Biz Türkler Ticarette Niçin İyi Değiliz?
Ticaret Arapça bir sözcük, pazar Farsça, kervan ve saray da Farsça. Bir tek eskilerden kalma deve sözcüğümüz var. Bir de alışveriş birleşik sözcüğünü türetmişiz. Para sözcüğü bile Farsça! Para birimlerimizden bir tek akçe Türkçe. Ona da gümüş olduğu için AKÇE demişler. Akça pakça olduğu için.
Ben bazen bir konuda araştırma yapmaya başladığımda önce o konu hakkında dilimizde kullandığımız sözcüklerin etimolojisine bakarım.
Ticaret Arapça bir sözcük, pazar Farsça, kervan ve saray da Farsça. Bir tek eskilerden kalma deve sözcüğümüz var. Bir de alışveriş birleşik sözcüğünü türetmişiz.
Para sözcüğü bile Farsça! Para birimlerimizden bir tek akçe Türkçe. Ona da gümüş olduğu için AKÇE demişler. Akça pakça olduğu için.
Biz Türklerin tarih sahnesine çıkışı üzerine hangi kaynağa baksam hayvancılıkla uğraşan göçebe bir toplum diye konuya başlıyor.
Halbuki Çin ile Avrupa arasındaki ipek yolu dediğimiz tarihi ticaret yolu Asya’da bizlerin ana vatanı olan topraklar üzerinden geçiyor. Eğer bizler bu topraklara yüzyıllar boyunca hâkim olmuşsak normalde ticarette belli bir bilgi ve deneyim sahibi olmamız beklenir.
Ama bizim ticaret bilgimiz ver elini diyerek pazarda bayram vakti koç pazarlığı yapmanın ötesine geçmiyor ne yazık ki.
Aslında ticaret deyince nedense Yahudiler akla gelir.
Yahudi züğürt kalınca eski defterleri karıştırır derler.
Bir de şu meşhur fıkrayı severim ben, hani şu Mişon ile Salamon'un hikayesi.
Mişon dertli dertli dolanırken odanın içinde karısı sormuş ve Mişon bu ay kirayı ödeyemeyeceğim, onun için dertliyim deyince karısı açmış camı da demiş ya Salamon'a: "Salamon! Salamon!" Karşı evde oturan çıkınca pencereye, “Salomon, kocam bu ay kirayı veremeyecek" deyip pencereyi kapatmış ve ardından kocasına dönüp "bırak artık dert etmeyi, şimdi biraz da o düşünsün!" demiş ya, işte bu fıkrayı çok severim.
Gerçekten Yahudiler nedense ticarette çok iyiler. Aslında birçok şeyde çok iyiler. Tarihe şöyle bir göz atınca birçok biliminsanının Yahudi olduğunu görüyorsunuz.
Ama nedense sürekli de kovulmuşlar yaşadıkları topraklardan, önce Babil kralı kovmuş, sonra Firavun eziyet etmiş, kendileri Kızıldeniz'i aşıp göçmüşler Mısırdan. Sonradan da dünyaya dağılmışlar zaten. Hitler'in onlara yaptıklarını ise şimdi burada yazmayayım.
Konumuz Yahudilerin tarihi değil sonuçta, bahsini andım, çünkü gerçekten ticarette çok iyiler.
Osmanlı zamanında da bizle ilk ticaret üzerine ilişkiye geçenler Venedikliler. Venedik bir şehir devleti. Aynı zamanda da bir cumhuriyet. Bugün İtalya'da sular altında ağır nem kokusu içinde sadece bir şehir olsa da, ticaret denince bir zamanlar Venedik'ten daha iyisi yokmuş.
Osmanlı da nedense bu girişken şehir devletine ticaret konusunda tavizler vermiş zamanında. Gerçi yedi kere de savaş yapmışız aramızda. Deniz savaşları. Karlofça (1699) ve Pasarofça (1718) antlaşmaları son iki savaşın sonunda aramızda imzalanan antlaşmalar. Zaten ilk defa 697 yılında tarih sahnesine çıkan Venedik şehir devleti bin yüz yıllık ömrünü 1797 yılında tamamlayarak tarihin tozlu sayfalarında yerini almış. Bin yüz yıl gerçekten bir devlet için çok uzun bir süre.
