Site İçi Arama

ekonomi

Dolar/TL Paritesi Gerçekte Ne Olmalıdır?

Hep klasik söylemdir. Bir şeyin fiyatı dendiğinde arz talep dengesi devreye girer derler. Ülkelerin para birimlerinin değerleri de aynı şekilde belirlenir muhtemelen. Gerçekten bu dediğimiz doğru mu peki? Mesela Euro/Dolar paritesi nasıl belirleniyor sizce? Arz talep dengesiyle mi? Yoksa merkez bankalarının bu dengede bir etkileri var mı?

Hep klasik söylemdir. Bir şeyin fiyatı dendiğinde arz talep dengesi devreye girer derler.

Ülkelerin para birimlerinin değerleri de aynı şekilde belirlenir muhtemelen.

Gerçekten bu dediğimiz doğru mu peki?

Mesela Euro/Dolar paritesi nasıl belirleniyor sizce? Arz talep dengesiyle mi? Yoksa merkez bankalarının bu dengede bir etkileri var mı?

Ya da daha basit bir soru ile konumuza biraz daha farklı bir açıdan devam edeyim.

Bir şeyin değerinin belirlenmesindeki alt bileşenler nelerdir?

Yani mesela ne kadarı maliyettir?

Maliyet derken örneğin biz işçilik ve malzeme bedeli diye ayırırız inşaat işlerinde iş kalemlerini. Bu maliyetleri detaylandırarak teklifimizi sunarız işverenlere. Çünkü projeden yapılacak iş kalemlerinin dökümü çıkartılabilir.

Ya da başka bir bileşene bakalım maliyette. Örneğin ARGE bedeli ne kadardır fiyatın içinde? ARGE ne oranda etkiler fiyatı, fiyat içinde ARGE bedeli ne oranda olmalıdır?

Bir ürünün geliştirilmesi için dünyada çok büyük masraflar yapılıyor. Bu masraflar ise ortaya çıkan ürünün ne kadar talep göreceğine dair yapılan araştırmalarla toplam üretilebilecek ürün miktarına göre dağıtılıyor. Hepsini hemen geri almak mümkün olmuyor takdir edersiniz.

Peki ya marka bedeli? Fiyatın ne kadarı marka bedelidir?

Belli bir marka ortaya çıkartmak kolay değil. Çok uzun yıllara dayanan bir emek istiyor. Dolayısıyla da aynı tarzda ürün de olsa ünlü bir markaya aitse belli bir oranda fiyatı daha fazla olabiliyor. İnsanlar marka ürünleri daha fazla tercih ediyorlar.

Ya da fiyatın ne kadarı kârdır, ne kadarı kâr olmalıdır? Bu da başka bir değişken ürün fiyatlarında. Firma kâr edecek ki yaptığı satışta, varlığını sürdürebilsin. Başka ürünleri arz edebilmek için finansal bir gücü olsun.

Tüm bu ve benzeri sorular, tabii bir yandan da bu soruların cevapları dahilinde ürün fiyatları belirleniyor.

Son soru da sanırım fiyatın ne kadarı arz talep dengesi ile belirlenir olmalı. Arz çok talep az ise fiyat düşük olur. Tersi, yani arz az, talep fazla ise fiyat yükselir. Bunun dengesi nerede olmalı?

Ben bir üretici olsam ürettiğim şeyi maliyetinin altında satacak halim yok herhalde. Maliyet ise yukarıda dediğim gibi çok farklı değişkenlere bağlı.

Aklıma üniversitedeyken servislerin kalktığı Tunus caddesindeki çorbacı geldi şimdi.

Bilmiyorum halen daha Tunus caddesinden ODTÜ'ye servisler kalkıyor mu? Biz servise yetişemezsek o saatteki ders önemliyse mecburen Güven Park'a inip, parkın yanından kalkan dolmuşlarla giderdik okula. ODTÜ dolmuşçuları da herkes gibi hocam diye hitap ederlerdi diğer dolmuş şoförlerinin aksine.

