri yurtdışından ithal, yani bu yatırımlar da yine dövize bağımlı yatırımlar. Ayrıca doğalgazın çıkarılmasında yabancı firmaların ne gibi payları var, ben tam olarak bilmiyorum. Sözleşmeler ticari sır kapsamında olduğu için şimdilik kimse bilmiyor. Ama olur da bir gün bu sözleşmeler halka açıklanırsa, hoş olmayan sürprizler ile karşılaşabilmemizin riskleri var bence.
Enerji konusunu tekrar hatırlattıktan sonra biz bugünkü konumuza dönelim.
Yerli malı yurdun malı, herkes onu kullanmalı. Gerçekten güzel slogandır. Çocuklarımıza da öğretmeliyiz bence.
Aslında ülkemiz çok büyük bir ülke gerçekten, potansiyel olarak bir çok yeraltı kaynağımız var, maden rezervlerimiz çok fazla değil, ama yine de epey bir maden çıkıyor ülkemizde. Keşke petrol de çıksaydı, Batman ve çevre illerdeki rezervler dışında dişe dokunur petrol rezervimiz maalesef yok. Çıkarılabilen de ihtiyacın maksimum %5'i gibi, belki biraz üstüdür. Yöreden şu anda TPAO tarafından günlük 18.000 varil civarında petrol çıkarılıyormuş. Özel sektör de bir bu kadar çıkarıyorsa maksimum 35.000 varil eder. 2015 yılında günlük petrol harcaması 796.000 varilmiş. Şu anda ne kadarmış bulamadım. Şimdi ihtiyaç artmıştır mutlaka, yani ben oran olarak iyimser hesap yapmışım bile diyebilirim. Günlük ihtiyaç artarsa çıkarılabilen sabit olduğuna göre oran düşecektir. Matematik! Bu konuda çok spekülatif haber var internette, insan hangisine inanacağını şaşırıyor. Takılmayalım.
Petrol yok, ama birçok madenimiz var yeraltında. Türkiye madencilik açısından "kısmen kendine yeterli" ülkeler kategorisinde. Yani maden zengini bir ülke değiliz. Bunda dağlık bir ülkemiz olmasının büyük payı var. Ya yeterince araştırıp bulamadık ne var, ne yok, ya da gerçekten çok bir şey yok maalesef.
Geçenlerde potansiyel rezervlerimiz arasında jelibon olduğuna dair haberler okumuştum, epey de sevindim doğrusu ilginç bir şeyler buldular diye. Ama maalesef yarışma programlarındaki kimi sorular gibi bu haber de yanıltmalıymış. Birileri dalga geçmişler, zamanının uyanık, günümüzün saf ex-belediye başkanını yanıltmışlar. Keşke doğru olsaymış diye düşünmeden edemiyorum, en azından okullarda çocuklara dağıtırlardı da, çocuklarımız sevinirdi. Yine de bu habere kısa bir süre için de olsa sevinenler olması ve bu esprili haberin ülkeye neşe salması, ekonomik olarak karalar bağlamış olan milletin biraz olsun moralini düzeltmesi açısından faydalı ve güzeldi sanırım. Arada neşe de ihtiyaç insan hayatında.
Şakası bir yana, maden olarak dünya rezervlerinin %72 sine sahip olduğumuz bor madeni çıkarttığımız madenler konusunda başa oynuyor. Ama bor öyle çok fazla kullanım alanı olan bir mineral değil. Evet, değerli bir maden, özellikle ısı dayanım katkısı olarak cam ve seramik sanayisinde kullanılabiliyor. Hepimizin evinde bir borcam ürün vardır herhalde. Ben sabahları fırında omlet yaparken kullanıyorum mesela. Bor askeri teknolojide, hatta uzay teknolojisinde de kullanılabiliyor, ama dediğim gibi 400'e yakın kullanım alanı olsa da, genellikle katkı maddesi olarak kullanıldığından öyle büyük bir pazarı yok dünyada. Ülke ekonomisine de dolayısıyla katkısı çok az.
