Enerji Dönüşümü: Yeni Süreç ve Farklı Enerji Güvenliği Sorunları
Çeşitlendirme stratejileri kapsamında devletlerin birçoğu kaynak ve tedarikçi bağlamında birtakım uygulamalara yönelmişlerdir. Bununla birlikte çeşitlendirme stratejileri kapsamında elde edilen sonuçlar kısa vadede olumlu yönde olmuştur. Dolayısıyla orta ve uzun vadede söz konusu stratejilerin tam anlamıyla beklenen etkiyi yaratmadığını ifade etmek mümkündür.
Dünya, 1973 Küresel Petrol Krizi’nin de etkisiyle ortaya çıkan birçok olgu karşısında kendisini uyarlamak zorunda kalmıştır. Söz konusu olguların başında şüphesiz enerji güvenliği gelmektedir. Dolayısıyla hemen hemen her devlet 1973 Küresel Petrol Krizi sürecinde yaşananlarla birlikte teorik açıdan tehdit olarak algılanan enerji güvenliği sorunlarıyla pratikte de yüzleşmek durumunda kalmıştır.
Bu bağlamda uluslararası sistemin halihazırdaki egemen aktörleri çeşitli eylem planlarını devreye sokmuş ve ulusal güvenliklerini hayati düzeyde olumsuz etkileyen enerji güvenliği kapsamındaki çok sayıdaki tehditler dizisinin tetiklediği kriz ortamından en az zararla atlatmaya çabalamıştır. Söz konusu dönemde uygulamaya konulan eylem planları kapsamındaki başlıca girişimlerden birisi çeşitlendirme stratejileri olarak karşımıza çıkmaktadır.
Çeşitlendirme stratejileri kapsamında devletlerin birçoğu kaynak ve tedarikçi bağlamında birtakım uygulamalara yönelmişlerdir. Bununla birlikte çeşitlendirme stratejileri kapsamında elde edilen sonuçlar kısa vadede olumlu yönde olmuştur. Dolayısıyla orta ve uzun vadede söz konusu stratejilerin tam anlamıyla beklenen etkiyi yaratmadığını ifade etmek mümkündür.
2000’li yılların başından itibaren doğal gaz temelli yeni krizlerin patlak vermesi ve enerji güvenliğinin farklı boyutlarının da uluslararası siyasetin ana gündem maddelerinden birisi haline gelmesi bunun göstergelerindendir. Bu bağlamda enerji güvenliği kapsamındaki tehditlerin dönemin şartlarına uyum sağladığını ve devletlerin ulusal güvenlikleri için tehlike olmaya devam ettiğini ifade etmek mümkündür. Bu noktada eleştiri konusu olabilecek sadece devletlerin Petrol Krizi sürecindeki politika tercihleri değildir. Çünkü o dönemdeki en rasyonel görünen seçenek gerçekten de çeşitlendirme stratejileridir. Dolayısıyla o dönemin stratejilerinin yeterliliğini tartışmak yerine enerji güvenliği sorunlarının tarihsel süreçte gelişim göstermesini ve günümüzde de devlet için ulusal güvenlik tehdidi olmaya devam etmesini daha farklı bakış açılarıyla ele almak daha doğru bir yaklaşım olacaktır. Daha açık bir deyişle günümüzde de devam eden enerji güvenliği kapsamındaki tehditlerin bertaraf edilmesinde konunun çok boyutlu bir şekilde farklı boyutlardan ve çağdaş yaklaşımlar ışığında irdelenmesi gerekmektedir. Çünkü etkin çözümler için yaşanan sorunların tespiti ve kaynağına inilmesi böylelikle daha kolaylaşacaktır.
Kısacası bu süreçte sorunun tespit geçmişteki yanlışların tekrarlanmaması ve etkin çözümler üretilmesi noktasında son derece kritik bir adım olarak karşımıza çıkmaktadır. Dolayısıyla tüm bunların göz ardı edilmesi 20.yy’ın son çeyreğine damga vuran enerji krizlerinin daha da önemli hale getirdiği enerji güvenliği kapsamındaki tehditlerin günümüzde de farklı şekillerde sorun olmaya devam etmesini kaçınılmazdır.
