Site İçi Arama

ekonomi

Serbest Piyasa Sisteminde Karar Alma Süreçleri ile Başarısızlıkların Nedenleri

Siyasal iktidara mensup bakanlar ve milletvekilleri yeniden seçilebilme şanslarını artırabilmek için özellikle kendi seçim bölgelerine yatırım ve hizmetlerin götürülmesine çalışabilirler.

Serbest piyasada kararlar, siyasi müdahalelerden bağımsız olan piyasalarda gerçekleştirilir. Bu ekonomik sistemde neyin, nasıl, ne kadar, kim tarafından ve kim için üretildiği gibi sorular ilk olarak piyasadaki arz ve talep tarafından belirlenir. Piyasa ekonomisinde firmalar satın alırken ve çıktı satarken kar motifi ile hareket ederler. Tüketiciler ise ihtiyaçlarını giderecek malları satın alırken fayda maksimizasyonu güdüsü ile hareket ederler. Üretimin amacı tüketici ihtiyaçlarının karşılanmasıdır. Bunun için de üreticiler en kârlı, başka bir ifadeyle tüketicilerin en fazla tercih ettikleri alanlara yönelirler. Tüketicilerin tercihlerini yansıtan faktör ise piyasa fiyatıdır. Piyasa ekonomisinin var olabilmesi için temel koşul, özgürlüktür. Diğer bir deyişle, “ekonomik karar ve tercih serbestliği” dir. Ekonomik karar ve tercih serbestliği şu başlıklar altında incelenebilir.

a) İşini seçmede ve çalışmada serbestlik:

b) Çalışmadan elde ettiği ve servetten sağladığı gelirini istediği gibi harcamada serbestlik:

c) Teşebbüs serbestliği: Kişi dilediği alanda iş yapma, işini dilediği kadar büyütüp yayma serbestliğine sahiptir. Ticaret yapmak ve rekabet serbestisine de sahiptir.

d) Mülkiyet edinme hakkı: Bu, serbest piyasa ekonomisinin başta gelen şartlarından biridir. Mülkiyet hakkı, her çeşit taşınır taşınmaz malları ve sermaye mülkiyetini kapsamaktadır.

e) Devlet müdahalesinin en az olması koşulu: Piyasa ekonomisinde kişilerin işleri devletten daha iyi yapacaklarına inanılmaktadır. Çünkü devletin yapacağı işler arttıkça bürokrasi, adam kayırma ve yolsuzluk artacaktır. Devletin görevi, kişilerin piyasa tarafından yönlendirilen faaliyetlerine müdahale etmek değil, piyasa ekonomisinin düzgün işleyişini bozacak engelleri ortadan kaldırmaktır. Devlet fertlerin hayatını, sağlığını ve mülkiyetini korumalıdır. Sonuçta piyasa ekonomisinde, minimal devlet anlayışı hâkim bulunmaktadır.

Bunların yanı sıra, serbest piyasada piyasa tam bir açıklığa sahiptir. Tüm satıcı ve alıcıların piyasa koşullarının yanında, gelecekteki koşullar hakkında da tam bir bilgiye sahip olduğu varsayılır. Piyasa ekonomisinin tam olarak işleyebilmesi için, üretimin tamamı serbest teşebbüs tarafından yürütülmelidir. Yani dış savunma, iç güvenlik ve belli geleneksel kamu hizmetleri dışında bütün üretim serbest teşebbüs tarafından yapılmalıdır. Serbest teşebbüsün hareketlerini kısıtlayacak herhangi bir merkezi plan olmamalıdır. Devletin topluma empoze edeceği ve yaygın müdahaleye yol açan ana hedefleri ve kuralcı fikirleri yoktur. Bu ikisinin var olması sonuçta dolaylı ya da dolaysız müdahalelere yol açarak, piyasa ekonomisinin “serbestlik” niteliğini kısıtlar ve hatta ortadan kaldırabilir.

Piyasa ekonomisi için öte yandan, kişisel tercihlerin politik karar alma sürecinde esas alınması gerektiği görüşü de günümüzde önemli bir şekilde savunulmaktadır. Gerçekten, demokratik sistemin istikrarlı bir şekilde işleyebilmesi için bireysel tercihlerin politik karar alma mekanizmasıyla iyi bir biçimde yansıtılması gerekmektedir. Siyasal karar alma konusu, sistemli bir şekilde ilk defa ve geçmiş yüzyılda İtalyan iktisatçıları tarafından incelenmeye başlanmıştır. Modern kamu ekonomisi disiplininin de temelini atan bu iktisatçılar, kişisel tercihlerin kollektif karar alma sürecinde esas alınması gerektiğini ilk defa ileri sürmüşlerdir. İtalyan ekolünün bu görüşleri günümüzde, hangi malların üretileceğini ve fiyatının ne olacağını belirleyen temel unsurun, tüketici tercihleri olduğu biçiminde formüle edilmektedir. Ekonomide hangi malların üretileceğine ve hangi fiyattan satılacağına karar veren unsurun tüketici tercihleri olduğunu savunan bu görüş, tüketici egemenliği adıyla savunulmaktadır. Tüketici tercihleri ile politik kararlar arasındaki ilişki, Alman Emil Sax tarafından; vergi ödemekle kişilerin katlandıkları fedakarlıkların toplamı ile politik karar alma sonucu toplumun sağladığı toplam faydanın birbirine eşit olması gerektiği ifade edilmiştir. (SAX; 1962, s.178).

Dahası, piyasa ekonomisinin kalbi fiyat mekanizmasıdır. Serbest piyasada arz ve talep yoluyla çalışan fiyat mekanizması temel örgütlenme kuvveti olarak hareket eder. Neyin üretileceğini ve ne kadar üretileceğini belirler. Faktör hizmetlerinin ödüllerini belirler. Kaynakların doğru yönlere tahsis edilmesine neden olarak eşit bir gelir dağılımı sağlar. Mevcut mal ve hizmet tedarikini paylaştırmak için çalışır, ekonominin kaynaklarını tam olarak kullanır ve ekonomik büyüme için araç sağlar. Piyasa ekonomisinin var olması ve işleyebilmesi için mal ve hizmet fiyatları, ücretler, faiz hadleri ve kiralar olmak üzere bu dört fiyatın bazı özelliklere sahip olması gereklidir.  Bu özellikler:

a) Fiyat esnekliği:

Bütün fiyatlar arz ve talebe göre serbestçe ve engelsiz yükselip düşebilirler. İdeal piyasa ekonomisinde fiyatların önünde satıcı ve alıcı tekelleri, ücret hareketliliğini sınırlayan işçi sendikaları yoktur. Fiyatlar üzerinde devlet müdahalesi yoktur. Taban veya tavan fiyatları söz konusu değildir. Ayrıca fiyat konusunda politik baskılar yoktur. Sonuçta, bütün fiyatlar arz ve talebe göre kolayca yükselir ve düşer.

b) Fiyatlara karşı duyarlılık:

Piyasa mekanizmasının tam olarak işleyebilmesi için fiyatların arz ve talep karşısında hareketliliğinin yanında arz ve talebin de fiyatlara karşı duyarlı olması gereklidir. Yani talep fiyat yükselişiyle beraber azalmalı, fiyat düşüşü karşısında ise artmalıdır. Arzda ise durum bunun tam tersidir.