Aslında dünyada üretimi ve ticareti yapılan 90 türde maden ve mineral var. Bunlardan sadece 22 türü bizde ihraç edilebilir düzeyde çıkartılıyor. O da rezerv olarak sınırlı. 28 türü ise sadece bize kadar var, 27 tür ise bize bile yeterli değil. İhtiyaç olan kısmını ithal ediyoruz. Zaten 13 tür maden ülkemizde hiç yok. Bunlar da ihtiyaç olduğunda tümüyle ithal edilmek zorunda.
Ülkede çıkan değerli madenler nelerdir derseniz, değer sıralamasına göre, altın, bakır, bor, boksit (alüminyum hammaddesi), demir, krom, volfram, kükürt, manganez, antimon, uranyum, cıva, fosfat, tuz, taş kömürü, linyit, kurşun, çinko, amyant (asbest) diyebilirim. Tabii mermer, doğal taşlar, lüle taşı, Oltu taşı, dolomit, jips, kuvars kumu, bentonit, zımpara taşı, kalsit, çimento hammaddeleri, çakıl taşı, kil ve çeşitli tuzlar da ülkemizde bolca bulunan doğal kaynaklar.
Altın az miktarda var, ama keşke elmas da olsaymış, değil mi? En azından havamız olurdu. Bizde elmas da var derdik, belki düğünlerde altın yerine elmas takardık gelinle damada. Yastık altı için de daha kolay saklanacağı için daha iyi bir yatırım aracı olurdu. Maalesef yok!
Metallardan krom var, ama nikel yok nedense. Kuzeyde çalıştığım maden şehri özellikle nikel konusunda çok zengin kaynaklara sahipti. Evde küçük nikel taşlar var, bir aralar çok az getirebilmiştim. Normalde yasak, havaalanında bavulda büyük taş çıkartmaya kalkışırsanız geri bıraktırıyorlar. O yüzden küçük bir iki taş getirebilmiştim. Gerçi orada altından platine bakırdan alüminyuma her türlü metal çıkıyordu. Zamanında bir göktaşı düşmüş oralara. Bir yazımda bahsetmiştim.
Evet, bu kadar yeraltı kaynağımız var. Ama çoğunu kendimiz işleyemediğimiz için sadece hammadde olarak satıyoruz. Sonra da cep telefonlarının içinde, a'dan z'ye ithal ettiğimiz teknolojik malların içinde on kat para verip geri alıyoruz.
Sadece yeraltı kaynakları mı var ülkemizde? Hayır tabii ki. Yerüstü kaynaklarımız da var.
En değerli kaynağımız bence su. Ama o konuya şimdi girmeyeyim. Bir gün ayrı bir yazıda detayları ile inceleriz.
Fındıkta dünyanın en çok üretim yapan ülkesiyiz. Ama bizim fındığımızı satın alan çikolata firmaları kim bilir kaç kat fiyata bizim fındığımızı bize geri satıyorlar. Bir aralar bu konuya eğilmişlerdi, uçaklarda fındık veriyorlardı. Reklamlarda da başka işlere de yarar diye slogan bulmuşlardı. Ama beceremediler, bir marka yapamadılar fındığı, yine çikolata firmalarının eline kaldık.
Biz çay ülkesiyiz değil mi? Dünyada çay konusunda lider ülke kim peki? İngiltere. Çay mı yetişiyor İngiltere'de? Hayır, ama nedense kaymağını İngilizler yiyor dünya çay ticaretinin. Niye? Çünkü bizim dünya çapında meşhur olmuş markamız yok. Rusya'da bile Türk çayı yok marketlerde.