Enerji güvenliği sorunlarına çözüm girişimleri kapsamındaki girişimlerden tam anlamıyla etkin sonuçlar elde edilememesini birtakım unsurlarla açıklamak mümkündür. Fakat söz konusu unsurlara değinmenin öncesinde enerji güvenliği sorunlarının petrol krizi sonrası süreçte de devam etmesinin nedenlerini salt izlenen stratejiler ve politik yaklaşımlar gibi “basit yanlışların” ötesinde değerlendirilmesi gerekliliğinin altını çizmekte fayda vardır. Çünkü petrol krizinden bu yana enerji güvenliği kapsamında ele alabileceğimiz sorunların dönem dönem ortaya çıkması ve devletlerin ulusal güvenlikleri için hayati düzeyde tehdit olmayı sürdürmesini salt politika yanlışlıklarına dayandırmak, etkili çözümler beklentilerinin aksine çıktıların son derece sınırlı kapsamlı, olumlu sonuçların ise sadece kısa vadeli olmasına neden olacaktır. Dolayısıyla bu konuyla ilişkili analizlerin daha farklı yaklaşımlar ışığında geniş perspektiften ve derinlemesine yapılması gerekmektedir.
Günümüzde gerek politika yapıcıların gerekse akademinin bir çok değerli üyesinin sanki farkında değilmişçesine hareket ettiğine ve daha önceki dönemlerde yapılan hataların tekrarlanmasına ortam hazırladıklarına tanıklık edilmektedir. Son dönemde giderek derinleşen Avrupa enerji krizi olarak adlandırılan süreçteki ortaya çıkan gelişmeler bunun göstergelerindendir. Bu süreçteki gelişmeler ve geleceğe yönelik atılan adımlar enerji güvenliği bağlamında başlıca iki olguyu gündeme getirmiştir. Bunlardan ilki şüphesiz 1973 Petrol Krizi sonrasında alternatif olarak tüketimi küresel çapta giderek artan doğal gaza daha bağımlı hale gelmesinin ciddi bir enerji güvenliği sorunu haline dönüşebileceğinin anlaşılmasıdır. Öyle ki özellikle Rusya’nın Avrupa’ya giden doğal gaz akışını durdurması kıta genelinde enerji fiyatlarının ciddi oranlarda yükselmesine ve arz sıkıntısının ulusal güvenlik sorunu haline dönüşmesine neden olmuştur. Şüphesiz bunların yaşanmasının başlıca nedenli enerji güvenliği sorunlarının çözümü kapsamındaki geçmiş dönemlerdeki uygulamaların yetersiz ve etkisizliğidir.
Avrupa enerji krizi kapsamında gün yüzüne çıkan bir diğer durum, geçmiş dönemlerdeki enerji güvenliği sorunlarına çözüm girişimlerinin etkisiz ve yetersizliğiyle bağlantılı olarak yaşanan gelişmelerle ilişkilidir. Bu bağlamda geçmişteki hataların tekrarlanmaması düşüncesinden hareketle başta AB olmak üzere dünya genelinde birçok devletin enerji düzeninde radikal nitelikte bir dönüşüm hareketini başlatmaları son derece kritik bir gelişmedir. Enerji dönüşümü (energy transition) olarak adlandırılan bu değişim süreci genel olarak ele alındığında enerji güvenliği açısından son derece radikal bir girişim olarak karşımıza çıkmaktadır. Öyle ki enerji güvenliğinin başta arz olmak üzere çevre gibi birçok boyutta ortaya çıkardığı tehditlerin aşılabilir olmasını göstermesi açısından söz konusu dönüşüm hareketi son derece rasyonel bir seçenek gibi görünmektedir. Buna karşın kendi içerisinde bir takım riskleri bulundurduğu ise göz ardı edilmemektedir. Çünkü bu denli radikal bir değişim süreci birtakım gerekliliklerin yerine getirilmesiyle mümkündür. Dolayısıyla enerji dönüşüm sürecini alelade bir girişim olarak değerlendirmek son derece yanlıştır.