Serbest piyasa, kendi kurallarına göre işleyen bir piyasalar sistemi demektir. Ekonomik hayatın tümünü, dışarıdan yardım ve müdahale gelmeden örgütleyebilen bu sistem, kesinlikle kendi kurallarına göre işlemeli ve siyasi karar alma sonucu oluşan müdahalelerden bağımsız olmalıdır. Bunların yanı sıra literatürde “piyasa ekonomisi” terimiyle eş anlama gelecek şekilde fiyat mekanizması, serbest piyasa, liberal ekonomi, kapitalist sistem deyimleri kullanılmaktadır. Bütün bu deyimler tam rekabet koşullarının mevcut olduğu piyasa yapısına dayalıdır. Bunun ötesinde piyasa ekonomisinin ferdiyetçilik, demokrasi gibi siyasi terim ve kurumlara olan yakınlığı da söz konusudur. Ancak açık seçik belli olan siyasi ve iktisadi liberalizmin birbirleriyle olan sıkı diyaloğudur. Bu diyalog toplumlardaki iktisadi meselelerin yalnız iktisatçılar tarafından çözümlenemeyeceği iktisat teorisinin yanında politikacıların da tercihlerinin söz konusu olduğu sonucunu doğurur. Öte yandan ekonomik açıdan alınması mümkün olmayan kararların siyasi liberalizmin sürekliliği ve korunması adına uygulanabildiği gözlemlenebilir. Siyasal liberalizmin ekonomik bir bedeli vardır. Kısaca, piyasa ekonomisi ve eşanlamlı kavramların temelinde ferdiyetçilik ve özel mülkiyet, rasyonellik, tam rekabet ile görülmeyen el ve “Ekonomik Darwinizm” yatar.

Bunlardan başka, rekabetçi piyasa sisteminin gücü, alternatif sistemlerden çok daha iyi bir şekilde toplumun tüm bireyleri arasında yaygın bir şekilde bulunan bilgiden yararlanmanın mümkün olmasından doğar. Öyleyse yapılabilecek şey, ulaşılması mümkün olan en fazla bilgiyi değerlendireceğimiz bir konumu muhafaza etmektir. Bunun ise, rekabetten daha iyi bir yolu yoktur. Dahası, serbest piyasanın, ekonomik birleşmelerin hızla gerçekleştiği günümüz dünyasında, gittikçe artan düzeyde önem kazanarak gelişmesi beklenir. Dünya ekonomilerinde görülen entegrasyon hareketlerinin sağlıklı işlemesi bir yönüyle piyasa ekonomisi uygulamalarındaki başarı oranında gerçekleşmektedir. Çünkü, entegrasyon hareketi piyasa ekonomisi gibi, ekonomik demokrasinin yansıtabildiği ve devlet müdahalesinin az olduğu sistemlerde daha kolay gelişim gösterebilmektedir. Aksi takdirde piyasa ekonomisinde çeşitli başarısızlıklar söz konusu olacaktır.

Neo-klasik iktisatçılara göre piyasa eko­nomisi başlıca aşağıdaki nedenlerden dolayı başarısızlığa uğramaktadır:

- Piyasa ekonomisinde tam rekabet geçerli olmadığından piyasa ekonomisi başarısızlığa uğramaktadır. (Devletin rekabeti geliştirmesi ve desteklemesi, aksak rekabet piyasalarını düzenlemesi için rekabet hukuku oluşturması gereklidir.)

- Piyasa ekonomisi bazı kamusal mal ve hizmetleri üretememekte, bazı mal ve hizmetleri ise yeterli ölçüde ve istenilen şekilde arz edememek­tedir. Örneğin, devletin tam kamusal malları (savunma hizmeti örnek olarak verilebilir) arz etmesi mümkün değildir. Yarı kamusal malları ise dışsal eko­nomiler özelliği dolayısıyla piyasa ekonomisi toplumda herkese sunmakta başarısız olmaktadır. Eğitim ve sağlık yarı-kamusal mal ve hizmetlere örnek teşkil etmektedir. Özetle, piyasa ekonomisinde “kar” esas olduğundan, karın olmadığı alanlarda piyasa ekonomisi üretim yapmayabilir. Bu nedenle devle­tin ekonomiye müdahale etmesi ve kamusal mal ve hizmetleri üretmesi ge­rekir.

- Ölçek ekonomilerin söz konusu olduğu enerji, ulaştırma ve haberleşme sektörlerinde piyasa ekonomisi yeterli sermayeye sahip olmadığından bu hizmetleri arz etmekte başarısızlığa uğrayabilir. Yeterli sermayeye sahip olan piyasa ekonomisi üretici birimlerinin piyasada tekel olmaları muhtemeldir. Dolayısıyla bu belirtilen alanlarda devletin faaliyette bulunması ve piyasa ekonomisinin yetersizliğini telafi etmesi gerekir. Neo-klasik iktisatçıların devlete atfettikleri görev belirttiğimiz üzere daha sonra Keynezyen iktisatçılar tarafından daha da genişlemiştir. Keynezyen iktisatçılara göre ise piyasa ekonomisi başlıca aşağıdaki nedenlerden dolayı başarısızlığa uğramaktadır:

- Ekonomide kaynakların dağılımında etkinsizlik söz konusudur. Piyasa ekonomisinin bu sorunu kendi başına çözmesi beklenemez.

- Gelişmekte olan ülkelerde ekonomik büyüme ve kalkınmanın sağ­lanmasında piyasa ekonomisi çeşitli nedenlerle (sermaye birikiminin yetersizliği, risk ve belirsizlik faktörleri vb.) başarısızlığa uğrayabilir. Bu bakımdan ekonomik büyüme ve kalkınmanın devlet tarafından sağlanması gerekir.

- Piyasada gelir ve servet dağılımı adil olmayabilir. Gelir ve servet dağılımında adaletin sağlanması ancak devlet müdahalesiyle çözümlenebilir.

- Ekonomide ortaya çıkan istikrarsızlıklar (fiyat istikrarının bozulması, eksik istihdam vs.) piyasa ekonomisinde kendiliğinden otomatik olarak çözümlenemez. Devletin enflasyon, işsizlik vb. ekonomik istikrarsızlıklarla mücadele etmesi gerekir.

- Ödemeler bilançosunda ortaya çıkan dengesizlikler de piyasa eko­nomisinde otomatik olarak çözümlenemez. Bu soruna karşılık devletin çeşitli kamu politikası araçları ile ekonomiye müdahalesi gerekir.

Özetle, gerek neo-klasik iktisatçılar, gerekse Keynezyen iktisatçılar piyasa başarısızlığı üzerinde durarak, devlet müdahalesini ve düzenlemelerini gerekli görmüşlerdir. Önemle belirtelim ki geleneksel iktisat teorisinde devlet hep ekonomiyi “düzeltici”, “iyileştirici”, “sorunları çözücü” bir kurum olarak algılanmış ve bu yüzden devlet müdahaleleri savunulmuştur.