Kahveyi biz öğretmişiz Avrupa'ya, hatta tüm dünyaya. Bizde yetişmiyor, ama kahve konusunda Avrupa'daki orta çağdan kalma ilk yazılı belgede "Türkler içiyor ve bizdeki kimi hastalıklar onlarda görülmüyor, hem de ciltleri bu yüzden çok parlak oluyor" diye yazıyor. Evet, Türk kahvesi meşhur dünyada, ama bize ekonomik bir faydası var mı? Yok! Bir marka yapabilmiş miyiz ki kahveyi bir faydası olsun? Ama kapuçinosundan (kapuçino) espressosuna, lattesinden, Amerikanosuna kahve kültürü batı kültürü olmuş. Sabah bir fincan kahve içmeden kendilerine gelemiyorlar. Biz bile bir kafeye gidince Türk kahvesi yerine bunları sipariş ediyoruz artık. Halbuki eskiler bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı olur derlermiş zamanında.
Yoğurt? Tüm dünya yoğurt sözünü bizden almış, ama Amerika'da yoğurdu Yunan orijinli zannediyorlar. Her türlü meyveli yoğurt yapan dünyaca ünlü firmalar var, bir tanesi bizim firmamız değil.
Peynir de öyle, yine Bulgar veya Yunan peyniri meşhur olmuş dünyada. Zaten peynir sözcüğü de Farsça, nedense Türkçesi yok. Demek ki aslında bizim kültürümüz değil. İlginç gerçekten!
Pamuk? Artık dışarıdan ithal ediyoruz. Tekstil konusunda tamamen bir ara malı ülkesiyiz. Biz dikiyoruz, ama para kazananlar İtalyanlar, Fransızlar. Bizim doğru dürüst bir markamız yok, olanlar da nedense sanki dilimizden utanıyormuşuz gibi yabancı sözcükler. Bir tek Mavi'yi burada takdir etmeliyim. Ama o da istenen düzeyde değil bence. Daha çok emek harcaması lazım, moda üretmeli.
Mısır bile Amerika'dan gelmiş olmasına rağmen Avrupa'ya bizden gitmiş. Türk tahılı, ya da Türk buğdayı demişler Avrupalılar zamanında. Ama popcorn nedense bizden öğrenilmemiş. Yine nedense bir marka yapamamışız Türk buğdayını.
Ya zeytin? Zeytinin ana yurdu Türkiye. Dünyada Türk zeytinini bilen var mı sizce? Zeytin yağında sizce hangi ülke dünyaca ünlü? İtalya, Fransa. Bu konuda daha fazla sözüm yok, anavatanı Türkiye, ama esamesi okunmuyor.
Şeker fabrikalarımızı özelleştirme adı altında kapatmamız yetmiyormuş gibi, yabancıların baskısıyla şeker pancarından yapılan şeker yerine artık mısır şurubundan şeker üretmeye başladık. Alın size yerli ve milli olduklarını iddia edenlere asıl gerçek! Sonra da herkes diyabet hastası oluyor, gençler bile.
Örnekler çok. Buğdayından etine, meyvesinden sebzesine kendi kendimizi doyuran bir ülkeyken, artık her şeyi ithal eden bir ülke olduk.
Gübrenin hammaddesi olan fosfat yataklarımız onca zengin olmasına rağmen üç kuruşluk gübreyi bile ithal ederek dışarıya dünyanın dövizini ödüyoruz. Sonra da üreticisinden zincirin en ucundaki tüketiciye kadar herkes durumdan şikâyet ediyor.
Yazıyı daha çok uzatmayacağım. Çağ globalleşme çağı, bunu gayet iyi idrak ediyorum. Bu yüzden her şeyi ülkede üretmenin anlamı yok. Bu anlaşılır bir durum. Kapitalizm!
Ancak sanırım özellikle salgın süresince yaşanan nakliye sorunları tüm dünyaya bazı şeyleri tekrar ülke sınırları içerisinde üretmenin önemini hatırlattı. Bizim de bu durumdan dersler çıkartıp tekrar yerli malı seferberliği yapmamız gerektiğini düşünüyorum.
Kendimize yetecek kadar hem bol miktarda yeraltı kaynaklarımız var, hem de yerüstü kaynaklarımız bol, ve özellikle de kimsede olmayan gençliğimiz var.
Gençlerimizin değerini bilelim diyerek bitireyim yazıyı.
Moskova'dan herkese sevgi ve saygılar.