Site İçi Arama

ekonomi

Kandırılıyor muyuz?

"Köprüyü geçene kadar ayıya dayı diyeceksin!" Ne kadar sinsice bir atasözüdür bu, ne kadar ikiyüzlü bir atasözüdür. Resmen ikiyüzlü olunması konusunda tavsiye içerir bu atasözümüz.

Hiç sevmediğim atasözlerimiz vardır.

Bir tanesi de "Köprüyü geçene kadar ayıya dayı diyeceksin!" dir.

Ne kadar sinsice bir atasözüdür bu, ne kadar ikiyüzlü bir atasözüdür. Resmen ikiyüzlü olunması konusunda tavsiye içerir bu atasözümüz.

Bazen bunu söyleyen atalarımız ciddiler miymiş diye hayrete düşmüyor değilim. Kim bilir ne düşünmüşler böyle bir söz üretirken.

Gerçi aslında bazen kandırmak biraz da doğanın kanunu gibi geliyor bana.

Doğada bu atasözünün tavsiyesine uyan bir benzeri olay yok mu sanıyorsunuz?

Küçükken bir su kaplumbağamız vardı. Akvaryuma koymuştuk bir gün. Ölü taklidi yapmaya başlamıştı akvaryumda. Seyretmek ilginç gelmişti ne yapacak diye. Etrafında dolanan küçük balıklardan biri tam ağız hizasına geldiğinde ise ani bir hamleyle balığı yakalayıp yediğini görmüştüm. Zavallı balık.

Bu da bir kandırma değil mi mesela?

Belgesellerde bir leoparın sürüye sinsice yaklaştığını görmüşsünüzdür eğer belgesel seyretmeyi seviyorsanız. Herkes sever belgesel seyretmeyi, görmüşsünüzdür mutlaka.

O kadar ağır hareket eder ki leopar, ya da aslan, sürüden kimse işkillenmez. Sonra da yeterince yakına geldiğinde o ani koşusu ile gözüne kestirdiği avını yakalar. Bunda da biraz kandırma var bence.

Hadi bir de örümcek örneği vereyim. Örümcek o itinayla ördüğü ağını ne amaçla kurar sizce? Avlanmak için tabii ki.

Saydam ağ, uçan böcekler farkına varmazlar önlerine ağ kurulduğunu ve ağa takılırlar uçarken. Yine bir kandırma örneğidir bu bence.

Örnekler çok, çiftleşme için bile erkek dişisini kandırır doğada.

Ama köprüden geçerken ayıya dayı demek, bu artık kandırmanın daniskası.

Bu arada daniska Baltık denizinde bir kent isminden türetilmiş bir sözcükmüş. İlk defa Evliya Çelebi'nin seyahatnamesinde bahsi geçiyormuş, 1665 yıllarından kalma bir sözcük yani. Halısıyla ünlü bir şehirmiş Danzig/Gdansk. Bir şeyin en iyisi anlamında kullanıyoruz biz bu sözcüğü, aslında halının en iyisi bir zamanlar orada bulunurmuş. Yani halının en iyisi demekmiş belki de. Bir de lepiska derler, bir tür renkli iptir aslında, ipek gibi yumuşacık anlamında da kullanılır. Lepiska gibi saçları var derler kızlar için. Bu sözcük de Almanya'daki Leipzig şehrinden türetilmiş meğerse. Bir zamanlar ipek ve renkli iplikler üretilirmiş burada.

Neyse, nereden aklıma geldi bu kandırma işi biliyor musunuz?

Geçenlerde İstanbul büyükşehir belediye meclisinde grup başkanvekili olan sayın Mehmet Tevfik Göksu'nun bir televizyon kanalındaki söyleşisini izledim. Aslında izlerken epey zorlandım, resmen bir ara başımı ağrılar sardı, ama yine de sonuna kadar izleyeyim dedim.

Niye ki diyeceksiniz, nedir bu kadar zorlandığın?

Sürekli bir İmamoğlu kötülemesi bombardımanı. Öyle kötü, böyle kötü. Hiçbir şeyi doğru dürüst yapamıyor diyor sayın Tevfik Göksu sayın İmamoğlu için.

