Ekonomide Ciddi Teşvik ve Sistematik Üretim Politikaları Hayata Geçirilmeli
Özellikle tarımda yurtiçinde bu yönde belirlenecek ciddi teşvik ve sistematik üretim politikalarının hayata geçirilmesi halinde, halihazırda işlenmeyen topraklarımız bile ekilebilir hale gelecek, tarımda üretim bolluğu yaşanabilecek ve dışarıya tarım ürünleri satışında ciddi artış sağlanabilecektir.
Dünya Bankası'nın en son Küresel Ekonomik Beklentiler raporuna göre, pandemiden (Çin’deki karantinalar dahil) kaynaklı olumsuz etkilerle birlikte Rusya'nın Ukrayna'yı işgali gibi beklenmeyen faktörler, küresel ölçekte yaygın ve uzun süreli zayıf büyüme ve yüksek enflasyon dönemine girilmesine neden oldu.
Bu durum küresel ekonomide zaten var olan yavaşlamayı iyice arttırdı. Neticede düşük ve orta gelir seviyesindeki ülkelerin ekonomilerinin bu olumsuz durumdan etkilenmeleri ve kırılgan bir döneme girmeleri kaçınılmaz hale geldi. Şimdilerde bu tür ülkelerde hem enflasyon ve hem de stagflasyon riski kol kola gidiyor.
Mevcut olumsuz şartların etkilerinin bir sonucu olarak, küresel büyüme beklentisi, 2022 yılı Ocak ayında %4,1 iken bugünlerde %2,9 olarak revize edildi. 2023 içinse küresel büyüme %2,2 olarak hesaplanıyor. Dolayısıyla, Türkiye benzeri tüm gelişmekte olan ülkeler zayıf büyüme beklentileriyle karşı karşıyalar.
Ayrıca, Ukrayna Savaşı’nın yakın dönemde, en azından 2022 yılında bitmeyeceği öngörülüyor. Ukrayna'daki savaş, enerjiyle ilgili emtia fiyatlarında artışa yol açtı. Daha yüksek enerji fiyatları, reel gelirleri düşürdü, üretim maliyetlerini yükseltti, finansal koşulların sıkılaştırılmasına neden oldu ve özellikle enerji ithalatçısı ülkelerde makroekonomik politikaları kısıtladı.
Gerçekten de bu savaşın dünya geneline getirdiği belirsizlik, küresel ticareti ve yatırım faaliyetlerini aksattı. Finans ve para politikaları, azalan talebi canlandırmak için artık yetmiyor. Dolayısıyla, 2023 ve 2024 yıllarında da %5’in üzerinde büyüme rakamlarının görülmesi oldukça zor gözüküyor. Bunun anlamı, gelişmekte olan ekonomilerde kişi başına düşen gelir seviyesi azalmaya devam edecek. Tedarik zincirindeki aksamalar, zincirleme reaksiyon gibi her şeyi etkileyecek, negatif yönde tetikleyecek. Beklenen küresel durgunluk, çoğu ülkeyi kaçınılmaz olarak vuracak.
Küresel ölçekteki bozulma Türk ekonomisinin de menfi etkilere daha fazla maruz kalması sonucunu doğurdu. Türkiye; 2022 yılı Aralık ayında dövizde hızlı bir yükseliş kriziyle boğuştu. Petrol ve doğal gazdaki küresel artışlarla birlikte dövizin iki kat fiyatlanması, Türk hükümetini makroekonomi politikalarını yeniden revize etmeye ve piyasaları sakinleştirecek çareler aramaya zorladı.
Hükümet, paranın kıymetini korumak için Kur Korumalı Mevduat (KKM) uygulamasını başlattı. KKM ve Merkez Bankasının piyasalara müdahaleleri, 3-4 aylığına piyasalara mali istikrara katkı sağladı ancak yeterli gelmedi. Bunun üzerine 24 Haziran’da BDDK şirketlere, ihtiyaç duydukları banka kredilerini alabilmelerinin bir karşılığı olarak kasalarındaki fazla dövizi bozdurma zorunluluğunu %25’ten %40’a çıkardı.
1 Temmuz itibariyle, net asgari ücret 4.253 TL’den 5.500 TL’ye çıkarıldı. Çalışan maaşlarında zorunlu bir iyileştirme yapıldı. Bu türden iyileştirmeler, şirketlerin yükünü biraz daha artırdı. Örneğin asgari ücretle çalışan bir işçinin işverene maliyeti, 7 bin 603 lira 43 kuruş oldu. Maaş artışları, BDDK kararları, KKM uygulamaları vb. yeni düzenlemeler, orta ve büyük ölçekli şirketlerimizi olumsuz etkiledi. Yatırımcıları ve ihracatçıları zorladı, zorlamaya da devam ediyor.
