ekonomi

Türkiye’nin Ekonomisi Üzerine Düşünceler

Türkiye açısından mevcut durumda en büyük risk, ekonomik göstergelerdeki bozulmanın siyasi iktidar tarafından kamusal bir sorun olarak görülmemesidir. Bu durum, kamu politikası sürecinin işleyişini sekteye uğratmakta ve ölümcül sonuçları olabilecek bir atalet yaratmaktadır.

Ekonomik Güç

Sevgili dostlar, ekonomik güç toplumların her alandaki gücünün temel belirleyicisidir. Bir ulusun ekonomik gücünü belirleyen nedir? Bu soruya verilebilecek cevaplar içerisinde iktisatçıların üzerinde uzlaşabileceği konu üretimdir. Ancak üretim, kısa sürede artırılabilecek bir unsur değildir. Emek, sermaye, doğal kaynak ve girişim faktörlerinin uygun zamanda ve uygun miktarda bir araya gelerek örgütlenmesi gerekir. Emek dediğimiz kavram, sadece fiziki emeği değil, üretimi mümkün kılan zihni emeği de kapsar.  Eğer bilginin üretimdeki önemi yeteri kadar kavranamazsa, üretim faaliyeti tekrar ya da taklitten öteye geçemez. Bu şekildeki üretim de toplumlara refah getirmekten ziyade, onları küresel iş bölümünün kararlaştırılmış zincirinde bir halka haline getirmekten fazla bir etki yaratmaz. Bugün (herhangi bir doğal kaynağa bağlı olmayan) zenginlik içinde yaşayan ulusların hemen hepsi bilgi üretmeyi başarabilmiş toplumlardır. 

Bilimsel bilgiyi üretebilmenin itici gücü ise, felsefedir. Bu çerçeveden bakıldığında, örneğin Almanya'nın bugünkü zenginliğinin temellerini 17-19. Yüzyıllardaki Alman felsefesinde aramak yanlış olmayacaktır. Bu kritik dönem aynı zamanda sanayi devriminin gerekleştiği, üretimin kitlesel ölçekte yapılmaya başlandığı bir dönemdir. Bu dönemde bilgiyi üretebilen toplumlar, zaman zaman sendelese de, düşse de düştüğü yerden kalkmayı bilecek kadar başarılı olmuş toplumlardır. İmparatorluk geçmişi olan Türk milletinin bu süreçte geç kalmasının nedenlerini felsefeden ve bilimsel bilgiden uzaklaşmasında aramak mümkündür. Ulusların arasındaki refah farkının açılmasını ya da kapanmasını belirleyen etkenin, ulusun bilgi üretim sürecindeki konumu tarafından belirlendiğini düşünebiliriz.

Ulusların Arasında Oluşan Refah Farkının Kapatılması Mümkün Müdür?

Emperyalizm üzerine yazılmış kaynaklarda, az gelişmişlik olgusunu küresel iş bölümünün sonuçlarından biri olarak ortaya koyan görüşler mevcuttur. 

Bununla birlikte döngüden çıkmayı başarabilmiş toplumların başarı hikayeleri de mevcuttur. Ancak gerçek bir başarı hikayesi, bilimsel bilgi üretebilmeyi başarabilmiş toplumlar tarafından yazılabilmektedir. 1980'lerin başlarında kişi başına geliri Türkiye'den düşük olan Güney Kore'nin (1), 2021 yılı rakamlarıyla Türkiye'nin yaklaşık dört katı gelire sahip olması (2), daha çok eğitim sisteminin başarısı olarak görülmektedir. 

Türkiye'nin oldukça gerilerde yer aldığı, "OECD üyesi ülke öğrencilerinin matematik, fen ve okuduğunu anlama becerilerini ölçen PİSA testlerinde" Güney Kore altıncı ya da yedinci sıralarda yer almaktadır (3). 

