Emek mi? Sermaye mi? Önemli olan ne olmalı?
Madem her şeyin bedelini para ile belirliyoruz ve emeğin de parasal bir değeri var, niye emek bu kadar ucuz olarak değer buluyor piyasada? Bu yanlış değil mi? Emeğin değerini yükseltmenin bir yolu yok mu?
İnsansın! Yaşamak doğal olarak özlük hakkın.
Yaşamak için ise önce yaşam fonksiyonlarını sürdürebilmen gerekiyor.
Doğada bu biraz ürkütücü bir denge. Vahşi doğa diyoruz, orman kanunu geçerli doğada. Güçlü zayıfı her zaman yener. Büyük balık küçük balığı her zaman yer. Tabii doğada da birlikten güç doğar ilkesini uygulayan canlı toplulukları var.
Afrika'da sanırım katil karıncalar var mesela. Bir saldırırlarsa kurtulmak o kadar kolay değil.
Yani doğada yaşam bir güç dengesine dayanıyor.
Biraz da aldatmaya belki, tuzak kurmaya. Bulunduğu ortama uyum sağlayan canlılar var doğada, gücü olmadığı için görmesinler diye öyle evrimleşmiş.
Örümcek var, ağ kuruyor kurbanlarını yakalamak için.
Sadece bitkiler kurban değil doğada, böcek yiyen bitkiler var, aniden kapanıyor ve böcek kısılıp kalıyor içinde.
Bir besin zinciridir milyonlarca yıldır devam ediyor dünyada.
Bir gün evrende bir yerlerde daha keşfedilir belki yaşam. Ama şimdilik sadece dünyamıza özel diye biliyoruz.
Güç ister direk kas gücü olsun, ister akıl gücü olsun, isterse de kolektif güç olsun. Güçlü olan hayatta kalıyor, zayıf olan diğerlerine besin oluyor.
Evet, bir insan olarak yaşamak için bizim de besin zincirinden faydalanmamız gerekiyor, ihtiyacımız olan besinleri başka yaşamlara son verme pahasına da olsa bulmak zorundayız. Bu yaşayabilmek için öncelikli ihtiyacımız.
Veganlar, vejetaryenler hayvansal besinlere karşı olsalar da, bitkisel besinler de aslında yaşamın bir parçası değil mi?
Nasıl ki bir yumurta içinde o civcivin büyümesi için gerekli besin varsa, bir tohum içinde de o tohum yeşerirken gerekli olan besin bitki tarafından onca emekle oraya konulmuş durumda.
Elma Adem ısırsın da boğazına takılsın diye mi o dalda büyüyor sanıyordunuz?
Elma ağacın yakınına, toprağa düşecek ve toprağa elma tohumunun içinde yeşerebilmesi için gereken mineralleri karıştıracak.
Aslında ağacın onca uğraşarak elmayı yapmasının asıl amacı üreyebilmek, yeni filizler çıksın diye elma yapıyor dalında. Sen yiyesin diye değil!
Neyse, sonuçta bu bir denge, yaşam dengesi diyoruz.
Bu dengenin oluşabilmesi için elma da yenecek, yumurta da, tavuk da, dana da. Hayatta kalan sağlar yaşayacak, hayatta kalamayanlar diğerlerine besin olacaklar, doğanın dengesi böyle.
Ama biz insanlar için yaşam demek sadece beslenmek ve üremek değil.
İnsan gibi yaşamak diyoruz. Bu başka bir şey.
Hepimizin yaşamak deyince karnımızı doyurmak ve sevişmek dışında başka ihtiyaçlarımız da var.
İnsan olmanın meziyetlerini saymayayım şimdi, ama ihtiyaçlarımız için bir araç geliştirmişiz.
Parayı bulmuşuz, medeniyetin gelişmesinde belki de insanoğlunun keşfettiği en önemli icadı.
İnsanoğlu parayı bulmuş ve sonra da yaşamını paraya bağlamış.
Maalesef parası olmayanın acından öldüğü bir dünyada yaşıyoruz.
Her şeyin para ile bir karşılığı var. Para o kadar önemli ki insan için, kimileri para için ruhunu bile satabiliyor.
Para ucu bucağı bir metal ya da kâğıt parçası aslında. Gerçi artık fiziksel bir karşılığı da yok. Banka hesabımızdaki birkaç rakamdan ibaret çoğumuzun cebimizde olduğunu söylediğimiz para.
