Bazı Şeyler Zaman İster
Altında sallanan sarkacıyla kocaman duvar saatleri de vardır. Her saat başı o derinden gelen çan sesi ile haber verirdi saat başlarını, dong, dong, dong... hatırlayan var mı? Sarkacın sesi de ilginçtir, farklı farklı sesi olanlar vardır. O periyodik ses hiç kesilmez.
Zaman demişken, nedir zaman hiç düşündünüz mü?
Her nefes alışverişimizde bile zaman sürekli akıyor, tik tak, tik tak. Hayat kronometresi durmadan ilerlemeye devam ediyor.
Eski saatlerin bu tik tak sesini şimdikiler pek bilmez.
Eskiden evlerde duvar saatleri olurdu. Saniye çubuğu tık tık tık diye çalışır.
Altında sallanan sarkacıyla kocaman duvar saatleri de vardır. Her saat başı o derinden gelen çan sesi ile haber verirdi saat başlarını, dong, dong, dong... hatırlayan var mı? Sarkacın sesi de ilginçtir, farklı farklı sesi olanlar vardır. O periyodik ses hiç kesilmez.
Hatta guguklusu da vardı, gu-guk, gu-guk, gu-guk.... Yuvasından çıkıp saat başı saati haykıran guguk kuşu.
Aslında kollarımıza takardık saatleri. Ne çabuk modası geçti değil mi? Şimdi takanlar var yine, hem de epey pahalı saatler şimdikilerin taktıkları. Ama çoğumuz kolumuzda saat taşımayı epey bir süredir bıraktık diye düşünüyorum.
Şimdilerde ben bile kol saatimi kaldırdım bir yerlere. Kim bilir hangi çekmecenin içinde, yerini hatırlamıyorum bile. Aramam lazım bulmak için. Benimkisi otomatikti, kol hareketleriyle otomatik olarak kendi kendini kuranlardan. Su geçirmez! Ayar da istemezdi benimkisi, geri kalmazdı, zamanı tam olarak doğru gösterirdi.
Hepimizin elinde günümüzde cep telefonları var. Niye cep telefonu diyorsak artık.
Aslında elimizden düşürmüyoruz telefonları, artık herşeyimiz oldu. El telefonu diye değiştirmek lazım adını. Ya da çok fonksiyonlu el cihazı.
Dışarıda gerçi mobil telefon tabiri daha çok kullanılıyor. Bizde de tercümesiyle taşınabilir telefon diyenler de var. Keşke telefon yerine de güzel bir Türkçe karşılık bulabilsek.
İşte artık zamanı bir çoğumuz bu mobil cep telefonlarımızdan bakıyoruz.
Hem eskisi gibi kurma ve zamanı düzeltme derdi de kalmadı, internet üzerinden bulunduğumuz yere göre kendi kendine zamanı ayarlıyor.
Saat farkı olan bir şehre uçsam bile, bakıyorum hemen yerel saati bulunduğum şehre göre kendisi düzeltmiş.
Artık çok pratik oldu gerçekten zamanı öğrenmek.
Tarihte insanlar ne çok uğraşmışlar zamanı öğrenmek için, ne saatler geliştirmişler.
Güneş saatleri ilginçtir. Güneşin yer değiştirmesine göre gün içindeki saati gösterenler. Güneş bulutların ardında kalınca işe yaramıyor ama. Geceleri de çalışmıyor. Ayın ışığına göre çalışan saat düşünmüşler mi acaba? Ben duymadım. Belki vardır.
Sonuçta zamanın akışını ölçmek, hangi zamanda olduğumuzu bilmek her zaman önemli olmuş insanlık için.
Evet, zaman diyorduk. Nedir zaman sizce?
Böyle sorunca ben bile bir an duraksıyorum. Aklıma bir şeyler geliyor, ama nasıl desem pek emin olamıyorum.
Öncelikle hâkim olamadığımız bir şey. O yöne gidip bu yöne dönünce zaman da bizimle birlikte yön değiştirmiyor. İleri akmaya devam ediyor. Ne yapsak durmuyor. Ne yapsak geri saramıyoruz.
Geçmişi biliyoruz, ama geleceğe dair bir fikrimiz yok. Ne olacak gelecekte bir fikrimiz olsa da, emin olabilir miyiz? Hayır!
Bir şey olacak ve tıp diye zamanın akışı belki duracak, bunu bilen var mı?
Hiçbir şey yapmasak da zaman akmaya devam ediyor aslında. Ama etrafımızda hareket eden bir şey olmasa, her şey olduğu yerde sabit kalsa, sanki bu durumda zaman da durmuş diyebiliriz gibi geliyor insana.
Yine de, bu durumun farkında olmamız bile zamanın akması demek.
Yani aslında zaman biraz da bizim benliğimize, varlığımıza, var oluşumuza bağlı sanki.
Etrafta her şey durmuş olsa da bu durumun farkında olmak bizim için zamanın akması anlamına geliyor.
Einstein çok kafa yormuş bu konuda, sonra da zamanın sabit bir hızla akmadığında karar kılmış. Bizim evrendeki hızımıza göre zamanın akış hızının değiştiğini hesaplamış.
Ama bizim kendi hızımıza göre zamanın hızı değişiyor olsa da biz bunun farkına varamıyoruz ki?