Bu arada şirketlerin elindeki dövizi bozdurmaya zorlanması, özellikle büyük şirketleri yurtdışında dövizlerini “emniyete” almaya itti. Bu nedenle hükümetin, özellikle ihracat odaklı şirketlerin kazandıkları dövizi yurtiçinde yatırıma dönüştürmelerini özendirici politikalara öncelik vermesi gerektiğinin altını çizmek istiyorum.
Dövizdeki yükselişe ve enflasyona çare olması için hükümet tarafından atılan zorunlu her adım ve düzenleme, mevcut şartlarda Türkiye’nin üretim ve dış ticaret dinamiklerinde yan hasarlara neden oluyor. Şirketlerin hükümetin para politikalarına bağımlılığı arttı. Bu sisli havada şirketlerin önlerini görmeleri, yatırım yapmaları, ihracat bağlantılarını pekiştirmeleri, yeni ticari erişimlere yönelmeleri beklenmemelidir. Hükümetin mutlaka üretimi teşvik etmesi ve dış ticareti kısıtlayan uygulamalardan kaçınması gerekiyor.
Mali piyasalarda dengenin bir an önce oturtulması ve şirketlerimizin yurtdışına rekabetçi fiyatlarla mal satışı yapabilmeleri bir zorunluluk. Bunun için mali istikrarın sağlanmasını bir öncelik olarak görüyorum. Ayrıca üretim için girdi maliyetlerini yükseltecek politikalardan mümkün olduğunca hükümetin kaçınması gerekiyor.
Ülkemizde nispeten artan ihracat rakamlarına rağmen, dış ticaret açığı artış eğilimine girmiştir. Kanaatimce, Türk sanayi sektörü ve ihracatçıları için halen dışardan ithal etmek, içeride üretim yapmaktan daha ucuza geliyor. İhracat odaklı çalışan şirketlerimizin daha geniş sorumluluklar üstlenebileceği bir ticari ortamın tesis edilmesi gerekiyor.
Türk ihracatçıları, dış bağlantıları çerçevesinde yurtiçinde üretilen endüstriyel ürünleri dışarıya satarak ülkemize döviz girişini artırmaya çalışıyorlar. Öte yandan Türkiye henüz yüksek teknoloji ürünü malların yurtiçinde üretilmesine yönelik yeterince ilerleme kaydedememiştir. Bu yöndeki AR-GE ve inovasyon faaliyetleri, çok uluslu şirketlerle gerçekleştirilen iş birlikleri önemli görülmekle birlikte, kısa vadede Türkiye’nin içinde bulunduğu dar boğazı aşma noktasında bu tür faaliyetlerin fayda sağlaması beklenmemektedir.
Öte yandan, bu alanın kilit önemde olduğunu da kabul ediyorum. Bayraktar TB-2 benzeri teknolojiye dayalı üretimler, konjonktürel olarak çevremizdeki ülkelerin ihtiyaçlarıyla (özellikle Ukrayna ve Azerbaycan’ın) örtüşmüş ve savunma sanayisinde önemli oranda bir ihracat başarısını yakalamamız söz konusu olabilmiştir. TB-2 benzeri ‘marka’ ürünlerle dünyada yerimizi alma yolculuğumuza sabırla ve akılla devam etmeliyiz.
Aynı zamanda kısa vadede başka şeyler de yapabiliriz diye düşünüyorum. Bunun için dünyadaki yükselen ihtiyaçlara göre üretim ve ihracat zincirimizi yeniden oryante etmeliyiz. Küresel ısınma, Rusya’ya yaptırımlar, Ukrayna tahılının ihracatını engelleyen Rus ablukası, Çin ve Hindistan benzeri tarım ürünü ihracatçısı büyük üreticilerin kendi ihtiyaçlarına öncelik vermesi vb. düşünüldüğünde, özellikle Afrika’nın önümüzdeki 3-5 yıl içinde açlık ve kıtlık sorunuyla baş etmekte zorlanacağını öngörüyorum. Afrika ülkelerine ticari ve siyasi erişimi her geçen gün artan Türkiye’nin, bu ülkelerin ihtiyaç duyduğu tarım ve hayvancılık ürünlerinin üreticisi ve aynı zamanda tedarikçisi olabileceğini öngörüyorum. Tarım ve hayvancılık, nispeten yatırım maliyeti en düşük alanlardır. Özellikle tarımda yurtiçinde bu yönde belirlenecek ciddi teşvik ve sistematik üretim politikalarının hayata geçirilmesi halinde, halihazırda işlenmeyen topraklarımız bile ekilebilir hale gelecek, tarımda üretim bolluğu yaşanabilecek ve dışarıya tarım ürünleri satışında ciddi artış sağlanabilecektir.
- 05.07.2022
- Süre : 5 dk
- 1172 kez okundu