Yani aslında fiziki bir karşılığının olup olmamasının artık bir önemi yok. Artık soyut bir kavram olmuş para.
Üstelik bu soyut kavramın değeri de öyle senin benim belirleyebileceğim bir değer değil.
Devlet diyoruz. Paranın değerini belirleme gücü bir yere kadar devletin elinde. Devletin elinde bin türlü yöntem var paranın değerini ayarlamak için.
Ama dediğim gibi paranın değerini ayarlayabilmek tümüyle devletin elinde de değil aslında.
Piyasa diyoruz, arz talep dengesi, gerçekte paranın değerini piyasa belirliyor. Devlet sadece piyasaya müdahale ederek paranın değerine etki edebiliyor.
Yanlış müdahale yanlış sonuç, dolayısıyla da yanlış değer demek.
Detayına inecek olursak piyasa dediğimiz aslında sensin, benim.
Ama öyle tek başımıza değil, toplu olarak belirliyoruz paramızın değerini. Çoğunlukla da sermaye sahipleri belirliyor.
Karışık kuralları olan bir yer piyasa dediğimiz.
Peki, piyasa dediğimiz bu devasa makinanın çalışma prensiplerini değiştirmek mümkün değil mi?
Niye paraya bağlamışız her şeyi?
Bu konu çok derin, cevabı da çok uzun.
O yüzden biraz daha basitleştireyim soruyu. Ya da soruyu bir başka şekilde sorayım ki, ne demek istediğim daha rahat anlaşılsın.
Emek!
Emeğin değerini yükseltmek mümkün değil mi piyasada?
Madem her şeyin bedelini para ile belirliyoruz ve emeğin de parasal bir değeri var, niye emek bu kadar ucuz olarak değer buluyor piyasada?
Bu yanlış değil mi?
Emeğin değerini yükseltmenin bir yolu yok mu?
Aslında buna da bir çare düşünmüş insanoğlu.
Çözüm sendikalar.! İşçi sendikaları.
Grev hakkı! İşçi hakları!
Birlikten güç doğar! Aynı doğadaki gibi.
Asgari ücret görüşmeleri yürüyor şu aralar.
Türk-İş Türkiye'deki en büyük işçi sendikaları konfederasyonu.
Başkanı geçenlerde bizim üyemiz olan işçilerin hiç birisi asgari ücret almıyor diye beyanat vermişti.
Biraz da ben niye bu toplantıya katılıyorum, anlamıyorum demek istedi sanki.
Üyelerinin hepsinin asgari ücretin üzerinde ücret alıyor olmaları ne güzel!
Demek ki sendikalı olmak işe yaramış.
Niye tüm işçiler sendikalı olmaz ki?
Eğer işçi hakları bu şekilde daha iyi savunuluyorsa tüm işçilerin sendikalı olması beklenmez mi?
Sendikalar tamam da, ben yine de tam olarak tatmin olamıyorum bu çözümden.
Bir tarafta onca işçi, diğer yanda da sayısal olarak oldukça az olan işverenler.
Ama bir tarafın elindeki finans gücü oldukça fazla, diğer taraf sayıca fazla olsa da tam olarak istediğini hiçbir görüşmede elde edemiyor.
Yani bence parayı veren her zaman düdüğü çalıyor. Bir noktada işçi tarafı pes ediyor ve şartları kabulleniyor. Çünkü başka çaresi yok. Çalışmak zorunda! Para kazanmak zorunda. Başka türlü yaşamasının imkânı yok!
Sen ben niye bu kadar finans sahibi olamıyoruz dersiniz? Nedir bu işin kerameti?
Sermaye!
Birikim, yani sermaye birikimi! Bu öyle kolay kolay olmuyor.
Belli bir sermaye birikimin olduğunda belki artık gerisi kendiliğinden geliyordur, işler zincirleme olarak gelişiyordur. Hatta para parayı çeker derler. Ama sermaye öyle kolay birikmiyor.
Sermayen olduğunda ise yeter ki işleri batırma. Akıllı ol!
Ama burada akıl dediğim öyle sudoku çözebilecek tipte akıl değil. O başka bir akıl tipi.
Ona bakarsan ne akılı insanlar çalışıyor sermaye sahipleri için.
Parasını alıyor da çalışıyor diyeceksiniz, ama her zaman çalışanların kazandığı para bir sermaye sahibinin kazandığının yanında devede kulak sayılır.
Dünyada birçok aile var sermaye sahibi, bunlar epey de zengin aileler.