Ya da bir sonraki servise kadar vaktimiz varsa çorbacıya girip bir sonraki servisi beklerdik Tunus caddesinde. Bir yandan da karnımızı doyururduk.

Çorbacı da halen yerinde midir inanın bilmiyorum. Iscak'dı galiba mekânın adı. Iscak Çorba ve Köfteci. Kuru fasulye, pilav, köfte ve benzeri her şey vardı, ben pek sevmezdim ama her türlü sakatat da vardı hatırladığım kadarıyla. Fiyatları da öğrenciye uygundu, epey ucuzdu yani.

Servisin kalkmasına biraz vakit varsa da en azından girer bir çorba içerdik. Genelde de yanında pilav üstü kuru yerdik. Ne günlerdi.

Kasada oturan hesabı hızlıca aklından yapar ve ardından biraz da indirim yapıp hep "şu kadar ver yeter hocam" derdi. Orada da "hocam" hitabı kullanılırdı.

Yani bazen de sürümden kazanırsın. Kâr payını düşük tutarsın, ama çok sattığın için kazancın yine de iyi olur.

Hepsi bir dengedir.

Şimdi günümüz Türkiye'sinde iktidarın ekonomi politikaları ile biraz da devletin piyasaya fazlasıyla müdahalesi sonucu enflasyonist bir ekonomimiz oldu ve döviz fiyatları da serbest piyasa şartlarına aykırı olarak belli bir seviyede tutulmaya çalışılıyor. Hiçbir şeyin gerçek maliyetini ve fiyatını bilebilmek mümkün değil.

Döviz fiyatları suni olarak belli bir seviyede tutulduğu için tam olarak ne olması gerektiği konusunda da hiç kimsenin gerçek bir fikri yok.

İktidar sürekli birilerinin kapısında borç derdinde son zamanlarda. Şimdi bu konuya girmeyeyim. Sinirlerim fırlıyor aklıma geldikçe ekonominin ne kadar pamuk ipliğine bağlı olduğu.

Neyse, diyelim ki iktidar ekonomik politikalarını değiştirdi ve olması gerektiği gibi serbest piyasa koşullarına döndü.

Yine de merkez bankasının yapacağı çeşitli müdahalelerle döviz fiyatları ve piyasa koşulları başka bir şekilde dengeye gelecektir herhalde. Yani her halükârda döviz kurları devletin kontrolünde bir dengeye oturuyor. Kur dengesine müdahale etmeyen hiçbir devlet yok. Sadece bu işin doğru kabul edilen birtakım yöntemleri var. Doğru olmayan yöntemler oldukça riskli oluyor.

İşte bu aşamada bizim paramızın olması gereken gerçek değerini nasıl belirleyeceğiz diye bir soru geliyor aklıma.

Kurlarda olması gereken seviye nerede olmalı?

Ya da paramızın değerini bir şekilde belirlemeli miyiz?

Yoksa belirlediğimiz başka koşullarla piyasa dengeleri içinde paramız da kendince bir denge mi bulmalı?

Tüm bu soruların cevapları ekonomi yönetiminin inceliklerinde gizli. Ortodoksmuş, heterodoksmuş bir sürü yöntem var ekonomi yönetiminde.

Uluslararası arenada rekabet günümüzde tüm dünya ülkelerinin odaklandığı en önemli konu. Kimi zaman sıcak savaşlar bile çıkıyor bu uğurda. Ama çoğunlukla savaşlar ticari boyutta oluyor.

Amerika ve Çin arasında ticari savaşlardan bahsediyoruz uzun süredir biliyorsunuz.

Ürettiğiniz bir malın uluslararası arenada talep görmesi için sanırım bir takım özelliklere sahip olması gerekiyor.

Bu özelliklerden birincisi ise kesinlikle kalite.

Bir diğeri ise marka değeri.