Kamusal Tercih, Başarısızlıklar ve Siyasal Karar Alma Süreci

Kamusal tercih disiplinin oluşumuna yol açan karşıt teori, Keynezyen iktisatta devlete müdahale rolünün biçilmiş olmasının devletin büyümesine sebep olması ve siyasal karar alıcılara borçlanma ve emisyon gibi vergi dışı gelirler ile harcama yapma imkânı sağlaması ile devletin her alanda (özellikle bürokrasi ve ekonomi) genişlemesi ile olgunlaşmıştır. Kamu tercihi yaklaşımında devletin büyümesi “Leviathan devlet” olarak adlandırılmakta, böylelikle aşırı büyümüş bir devlet canavara benzetilmektedir. Bu modelde, modeli yönlendiren değişim fikri değil, (rasyonel) bencil politik davranış fikri aşırıya kaçmıştır. Sonuç, hayırsever bir diktatörün ders kitabı davasının bir parodisidir. Kamu maliyesinden alınan her ders altüst olur. Siyasi karar vermenin modellenmesi açısından bu yaklaşım görece fakirdir. (GİERSCH, S. 17)

Bu nedenle, Leviathan modelini normatif kamu maliyesinin çarpık bir aynası veya karikatürü olarak yorumlamak, olumlu kamu seçiminin merkezi bir parçası olmaktan daha uygun görünmektedir. J. Buchanan, devleti “Koruyucu Devlet” ve “Üretken Devlet” olarak ikiye ayırmıştır. Buchanan’a göre “Koruyucu Devlet”, anayasal bir sözleşme ile bireylerin hak ve özgürlüklerini korumak amacıyla oluşturulmuştur. “Koruyucu Devlet” daha sonra “Üretken Devlet” durumuna gelmiştir. “Üretken Devlet”, vatandaşlarına sadece emniyet ve asayiş hizmetleri ile adalet hizmetleri sunmakla yetinmemiş bunun dışında diğer kamusal mal ve hizmetleri (alt yapı hizmetleri, eğitim, sağlık vs.) de sunmaya başlamıştır. Buchanan’a göre, günümüzde üretken devletin görev ve fonksiyonlarının genişlemesi Leviathan (aşırı büyümüş devlet) tehlikesini de beraberinde getirmiştir. (ENGİNEER, s. 420) Kamu tercihi yazınında Leviathan olarak adlandırılmış olan aşırı büyümüş devletin ortaya çıkardığı olumsuz sonuçlar şu şekilde sıralanabilir:

·   Gelir ile orantısız harcama yapılması sonucu ortaya çıkan bütçe açıkları,

·   Bütçe açıklarının vergi dışı kaynaklarla sağlanması sonucu borç yükünün artış göstermesi,

·   Emisyona başvurulması sonucu enflasyonist etkilerin baş göstermesi,

· Vergi yükünün orta vadede artmasının verimlilik üzerindeki olumsuz etkilerinin ortay çıkması,

·   Vergi yükünün artması neticesinde toplumda vergi ahlakının bozulması,

· Vergi yükünün artmasının toplam yatırımları sekteye uğratması sonucu stagflasyon sürecinin baş göstermesi.

Neticede, kamusal tercih teorisine göre Keynesyen model ile devletin ekonomiye müdahale ederek ekonomik dengeyi sağlamasını ve piyasanın yarattığı olumsuz sonuçları ortadan kaldırması neticesinde bu defa ekonomide yeni sorunlar ortaya çıkmıştır.  Aşırı büyüyen devletin ortaya çıkardığı olumsuz sonuçlardan hareketle iktisatçılar piyasa başarısız­lığına alternatif bir yeni teori geliştirmişlerdir. Kamu tercihi iktisatçılarının öncülüğünde geliştirilen bu teori “devletin başarısızlığı teorisi” (governmental failure theory) olarak adlandırılmaktadır. 1970’li yılların ortalarından itibaren, neo klasik Ortodoks geleneksel düşünce ile karşılaştırıldığında, piyasanın başarısızlığından dolayı politikanın piyasaya müdahale etmesi gerektiği artık kabul görmemeye başlamıştır. Devlet müdahalesinin sınırlandırılmasındaki temel nokta uzun vadede alternatif demokratik rejimler altında öngörülen fayda ve maliyetlerin düşünülmesi olayıdır. (BUCHANAN;1985, ss.248-260).

Kamu tercihi iktisatçılarının geliştirdikleri “devletin başarısızlığı teorisi” (governmental failure theory), aynı zamanda “piyasa dışı başarısızlık” (non-market failure) teorisi olarak da adlandırılmaktadır. Devletin başarısızlığı teorisi, özetle devletin ekonomiye yaptığı düzenleme ve müdahalelerin olumsuz sonuçlarını ortaya koymaktadır. Bir başka ifadeyle bu teori içerisinde devletin görev ve fonksiyonlarının aşırı büyümesi ve devleti yönetenlerin güç ve yetkilerinin sınırsız olması neticesinde devletin kendisinden bekle­nilenleri yerine getirmede başarısızlığa uğrayacağı belirtilmektedir. Ayrıca, siyasal karar alma sürecinde çok sıkça "kamu çıkarı", "toplumun iyiliği", "ülke menfaati", "toplum menfaati" gibi ne anlama geldikleri tam olarak bilinmeyen oldukça muğlak kavramlardan söz edilmektedir. Oysa siyasetçilerin ve bürokratların da nihayetinde bir insan olduğu, gözden kaçırılmaktadır. Siyasetçilerin, siyasal karar ve uygulamalarda kendi çıkarlarının peşinde koşmayacağını varsaymak büyük bir hata ve yanılgıdır. Kamu tercihi iktisatçılarına göre nasıl ki piyasa ekonomisinin başarısızlığı söz konusuysa, kamu ekonomisi de çeşitli nedenlerle başarısızlığa uğrayabilir. Dolayısıyla devletin ekonomiye müdahalelerini savunurken bu başarısızlıkları gözden kaçırmamak gerekir. (Bkz. WOLF, 1979; SİRKİN, 1975).

Öte yandan, siyasal süreç her devletin örgütlenme yapısına göre farklı unsurlardan oluşur. Demokratik yapılanmalarda kamusal kararlar doğrudan doğruya halk tarafından veya halkın temsilcileri tarafından alınır. Demokrasinin başlıca üç biçimi vardır. Bunlar, doğrudan demokrasi, temsili demokrasi ve yarı doğrudan demokrasidir. Doğrudan demokrasilerde egemenliğin sahibi olan halk bunu bizzat kendisi doğrudan kullanır. Doğrudan demokrasilerde kararlar bizzat halk tarafından alınır. Daha çok teorik bir uygulama olan doğrudan demokrasi ekseriyetle nüfusu az olan yerlerde uygulanabilmektedir. Temsili demokrasilerde ise egemenliğin sahibi olan halk, karar alma yetkisini teknik nedenlerden dolayı temsilcilerine devretmiştir. Bu teknik nedenlerin başında nüfusun kalabalık olması gelmektedir. Temsili demokraside halk temsilcilerini seçer ve temsillere kendi adına karar alma yetkisi verir. Yarı doğrudan demokrasi ise doğrudan demokrasi ve temsili demokrasinin bileşiminden meydan gelir. Böyle bir sitemde kararlar ağırlıklı olarak halk temsilcileri tarafından alınmakla birlikte halk da bazı hallerde kararların alınmasına doğrudan katılabilmektedirler. Yarı doğrudan demokrasilerde halkın yasam işlemlerine katılması üç araç vasıtasıyla olur: Referandum, halkın kanun teklifi (halk teşebbüsü) ve halk vetosudur.