Enerji dönüşüm süreci şüphesiz dünya genelinde çok olumlu yankılara neden olmuştur. Buna karşın enerji düzenindeki radikal değişimlerin beklendiği kadar kolay olmayacağı da aşikardır. Dolayısıyla sürecin titizlikle, planlı ve programlı bir şekilde yürütülmesi son derece önemlidir. Bu bağlamda planlama aşaması kritik bir süreç olarak karşımıza çıkmaktadır. Çünkü bu kritik aşamanın göz ardı edilmesi doğrudan basiretsizliği de beraberinde getirecektir. Planlamayla birlikte bir diğer önem kazanan unsur şüphesiz enerji dönüşümünün hemen gerçekleşmesi yönündeki beklentileriyle ilişkilidir. Bu yöndeki bir beklenti ciddi olumsuzlukların ve geri dönülemez yanlışlara neden olabileceği tartışmasızdır. Dolayısıyla enerji dönüşümünün bir süreç olduğu düşüncesi her kesimce benimsenmelidir. Bu bağlamda enerji dönüşümü uzun vadeli, programlı ve planlı bir şekilde yürütülen aşamalı bir dönüşüm süreci olarak değerlendirmenin daha rasyonel olduğunu ifade etmek mümkündür.
Enerji dönüşümü sürecini uygulamalar bağlamında kısa ve orta vadeli planlarla yürütülmesi son derece önemlidir. Bununla birlikte süreçteki uygulamaların olumlu ve etkili sonuçları ise orta ve uzun vadede kendisini göstereceği de göz ardı edilmemelidir. Çünkü hızlı ve yüzeysel stratejiler bu denli bir radikal dönüşüm hareketinde ciddi zararları doğurabilecektir. Bu noktada enerji dönüşümünde geçiş sürecinin önemi ortaya çıkmaktadır. Öyle ki dönüşüm sürecinden orta ve uzun vadede elde edilecek olumlu çıktılar tamamen kısa ve orta vadeyi kapsayan geçiş sürecinin sağlıklı yönetilmesiyle mümkündür. Dolayısıyla geçiş sürecinde atılacak adımlarda son derece dikkatli olunmalıdır. Buna karşın özellikle AB’nin yaşanan enerji kriziyle birlikte süreci hızlandırmak yönündeki girişimlerine tanıklık edilmektedir. Tüm bunlar ışığında AB’nin orta ve uzun vadede sürece ilişkin sorunlar yaşayacağını iddia etmek mümkündür.
Enerji dönüşüm sürecinin aşamalı bir şekilde kapsamlı plan ve programlar çerçevesinde yürütülmesi son derece önemli bir gerekliliktir. Bu bağlamda doğrudan dönüşüm yerine geçiş süreci sonrasındaki bir değişim doğrultusunda hareket edilmelidir. Çünkü bu denli radikal bir dönüşüm sürecinin ilerleyen safhalarda ciddi engel ve sorunlarla karşılaşması olağandır. Buna karşın söz konusu engel ve sorunlar süreç planlı ve programlı yürütüldüğünde öngörülebilir hale geleceğinden aşılabilir hale gelecektir. Dolayısıyla süreçte ortaya çıkabilecek olası durumlara karşı hazırlıklı olunmasının önemi bu noktada ortaya çıkmaktadır. Bununla birlikte stratejik yönetim anlayışı doğrultusunda olası senaryolara karşı uygulamaya konacak eylem planlarının hazırlanmasıyla ilişkili olarak kapsamlı analizlerin yapılmış olması gerekmektedir. Buna karşın özellikle AB’nin dönüşüm sürecini hızlandırması gibi son dönem gelişmeleri ışığında söz konusu gerekliliğin göz ardı edilebileceği izlenimi uyandırmaktadır.
