Site İçi Arama

ekonomi

Havadan Sudan Konular

Epey bir bakındıktan sonra bir kaynakta buldum bu oranı. Nefesimizin %4 -%5'i gibiymiş karbondioksit oranı. Bana yine de çok az geldi bu oran, ben %20'den az değildir diye düşünüyordum.

Haydi bugün havadan sudan bahsedelim.

Hava: %78 azot, %21 oksijen, %1 de argondan oluşuyor.

Azot şu gübrelerde kullanılan kimyasal bileşiklerin ana elementi diyebiliriz. Argon ise bizim paslanmaz çelik kaynağını yaparken kullandığımız gaz. Oksijeni hepimiz biliyoruz muhtemelen. Her şeyi yakan, tehlikeli, ama bir o kadar da gerekli gaz. Yaşamın yapı taşlarından biri.

Atmosferin kalınlığı da yerine göre değişiyor, kutuplarda 7 km gibiyken, ekvator üstünde bu kalınlık 17 km mesafelere kadar artıyor. Yani atmosfer ekvator üzerinde bombe yapmış durumda. Bu durum dünyanın kendi etrafında dönüşü yüzünden böyle. Merkezkaç kuvveti, bilirsiniz. Okulda öğrendiğimişizdir hepimiz. Tabii bir de ayın etkisi var atmosfer üzerinde, ayın denk geldiği yerlerde ne kadar daha kalınlık artıyordur bilmiyorum. Belki bu 17 km içinde bu etki de dikkate alınmıştır. 

Ayrıca su buharı ve karbondioksit, hidrojen, metan gibi diğer bazı gazlar da az miktarlarda mevcut atmosferde, yani soluduğumuz havada.

Bu diğer gazlar genellikle çok az miktarda olduğu için milyonda bir anlamına gelen ppm birimi ile ölçülüyor. Mesela karbondioksit 2021 yılında yaklaşık 391 ppm olarak ölçülmüş, yani %0.0391 oranında. Kimi kaynaklarda bu değerin bu günlerde 400 ppm üstüne çıktığından bahsediliyor.

Karbondioksit bu kadar azsa korkacak bir şey yok o zaman gibi geliyor insana. Düşünsenize, oksijen %21, karbondioksit %0.04.

İlginç, biz canlıların yakıtı aldığımız gıdalar. Hücrelerimizde bu gıdaları yakarak yaşam enerjimizi elde ediyoruz. Çıkan dumanı da, yani karbondioksiti de akciğerlerimiz sayesinde dışarı atıyoruz. 

Akciğerlerimizin içinde nefes alıp verdikçe dışarıya saldığımız karbondioksit oranı ne kadar acaba?

Epey bir bakındıktan sonra bir kaynakta buldum bu oranı.  Nefesimizin %4 -%5'i gibiymiş karbondioksit oranı. Bana yine de çok az geldi bu oran, ben %20'den az değildir diye düşünüyordum. 

Bu orana RQ değeri deniyormuş. Aslında henüz çok bilinmiyor, ama aldığımız besinleri ne oranda yaktığımız ve vücudumuzun ne kadar sağlıklı olduğu üzerine bu oran değerlendirilerek bilgi edinilmesi mümkünmüş. 

Laboratuvarda 20 dakikalık bir nefes testi ile bu değeri çok detaylı olarak ölçüyorlarmış ve nefes analizi ile kimi rahatsızlıkları da öğrenmek mümkünmüş. Hatta basit bir cihaz bile üretmişler gördüğüm kadarıyla, tek nefes ile analiz yapıp bilgi verebiliyormuş karbondioksit oranı hakkında. Gerçi bu değerin normalinin ne seviyede olması gerektiğini muhtemelen uzmanları daha iyi bilir, sonuçlar uzmanlar tarafından değerlendirilmelidir, ama çabucak böyle bir test yapabilen bir cihaz üretilmiş olması da iyi olmuş. 

Diğer ülkelerde gerçekten çalışıp bir şeyler üretebiliyorlar. Keşke biz de yapabilsek.

Başka çeşitli nefes testleri de varmış, özellikle mide rahatsızlıkları üzerine nefes ile tahliller yapmak mümkünmüş. 

Ama konumuz sağlık değil şimdi. Biz bugün havadan sudan bahsetmeye karar vermiştik.

Evet, eğer havadaki karbondioksit oranı bu kadar azsa, onca bitkinin oksijen üretme çabası da bunca uğraşıya rağmen gerçekten çok yetersiz demektir. Atmosferdeki bunca oksijen için bir zamanlar devasa ormanlar olmalı, yoksa %21 oranına kadar oksijeni nasıl üreteceksin başka türlü! 

İlginç gerçekten bu değerler. Halbuki ben fotosentezden elde edilen oksijenin çok daha fazla oranlarda olmasını bekliyordum. 

Düşünsenize, onca güneş enerjisi kullanıyor bitkiler, havadaki karbondioksiti parçalayıp bünyelerinde karbonu biriktirip oksijeni havaya salıyorlar. Ancak havadaki karbondioksit oranı %1 oranında bile değil, hatta binde bir bile değil! 

Karbondioksit havada bu kadar az olsa da yine de oldukça fazla anlaşılan.!

Onca ormanı gözünüzün önüne getirin, kaç m3 ağaç vardır dünyada, düşünebiliyor musunuz? 