Babadan, dededen, hatta çok daha öncesinden aile boyu zenginlik sahibi bu aileler.
Bir sonraki nesillerini de ona göre yetiştiriyorlar doğal olarak.
Başa geçen bir sonraki nesil de ailenin zenginliğini böylece devam ettiriyor, hatta artırıyor.
Batıranlar da yok değil, ama bahsi geçen nesillere yayılmış köklü bir aile ise, genellikle zenginlikleri uzun yıllar devam ediyor.
Peki ailecek zengin olmayanlar da bir şekilde zengin olabiliyorlar, onlar nasıl oluyor diyeceksiniz.
Biri bir şey yapıyor ve ardından hızla köşeyi dönüyor.
Ne garip bir tabirdir köşeyi dönmek!
Özellikle son yılların teknolojik gelişmeleri bu tarz yeni zenginlerin mantar gibi çoğalmasına olanak sağladı.
Sosyal medya en güzel örneği bu dediğimin. Ama bir tek sosyal medya değil tabii ki.
Bu son zenginleri saymazsak sermayenin birtakım aileler elinde toplanmasının bir sebebi olmalı.
Belki bir gün bu konuyu da inceleriz, nasıl olmuş da kimi aileler bu kadar sermaye biriktirebilmişler? Zenginin malı züğürdün çenesini yorar derler. Fırsat olursa biraz çenemizi yorarız.
Ama ana sebep nedir derseniz bence muhtemelen elinde aileden bir sermaye birikimi olunca, bu ailelerin hayata bakış açısı da farklı oluyor.
En azından normal bir emekçi gibi çalışma ihtiyacı duymuyor bu ailelerin mensupları. Farklı yetişiyorlar.
Ama kolay demek istemiyorum bunu derken, sorumluluk sahibi bir işverenin ona göre de dertleri oluyor.
Peki sermaye birikimi sadece ailelerin elinde mi oluyor? Hayır!
Dünyada birçok fon var, ve başlarında da profesyonel kadrolar.
Mesela emekli fonları buna bir örnek olabilir.
Bu gibi fonlarda birikmiş sermaye de bir şekilde yatırım yapıyor.
Bu yatırımlar bir fabrika yatırımı da olabiliyor, başka bir yatırım da. Dolayısıyla bir yanda emek veren çalışanlar, bir yanda da belki de o emekçilerin emeklilik birikimlerini değerlendiren fon yönetimi.
Sermaye birikimi küçük küçük yatırımcıların birikimlerinden de oluşmuş olabiliyor. Birlikten güç doğar prensibi.
Borsa diyoruz. Borsada işlem gören kimi firmaların tüm hisseleri halka açık olabiliyor. Dolayısıyla yine bir yanda emekçiler, diğer yanda küçük yatırımcılar topluluğu.
Uzatmayayım, sonuçta gelmek istediğim yer şurası.
Piyasa şartları ile belirlenmiş olan emeğin değeri emek verenlerin bu kadar büyük sermayeler karşısında yeterince güç birliği yapamaması dolayısıyla olması gereken değerden çok daha az seviyede dengeleniyor. Zaten işçi sınıfının bir araya gelmesi de pek işe yaramayabilir, çünkü olayın doğasına aykırı, işçinin uzun süre aç kalma şansı yok.
Siyasiler de tercihlerini sermayeden yana kullanınca sonuç asgari ücret pazarlıklarında ibrenin sermayedarlar tarafına kaymasına sebep oluyor.
Bu düzen böyle sonsuza kadar devam edecek mi orasını bilmiyorum, ama bence en azından emekçilerin birer insan olduğunun dikkate alınması gerekli. Herkesin insanca yaşamaya hakkı var. Bu da ancak devleti yönetenlerin dengeyi gözetmesine bağlı.
Bir gün eğer bu devleti yönetenler tercihlerini yaparken emeğin karşılığını olması gerektiği şekilde vermek gerektiğinin bilincine varmış olurlarsa, bu millet ancak o zaman refah içinde yaşamaya başlar.
O gün gelene kadar orman kanunu geçerli olacak. Sermaye emek kavgası da sürüp gidecek. Tabii denge sermayeden yana oluşacak.
Yeni asgari ücretin belirlenmesi üzerine görüşmelerin başladığı şu günlerde, yeni asgari ücretin belirlenmesi öncesinde bu konudaki düşüncelerimi sizlerle de paylaşayım istedim.
Moskova'dan herkese sevgi ve saygılarımla