Enerji dönüşümüyle ilişkili olarak göz ardı edilen ve ileride sorun haline dönüşmesi muhtemel bir takım gerçekler gün yüzüne çıkmaya başlamıştır. Bunlardan ilki şüphesiz geçiş süreciyle ilişkili girişimlerin hızlandırılmasıdır. İlk bakışta enerji dönüşüm sürecini kısaltması bakımından olumlu bir gelişme gibi görünse de bu yönelim ilerleyen dönemlerde bir takım sorunların yaşanmasını kaçınılmaz hale getirecektir. Çünkü enerji dönüşümüyle yüz yıllardan beridir öyle ya da böyle işleyen halihazırda var olan düzenin yerine tamamen farklı denklemler temelinde yürütülen yeni bir sisteme geçiş amaçlanmaktadır. Ancak bu durum sanıldığı kadar kolay değildir. Dolayısıyla devletlerin yeni sisteme hemen adapte olmasını beklemek son derece yanlıştır. Devletler yeni kurulan düzene şüphesiz uyum sağlayacaklardır fakat bunun ancak aşama aşama gerçekleşmesi mümkündür. Bu bağlamda geçiş sürecinin sağlıklı şekilde yürütülmesi kritik düzeyde önemlidir.
Enerji dönüşümüyle ilişkili olarak devletlerin sürece hızlı şekilde adapte olacağı gibi bir beklenti içine girmek halihazırda son derece yanlıştır. Bu bağlamda geçiş süreciyle birlikte bir diğer durum dönüşüme yönelik gerekli altyapının inşa edilmesi zorunlu hale gelmektedir. Çünkü en basitinden yenilenebilir enerji kaynakları temelinde işleyen bir enerji düzeni, fosil yakıtlara kıyasla büyük ölçüde farklılaşmaktadır. Dolayısıyla yeni bir düzenin inşa edilmesi söz konusu olmaktadır. Bu bağlamda bir takım ihtiyaçlar ortaya çıkmaktadır. Söz konusu ihtiyaçların başında finansal yatırımlar gelmektedir. Öyle ki enerji dönüşümü için trilyon dolarlarca finansal yatırım gerekmektedir. Buna rağmen başta AB olmak üzere daha bir çok devletin enerji dönüşümüne yönelik yeterli yatırım yapmadıkları görülmektedir. Paris İklim Anlaşması bütçesinin 2035 yılında 100 milyar dolara ulaşacağı düşünüldüğünde söz konusu yatırımların yetersizliği daha net ortaya çıkmaktadır.
Yatırımlarla birlikte enerji dönüşümü için bir diğer husus nadir toprak elementleri ve kritik minerallerle ilişkilidir. Öyle ki fosil enerji düzeninden farklı olarak yenilenebilir enerji kaynakları temelli işleyen bir sistemde bu kapsamdaki hammaddelerin tedarik ihtiyacı söz konusudur. Çünkü örneğin rüzgâr türbinleri, güneş panelleri, elektrikli araçlar ve enerji depolama birimlerinin üretimi için doğada az miktarlarda bulunan ve bu nedenle de nadir toprak elementleri olarak adlandırılan hammaddelerin yanı sıra lityum, kobalt, nikel, bakır, germanyum gibi kritik minerallere ihtiyaç duyulmaktadır. Dolayısıyla bu kapsamda ciddi bir talep artışı gündeme gelmektedir. Örneğin Lityum talebinin son birkaç yılda beş kat artmasını bunun göstergelerindendir. Buna karşın zaten kıt olan bu hammaddelere yaşanan dönüşüm sürecinde meydana gelen talep artışı durumu daha da karmaşıklaştırmaktadır. Bununla ilişkili olarak iki temel sorun ortaya çıkmaktadır. Bunlardan ilki artan talep karşısında arzın yetersiz oluşuyla birlikte bir diğeri fiyatlardaki ciddi oranlardaki yükselişlerdir. Örneğin 2017 yılında tonu 60 bin dolardan satılan kobaltın fiyatının 2030’da 100 bin dolar seviyesinde seyredeceği tahmin edilmektedir.