O kadar çok nefret hissettim ki konuşmasında sayın Göksu'nun, resmen içine oturmuş anlaşılan İstanbul'un kaybedilmesi.

Kendince bir sürü rakam açıklıyor, rakamlar, rakamlar.

Kim bilir belki de doğru söylüyordur kimilerinde, ama hiçbir rakamın gerçek kaynağını söylemiyor nedense. Ama rakamlara boğuyor söyleşiyi. Takip etmekte zorlanıyorsun.

Sırf bu söyleşiyi izleyen ne kadar kötü yönetiliyormuş İstanbul der herhalde.

Sayın İmamoğlu ise kendi söyleşisinde bambaşka bir söylem içindeydi. Onu da bir ara izlemiştim. Adeta bambaşka bir İstanbul'dan bahsediyordu sayın İmamoğlu.

Hangisine inanalım bilemedim gerçekten.

Uzaktan bakınca her iki söyleşiye de, aklıma bambaşka şeyler geldi benim.

Siyasetçilerin kendi aralarında birbirini kötüleme yarışı bir yana, bu işin doğrusu nedir acaba diye merak etmedim değil.

Bu işin doğrusunu nasıl anlarız acaba?

Yapılan bu söylemler hep toplumu kandırmak amaçlı gibi geliyor bana. Her iki uç da bir şeyleri abartıyor olabilir. Herkes kendi açısından bir söylem tutturmuş gidiyor.

Adeta toplumu kandırma derdindeler gibi geliyor bana.

Halbuki bu işin bir gerçeği var mutlaka. Megapol şehirlerin karşılaştırmasını yapan uluslararası kuruluşlar olmalı bence. Tarafsız bir gözle gerçekte olup biteni anlayabileceğimiz birtakım yöntemler olmalı.

Bir aralar özellikle araştıracağım bu konuyu.

İstanbul çok büyük bir megapol şehir. Kaynakları çok büyük olduğu gibi sorunları da az değil.

Böyle bir şehrin yönetilmesi de kolay değil. Üstelik mevzuat bu kadar karışık kuruşuk olduğunda sanırım şehrin yönetilmesi hiç de kolay olmuyordur.

Şehrin her bir köşesinde farklı güç odaklarının etkileri ve menfaat kavgaları mevcut sonuçta.

Merkezi yönetim zaten birçok konuda devlet gücüyle belediyenin yapmak istediklerine çeşitli engeller üretme gücüne sahip. Bu engellerin etkilerini de zaman zaman görüyoruz zaten.

Her şeyden önce ülkenin genel ekonomik durumu belediye bütçesini de oldukça zorluyor olmalı. Bu yüzden de zorunlu fiyat artışları oluyor kimi belediye hizmetlerinde.

Seçimler öncesinde kimi verilen sözler bu yüzden tutulamaz olurken, bir yandan da muhtemelen sayın İmamoğlu partisinin de kimi konularda baskıları ile uğraşıyor olmalı. Özellikle de belediye çalışanları konusunda İmamoğlu'nun büyük baskı altında olduğu kesin. Belediyede çalışmak isteyen bir sürü partili vardır herhalde. Tüm bu iş beklentisinde olan insanlara da iş bulmak zorunda hissediyor olabilir kendisini.

Yine de, dediğim gibi, İstanbul gibi bir megapolün kendince oldukça çok sorunu olmalı. Kısacası kolay değil böyle bir şehri yönetmek.

Ben aslında o yüzden prensip olarak megapol şehirlere karşıyım. Çok büyük çapta sorunlar oluşuyor megapollerde.

Daha önce yeni bir şehir planlaması üzerine bir yazı yazmıştım.

Bana göre şehirler daha küçük boyutlarda olmalı ve kendi başlarına şehir yaşamının sürdürülebilir olduğu bir şehir teması olan şehirler kurulmalı. Mesela üniversite şehri, mesela bir fabrika şehri. Böyle şehirler var dünyada.

Ama İstanbul taşı toprağı altın denilerek bunca insanın toplaştığı bir şehir olmuş durumda yıllar içinde. Şehri boşaltmak artık mümkün değil. Mecburen ne kadar zor olursa olsun, sorunlara çözümler bulunmak zorunda.

