İnsan, Tekno-feodalizmin (Gözetleyen Kapitalizm) Nasıl Metası Oldu?
Bu çerçevede, 21. yüzyıl kapitalizminin yerini Büyük Teknoloji tarafından denetlenen yeni bir ekonomik sistemin aldığını savunan tekno-feodalizm tezi son yıllarda teknoloji dünyasında tartışılıyor. Argümanın özünde, klasik kapitalizmin üretimi genişletemediği veya emek verimliliğini artıramadığı düşüncesi yatıyor. Bunu yapamayan kapitalizm, bunun yerine kâr etmeye devam edebilmek için dijital platformlar üzerinden yeni kapasiteler geliştirmeye odaklanıyor.
Ekonomi ve siyaset dünyasında, özellikle akademisyenler arasında klasik kapitalizmin ölüm döşeğinde olduğunu iddia edenlerin sayısı her geçen artıyor. Bununla birlikte kapitalizmin yeni bir versiyonu olarak tekno-feodalizmin doğduğunu, bunun reel ekonomi ile finans arasındaki bağın tamamen kopması anlamına geldiğini iddia edenlerin sayısı da beraberinde artıyor. Bazıları tekno-feodalizm terimi yerine dijital feodalizm, enformasyon feodalizmi, neo-feodalizm gibi terimlerini de kullanabiliyor. Aslında hepsi aynı kapıya çıkıyor. Ben tekno-feodalizm terimini kullanmayı daha doğru buluyorum. Zaten en yaygın kullanılan terim de budur.
Bir açıdan kapitalizm ölmüyor, fakat şekil değiştiriyor. Kendi adıma, ben de kapitalizmin günümüzün hızla gelişen teknolojisine uyum sağlama sürecini yaşadığını, özellikle de sanal dünyanın dinamiklerini yeniden okuyarak, ortaya çıkan yeni insan tipolojisinin ihtiyaçlarını okuma gayretinde olduğunu (belki de yönlendirdiğini) ve nihayetinde “tekno-feodalizm” tanımlamasıyla kapitalizmin yine sıradan insanları sömürmeye devam etmekte olduğunu düşünüyorum.
Bu çerçevede, 21. yüzyıl kapitalizminin yerini Büyük Teknoloji tarafından denetlenen yeni bir ekonomik sistemin aldığını savunan tekno-feodalizm tezi son yıllarda teknoloji dünyasında tartışılıyor. Argümanın özünde, klasik kapitalizmin üretimi genişletemediği veya emek verimliliğini artıramadığı düşüncesi yatıyor. Bunu yapamayan kapitalizm, bunun yerine kâr etmeye devam edebilmek için dijital platformlar üzerinden yeni kapasiteler geliştirmeye odaklanıyor.
Ekonomi uzmanlarına göre günümüz kapitalizmi buhranlı bir dönemi atlatmaya çalışıyor. Geçmişe baktığımızda, kapitalizmin, ABD’de patlak veren 1929 Büyük Buhranıyla sarsıldığını görüyoruz. Batı dünyası bu büyük kırılmayı, Keynesçi ‘devlet destekli kapitalizm’ anlayışına sarılarak aşmaya çalışmıştı. İkinci Dünya Savaşı öncesinde başlayan bu kapsamdaki kapitalizm, 1980’li yıllara kadar ilerleme kaydetti. 1980'lerin başlarında, 'Washington Konsensüs'ü serisi devreye sokuldu ve üzerinde anlaşmaya varılan mutabakat ile, neoliberal anlayışın kapitalist sistem açısından öne çıkışına izin verildi. Böylelikle gelişmiş ekonomilerin gelişmekte olan ekonomileri 'serbest ticaret' ve 'sermaye hareketlerinin serbestleştirilmesi' konusunda ikna etmesi neticesinde her yerde ‘devlet küçüldü’. Türkiye de 1980’li yılların başında 12 Eylül sonrasında iktidara gelen Turgut Özal’ın küresel ekonomiyle uyumlu neoliberal politikaları ile bundan nasibini aldı.