Bunlarla birlikte, siyasal karar alma teorisinde, kamusal mal ve hizmet üretimi için gerekli kaynak tahsisine, toplum fertlerinin birlikte karar vermeleri gerekmektedir. Böylece sosyal ihtiyaçları giderecek olan mal ve hizmetlere toplumun ne kadar kaynak tahsis etmek istediği ortaya çıkmış olacaktır. Kamusal mal ve hizmetlerin birlikte tüketilmesi özelliği nedeniyle kollektif kararlar da birlikte alınmaktadır. Kolektif kararlara katılacakların sayıları ise kamusal mal ve hizmetlerden yararlanabilecek olan tüketicilerin sayıları kadardır. Fayda ve maliyetleri bütün toplum fertlerine yayılan mal ve hizmetlerle ilgili olarak alınacak kararlar, iktisadi anlamda, nüfusun tamamının karar alma mekanizmasına katılması imkânsız olduğundan, belli nitelikteki kişiler politik karar alma sürecine katılmaktadırlar. Siyasal karar alma sürecinin önemi devletin ekonomiye giderek daha fazla müdahalede bulunması veya milli gelirin önemli bir kısmını tahsis etmesi nedeniyle artmaktadır. Siyasal karar alma süreciyle yakından ilgilenen diğer bir iktisatçı ise, Knut Wicksell olmuştur. Wicksell, politik karar alma mekanizmasıyla daha ziyade, gelir dağılımına olan aşırı ilgisi nedeniyle uğraşmıştır. (WİCLSELL, 1901)

Bu nedenle, gelir dağılımında adaletsizliklere yol açan sebepleri ortadan kaldıracak bütçe tedbirleri üzerinde durmaktadır. Bu amaçla, Pareto Optimumun kamu ekonomisi alanında gerçekleştirilmesi için, kollektif kararların “Oybirliği Kuralına” uygun olarak alınması gerektiği görüşünü savunmaktadır. Virginia ekonomi ekolünün en tanınmış yazarlarından Buchanan ise konuyu daha çok kurumsal bir yaklaşımla ele almaktadır. Devlet hem özel ve hem de kamusal mal ve hizmet üretmek zorundadır. Devlet bütçesi tam kamusal mal ve hizmetler (genel hizmetler, yarı kamusal mal ve hizmetler) ile toplum için faydalı özel malları kapsamaktadır. Siyasal karar alma süreci esas olarak sayılan bu mal ve hizmetler ile ilgili bulunmaktadır. 

Ancak siyasal karar alma süreci adil gelir dağılımını ve kaynak tahsisindeki etkinliği sağlamak için, bazı özel mal ve hizmetleri de kapsamına almaktadır. Fonksiyonel bütçe tasnifinde devletin ekonomik hizmetleri başlığı altında yer alan özel mallar, azalan maliyet şartları altında üretim, marjinal maliyetle üretim ve tekelleşme nedeniyle, kollektif karar alma mekanizmasına dayalı olarak üretilmektedir. Kamusal mallar ve hizmetler için siyasal karar alma mekanizmasına başvurma bu mal ve hizmetlerin özelliklerinden dolayıdır. Siyasal karar alma sürecinde mal ve hizmetlerin üretiminde kararların alınması aşamasında birçok unsur etkili olmaktadır. Bu unsurlar karar alma sürecinin ilk aşamasından kararların uygulanması aşamasına kadar geçen süreç içerisinde yer alan aktörler olarak ifade edilmektedir. Bu aktörler siyasal partiler, baskı grupları, seçmenler ve bürokratlardır. (BUCHANAN;1967, ss.3-10).

Piyasa ekonomisinde tam rekabet şartları olmadığı gibi kamuda da tam rekabet şartları geçerli değildir. Örneğin, seçim rekabetinin olmadığı bir siyasal sistem söz konusu olabilir. Plüralist demokrasinin geçerli olmadığı otokratik rejimlerde sonuç itibariyle toplumsal tercihlere dayalı olmayan kamusal mal ve hizmetler üretilir. Seçim rekabetinin kısmen geçerli olduğu plüralist (çoğulcu) demokrasilerde ise başlıca aşağıdaki nedenlerden ötürü kamu başarısızlığı söz konusu olabilir: (PEACOCK, 1980)

Politik düşüncede hürriyetin olmaması ve bazı düşüncelerin politik süreçte temsil edilememesi ve/veya faaliyetlerinin yasaklanması,

· Seçmenlerin politika hakkında bilgisiz olmaları, bir başka ifadeyle tam enformasyona sahip olmamaları ve dolayısıyla oylama mekanizmasında doğru tercihte bulunmamaları, (siyasal bilgisizlik)

· Seçmenlerin bilgi edinme maliyetlerinin yüksek olması dolayısıyla politikayla ilgilenmemeleri,

· Seçmenlerin genel olarak politikaya ilgi duymamaları (siyasal ilgisizlik),

· Seçmenlerin bilinçli devlet politikalarıyla politikadan uzaklaştırılmaları (depolitizasyon),

· Seçmenlerin siyasal süreçte şeffaflık yerine, gizlilik ve örtbasın geçerli olması sonucunda ekonomide olan-bitenden haberdar edilmemeleri,

· Seçmenlerin yalan-dolan ile kandırılmaları ve/veya propaganda ile yanlış yönlendirilmeleri,

· Seçmenlerin kamusal hizmetlerle ilgili olarak karışık bilgiler sunulması ve aşırı bilgi yükleme (overload information) neticesinde siyasal karar ve uygulamalardan bilinçli olarak uzaklaştırılmaları.

Genel olarak baktığımızda ise kamunun başarısızlığına neden olan faktörleri şu şekilde özetleyebiliriz.

Politik Miyopluk:

“Uzağı görememe etkisi” (shortsightedness effect) olarak da adlandırılmaktadır. Kamu ekonomisinde alınan karar ve yapılan uygulamalarda kısa vadeli düşünme alışkanlığı geçerlidir. Siyasal iktidarlara göre genellikle “en iyi politikalar seçimi kazandıracak politikalardır.” Bu açıdan bakıldığında, siyasal iktidarlar için uzun dö­nemde ekonomiye büyük katkıları olabilecek yatırım projelerinin uygulanması yerine, kısa dönemde seçmenlere direkt fayda sağlayabilecek projeler uygulanması daha rasyonel görünmektedir. Örneğin, belediye hizmetlerinde yeraltına yapılacak yatırımlar (kanalizasyon hizmetleri vs.) yerine yerüstü yatırımlarının yapılması (park, bahçe düzenlemesi vs.) belediye başkanının yeniden seçilebilme şansını artırabilir. Bu "gözboyama yöntemi” ile belediye başkanı oylarını artırmaya çalışabilir.

Oy Ticareti:

Bu kurala göre milletvekilleri ve seçmenler, oyları en üst düzeye çıkarmak için kendi seçim bölgelerine daha fazla hizmet götürmeye/istemeye çabalarlar. Hizmet kayırmacılığı denilen bu politik yozlaşma durumu kamu kesiminin en iyi düzeyinden sapmasına yol açar.

Rant Kollama:

Baskı gruplarının siyasal iktidarı etkilemesi sonucunda halkın tercihleri ile bağdaşmayan kararlar ortaya çıkmaktadır. Önemle belirtelim ki politik dışsal ekonomilerin en yaygın olanı rant yaratma (rent creation) ve rant dağıtma (rent allocation) olarak bilinmektedir. Kısaca, politikada çeşitli kesimlere sağlanan rantlar, politik dışsal ekonomilerin yaygın bir uygulamasıdır. Politika, esasen bir rant oluşturma ve dağıtım merkezi haline kolaylıkla dönüştürülebilir. Politikada yönetenler; kendilerine, akrabalarına, eş-dostlarına, partilerine rant yaratmaya çalışırlarken, çıkar ve baskı grupları da rant kollama (rent seeking) gayreti içerisindedirler. Özetle, rant yaratma, rant dağıtma ve rant kollama gayretleri devletin başarısızlığının göstergesidir.