Marka konusu biraz da güven ile ilişkili. İnsanlar her seferinde sizin ürettiğiniz ürünün kalitesini kontrol edecek değiller.

Marka kalitenin de bir göstergesi ve güvencesi oluyor aynı zamanda.

O yüzden her zaman bizim markalar sahibi olmamız gerektiğinden bahsediyorum yazılarımda. Marka konusu önemli!

Bir diğeri de fiyatı oluyor doğal olarak.

Aynı kalitede ve özelliklerde bir ürünün tercih edilmesi için fiyatının diğerlerinden daha uygun olması önemli oluyor. Fiyatın içindeki nakliye maliyeti de çok önemli bir etken doğal olarak.

Ülkemiz özellikle Avrupa için oldukça uygun bir jeopolitik konuma sahip. Ürettiğimiz ürünlerin nakliyesi oldukça uygun oluyor Avrupa için.

Ama öyle ürünler oluyor ki, insanların başka seçeneği olmuyor. Mecburen o ürünü almak zorunda kalıyorlar. Bu durum biraz da özel ürünler için geçerli.

Rekabetçi benzer başka ürünler olsa da kimi ürünlerin çok daha fazla tercih edildiği oluyor. Burada işte hem kalite hem marka hem de ürünün benzersiz olması çok büyük etkiye sahip oluyor.

Isırılmış elma sembolü ile meşhur telefon ve bilgisayar markası buna bir örnek mesela.

Bugün dünyada kullanımda olan birçok ürünlerini ilk defa kendileri geliştirdiği için bir anlamda insanlar mecbur kalıyorlar bu ürünleri almaya. Rakipleri de son zamanlarda benzer ürünler geliştirmiş olsa da, halen daha bu markanın ürünleri oldukça fazla talep görüyor. Bu durumda da diğer seçenekler mecburen göz ardı edilebiliyor. Günün modası diyeyim bu tarz ürünler için. Ama yeni ürünlerin geliştirilmesinin önemini bir kez daha hatırlatmak isterim.

Ancak bu durumdaki ürünler fiyatı ne olursa olsun alınacak demek değil tabii ki. Belirleyeceğiniz fiyatın bir üst sınırı mutlaka oluyor. En azından insanların gelir seviyelerini dikkate almak gerekiyor.

Hatta her şeyin fiyatının bir üst sınırı oluyor. Biraz da psikolojik sınır diyebiliriz buna.

Hanımla markete çıktığımızda mesela meyve alacağımız zaman fiyatlarına bakıyor ve hayır diyor, çok pahalı. Çok istiyorsan al biraz diyorum. Meyve sonuçta, pahalı olsa ne yazar. Canın çektiyse al işte diyorum. Yine de hayır diyor. Bu fiyata alırsak yerken rahat edemem diyor. Ne kadar pahalı olduğu beni rahatsız eder.

Tabii bu basit bir örnek, ben olsam belki de aynı rahatsızlığı hissetmem, canım çektiyse biraz alırım. Ama bir şeyin bedeli konusunda benim de aklımda bazı sınırlar var doğal olarak. Hepimizde vardır.

İşte bu noktada maliyet bedelinin sınırına geliyoruz.

Maliyeti ne kadar olursa olsun üretecek miyiz o ürünü?

Satamayız ki belli bir fiyatın üstünde olursa.

Hadi güncel bir konuya değinelim. Maliyeti ne olursa olsun Karadeniz'den doğal gaz çıkartacak mıyız mesela?

Cevap tabii ki çıkartacağız sanırım.

Enerji en dertli olduğumuz konu. Bugün için doğalgazın çıkartma bedeli ve harcadığımız emek çok fazla da olsa, yarınlarımız için bu konu çok önemli. Bunu anlayabiliyorum.

Tabii ki yapılan çalışmaları sonuna kadar destekliyoruz. En azından ben destekliyorum. Bu konuda böyle düşünüyorum.