Belki şehrin daha da büyümemesi için birtakım önlemler alınabilir. Böyle önlemlerin uygulandığı şehirler de var dünyada.

Dediğim gibi siyaset yapmak bir yana, ama toplumun kandırılma çabaları diğer yana.

Gerçekten başım ağrıdı sayın Göksu'nun söyleşisini izlerken.

Gerçi bir ara epey güldüm aslında, taksiler konusunda bir araştırma raporundan bahsederken sayın Tevfik Göksu, meğer bu rapor korona salgını zamanında hazırlanmışmış. Doğal olarak da raporun sonuçlarında bahsedilen taksilerin verimli çalışma yüzdesi düşüklüğü kimsenin sokağa çıkamadığı o pandemi günlerine aitmiş. Belki de farkında değildir bu konudan bahsederken. Günahını almak istemem.

Tabii bu detayı kim algılayabilmiştir söyleşi sırasında bilemiyorum.

Dedim ya, toplumu kandırma çabasıyla birlikte ben daha çok ciddi boyutta İmamoğlu kötülemesi hissettim söyleşisinden. Rakamlar, rakamlar, bir tanesi bile aklımda kalmadı doğrusu

Söyleşi oldukça stres doldurmuştu içimi, belki de o yüzden aklımda kalmamıştır rakamlar.

Şu anda yapılan doğrular ve yanlışlar ise bambaşka bir konu bence.

Tabii ki yanlış yapılan bir sürü şey vardır. Koskoca şehir sonuçta.

Sebebi ne olursa olsun, yanlışlar yapılması bence de iyi değil doğal olarak. Umarım doğrular yanlışlardan fazladır da, mahşer günü geldiğinde cezalandırılmaz sayın İmamoğlu. 

Şakası bir yana uzun süredir gelemedim İstanbul'a, ama bence dünyanın en güzel şehirlerinden birisi. Belki de en güzeli.

Üzerinde böyle güç gösterisi oyunları yapacaklarına ben tüm yöneticilerin bu şehrin sorunlarına odaklanmalarını tercih ederdim.

Mesela İstanbul havalimanına Ulaştırma Bakanlığı tarafından yapılan metronun havalimanı binasına bir kilometre mesafede bitmesi bile bir rezalet bence. Metro fotoğraflardan güzel görünüyor.  Ama bu önemli bir hata bence.

Bu konuda konunun yetkilileri ağızlarında bir şeyler geveleseler de, bence bu soruna bir an önce çözüm bulunmalı. Ne bileyim, bir tünel ile bu mesafeye yürüyen platformlar mı yaparlar artık bilmiyorum, ama bence bu konu ciddi bir sorundur. Moskova'daki havalimanlarında mesela elektrikli trenler hemen havaalanı girişinin dibine kadar gelirler. Biz ise metro diyoruz. Havaalanı binasının içine kadar girebilmeli metro olunca.

Kağıthane çıkışından veya artık hangi istasyondan olacaksa, diğer metro hatlarına bağlantının da acilen yapılması gerekli bence. Ulaştırma Bakanlığı'nın hattı farklı, diğerleri farklı olmaz. U ve M harfleri konusuna değinmek bile istemiyorum.

Bu ve benzeri konularda merkezi yönetim ile belediyenin birlikte çalışıp ortak çözümler bulması gereken bir sürü sorun var İstanbul'da.

Tabii sorunları tarafsız bir göz ile ortaya koyacak belki de bambaşka bir bağımsız kuruluş kurulmalı, çünkü partili tarafların tek dertleri birbirlerini kötülemek ve kafa bulandırmak oluyor günün sonunda.

Bence tarafsız gözle bakacak bir şehir kuruluşu bir çözüm olabilir.

Evet, özetlersek artık bırakın da bizi kandırmayı, işinizi yapın diyerek bitireyim yazıyı.

Moskova'dan herkese sevgi ve saygılarımla

Araştırmacı Yazar Deniz BURSALIOĞLU
Araştırmacı Yazar Deniz BURSALIOĞLU
Tüm Makaleler

  • 27.01.2023
  • Süre : 5 dk
  • 1319 kez okundu

Google Ads