Eğer doğrudan cevap vermek gerekirse, her zaman farkı kapatmak mümkündür ama bunun için özellikle eğitim, sağlık, güvenlik gibi idari nitelikteki kamu hizmetlerine yönelik kamu politikası süreçlerinin bilimsel bilgi ışığında sürdürülmesi gerekmektedir. Diğer bir ifadeyle bilgiyi üretebilen bir toplum olmak, yani bağımsız olmak gerekmektedir. Elbette burada siyasi iktidarın sorumluluğunu vurgulamak gerekir. Gelişmiş ülkelerde kurumların siyasi iktidar üzerinde etkisini konuşurken, geri kalmış ülkelerde siyasi iktidarın kurumlar üzerindeki etkisini konuşmak zorunda kalmak tesadüflerle açıklanamaz. Bir ülkenin uzun yıllar boyunca yetişmiş insan gücünün profilini ve üretimini etkileyecek eğitim politikaları, bir kişinin masa başında vereceği bir kararla oluşturulmamalıdır. Aksi takdirde eğitimin çıktılarının diğer ülkelerle karşılaştırılması durumunda ortaya çıkacak tablo kaçınılmaz olarak bellidir. Uluslar arasındaki refah farkı açıldıkça, maruz kalınacak risklerin boyutlarının büyümesi de kaçınılmazdır. Yani az gelişmişlik kıskacından kurtulmak giderek daha da zor hale gelmektedir. 

Kamu Politikası Tercihleri ve Ekonomi

Siyasi iktidarların belirleyici rol oynadığı kamu politikası süreçleri sonucunda bir alternatif maliyet oluştuğundan önceki yazımda söz etmiştim (4). 

Kötü yönetimin en önemli sonucu, alternatif maliyetlerde yaşanan artıştır. Yanlış politika tercihleri, yapılması gerekip yapılmayanlar listesini uzatır ve alternatif maliyetler artar. Bu artış aynı zamanda kamusal sorunların birikmesi anlamına gelir. Örneğin PİSA testlerinde ülkenin başarısız performansı, bu kamusal soruna yönelik bir kamu politikası sürecinin başlamasını gerektirirken, sorunun görmezden gelinerek kamu kaynaklarının önceliği olmayan projelere ya da alanlara aktarımı eğitim alanında bir alternatif maliyet yaratır. Sorunun görmezden gelinmesine devam edilmesi durumunda, zamanla eğitimli işgücü bir alternatif maliyete dönüşür. Bilgi üretebilme kapasitesinin artışı da bir alternatif maliyet olarak karşımıza çıkar. Bilgiyi üretmeden topluma refah artışı sağlayabilecek bir üretim yapmak ise mümkün görünmemektedir. 

Siyasi iktidarın kamusal sorun olarak neyi öncelikle ele aldığı, kamu politikası tercihlerini şekillendiren temel etkendir. Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından açılacak kursların toplumun önceliği olduğu iddia ediliyorsa, eğitimli insan gücü, bilgi üretme kapasitesi, refah artışı sağlayacak yüksek katma değerli üretim gibi konularda başarılı olmak için tahsis edilecek kamu kaynakları çoğunlukla yetersiz kalır. Politik söylem ise, bu gibi durumlarda başarısızlığın yarattığı enkazı meşrulaştırma çabasından başka bir şey değildir. 

Ekonomik Göstergelerdeki Bozulma Bilinçli Bir Tercih Olabilir mi?

Kamu politikası tercihleri açısından bakıldığında böyle düşünmek için yeterince haklı gerekçe bulunmaktadır. Örneğin politika faizini inatla düşürmenin kimlere ne sağladığına bakmak, bir diğer boyutuyla Anayasanın 24. Maddesi açısından suç teşkil edecek dinsel temelli bir politika tercihinin aslında politik söylemden öte bir anlam ifade etmediğini anlamamızı sağlayabilir. Çünkü bu politika tercihi ile gerçekleşenleri şu başlıklar altında toplamak mümkündür; 

1. Kamu bankaları ekonominin gerçekleri ile uyumlu olmayan faiz oranlarıyla belirli kesimlere kaynak transferi yapmakta ve görev zararı oluşturmaktadır. Bu oluşan görev zararı kamunun zararıdır.