Ama yazılarımı takip edenler bilir, enerji konusunda farklı seçenekler konusunda çok yazı yazdım. Bence sadece doğalgaz için olmamalı yapılan yatırımlar. Beraberinde yapılması gereken çok enerji yatırımı olduğunu düşünüyorum. Yazılarımda hepsi var, detaylarına burada girmeyeyim.

Peki hadi başka bir güncel konuya daha değinelim.

Milli hayvancılık politikamız nasıl olmalı? Ya da tarım?

Ülkemizde maliyet yüksek olduğu için ithal karkas et ya da canlı hayvan temin ederek dışarıdan daha uygun fiyatlara et getirmek yerli hayvancılığımızı baltalamıyor mu?

Ya da tarımda çeşitli ürünleri ithal etmek ne kadar mantıklı?

Bu konuda da sanırım cevap ne olursa olsun milli kalmakta fayda var olacaktır. Ya da fark etmez mi diyorsunuz?

Tarıma ve hayvancılığa devlet desteği verilmesi gerektiği konusunda ne düşünüyorsunuz?

Siz de destek verilmeli görüşünde misiniz yoksa?

Ya da benim gibi bu konularda destek verilecekse modern yöntemlere geçiş yapılmasına destek verilmelidir ve ancak maliyetin düşürülmesi ile milli kalınabileceği görüşünde misiniz?

Mesela ben böyle düşünüyorum. Hatta ben devlet desteğinin bile bir seviyeden sonra gereksiz olduğu görüşündeyim. Ülke içinde fiyat dengesinin kendince nerede oluşuyorsa orada oluşması gerektiği bence en güzel yöntem.

Ama bu sefer de bizdeki maliyet kalemleri dünyadaki kimi ülkelerle aynı değil ki. En azından bizde enerji kaynakları şimdilik yeterli değil. Dışardan temin edilen enerji ise çok pahalı. Ne yaparsan yap tarım ürünlerini kimi ülkeler bizden daha düşük maliyetlerde üretebiliyorsa, niye biz kendimizi milli olmakla sınırlayalım ki? Daha uygun fiyatlara dışarıdan temin edebiliyorsak ithal edelim ve bırakalım millet uygun fiyatlara karnını doyursun. Uygun fiyatlara ithal edebiliyorsak niye zorluyoruz milli kalacağız diye?

Bu da bir başka bakış açısı sanırım.

Hangisi doğru? Bunun dengesi nerede olmalı?

Tamamen ithal bağımlısı olursak bu sefer de dünyada fiyatlar beklenmedik şekilde artarsa sorun olmaz mı? Mesela dışarıda savaş çıktı ve tahıl fiyatları aniden fırladı. O zaman ne yapacağız. Mesela ekmek bedeli fırlayacak mecburen ülke içinde.

Bugün olan bu değil mi? Ukrayna savaşının tahıl fiyatlarına ne kadar etkisi oldu dersiniz? Bence çok oldu.

Enerji fiyatlarına etkisi olmadı mı savaşın? Ona da oldu tabii ki.

Yani tüm bu farklı değişkenlerin masaya yatırılarak olası en uygun senaryoya göre yumurtaların hepsini bir sepete koymadan bir politika belirlemek gerekiyor.

Yani sadece serbest piyasa koşulları ile de olmuyor anlayacağınız. Her konuda risk analizleri yapılarak gerektiği kadarıyla piyasaya müdahale edilmesi bir anlamda zorunlu oluyor devlet yönetiminde.

İşte geldik devletçilik ilkesine.

Yaklaşık yüzyıl önce bunu düşünen biri var. Atatürk! O günün koşullarında belki tam bu bilinç ile belirlenmemiş olabilir devletçilik ilkesi. Sonuçta motivasyon özel sektörün gücünün olmamasıymış bu ilkenin uygulanmasında. Ama geldiğimiz noktada devletçiliğin de belli bir yere kadar uygulanmasının gerekli olduğunu sanırım hepimiz algılayabiliyoruz artık. En azından kritik konularda devletin elinde gerektiğinde kullanılmak üzere bu seçeneğin olması gerekiyor.

