Kendimi Dinliyorum Ey İstanbul
İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı; Bir kuş çırpınıyor eteklerinde; Alnın sıcak mı, değil mi, biliyorum; Dudakların ıslak mı, değil mi, biliyorum; Beyaz bir ay doğuyor fıstıkların arkasından Kalbinin vuruşundan anlıyorum; İstanbul'u dinliyorum.
Büyük şairlerimizden Orhan Veli, bir şiirin de "İstanbul'u dinliyorum bugün" diyor. Ben de bugün kendimi dinliyorum; naif, hafif bulutlu, biraz da hüzünlü bir sabah ortamında bu satırları kaleme alıyorum. İnsana dair, kendime dair ne varsa yazdığım her satıra yansıtmak istiyorum! Yaşadığım sokakları, geçtiğim yolları, sevinçlerimi, hüzünlerimi ve buna benzer konuları anlatmak istemiyorum sizlere bugün.
Sadece kendimi dinliyorum ve şimdiki anı yaşıyorum. Köylerde yaşayan için belki geçerli değil ama kentlerde yaşayan ve iş yoğunluğu nedeniyle yüksek tempolu bir hayat süren insanımızın büyük bir tehlike altında yaşam sürdüğüne inanıyorum. Özellikle zamana karşı bir koşturmaca yaşayan ve haftanın 5 veya 6 günü çalışmak zorunda kalan insanlarımız maalesef bu tehlikenin özneleridir. Çok çalışmak, yoğun bir yaşam sürmek tabii ki işsiz olmaktan çok daha iyidir. Ancak asıl mesele iş yaşamanın artık hepimiz için doğal hale gelen yoğunluğunun kişiler üzerine getirdiği yükten dolayı, kişinin kendisini dinleyecek, dinlenebilecek bir zamanının olmamasıdır ‘tehlike’ diye isimlendirmeye çalıştığım şey.
Hele kişinin zamanı kısıtlı, zevk alacak uğraşıları ya da hobileri yoksa zamanla bu kişinin enerjisi tükenecek, belki hayata küsecek, çabuk yıpranacak, durağanlaşacaktır. Belki de bu kişi hızla kendinden ve çevresinden de uzaklaşacaktır. Yorgun, argın ve yeterince dinlemeyen bir insan; kendini işine de tam manasıyla veremeyecektir. Sosyal ve toplumsal yaşantısında, doğru ve anlamlı ilişkiler geliştirebilecek bir zamanı kendisine ayırmadığından, ruhu için çok gerekli olan bir dost, arkadaş ve eşten de mahrum kalacaktır. Bu nedenle de yalnız yaşamaya mahkûm olacak, içi karardığı için somurtkan ve asık suratlı, yaptıklarından daha çok yapamadıkları ve yapamayacakları yüzünden bir ömrünü heba edip, ‘yaşamadan’ bu dünyayı terk edecektir.
Çalışmak, yaşam döngümüz için gerekli ekmeği kazanmanın en kutsal yoludur. Ama ne kadar ekmek lazım, onurlu bir yaşam için ne kadarı yeterlidir? Çalışma denen şeyin içinde biraz da olsa dinlenmek yok mudur? İçinde dinlenme olmayan bir çalışma şekli olabilir mi?
Bir insan mutlaka çalışacak ama aynı şekilde mutlaka yeteri kadar dinlenmesini, ara vermesini de bilecek. Bordrolu bir çalışan ise çalışma şartlarının bu yönde iyileştirilmesi için işvereni ile orta yolu bulmaya çalışacak. Gerekirse örgütlü mücadele verecek ama insanca yaşayabilmesi için insanca çalışabileceği ortamlara kavuşmaya da gayret edecek. İşin özü, bir insan ne kadar yoğun ve sıkı çalışmışsa, o derece de dinlenmek için zamana ihtiyacı olacaktır. İster kendi işimiz olsun isterse başkasının yanında çalışalım, mutlaka dinlenmenin bir yolu bulunmalıdır. Hayatı ıskalamadan yaşamak ve sağlıklı bir ömür sürebilmek için bu hepimizin kendimize karşı bir sorumluluğudur.
Türk toplumunda nedense bazı yanlış öğretiler, kabul gören yanlış algılar var. ‘Dinlenme bilmeden çalışmak’ iyi bir şeymiş gibi bir toplumun kodlarına kadar işleyen algı oluşturulmuştur. Çalışırken fedakârlık etmek bizde kutsal görülür. İşine ne kadar çok zaman ayırırsa, mesaiye kalırsa, hatta hafta sonlarını bile iş yerinde çalışarak geçirirse, o kişi en makbul kişi olarak görülür. İşveren de olsa bu böyledir. İşgören ise zaten en başta kendisinden bu şekilde çalışması beklenir.
Oysaki herkes bilir ki, bir insan güç ve enerji toplayamaz ise bir sonraki gün işe yorgun bir şekilde gitmek zorunda kalır. Bu tekrarlanırsa kronik bir yorgunluk durumu hasıl olur. Kişi bırakın çalışmayı, yaşamaktan bile soğumaya başlar.