Oybirliği İlkesinin Gerçekleştirilememesi:

Kamu tercihi iktisatçılarına göre politik karar alma sürecinde oy birliği ilkesinin gerçekleştirilememesi pareto optimalinin oluşmasını engellemektedir. Bilindiği gibi pareto optimali, toplumda bir kimsenin refahını azaltmadan diğer insanların refahını arttırmak veya en azından azalmamasını sağlamaktır.

Kamusal Mal ve Hizmetlerin Bir Bütün Şeklinde Sunulması:

Kamusal tercihlerin bir bütün halinde sunuluyor olması dolaysısıyla kamusal mallar gerçek toplum tercihlerine yansıtmazlar.

Ortanca Seçmen Teorisi:

Politikacılar oylarını artırmak için ortanca seçmenleri memnun etme yoluna gidecektir. Bu hususu politik miyopluk durumu ile bağdaştırdığımızda kamusal hizmet arzının ortanca seçmenler tarafından yönlendirildiğini söyleyebiliriz. Ortanca seçmen olayına “yüzer- gezer oy” sahibi seçmenleri de dahil etmek gerekir. Bu gruba giren seçmenlerin belli politik görüşleri ya yoktur ya da çok zayıftır. Bu nedenle seçim sürecinde kendisine en fazla somut faydayı (elbise, gıda vs.) sağlayan partiye yönelmektedirler. Bu seçmenlerin sayıları toplumda arttığı zaman politik süreci etkileme potansiyelleri de artmaktadır. Dolayısıyla, bilinçli olmayan bir kesinin kamu hizmet arzını etkilemesi söz konusu olabilmektedir. Bu da kamu kesiminin en iyi düzeyinden uzaklaşmasına sebep olmaktadır. Bu konu ile ilgili olarak siyaset bilimi literatüründe oldukça yeni bir kavram olan mediokrasi kavramına değinmek gerekir. Kelime anlamı ortanın iktidarı olan mediokrasi kavramı vasat geniş kitlelerin iktidarını ifade etmektedir. Demokratik yapılarda, eğitimsiz, ilgisiz geniş kitlelerin tercihlerinin politik sürece yansıması bir yozlaşma olarak görülmektedir. Günümüzde demokrasinin yerini mediokrasinin aldığı yönünde düşünceler bulunmaktadır.

Kamuda ve Serbest Piyasa Ekonomisinde Başarısızlıkların Karşılaştırılması

Piyasa ekonomisini başarısızlığa uğratan nedenlerden birisinin de literatürde politik dışsal ekonomiler (political external economies) olarak geçtiğini görmekteyiz.  Devletin başarısızlığında da dışsal ekonomiler geçerli olabilir. Politik dışsal ekonomiler olarak adlandırılan dışsallıklara ilişkin olarak ise şu örneği verebiliriz: politikada patronaj ilişkileri yani siyasal iktidar (patron) kendi parti üyelerini (client) genellikle kollamak ve gözetmek eğilimindedir. “kollamacı siyaset” (clientelistic politics) adı verilen bu patronaj ilişkileri sonucunda ekonomide kaynakların siyasal iktidarlar tarafından politik yandaşlarına ve partizan gruplara dağıtılması söz konusudur.

Devleti başarısızlığa uğratan politik dışsal ekonomilerin bir türü de “türv dışsallıklar” (derived externalities) olarak adlandırılmaktadır. Türemiş dışsal ekonomiler, önceden tahmin edilemeyen dışsal etkiler olarak tanımla­nabilir. Örneğin, piyasa başarısızlığını düzeltmeye yönelik devlet müdaha­lesi, kamu politikasının etkilemek istediği alanın dışında beklenmeyen yan etkiler meydana getirebilir. Misal, serbest döviz piyasası rejiminde yabancı para birimine aşırı talep olması durumunda yerli paranın giderek değer kaybetmesini engellemek için hükümet piyasaya müdahale edebilir. Hükümetin yerli para birimine yüksek faiz sağlaması sonuçta devletin faiz yükünü artırır. Bu sonuç itibariyle türemiş bir dışsal etkidir ve partizanlara bir politik dışsal ekonomi sağlamaktadır.

Piyasa ekonomisinde olduğu gibi kamu ekonomisinde de negatif içsel ekonomiler (negatif ölçek ekonomileri) söz konusu olabilmektedir. Negatif ölçek ekonomileri önceki açıklamalarımızda belirttiğimiz üzere herhangi bir firmada aşırı büyümenin yarattığı olumsuz sonuçlardır. Kamu kurum ve ku­ruluşlarında da aşırı büyümenin ya da geniş ölçekte üretimde bulunmanın ortaya çıkardığı maliyetler (israf, hırsızlık, yağmacılık vs.) söz konusudur. Özellikle enerji, ulaştırma ve haberleşme sektörlerinde politik negatif ölçek ekonomileri yaygındır. Bugün dünyanın birçok ülkesinde devletin sahip olduğu dev KİT’lerin zarar etmelerinin nedeni açıkça politik negatif ölçek ekonomileridir.

Bilindiği üzere piyasa başarısızlığının nedenlerinden birisi de ekonomide kaynakların dağılımının dengesiz olmasıdır. Kamu açısından da kaynakların bir ülkede coğrafi ve sektörel açıdan dağılımı dengeli olmayabilir. Örneğin, iklim şartları ve ulaşım imkanları dolayısıyla ekonomide üretim faktörlerinin belirli bir coğrafi alanda yoğunlaşması söz konusu olabilir. Bu durumda genellikle devletin ekonomiye müdahale etmesi ve bu dengesizliği çeşitli iktisat politikası araçları (vergi teşvik tedbirleri, kamu harcamaları vs.) ile ortadan kaldırması gerektiği savunulur.

Milli ekonominin iki yönünü oluşturan kamu ekonomisi ve serbest piyasa ekonomisinde hizmetlerin ve malların arz ve talebinin belirlenmesi farklı yöntemlerle olmaktadır. Piyasa ekonomisinde arz ve talebi düzenleyen fiyat mekanizmasıdır. Kamu ekonomisinde ise arz ve talep fiyat mekanizması ile belirlenemez. Bunun nedeni bedavacı sorundur. Yani, birey kamusal mallara olan tercihlerini açıklamasa da bundan faydalanacaktır. Kamu ekonomisinde üretilecek hizmetlerin bileşimi fiyat süreci yerine “siyasal süreç” ile belirlenmektedir. (AKTAN, 2001, s.324)

Ayrıca, bilindiği gibi piyasa ekonomisinde mal ve hizmetlerin türlerini ve miktarını tüketicilerin talebi belirlemektedir. Buna göre üretim birimleri üretimini piyasadaki bu talebe göre belirler. Kamu ekonomisinde ise, mal ve hizmetler toplumun geneli için üretilmekte ve mal ve hizmetlerin maliyetleri vergi gelirleri ile bütçeden karşılanmaktadır. Bu nedenle toplumdaki kişiler hizmetlerden faydalanırken ödemede bulunmadıkları için, kamu hizmetlerine olan ihtiyaçlarını piyasa talebinde olduğu gibi belirtemezler. (DOWNS;1957,s.137.).