Neoliberalizm rüzgarlarının hâkim olduğu küresel ekonomide, Bretton Woods kurumları ile devreye sokulan kurallar silsilesinin bir sonucu olarak küresel sermaye sahipleri tarafından sıkı sıkıya bağlanan dış ticaret, sermaye hareketleri ve finansal işlemler bir anlamda gevşetildi (deregüle edildi) ya da ortadan kaldırıldı. Dünya para bolluğu yaşadı. Küresel dolaşımdaki para üç dört misline çıktı.
Washington Konsensüslerini takiben, 2000’li yılların başında Silikon Vadisi Konsensüsü devreye sokuldu. Bundan amaçlanan şuydu: Işık hızıyla ilerlemekte olan neoliberal ticaretin, sınırsız teknolojiyle evlendirilmesi. Bu; dijital verilerin meta olarak görülmeye başlandığı bir döneme geçiş yapmak anlamına geliyordu. Öyle ki her birimizin sahip olduğu, üzerine titrediği, kimselerle paylaşmak istemediği “kişiler verilerimiz” artık bir ekonomik değere, metaya dönüşüyordu. Bizim verilerimiz birer ticari mal haline geliyordu. Böylece, her birimiz farkında olalım veya olmayalım, yanımızdaki telefonun bizim kişisel beğenilerimizi çaktırmadan ‘çaldığı’ ve biz internet üzerinde alış-veriş yaparken o beğenilerimizin önümüze düştüğü bir dünyada yaşamaya başladık. Bizi ‘ikna için kullanılan, yönlendiren algoritmalar’ ile yaşar hale geldik. Bunun ismi gözetleyen kapitalizm (surveillance capitalism) olarak literatüre girdi.
Bu arada 2008 yılında yaşanan küresel mali krizden sonra dünyanın büyük ekonomilerinin temsil edildiği G7 ülkelerinin merkez bankaları, 2009 yılının Nisan ayında bir anlaşmaya vardılar. Küresel finansı yeniden yönetmek için para basma yeteneklerini devreye sokmaya karar verdiler. Bugün küresel ekonomi, üretim artışları ve emeğin verimlilik artışlarından kaynaklanan daha fazla üretimle kâr etmek yerine, merkez bankaları tarafından sürekli olarak basılan para arzıyla besleniyorlar. Bu arada, klasik üretimden beslenen yatırımcılar da giderek piyasalardan uzaklaşıyorlar. Paranın yönü özel fonlara ve feodal mülkler olarak faaliyet gösteren dijital platformlara kayıyor. Bu dijital platformlar arasında Facebook ve Amazon gibi oligopol hale gelen firmalar, sanal dünyanın baş oyuncuları olarak yerlerini alıyorlar.
Böylece dijital platformlar, özel servet elde etmek için klasik pazarların yerine geçiyor. Tarihte ilk kez neredeyse herkes büyük dijital şirketlerin sermaye değerini ücretsiz olarak artırıyor. Artmasına el birliğiyle hepimiz ortaklaşa katkı sunuyoruz. Somut üretim, bir ürün veya malzeme çıktısı olmadan, sanal değerlerin piyasa değerleri de bizlerin sayesinde artmaya devam ediyor. Her birimiz Facebook'ta bir şeyler yayınladığımızda veya Google Haritaları kullanarak bir yerden bir yere seyahat ettiğimizde, bu şirketlerin daha çok kazanmasında kendi rolümüzü oynuyoruz. Bizim “emeğimiz” bu tür sanal dünyadaki şirketlerin para kazanmasına hizmet ediyor. Karmaşık bir durum ama işin özü böyle gözüküyor.
Henüz, klasik kapitalist ilişkiler bozulmadı. Emek, sermaye, piyasa vb. ilişkiler devam ediyor. Ancak tekno-feodal ilişkiler olarak adlandırılan bu yeni süreç, eski tür üretim ve para kazanma yollarını aşarak büyüyor ve hepimizi ister-istemez içine alarak genişlemeye devam ediyor.