2. Siyaseti destekleyen müteahhitler ellerinde kalan konut stokunu yüksek bedellerle paraya çevirebilmektedir. 

3. Bankalar Merkez Bankasının %14 ile verdiği fonlama ile daha yüksek faizli tahviller üzerinden yüksek faiz gelirleri elde edebilmektedir ki, bu dönemde banka karlarında çok yüksek oranda artışlar olmuştur. 

4. Merkez Bankası etkinliğini tamamen kaybetmiş, döviz kurlarındaki istikrarsızlığa müdahale edebilecek araçları da kullanamaz duruma gelmiştir.  Döviz kurunu kontrol etmek için oluşturulan KKM (Kur Korumalı Mevduat) aracı ise, kamunun kaynaklarını parası olanlara bir şekilde transfer etmek anlamına gelmektedir. (Kamu kaynağı dediğimizde hepimizin ödediği vergileri anlamamız gerekmektedir.)

5. Ülkenin iflas risk pirimi (CDS), tarihte görülmemiş değerlere ulaşmıştır. Beş yıllık CDS, 803 olarak 800 üzerinde seyretmeye devam etmektedir (5). Ülkenin borçlanma kaynaklı faiz yükü dolaylı olarak artış göstermeye devam etmektedir. 

6. Bozulan bütçe dengelerinin yeniden sağlanması için, birçok üründe vergi oranları ücretliler açısından dayanılamayacak seviyelere gelmiştir. Akaryakıt zamlarını bu açıdan değerlendirmek mümkündür. 

Sonuç

Bütün bu tablo içerisinde bile, bilimsel olan tercihlere değil, farklı gerekçelere dayandırılan politika tercihlerine yönelenmiş olması, bunların bilinçli bir tercih olduğu yönünde bir kanaat oluşturabilmektedir. Yine de şu an için bu bilinçli politika tercihinin gerçek amacının ne olduğu konusunda yeterli veriye sahip değiliz ve belki bunu yıllar içerisinde görüp öğreneceğiz. Ancak bu tercihin toplumun refahına olumsuz etkileri yakın vadede her geçen gün kendisini daha yoğun biçimde hissettirmektedir. Sürdürülebilir olamayan bu sürecin sonunda mutlaka bilimsel ekonomi yönetimine dönüş gerçekleşecektir ama oluşan zararların telafisi uzun yıllar alabilecek bir boyuta ulaşma riski taşımaktadır. 

Türkiye açısından mevcut durumda en büyük risk, ekonomik göstergelerdeki bozulmanın siyasi iktidar tarafından kamusal bir sorun olarak görülmemesidir. Bu durum, kamu politikası sürecinin işleyişini sekteye uğratmakta ve ölümcül sonuçları olabilecek bir atalet yaratmaktadır. Kriz durumlarının özelliği, durumun ve şartların süratle değişmesidir. Buna karşı tedbir almadan iyi şeyler olmasını ummak, ötenaziden farksızdır. Oysa bir ülke yönetimi açısından ötenazi bir politika tercihi olamaz. 

Kaynaklar:

(1) https://www.mahfiegilmez.com/2017/08/turkiye-ve-guney-kore-ekonomilerinin.html

(2) https://t24.com.tr/yazarlar/tamer-yakut/guney-kore-mi-turkiye-mi-ayni-yolun-yolcusu-mu- 

(3) A.k.

(4) https://strasam.org/ekonomi/mikroekonomi-ve-makroekonomi/ekonomik-sorunlar-ve-kamu-politikasi-906

(5) http://www.worldgovernmentbonds.com/cds-historical-data/turkey/5-years/

Dr. Özkan LEBLEBİCİ
Dr. Özkan LEBLEBİCİ
Tüm Makaleler

  • 29.06.2022
  • Süre : 5 dk
  • 331 kez okundu

Google Ads