Piyasa ekonomisinde mal ve hizmetlere ayrı ayrı olan tercihler, üretilecek mal ve hizmetin belirleyicisi iken; kamu ekonomisinde kamusal mal ve hizmetlere olan taleplerin ayrı ayrı belirtilmesi bir anlam ifade etmemektedir. Bunun nedeni kamu ekonomisinde üretilen mal ve hizmetlerin bireysel talebe göre değil, bir bütün olarak sunulmasıdır. Bundan dolayı kamu ekonomisinde üretilecek mal ve hizmetlerin temel belirleyicisi bireysel talep değil, toplumsal taleptir. Ancak toplumsal talep bireylerin taleplerine ayrı ayrı cevap verecek değildir. Bireysel talep ile toplumsal talep arasındaki temel fark budur. Bireysel talep ile toplumsal talep arasındaki bir başka fark da maliyet açısındandır. Kamu ekonomisinde hizmettin maliyetini (vergiyi) karşılayanlar ile hizmetten faydalananlar arasında bire bir, bir bağıntı yoktur.

Önemle belirtelim ki devletten kaynak dağılımını düzeltici ve iyileştirici bir fonksiyon beklenirken bunun tam tersi de olabilir. Örneğin, siyasal iktidar, ekonomik kaynakların ve bütçe kaynaklarının dağılımında kendi seçmen bölgelerini esas alabilir. Siyasal iktidara mensup bakanlar ve milletvekilleri yeniden seçilebilme şanslarını artırabilmek için özellikle kendi seçim bölgelerine yatırım ve hizmetlerin götürülmesine çalışabilirler. Bütçe kaynaklarının siyasal iktidarın seçim alanlarına kaydırılması uygulamalarına “hizmet kayırmacılığı” adı verilir. Özetle, hizmet kayırmacılığı da devletin başarısızlığının nedenlerinden birisidir.

Piyasa ekonomisini başarısızlığa uğratan, dolayısıyla devlet müdahalesini gerekli kılan nedenlerden birisi de piyasada gelir ve servet dağılımının dengesiz olmasıdır. Özel kesimdeki bu “adaletsizlik” kamu kesiminde de var olabilir. Özel kesimde gelir ve servet dağılımında adaletsizlik söz konusuyken, kamu kesiminde güç ve yetki dağılımında ve kullanımında adaletsizlik vardır. Sonuç itibariyle devlet yönetiminde de bu konuda bir başarısızlık mevcuttur. Kamusal güç ve yetki dağılımındaki dengesizlikler ile ilgili örnekler aşağıda verilmektedir:

Kamu kesimindeki merkeziyetçi yapı,

Bazı siyasal sistemlerde kuvvetler ayrılığı prensibinin geçerliliğinin olmaması ve yürütmenin gücü kendi elinde bulundurması,

Yürütme organı olan hükümette güç ve yetkinin tek kişi elinde (parti ve hükümet başkanı) bulunması; iktidarın kişiselleşmesi ve lider diktası.

Devletin başarısızlık nedenlerinden birisi de politikada şeffaflık olmamasıdır. Genellikle devlette gizlilik ve örtbas hakimdir. Kamu kurum ve kuruluşlarında denetim ve kontroller etkin ve fonksiyonel değildir. Sonuç olarak bu nedenlerden ötürü devletin başarısızlığa uğradığı söylenebilir.

Bunlardan başka, piyasa ekonomisinde ekonomik birimler bizzat kendi paralarını harcadıklarında son derece dikkatli davranırlar. Örneğin, bir firma sahibi ya da üretici, üretimde bulunurken en az maliyetle en fazla karı elde etmeye gayret eder. Tüketici ise yine mümkün olduğu ölçüde en az para ödeyerek en kaliteli ve ucuz mal ve hizmeti satın almak ister. Kamu ekonomisinde ise siyasal aktörler (seçmen, politikacı, bürokrat, çıkar ve baskı grupları) bizzat kendilerinin paralarını değil “başkalarının paralarını” harcarlar ve/veya başkalarının pa­ralarından bir fayda temin ederler. Dolayısıyla kamu ekonomisinde devletin parasını harcayan politikacı, bürokrat ve kamu görevlileri genellikle kendileri­nin paralarını harcarken gösterdikleri titizliği göstermezler. Devletin malını kullanan veya bundan bir fayda sağlayan kimseler de yine kendi mallarını olduğu gibi devlet malını aynı titizlikle kullanmazlar.

Bunlarla birlikte, milli ekonominin iki yönünü oluşturan kamu ekonomisi ve serbest piyasa ekonomisinde hizmetlerin ve malların arz ve talebinin belirlenmesi farklı yöntemlerle olmaktadır. Piyasa ekonomisinde arz ve talebi düzenleyen fiyat mekanizmasıdır. Kamu ekonomisinde ise arz ve talep fiyat mekanizması ile belirlenemez. Kamu ekonomisinde üretilecek hizmetlerin bileşimi fiyat süreci yerine “siyasal süreç” ile belirlenmektedir. Piyasa ekonomisinde mal ve hizmetlere ayrı ayrı olan tercihler, üretilecek mal ve hizmetin belirleyicisi iken; kamu ekonomisinde kamusal mal ve hizmetlere olan taleplerin ayrı ayrı belirtilmesi bir anlam ifade etmemektedir. Bunun nedeni kamu ekonomisinde üretilen mal ve hizmetlerin bireysel talebe göre değil, bir bütün olarak sunulmasıdır. Bundan dolayı kamu ekonomisinde üretilecek mal ve hizmetlerin temel belirleyicisi bireysel talep değil, toplumsal taleptir.

Ancak toplumsal talep bireylerin taleplerine ayrı ayrı cevap verecek değildir. Bireysel talep ile toplumsal talep arasındaki temel fark budur. Bu arada kaynakların tahsisi verimlilik kriteri ile değerlendirilebilir, ancak bu yine de örneğin refah veya gelir dağılımı ile ilgili açık sorular bırakır. Piyasa kriteri tüketici egemenliğine bağlı olsa da, bu durum yeniden dağıtımlar (en azından bunların ötesinde yeniden dağıtımları düşündüğümüzde pareto-optimal yeniden dağıtımlarla uyumludur). (GİERSCH, S.17)

Siyasal süreç her devletin örgütlenme yapısına göre farklı unsurlardan oluşur. Demokratik yapılanmalarda kamusal kararlar doğrudan doğruya halk tarafından veya halkın temsilcileri tarafından alınır.

Önemle belirtmek gerekir ki seçim sistemi ve oylama mekanizmasının varlığı, devleti yönetenlerin sahip oldukları siyasal güç ve yetkileri sorumsuzca kullanmalarına ve suiistimal etmelerine engel teşkil etmeyebilir. Siyasetçiler için en iyi politikalar, seçimi kazandıracak politikalardır. Bu bakımdan ellerinde bulunan malî ve parasal araçları uzun vadede ekonomik ve siyasal yaşam üzerinde tahripkâr sonuçlar doğuracağını bile bile kullanmaktan kaçınmayabilirler. Kısaca sınırsız siyasal güç, ya da sınırsız demokrasi, siyasal yozlaşmaların kaynağını oluşturmaktadır. (AKTAN, 2001, s.37).