Ucu bucağı bir ömür yaşadığımız, ne yapsak bize göre bu süre değişmiyor.
Dışarıdan bakan birilerine göre biz daha uzun ya da daha kısa yaşıyoruz, yani onların zamanına göre hesaplarsak fiziki hızımıza göreceli olarak farklı süre geçiyor. Ama biz fark etmiyoruz bu farkı.
İkizler paradoksu bu konuya bir açıklama getirmeye çalışan bir metafor. Detayına girmeyeyim şimdi. Adından belli zaten, bir paradoks.
Ne kadar karışık değil mi?
Hepimizin içinde yaşadığı zaman fiziki hızlarımıza bağlı olarak kendimizce farklı akıyorsa, zaman herkes için ortak değil mi yani?
Hepimizin farklı farklı hayatı var, onu biliyoruz, ama farklı farklı kendimize ait ayrı zamanımız da mı var yani?
Einstein'e göre öyle. Tabii içinde yaşadığımız bu dünyada birbirimize karşı fiziksel relatif hızlarımız o kadar fark etmediği için herkesin zamanının akış hızı da normalde fark edebileceğimiz düzeyde farklılık içermiyor.
Ama bu durum hepimiz için farklı zamanlar olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Hepimizin zamanlarının akış hızları on üzeri eksi bilmem kaç sayılarla ifade edilebilecek düzeyde çok çok az farklı da olsa, sonuçta birbirinden farklı aslında.
Yani saat kaç sorusu hatalı bir soru aslında, eksik bilgi içeriyor. Kime göre? Sana göre mi, bana göre mi saat kaç?
İşte bu çok paradoks bir durum. Hem aynı zamanda yaşıyoruz, hem de aslında hepimiz farklı zamanlarda yaşıyoruz.
Sonuçta Einstein'ın uzay-zaman kavramı yazının kapağındaki resimde olduğu gibi eğilip bükülebilir bir kavram.
Karışık bir durum gerçekten!
Allah'tan dünyamız bir. Hepimiz aynı dünya üzerinde yaşıyoruz.
Gerçi biz farklı dünyalarda yaşıyoruz söylemi de kabul gören bir söylem. Ama anlaşılan bu söylem bugüne kadar yanlış söylenir olmuş. Biz ayrı zamanlarda yaşıyoruz desek daha doğru söylemiş oluruz gibime geliyor.
Evet, zaman kavramı bu kadar karışık bir konu olsa da, bazı şeyler gerçekten zaman istiyor.
İnsanın bir şeyleri daha iyi anlaması için bazen zaman gerekiyor. Bazı şeyler yavaş yavaş insanın aklına yatmaya başlıyor. Bazen de yavaş yavaş işin doğrusunun öyle olmadığını algılıyor insan.
Tabii bu algının şu ana kadar bahsettiğim zaman kavramıyla çok bir ilgisi yokmuş gibi geliyordur. Ama zaman aslında algıdır. Bizim hayatı nasıl algıladığımızla orantılı olarak akar geçer.
Aynı zaman gibi hayatta da sürekli ileri bakmamız lazım. Bize ayrılmış süreyi iyi değerlendirelim. Eninde sonunda süre bitecek. Zamanı yaşam biçimimize göre hızlandırıp yavaşlatabilsek de, durdurmak veya geriye sarmak mümkün değil. O yüzden yaşamımızda hata yapmamaya özen gösterelim, telafisi mümkün değil. Belki hatlarımızdan kötü anlamda etkilenenlerden özür dilediğimizde bizi affederler, ama o hata yapılmıştır bir kere, izi kalır. İzlerini silemeyiz. En azından bizim içimizde kalır.
Zaman isteyen şeylerden biri de teknoloji, ya da daha doğru söylemle teknolojinin geliştirilmesi.
Evet, Bartın'da hayatlarını kaybedenlere Allah'tan bir kez daha rahmet diliyorum, ailelerine ve sevenlerine sabırlar ve tüm ülkeye başsağlığı dileklerimle. Yaralanarak hayatta kalanlara da acil şifalar.
Zaman çok hızlı akıyor. Belki artık kömür madenleri için daha radikal çözümler bulmanın vakti gelmiştir. Üç kuruşluk kömür için bunca hayatı riske atmaya değiyor mu emin değilim. Sanırım teknolojinin de yardımıyla artık insan hayatını riske atmadan kömür çıkartmak mümkün. Ama halen daha biraz da istihdam kaygılarıyla kömür madenlerinde insanları çalıştırmaya devam ediyoruz. Kaza ne kadar önlem alırsan al muhtemel bir olay.
Sonradan gözyaşı dökmeyelim. Bu konuyu araştırdığım, modern dünyada bu işler nasıl yapılıyor, teknoloji ile bu alanda neler yapılabilir sorusuna cevap aradığım, bu konuyu incelediğim bugün yayınlanan diğer yazımı da okuyunuz lütfen.
Bartın Kömür İşletmesi (https://strasam.org/analiz-ve-raporlar/analiz/bartin-komur-isletmesi-1269)
Şimdilik herkese Moskova'dan sevgi ve saygılar, bir kez daha ülkece başımız sağolsun.