Enerji dönüşüm sürecinde bir diğer sorun yenilenebilir enerji temelli işleyen bir sisteme teknolojik açıdan uyum sağlanmasıyla ilişkilidir. Bu aşamada yine fosil enerji sistemlerinden bu yapıların teknolojik açıdan önemli ölçüde farklılaşması önemli bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. Bilindiği üzere yenilenebilir enerji kaynakları temelli işleyen tesisler “akıllı (smart)” olarak nitelendirebileceğimiz yüksek teknoloji gerektiren yapılanmalardır. Dolayısıyla bu sistemlerin sağlıklı işletilebilmesi için ciddi ölçüde yüksek teknolojik donanım ve IT konusunda yeterli düzeyde olunması son derece önemlidir. Buna karşın günümüzde yenilenebilir enerji kaynaklarından elde edilen enerjinin tüketimin arttığı saatler ve mevsimsel şartlardaki değişimlerden etkilenmesi, akışın seyrindeki dalgalanmalar henüz yeterli seviyede olunmadığı izlenimi uyandırmaktadır.
Enerji dönüşüm sürecinde bir diğer sorun teknolojik gelişimle bağlantılı olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu bağlamda akıllı sistemler olarak nitelendirebileceğimiz işleyişinin büyük oranda yüksek teknolojik donanımlar ve otomasyon sistemleriyle yürütülmesi bir takım sorunları tetiklediğini ifade etmek mümkündür. Teknolojik gelişimle birlikte dünya genelinde siber saldırıların sayısındaki artışları bu kapsamda ele almak mümkündür. Açıkçası yenilenebilir enerji sistemleri de diğer otomasyon sistemleri gibi siber saldırı tehdidi altındadır. Dolayısıyla siber tehditlerin dünya genelinde ulusal güvenlik sorunu haline gelmesi ve halihazırda etkin çözümler üretilememiş oluşu yenilenebilir enerji sistemlerinin sağlıklı işleyişini tartışma konusu haline getirmektedir. Önceki yıllarda sadece İran’daki nükleer santrallerden birisini hedef alan Stuxnet hadisesi karşısındaki çaresizlik bile konunun tartışmaya açılmasının doğruluğunu destekleyici niteliktedir.
Sonuç olarak enerji güvenliği kapsamındaki tehditler çağın şartlarına göre uyum sağlayabilen bir dinamizme sahiptir. Bu bağlamda günümüz gelişmeleri ışığında enerji güvenliğinin bir süre daha devletlerin ulusal güvenliklerini tehdit edeceğini ifade etmek mümkündür. Dolayısıyla radikal dönüşümlerin de bir takım enerji güvenliği sorunlarını tetikleyebileceği göz ardı edilmemelidir. Öyle ki halihazırda enerji güvenliği sorunlarını tamamen ortadan kaldırmak pek de olası görülmemektedir. Buna karşın olumsuz etkileri ve zararlarını en alt düzeye indirmek mümkündür. Ancak bu da küresel çaptaki bir iş birliğiyle mümkündür.
Bu bağlamda küresel çapta bir iş birliği mekanizmasının inşa edilmesi gerekmektedir. Fakat söz konusu bu mekanizma halihazırdakilerden farklı bir şekilde oluşturulmalıdır. Çünkü günümüzdeki mekanizmalar bu denli önemli tehditler karşısında tamamen etkisiz kalmaktadır. En önemli etkisizlikleri ise denetim ve yaptırımlar noktasında ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla yeni oluşturulacak mekanizmalarda bu eksikliklerin giderilmesi son derece hayatidir. Bu bağlamda denetim ve yaptırım mekanizmalarının etkin şekilde işletildiği bir çatı altında yürütülen küresel çaptaki işbirliğinin enerji güvenliği sorunlarının çözümü noktasında olumlu yönde sonuçlar vereceğini ifade etmek mümkündür.