Bir başka husus, siyasal karar alma sürecinde çok sıkça "kamu çıkarı", "toplumun iyiliği", "ülke menfaati", " toplum menfaati" gibi ne anlama geldikleri tam olarak bilinmeyen oldukça muğlak kavramlardan söz edilmektedir. Oysa siyasetçilerin ve bürokratların da nihayetinde bir insan olduğu, gözden kaçırılmaktadır. Siyasetçilerin, siyasal karar ve uygulamalarda kendi çıkarlarının peşinde koşmayacağını varsaymak büyük bir hata ve yanılgıdır. Kamu tercihi iktisatçıları iyi bir toplumsal düzenin temel ilkelerinin anayasalarda belirlenmesi ve devletin "siyasal" ve "ekonomik" hak, yetki, görev ve sorumluluklarının çerçevesinin yine anayasalarda açıkça ve sınırları ile birlikte tespit edilmesini savunmaktadırlar. Kamu tercihi ve anayasal iktisat teorisine göre, bireylerin "siyasal" ve "ekonomik" hak ve özgürlükleri ancak devletin "siyasal" ve "ekonomik" hak ve yetkilerinin sınırlandırılması ile mümkündür.

Kısaca, kamu tercihi teorisi ve anayasal iktisat yaklaşımına göre siyasal yozlaşmaların ortadan kaldırılması için devletin güç ve yetkilerinin, görev ve fonksiyonlarının sınırlandırılması büyük önem taşımaktadır. Bu çağdaş iktisadî düşüncede, devletin özellikle ekonomik alandaki güç ve yetkilerinin “Ekonomik Anayasa” içerisinde düzenlenmesi ve sınırlandırılması önem taşımaktadır. “Ekonomik Anayasa” ile, devletin borçlanma, para basma, harcama, vergileme gibi yetkileri ile bütçe denkliği, devletin hakemlik görevi gibi konularda bir takım sınırlayıcı düzenlemeler yapılması öngörülür. Çünkü, hükümetler kendi kararlarına yönelik politik desteği maksimize etmeyi arzu eder ve en az oy kaybı meydana getiren finansman kanunlarıyla en çok oyu kazanarak harcama kanunlarını uygulamaya koyar. Diğer bir deyişle harcamaları, marjinal harcamaların kazandıracağı oyun, marjinal vergi artışıyla finanse edileceği oy kaybına eşit olduğu noktaya kadar artıracaktır. Hükümet, faaliyetlerine hizmetlerin marjinal sosyal getirisinin marjinal sosyal maliyetine denk düştüğü bir düzeye kadar harcama yapmaya devam eder.

Özetle piyasa ve siyasal karar alma mekanizmaları arasındaki başlıca farklar şunlardır:

  • Kesinlik derecesi:

Piyasa karar alma mekanizmasında kişi kararının sonucunu kesin olarak tahmin edebilir. Siyasi karar almada ise kişi tercihlerine uygun bir biçimde davransa bile, sonuçta alternatif tercihlerden hangisinin seçileceği belirli değildir. ortaya çıkan bu belirsizlik, seçmeni oyunu kullanırken alternatif tercihlere yöneltebilir.

  • Kararlara katılma:

Piyasada alıcı ve satıcılar kendi kararlarının piyasa fiyatı üzerinde hiçbir etkisi olmadığı kanısındadır. Bu nedenle tüketiciler piyasa karar alma mekanizmasının işleyişinde rolleri olmadığını düşünürler. Kamusal karar alma mekanizmasında ise seçmen oyunun alınacak kararı etkileyeceği düşünür.

  • Alternatif tercihler yaklaşımı:

İhtiyaçların giderilmesinde alternatif tercihler arasında bir seçim yapmak gerekmektedir. Eğer piyasada azalan verimler yasası hakimse, birbirine alternatif olan tercihler görüş ayrılıklarına neden olabilir. Kamusal karar almada gerçekleşen oylamada ise siyasi süreçte birinin seçilmesi, diğerinin seçilememesi anlamına gelir.

  • Sorumluluk derecesi:

Kişinin piyasada karar alması maddi fayda ve maliyetleri gerektirdiği halde siyasal karar almada seçmenin oyunu kullanmasıyla hemen elde edilecek bir fayda ya da maliyet yoktur.

  • Zorlama unsuru:

Siyasal karar alma sürecinin piyasa mekanizmasına göre zorlayıcı unsuru vardır. Kişinin oy verdiği partinin kazanamaması durumunda seçmen başkalarının tercihlerine bağlı kalmaktadır.

Dahası, politik süreçte yer alan aktörler arasında bir etkileşim vardır. Bu etkileşim neticesinde politik süreç ortaya çıkar. Yani, aktörler arasındaki etkileşimle kamusal kararlar alınır. Bu etkileşimin düzeyi çeşitli unsurlara göre değişiklik gösterebilmektedir.  Siyasal süreçte yer alan aktörler arasındaki etkileşimi şu şekilde gösterebiliriz: Siyasal iktidar ile seçmenler arasındaki ilişki oy ile kamusal hizmetlerden yararlanma arasında değişir. Siyasal iktidar daha fazla oy alabilmek için kamusal hizmet artırımında veya vaadinde bulunur. Yani siyasal iktidar ile seçmenler arasında, bu anlamda, oy ve kamusal hizmet değişimi vardır. Ancak, bu aşamada kamusal hizmetlerin maliyeti düşünülmez. Burada söz konusu olan kamu hizmetlerinin maliyeti büyük ölçüde vergilerle karşılanacağı için kamusal hizmet vaadinde bulunan parti bunu gündeme getirmez. Siyasal iktidar ile “kemikleşmiş oy” olarak adlandırılan seçmen kesimleri arasında daha değişik bir münasebet vardır. Zira, ilgili siyasal parti bu seçmen kesimin isteklerine daha duyarlı olacaktır.

SONUÇ

Serbest piyasa ekonomisini savunanların fikrine göre, serbest teşebbüsün piyasa düzeneğinin (mekanizmasının) kuralları ve şartları içerisinde çalışabilmesine olanak tanındığı takdirde ekonominin daha verimli çalışması ve kaynak yaratacak gücünün artması sağlanır ve böylece birçok ekonomik problemler çözüm yoluna girmiş olur. Bunlarla birlikte, piyasa ekonomisinin hem lehinde hem aleyhinde olanlar arasında yoğun bir karmaşa vardır. Piyasa ekonomisi taraftarları, bunun kaynak tahsisinde diğer ekonomik sistemlere göre daha etkin olduğunu vurgularlar. Bu ekonomistlere göre, insanlık tarihi piyasanın işlediği her yerde insanların daha özgür, daha eşit, daha çok refah içinde yaşadıklarını göstermektedir. Karşı düşüncede olanların en önemli eleştirisi, piyasanın işleyiş mekanizmasının insanları bencilliğe ittiği ve adaletsiz olduğudur.

Piyasa ekonomisinde genel denge veya tam istihdam gibi sorunlarda yaşanılan eksiklikler üzerine “piyasa başarısızlığı teorisi” oluşturulmuştur. Bu çerçevede ileri sürülen bir çok argüman (eksik rekabet, haksız rekabet, eksik enformasyon vs.) şüphesiz devlet müdahalelerinin haklı gerekçelerini oluşturmaktadır. Fakat, devlet müdahalelerinin sonuçları da her zaman arzu edildiği gibi olmayabilir. Kaldı ki, siyasal karar alma sürecinin yapısı ve işleyişi kaçınılmaz olarak bazı tür başarısızlıkları (siyasal ilgisizlik, siyasal bilgisizlik vs.) ortaya çıkarmaktadır. Ayrıca, siyasi karar alma sürecinde çıkar grupları, rant kollama faaliyetlerini arttırırlar ve politik yozlaşma oluşur. Politik yozlaşmanın genel olarak iki nedeni vardır. Bunlar, devletin, daha doğru bir ifadeyle devleti yönetenlerin güç ve yetkilerinin sınırlandırılmamış olması ve siyasal süreçte rol alan aktörlerin (siyasetçiler, bürokratlar, çıkar ve baskı grupları ve seçmenler) esasen kendi özel çıkarlarının peşinde koşmalarıdır. Önemle belirtmek gerekir ki seçim sistemi ve oylama mekanizmasının varlığı, devleti yönetenlerin sahip oldukları siyasal güç ve yetkileri sorumsuzca kullanmalarına ve suistimal etmelerine engel teşkil etmeyebilir. Siyasetçiler için en iyi politikalar, seçimi kazandıracak politikalardır. Bu bakımdan ellerinde bulunan malî ve parasal araçları uzun vadede ekonomik ve siyasal yaşam üzerinde tahripkar sonuçlar doğuracağını bile bile kullanmaktan kaçınmayabilirler.