Tabii bir yandan da bu örnekler bağlamında devletin bir para politikasının da olması gerektiğini anlamışızdır.

Paramızın da değerinin sadece serbest piyasa koşulları ile belirlenmesi doğru bir çözüm olmuyor maalesef.

Ancak yüksek kur, dolayısıyla ucuz işçilik, hatta bazı ürünlerde ucuz milli malzemeler ile dünyada rekabet edeceğiz derken bunun da bir dengesi olmak zorunda.

Bu dengeyi de devlet yine her türlü koşulu masaya yatırarak hesaplamak zorunda.

Buradan da planlamanın önemine geliyoruz. Devlet planlama teşkilatı vardı bir zamanlar. Uzun vadeli planlar yaparlardı.

Gerçi bu tarz analizler yapılıyor muydu o zamanlar tam olarak bilemiyorum. Neticede köprünün altından çok su aktı. Dünya konjonktürü çok değişti.

Ama bence devletin geleceği için bir planlama yapıyorsan bu analizlerin öncelikli olarak yapılması çok önemli.

Peki bu detayda bilgiye haiz olması gerekmiyor mu bizi yönetenlerin? Başka nasıl doğru kararlar alabilecekler eğer bilgi sahibi değillerse?

Bu durumda geldik yine politikaya.

Politikacıların hangisi sizce bu detayları biliyor olabilir?

Danışmanları var ama değil mi?  Haklısınız, ülke yöneten politikacıların her zaman etraflarında yüzlerce danışman oluyor.

Ama danışmanlar yönetmiyor ki ülkeyi. Politikacılar yönetiyor.

En azından baştaki yöneticinin danışmanlar ne diyorsa anlayabilecek derecede bilgisi, ya da en azından belli bir kapasitesi olması gerekmez mi?

Kararı politikacı veriyorsa bence olması gerekiyor.!

Ama politikacı dediğin bir yandan da halkın teveccühünü almak zorunda. Bu durumda da öncelikli özelliği ya iyi bir hatip olması ya karizmatik olması, ya da halktan biri olması, halkın dilinden konuşabilmesi. Popülist politikalarla da halkın gözünde bir yer edinecek illaki. Halkımız bu çok bilgili biri diye oy vermiyor ki. Oy verme bileşenleri çok farklı, ama bilgili olmak bu bileşenler içinde maalesef çok düşük bir orana sahip.

Partilerimizin her biri halkın bir kısmının görüşlerinin temsilcisi konumundalar. Kimi siyasal islam görüşlü, kimi sol görüşlü. Kimi milliyetçi görüşte, kimi ise muhafazakar olarak tanımlıyor kendini. Kimi halklar diyor, etnik bir söylem tutturmuşlar. Kimi de biz merkez partiyiz diyor ama tam olarak ne diyor bence pek anlaşılmıyor. Marjinal görüşlü olanları hiç saymayayım.

Hiçbiri ben bilgiyi temsil ediyorum demiyor mesela, çünkü bilgi halkın gözünde çok da değer verilen bir şey değil aslında. Halk seçimini çok daha farklı şeylere göre yapıyor. Hatta son zamanlarda seçim bile yapmıyor. Taraftar gibi bir partiyi tutuyor sadece. Parti ne diyor, neyi nasıl yapıyor, umurunda değil. En büyük Fener, başka büyük yok! Ya da Beşiktaş veya Galatasaray. Fark etmiyor, parti değil takım sanki. Bu arada en büyük Kocaelispor! Sürünse de bence en büyük benim tuttuğum takım!

Şakası bir yana, bu yazdıklarımdan gerçekten ülke yönetiminin bilgi istiyor olduğunu anlamışsınızdır umarım.

O zaman ne yapacağız? Nasıl yapacağız?