Birer meta haline gelen kişisel verilerimizi kullanarak küresel ekonomideki pastanın büyük bir kısmına hükmetmeye başlayan küresel dijital platformlar ve teknoloji şirketleri tarafından yönetilen ve yönlendirilen, “gözetleyen kapitalizm” çağına geçiş yapıyoruz. Tekno-feodalizmin güç kazandığı bir döneme şahitlik ediyoruz. Emeği sömürüsüyle büyüyen, kazanan 1750’li yıllardaki kapitalizm belki bitti ama yeni ortaya çıkan gözetleyen kapitalizm türü, sadece çalışanları değil tüm insanları, hatta bazen hayvanları ve bitkileri bile sömüren bir düzeni inşa etmeye devam ediyor. Bunu da teknolojiye, dijital dünyaya dayandırarak yapıyor. Eskinin emeği sömüren klasik şirketlerinin yerini günümüzde kendi rızalarımızla kendimizi emanet ettiğimiz küresel teknoloji şirketleri sömürüyor. İnsan haklarının sembolleriyle kendini meşgul eden dünyanın önde gelen devletleri ise, insan odaklı bir dünyanın yok oluşunu sadece seyrediyorlar. Her birimizi gözetleyen kapitalizmin bizleri birer meta olarak kullanmasına izin veriyorlar.
Böylece ortaya çıkan ve kuralları yıkarak büyüyen Tekno-feodalist model, tekel konumuna erişmeyi birincil amaç olarak tanımlıyor. Bunun için sofistike verilere önde gelen tüm dijital platformlar sahip olmaya çalışıyor. Her bir platform kendi alanında tekel olmak, küresel ölçekte tek oyuncu olabilmek için çırpınıyor. Bir ikincisine tahammülleri yok. Tam bir kapitalist mantık burada da acımasız bir şekilde çarkını döndürüyor.
Fransız ekonomist Cédric Durand 2020 tarihli Technoféodalisme adlı kitabında bu dijital platformların kendilerini "vazgeçilmez hale getirme" arayışında olduğunu belirtiyor. Yine aynı yazar, Critique de l'Économie Numérique adlı kitabında, platformları; klasik elektrik sağlayıcıları, demiryolları veya telekomünikasyon ağları ile aynı kategoride yer alan birer altyapı hizmeti olarak düşünmemiz gerektiğini öne sürüyor.
Tekno-feodalist yaklaşımı bilimsel olarak ilk öne süren, Harvard Business School profesörü Shoshana Zuboff’tur. Yazar, 2018 yılında yayınlanan The Age of Surveillance Capitalism (Gözetim Kapitalizmi Çağı) adlı kitabında bu terimi ilk defa kullanan kişi olarak biliniyor. Aslında Büyük Teknoloji (Big Tech) eleştirisi olma iddiasıyla yazılan bu kitap, dijital platformların, alış-veriş sitelerinin kendi tekelci konumlarını korumak ve potansiyel müşterileri başkalarından önce kendilerine çekebilmek için bazı kişisel verileri kullandıklarını öne sürdü. Zuboff, bu algoritmayı, ‘davranışsal fazlalık’ modeli olarak isimlendirmeyi tercih etti.
Zuboff'u destekleyen en önemli örnek ise Google’un arama algoritmasında, site aramalarında devreye soktuğu ‘kişiselleştirilmiş reklam tasarımı’ idi. Bu adım bir kez atıldıktan sonra, arkası kendiliğinden geldi. Biz sıradan insanlar hakkındaki bilgiler, belirli bir satış için kullanılsın ya da kullanılmasın, kendi başlarına değerli bir meta olarak tanımlanır oldu. Böylece, tekno-feodalist akımın öncüleri olarak görülen dijital platform şirketleri (başta Google, ardından Facebook, Microsoft ve Amazon) tarafından küresel dijital gözetim yeteneğinin devreye sokulduğuna hepimiz şahit olduk. Bu sistem bizleri feodal sistemin serfleri gibi sömürmeye, sırtımızdan kazanmaya başladı. Bizler, “Aaaa, bu telefon galiba beni dinliyor” derken, aslında aynı zamanda birer meta haline geldiğimizi de gülerek kabullenir olduk. Şimdi kendi kendini sömüren, insanların beğeni, alış-veriş, yeme, zevk vb. tercihlerini ‘okuyan’ hatta siyasi oy tercihlerimizi bile bize sormadan bilebilen (ve yönlendiren) büyük bir sömürü sisteminde yaşıyoruz. Artık biz insanlar, algılarımızla durmadan oynayan bir sistemin parçasıyız. Bize yön vermek isteyenlerin, bize sormasına gerek kalmadı. Nasılsa bunu dijital platformlar üzerinden yapabiliyorlar. Seçimler öncesindeki anket şirketleri bile yakında işsiz kalmaya aday. Başkan koltuğundan olan Trump’ın isyanı ve arka planda dijital platformlara rağmen devam eden mücadelesi, seçim döneminde dijital platformlar üzerinden oynanan acımasız yönlendirme oyununu bozmak içindi diye düşünüyorum. O yüzden kendi dar kapsamlı sosyal ağını kurma ihtiyacı hissetti. Büyütebilirse, 2024 seçimleri sonucunda belki tekrar Amerikan başkanı olarak dönebilir, kim bilir?