Kısaca sınırsız siyasal güç, ya da sınırsız demokrasi, siyasal yozlaşmaların kaynağını oluşturmaktadır. Vatandaşlar sahip oldukları güç ve yetkileri, oylama mekanizması aracılığıyla diğer bazı kimselere, yani yöneticilere devredebilirler. Ancak bu yöneticilerin güç ve yetkilerinin sınırlarının olmaması anlamına gelmez.

Görülen bu tarz hatalar üzerine geliştirilen “kamu tercihi teorisi” kamunun başarısız olduğunu savunmaktadır. Bunun çeşitli gerekçeleri bulunmaktadır. Kamunun başarısız olmasında devletin büyümesinin önemli bir rolü bulunmaktadır. Devletin görevi, bu nedenle yeniden tanımlanmalıdır. Zira küçük devlet daha etkin çalışmaktadır. Devletin büyümesi beraberinde meydana gelen politik ve ekonomik yozlaşmanın önüne geçmek için, belirtildiği gibi, devlet küçültülmeli, asli görevlerini yerine getirerek piyasanın işleyişine karışmamalıdır. Ayrıca, kollektif karar alma bilimi olarak da adlandırılan “kamu tercihi teorisi” mikro ekonomi yöntemi ile karar alma sürecini analiz etmektedir. Bu süreç içerisinde belli varsayımlardan hareket edilmektedir. Bu varsayımlardan temel olanlar bireylerin homo-economicus olduğu, politik sürecin bir mübadele olduğudur. Politik süreç bu kurallara göre işlemektedir. Bu kuralların politik süreçte var olduğunun kabul edilmesi politik sürecin “piyasa benzeri” bir işleyişe sahip olduğunu göstermektedir. Piyasa benzeri, bu işleyiş içerisinde her aktör kendi çıkarını artırmak için çabalamaktadır. Bu ise doğal olarak belli sorunları beraberinde getirmektedir.

Bir başka önemli argümanda, kamusal karar alma sürecinin, kolektif malların arzının belirlenmesi süreci olmasıdır. Yani, toplumun bütününe yönelik olarak sunulan mal ve hizmetlerin miktarının tespiti politik karar alma süreci sonunda belli olmaktadır. Bu itibarla, kamu tercihi iktisatçılarının hareket noktası, toplumda oy birliği olunca kamusal hizmet taleplerinin de aynı yönde olacağıdır. Biz bu düşünceye katılmamaktayız. Zira kamusal hizmetler sınırlıdır. Bu nedenle sınırlı hizmetlere talep ne olursa olsun belli bir hizmet türünün dışına çıkılamayacaktır. İkinci olarak, kamusal kararlarda seçim yöntemi ile hizmetler arasında bir tercih değil, hizmete karar verenler arasında bir tercih yapılmaktadır. Bu nedenle farklı politikacılara oy veren bireylerin kamusal hizmet tercihleri aynı olabilmektedir. Yani oy birliği olması durumunda tüm kamusal talepler aynı yönde olmayabilir. Ayrıca, seçmenler seçim sürecinde kararlarını verirken her zaman akılcı davranmamaktadırlar. Yani, ‘çoğunluk her zaman doğruya yönelmez’.

Özetle, kamu kesimi performansı ve etkinliğine ilişkin yapılan değerlendirmelere baktığımızda daha sosyal bir devlet ve beraberinde daha iyi bir gelir dağılımı mı yoksa daha küçük fakat daha etkin bir devlet mi olması gerekir sorunu ortaya çıkmaktadır. Tabii böyle bir seçim yapmak ülkelerin kendi tercihlerine kalmış bir durumdur. Ancak, şu an dünyada genel eğilim devletin daha küçük ve daha etkin olması yönündedir. Kanaatimizce, böyle bir şeye karar verilirken ilk önce göz önünde tutulması gereken husus ülkenin kendi sosyo- ekonomik koşullarıdır. Bu koşullar göz önüne alınarak uygun bir tercih yapılması yerinde olacaktır. Devletin başarısızlığı teorisi bizi piyasanın mutlak başarılı olduğu sonucuna götürmemektedir. Piyasa gibi devlet de “mükemmel” olmaktan uzaktır.

KAYNAKÇA

AKTAN C.C., Politik İktisat, Anadolu Matbaacılık, İzmir 2000, s: 105.

AKTAN C.C.  (Ed.) Yolsuzlukla Mücadele Stratejileri, Ankara: Hak-İş Yayınları, 2001.

AKTAN C. C, Kamu Ekonomisi ve Kamu Maliyesi, Anadolu Matbaacılık, İzmir 2001,

ALAN, Peacock, “On The Anotomy Of Collective Failure”, Public Finance, Vol 35, No 1, 1980.

DOWNS, Anthony; An Economic Theory of Democracy, Harper and Row, New York 1957.

EMİL, Sax, “The Valuation of Taxation”, Clasics in the Theory of Public Finance, London 1962

ENGİNEER, M, Brennan and Buchanan's Leviathan Models, The Social Science Journal, Volume 27, Number 4, pages 419-433.

GİERSCH, Thorsten, what separates Public Choice and Public Finance from a Normative Perspective? A Comparison of the Normative Foundations of Both Programs, paper presented to EPCS 1010, April 8-11, İzmir.

JAMES, M. Buchanan, Public Finance in Democratic Process, The University of Nort Carolina Press, Chapell Hill 1967.

JAMES, M. Buchanan, “Constitutional Democracy, Individual Liberty and Political Equality”, In: James M. Buchanan, Liberty, Market and State: Poltical Economy in the 1980s, New York University Press, 1985, pp. 248-260.

JAMES, M. Buchanan/GORDON Tullock, The Calculus of Consent. Logical Foundations of Constitutional Democracy, Ann Arbor, Unıversity of Michigan1962.

SİRKİN, Gerald., “The Anotomy Of Public Choice Failure”, in: R.D. Leiter And G. Sirkin (Eds.), Economics Of Public Choice, New York: College Of City University Of New York, 1975.

WİCKSELL, Knut. Lectures on Political Economy, 2 vols., 1901, 1906. London: Routledge & Kegan Paul.

WOLF, Charles., “A Theory of Non-Market Failures”, The Public Interest, No 55. Spring 1979.

www.milliyet.com.tr/2002/10/17/yazar/dundar.html - 25k.

Araştırmacı Yazar, Akademisyen Yiğit KÖYMEN
Araştırmacı Yazar, Akademisyen Yiğit KÖYMEN
Tüm Makaleler

  • 11.06.2024
  • Süre : 12 dk
  • 581 kez okundu

Google Ads