Yazımızın asıl konusu paramızın dolar karşısında gerçek değeri ne olmalı üzerine olmalıydı. Dolayısıyla aslında baştan ekonomi üzerine bir yazı planlamıştım.

Doğrusu bahsettiğim analizleri yapmadan Türk lirasının olması gereken seviyesini bilebilmek çok da mümkün değil gibi.

Bu günlerde ihracatçılardan şikayetler geliyormuş, şu anda uygulanan ekonomik model ile dolar kuru bu kadar yükseltilmiş olsa da, beklendiği şekilde rekabet etmek için bugün iktidarın dolar kurunu belirli bir seviyede tutması kimilerinin yeterince kazanç elde etmesine engel oluyormuş. Kurun biraz daha yukarıya çıkartılması gerektiğini savunuyor kimi ihracatçılar. Böylece ürün fiyatlarını çok daha rekabetçi seviyelere indirebileceklermiş.

Gelin şöyle yapalım. Ülkede kölelik düzenine geçelim ve işçilik bedelini karın tokluğuna, hatta tokluk ne demek karın açlığı seviyesine indirelim. Bakın o zaman gerçekten rekabetçi fiyat verebiliriz muhtemelen dünyaya.

Ben zaten uygulanan ekonomik modelin, tabii eğer gerçekten bir model uygulanıyorsa, bu ülkeyi çok daha zor durumlara sokacağı düşüncesindeyim. Bu modele iktidarın mecbur kaldığı için geçtiği görüşündeyim. Hayaller neydi, sonuç ne oldu bu konularda daha bilgili olanlar zaten yeterince açık olarak anlatıyorlar.

Kimilerini anlamak çok zor oluyor, ama en azından enflasyon ve hayat pahalılığı gidişatın doğru yol olmadığını sanırım herkese yeterince ispat etmiş durumda.

Seçim öncesi kesenin ağzını açarak dağıtılan paralar ise bugün yediğin hurmalar misali yarın bakalım neremizi tırmalayacak.

Evet, dolar kuru gerçekte nerede olmalı? Bu soruya cevap vermezsem bunca satır boşa yazılmış gibi olacak.

Gelin bu soruya düz mantıkla cevap bulmaya çalışalım.

Euro/dolar paritesi nerede? Euro dolardan biraz daha değerli, öyle değil mi?

Amerika mı daha refah içinde yaşıyor, Avrupa mı? Cevap Avrupa sanırım. Amerika'da çok fakirlik çeken var. Sokaklar evsizlerle dolu falan.

O zaman bana soruyorsanız, düz mantıkla cevap şudur:

Eğer biz Avrupa'dan da daha refah içinde yaşamak  istiyorsak, paramızın değeri Euro'dan biraz daha değerli olmalı.

1 TL = 1.10 Euro benim için uygundur. Yani TL/Euro paritesi Euro'dan %10 fazla olsa yeter. Daha azına da razı olabilirim aslında. Sonuçta maksat yeter ki halkımız refah içinde yaşasın.

Ama sanırım bunu yapabilmek için daha çok fırın ekmek yememiz gerekli. Pardon, ekmek yemekle olmuyordu bu işler değil mi?

Berberin çocuğu misali saçlarımızı mı kazıtmamız gerekiyordu, yoksa kasabın çocuğu gibi daha çok et mi yememiz gerekiyordu? Yok, o da değil, yine karıştırdım hikayeleri, o da başka hikayeydi.

Neyse, siz anladınız zaten ne demek istediğimi. Anladınız diye düşünüyorum. Daha anlatamadıysam üzgünüm, yapacak bir şey yok. Elimden daha fazlası gelmiyor maalesef.

Moskova'dan herkese sevgi ve saygılarımla

Araştırmacı Yazar Deniz BURSALIOĞLU
Araştırmacı Yazar Deniz BURSALIOĞLU
Tüm Makaleler

  • 06.01.2023
  • Süre : 9 dk
  • 1167 kez okundu

Google Ads