Kısaca tekno-feodalizm veya gözetleyen kapitalizm olarak tanımlanan yeni sömürü düzeni, kapitalizmin en büyük tarihsel dönüşümü olarak tanımlanıyor. Herhalde henüz yolun başındayız. Muazzam dönüşüm devam ediyor. Nerede duracağını tam bilebilmemiz şimdilik neredeyse imkansız gözüküyor.
Tabii ki farkında olduğumuz, bildiğimiz bir şeyler var. Artık uyanık olduğumuz saatleri, aktif ya da pasif olarak, kaydeden ve doğrudan dünyanın en değerli şirketlerine ileten elektronik cihazlarla sürekli etkileşim halinde geçiren bizler için tekno-feodalist eleştirinin bir karşılığı var: Her birimiz, teknoloji şirketlerine kendimiz hakkında gönüllü bilgi aktaran emekçilere dönüştük. Bezos ve Zuck için değer üreten emekçiler olarak yaşıyoruz. Teknoloji oligopolü sadece tercihlerimizi, alışkanlıklarımızı ve seçimlerimizi sorunsuz bir şekilde kaydetmekle kalmıyor, aynı zamanda bu verileri gelecekteki seçimlerimizi yönlendirmek için de kullanıyor.
Bir önceki yazımda Elon Musk’ın Twitter şirketini 44 milyar dolara satın almasından yola çıkarak dijital dünyadan biraz bahsetmiştim. Musk, muhtemelen gelecekte internet dünyasının altyapısını sağlayan dünyada tek bir sistemin, kendisinin sahip olduğu Starlink’in ayakta kalmasını hedefliyor. Bir dönem dijital para piyasasını hareketlendiren Musk’ın bu dünyaya da girmeye hazırlandığını ancak bu spekülasyonlara açık alanda tekelleşebilmek için uygun zamanı kolladığını düşünüyorum. Bu arada Musk’ın; tıpkı Facebook, Google gibi dünyada kendi alanında tekel haline gelen Twitter’ı satın alarak, gözetleyen kapitalizmin, tekno-feodalizmin en büyük patronlarından biri olmayı, belki de Baş Twitçi benzeri Baş Patron olmayı amaçladığı söylenebilir. Tekno-feodalizmin önümüze sunacağı gelecek öngörülerini önceden okuyabilmek, sanal dünyada gittikçe büyüyen sömürü düzeninden daha az zarar görmek için Elon Musk benzeri dijital platform sahiplerinin ayak izlerini takip etmeyi, kendi kişisel öz çıkarlarımızı korumak adına, faydalı buluyorum.
Kaynakça:
Malcolm Harris, Are We Living Under ‘Technofeudalism’?, nymag.com, 28 Ekim 2022, https://nymag.com/intelligencer/2022/10/what-is-technofeudalism.html
Timothy Erik Ström, Sibernetik Kapitalizm (Çeviri: Emine Kenan), Skopbülten, 7 Ekim 2022. https://www.e-skop.com/skopbulten/sibernetik-kapitalizm/6470
Kerem Alkin, Kapitalizm ve Tekno-feodalizm, Sabah Gazetesi, 21 Ocak 2022, https://www.sabah.com.tr/yazarlar/kerem-alkin/2022/01/21/kapitalizm-ve-teknofeodalizm
Yannis Varoufakis, Dünya Ekonomisi: Teknofeodalizm geliyor, Slobodenpecat, 27 Ekim 2022, https://www.slobodenpecat.mk/tr/svetska-ekonomija-tehnofeudalizmot-doagja/