İnsan biraz dinlenmeyi bilebilirse, hayatında çok şeyin değişeceğini de yakından görecektir. Dinlenme denen şey, aktif ve pasif olmak üzere ikiye ayrılır. Pasif dinlenmek bir nevi tembellik etmektir ve insanın zaman zaman tembelliğe de ihtiyacı vardır. Bir şey yapmadan yatmak, uyumak ve miskinlik etmek, beden ve ruh sağlığımız için gereklidir. İşin dozunu kaçırmadan pasif dinlenmeler yapmak gerekir. Aktif dinlenme ise adı üstünde birtakım hedefleri olan, kişiyi harekete, araştırmaya, eğlenmeye sevk eden hobi tarzı alışkanlıklardır. Farklı uğraşlar da dinlendirir. Örneğin spor yapmak, seyahat etmek, dans çalışması yapmak, araştırmak, okumak, yarım kalan işleri yapmak, yeni bir şey öğrenmek, sinemaya gitmek, tiyatroda bir oyun izlemek vb. kültürel aktiviteler yapmak, bir arkadaşla satranç veya dama türünden zihin geliştirici oyunlar oynamak sayılabilir. Bunun dışında düşünmek için inzivaya çekilmek, birkaç gün çalışma ortamından uzaklaşmak da bir tür aktif dinlenme şeklidir ve her çalışan için mutlak gerekli bir dinlemedir.
İnsanlardan uzaklaşmak, insanın kendisiyle baş başa kalması da aynı derece de önemlidir. Ancak bazı insanlar yalnız kalmaktan ölesiye korkar. Ve dillerinden şu türden sözler hiç eksik olmaz: "Yalnızlık sadece Allah'a mahsustur!". Bazıları ise insanlardan kaçar ve kendisiyle baş başa kalmayı tercih eder. Her insan farklı farklıdır. İçe veya dışa dönüklük bir mizaç özelliğidir ve kişiye özgüdür. Ama insanın sorunlardan kaçmak için içine kapanması istenilen bir durum değildir. Bu tür yönelimlere sahip insanlar, ruh hekimlerinin alanına girmeye başlar. İçine kapanmak, dinlenmek değildir.
Modern yaşamın insanı doğadan ve doğallıktan uzaklaştırması, taş yığını apartmanlarda hayat sürmek zorunda kalan şehir insanı için çözülmesi gereken ayrı bir konudur ve derindir. Çevresel faktörler, güzel bir yaşamanı anahtarıdır. Huzurlu bir dinlenme ortamı, çevresel şartların iyi olduğu yerlerde tesis edilebilir. Bununla birlikte yine de insan her fırsatta doğaya yönelmenin bir yolunu bulabilmelidir.
Bu arada insan doğaya yönelmesi gerektiği gibi doğal olarak kalmanın da bir yolunu bulabilmelidir. İnsanın kendisi gibi olması, kendisiyle barışık bir hayat yaşaması, bu yaşamdaki en büyük kişisel zenginliktir. Bundan daha güzel bir şey yoktur hayatta. Bu hayatın akışı içerisinde kimseyi mutlu etmek zorunda değiliz. Dingin, huzurlu ve mutlu bir yaşam için kendimize vakit ayırmak, başkalarından önce kendimizi mutlu etmeye çalışmak, kendimize yapacağımız en büyük iyiliktir. Biz iyi isek, etrafımıza da faydamız dokunur. Biz mutluysak, etrafımıza mutluluk saçarız. Bunalımdaysak, etrafımızdakileri gereriz. Hayatı onlara da zehrederiz. Buna gerek var mı?
Yazımın başında söylediğim şeye geri dönersek, modern hayatın koşuşturmacası içerisinde kendimizi boğmadan, boğulmaya izin vermeden, ‘dinlenmeyi’ mutlaka başarmalıyız. Dinlenmeyi bilmiyorsak, bunu öğrenebileceğimizi bilelim. Biraz kendimizi dinlesek, zaten doğal olarak dinlenmeye ihtiyacımız olduğunu hemen görürüz. Yeter ki bunu bir ihtiyaç olarak görelim, kabullenelim. Ben olmasam bu iş aksar, işim batar, patron kızar vb. kaygılardan uzak duran bir bilinç geliştirmek, modern yaşamdaki kişilerin sahip olabileceği en büyük kazanç, kendisine yapabileceği en büyük iyiliktir.
Mega kent İstanbul… Yutma bizi, dinliyoruz seni. Tıpkı Orhan Veli'nin dizelerindeki gibi.
İstanbul'u Dinliyorum
İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı
Önce hafiften bir rüzgâr esiyor;
Yavaş yavaş sallanıyor
Yapraklar, ağaçlarda;
Uzaklarda, çok uzaklarda,
Sucuların hiç durmayan çıngırakları
İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı.
İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı;
Kuşlar geçiyor, derken;
Yükseklerden, sürü sürü, çığlık çığlık.
Ağlar çekiliyor dalyanlarda;
Bir kadının suya değiyor ayakları;
İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı.
İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı;
Serin serin Kapalıçarşı
Cıvıl cıvıl Mahmutpaşa
Güvercin dolu avlular
Çekiç sesleri geliyor doklardan
Güzelim bahar rüzgarında ter kokuları;
İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı.
İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı;
Başımda eski alemlerin sarhoşluğu
Loş kayıkhaneleriyle bir yalı;
Dinmiş lodosların uğultusu içinde
İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı.
İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı;
Bir yosma geçiyor kaldırımdan;
Küfürler, şarkılar, türküler, laf atmalar.
Bir şey düşüyor elinden yere;
Bir gül olmalı;
İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı.
İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı;
Bir kuş çırpınıyor eteklerinde;
Alnın sıcak mı, değil mi, biliyorum;
Dudakların ıslak mı, değil mi, biliyorum;
Beyaz bir ay doğuyor fıstıkların arkasından
Kalbinin vuruşundan anlıyorum;
İstanbul'u dinliyorum.