Her sene büyüyor o ağaçlar. Büyüme hızları çok olmasa da hemen hepsi baharda yeni yaprak açıp güz vakti döküyorlar yapraklarını. Tüm bu dökülen yaprakların ana maddesi de karbon! Havadan fotosentezle toplanan karbon önce yaprak oluyor, sonra da sararıp kuruyor ve dökülerek toprağa karışıyor. 

Bu arada havanın karbondioksitten temizlenmesinde ormanlardan çok denizlerdeki algler çok daha etkililer. Bu konuyu da göz ardı etmemek lazım. 

Dünyadaki karbondioksitten oksijen üretiminin %70-%80'i algler tarafından yapılıyormuş, algler, yani su yosunları!

Diğer tüm bitkiler ise kalan %20'sini üretiyorlarmış. Yani sadece ormanlar değil, yediğin marul bile oksijen üretiyor ya, düşün, ne kadar çok bitki var dünyada. Tüm bu bitkiler uğraşa dursunlar, algler dört kat fazla oksijen salıyor atmosfere. 

Okyanuslarda alglerden oluşmuş yüzen adacıklar vardır. Ama çoğunlukla algler su yüzeyine yayılmış şekilde bulunur. Balıklar için iyi bir besin kaynağıdır.

Havadan bu kadar bahsetmek yeter mi?

Yetsin. Hadi biraz da suya bakalım. Su derken içme suyu tabii ki bahsedeceğim. Denizlerdeki tuzlu sulardan da bir başka yazıda bahsederiz.

Su (içme suyu): Genellikle H2O deyip geçeriz, ama içilebilir bir su içerisinde bir sürü tuz minerali bulunur. Bir litre su içerisinde miligram cinsinden 

Sodyum (Na) 175 mg

Potasyum (K) 12 mg

Klorür (Cl) 250 mg

Kalsiyum (Ca) 200 mg

Sülfat (SO4) 250 mg

Florür (F) 1,5 mg

Bakır (Cu) 2 mg

Gibi bir sürü mineral ve element var. Bu sıraladıklarım en azından 1 mg üzerinde olanlar.

Bu değerler Türk standartlarında yazılı olan maksimum değerler. Listenin devamında demirinden, selenyumuna, çinkosuna, boruna daha bir sürü mineral içeriyor içme suyu, ama artık listenin devamındaki bu minerallerin oranları çok düşük.

Dolayısıyla belki de ihtiyacımız olan bir sürü minerali biz aslında içme suyu ile elde ediyoruz. Belki de değil, kesin öyle! 

İnsan vücudu, ya da canlılar diyelim, bir sürü mineralden oluşuyor. Genellikle karbon bileşenleri diyoruz, tabii bir de su, biraz da kalsiyum, kemiklerimiz için, ama diğer elementler de oldukça çeşitlilik içeriyor.

Kanımızda bile demir var bildiğiniz gibi. Yani demir olmasa hücrelerimizden çıkan karbondioksiti akciğerlerimize ne ile iletebilirdik acaba, bacadan tüten duman içimizde kalsaydı yaşayabilir miydik? Aynı şekilde ihtiyaç duyulan oksijeni de hücrelere taşıyıp dağıtan kanımızdaki alyuvarlar, yani demir. 

Geçen günkü yazımda da belirttiğim gibi vücudunuzun salgıladığı bir sürü enzim kimyasal olarak mangan (Mn) ve magnezyum (Mg) içeriyor. Kim bilir daha ne gibi ilginç elementler vardır vücudumuzda. Saymaya kalksam buraya sığmaz. Ama çok azlar, miligramlar seviyesinde, belki de daha az.

Yazının özünde şunu demeye çalışıyorum aslında. Dikkat ettiyseniz gerek havadaki karbondioksit oranı ve gerekse sudaki mineral oranları çok düşük. Vücudumuzdaki çeşitli element oranları da çok düşük.

Ancak yaşam bu kadar az oranlardaki mineraller ya da karbondioksit oranları ile bir dengeye gelmiş. Yani yaşamımız aslında bir anlamda pamuk ipliğine bağlı diyebilirim. 

Çok ince dengelerle kurulmuş yaşam dengemiz!

Bu çok düşük değerlere bakarak küresel ısınma diye gündeme getirilen çevre sorunlarını küçümseyen yorumcular dikkatimi çekiyor arada sırada. 

Halbuki bence ne kadar çok yanılıyor bu sorunu küçümseyenler. Dediğim gibi yaşam gerçekten pamuk ipliğine bağlı adeta. Ve biz göz göre göre dünyayı yok ediyoruz.

Koskoca ormanlar bile yeterince temizleyemediğine göre havayı, bizim havayı kirleten etkenleri engellememiz çok daha mantıklı bir çözüm olacaktır. 

Düşünsenize, şu anda dünyada mevcut ormanları iki katına çıkartsak bile o kadar çok işe yaramayacak. Sonuçta onca orman algler kadar iş üretemiyorlar.

Henüz yaşanabilecek bir başka gezegen bulamadık, uzun süre de bulabileceğimizi zannetmiyorum. 

O yüzden elimizdeki tek yaşanabilir gezegen olan güzel dünyamıza iyi bakalım diyorum.

Moskova'dan herkese sevgi ve saygılarımla

Araştırmacı Yazar Deniz BURSALIOĞLU
Araştırmacı Yazar Deniz BURSALIOĞLU
Tüm Makaleler

  • 29.11.2022
  • Süre : 4 dk
  • 1114 kez okundu

Google Ads