Peki biz niye ticareti beceremiyoruz? Aklımız mı yetmiyor?
Bazen düşünüyorum da, en becerikli olduğumuz konuda, yani inşaatta bile bir süre sonra işleri elimize yüzümüze bulaştırıyoruz. Hangi ülkeye girip inşaat yapmaya başlasak, bir süre sonra nedense çıkmak zorunda kalıyoruz. Bazen tamam, sebep inşaatçıların dışında gelişen olaylar oluyor, ama ortalık sakinleştikten sonra da tekrar eskisi gibi girişken olamıyoruz. Biraz da hevesimiz kaçıyor galiba.
Bizim yakın ailemizde bildiğim kim varsa ya öğretmendi, ya da memur. Babacığım kendi alın teri ile çalışırmış. Ama onu da ben çok hatırlamıyorum. Erken vakitte ebediyete göçmüş.
Ticaretle uğraşan bir tek rahmetli dayımdı. Kandıra'da benim küçüklüğümde önce çarşıda, sonra da ben biraz büyüdüğümde evlerinin altında bir bakkal dükkânı vardı. Her sabah namazını kıldıktan sonra erken vakitte bakkalı açar, gece geç vakitlere kadar da o bakkal açık olurdu.
Yanına uğradığımda hep tezgâhın arkasında bir şeyler okurken bulurdum onu. Aslında nasıl olmuş bilmiyorum, ama bir gözü görmezdi, bir gözü hep kısıktı, ama onu iyi gören o tek gözüyle tezgâhın arkasında hep bir şeyler okurken hatırlıyorum. Veresiye defteri değil bahsettiğim, kalın kalın kitaplar.
Yani rahmetli dayımı saymazsak bizde de ticarete aklı basan yoktur. Dayım da ticaret derken hayatı boyunca ne uzadı ne kısaldı. Kendi halinde sakin biriydi.
Tamam, bizim ailede genlerimizde ticaret yok diyelim, ama genel olarak Türkler niye ticaretten yeterince anlamazlar?
Gerçi arada devlet büyüklerimizden en azından pazarlık yapmayı deneyenler de oluyor.
Mesela 1 Mart tezkeresi öncesinde "at pazarlığı" adı altında Bush ile pazarlık yapmaya çalıştıklarını hatırlıyorum. Kaç yıl geçmiş aradan. O işi de ellerine yüzlerine bulaştırmışlardı zaten.
Yani bu örnek bile bizim ticaretten anlamadığımızın bir kanıtı.
Nasıl yapsak acaba, bir Yahudi'nin yanına çırak olarak mı girsek?
Bence ne yapıp edip ticareti öğrenmeliyiz. Gelecek uluslararası ticarette. Eğer ülke olarak düze çıkmak istiyorsak, bir yerlerde şu işin inceliklerini öğrenip, yeni nesillerimize de aktarmamız şart.
Tarihte ilk komşumuz olan Çin ile onca savaş yapacağımıza, iyi ilişkiler geliştirip biraz feyz alsaymışız, belki de bugün biz de ticaretten iyi anlayan bir millet olarak anılabilirmişiz. Çin bugün bile ticarette bir dünya devi. O zamanlarda da farklı değilmiş. Sonuçta o zamanlarda elimizde çok büyük imkanlar varmış. Keşke değerlendirebilseymişiz.
İpek yolu güzergahında onca zaman hâkim olmuş olmamıza rağmen ticareti öğrenememiş olmamıza halen daha hayret ediyorum. Bir tek deve ile olmuyor tabii bu işler. Filler de lazım. Ama fil sözcüğü bile Arapça!
Moskova'dan herkese sevgi ve saygılarımla