Site İçi Arama

ekonomi

Ekonominin Dili

Muhalefetin gündeminde açıktan iktidarın gündeminde ise perde arkası erken seçim (aslında Anayasal tanımı seçimlerin yenilenmesi) konuşuluyor.  Vatandaşın gündemi ise oldukça farklı çünkü siyasetin çözmeyi beceremediği sorunları sırtında taşıyor.

Ekonominin Dili

Muhalefetin gündeminde açıktan iktidarın gündeminde ise perde arkası erken seçim (aslında Anayasal tanımı seçimlerin yenilenmesi) konuşuluyor.  Vatandaşın gündemi ise oldukça farklı çünkü siyasetin çözmeyi beceremediği sorunları sırtında taşıyor. Tencere artık daha zor kaynıyor, işsizlik var, çarşı pazar el yakıyor ve siyaset buna henüz çözüm bulmuş değil. Dolayısıyla erken seçim üzerinden yapılan tartışmalar da vatandaşın çok ilgisini çekmiyor.

Ben size karanlık bir tablo çizmeyeyim diyorum ama görüneni de saklayacak durum yok. Sanırım ülke Cumhuriyet tarihinin en büyük ekonomik kriziyle baş başa kalmış durumda. Şöyle ki; krizin sebebi finansal ya da reel sektörde yaşanan olumsuzluklar olabilir. Finansal krizlere çözüm bulmak daha kolaydır. Kriz reel sektörde ise süreç daha sıkıntılı yaşanır ama bir şekilde krizden yine çıkarsın. Ancak hem finansal hem de reel sektörde yaşanacak bir ekonomik krizin ülkeye faturası ağır olur. Tam da bahsettiğim bu işte. İlk kez tüm ekonomik göstergelerin olumsuz seyrettiği bir durumla karşı karşıyayız. Hem finans sektöründe hem de reel sektörde daralmalar var ve tanımlayamıyoruz. Tanımını yapmakta güçlük çektiğimiz bir hastalığın tedavisi gibi düşünün. Hastalığı teşhis edemeyince tedavinin de nasıl olacağı konusunda belirsizlikler yaşanıyor.

Tanımını yapamadığımız bir krizle baş etmenin yolunu da bulmak zordur. Doğal kaynakların sınırlı olduğu bir ülkede alınan dış borçların üretime yöneltilmesi gerekirken maalesef tüketim ekonomisi modeli hâkim olmuştur. Ürettiklerimizi ve aldığımız borçları “müsrif” bir anlayışla ithal tüketim mallarına harcadığımız bir gerçektir. Bunu “cep telefonu” ya da “her evde iki araba” müsrifliği ile sembolize edebiliriz. Yol, köprü, bina yapımı elbette önemlidir ve biz bunları altyapı olarak tanımlayabiliriz ancak yatırımların tamamı özellikle büyük şehirlerde plaza ve alışveriş merkezleri yatırımına dönünce yapılan yatırımlar geri kazanımı olan akıllı yatırımlar olmuyor.

Ekonomik ortamı sadece teşvik paketleri, faiz oranları ayarlama, swap hareketleri olarak görmek yanılgıdır. Para politikaları ile bir yere kadar gidilebilir ama nihai çözüm olmaz, yapısal tedbirler şarttır. Yapısal tedbirler ile kastettiğim; ortamın liberalizasyonu ve ekonomik faaliyetler ile yatırımlar için olgunlaştırılmasıdır. Ekonomik refah ile demokrasi birbirinin alternatifi değil tamamlayıcısıdır. Krizi aşmak için hukukun üstünlüğü, yargı bağımsızlığı, erkler (güçler) ayrılığı gibi ilkelerin hayata geçirilmesinin yanında kamu hesaplarının şeffaflığı, BDDK, Merkez Bankası gibi kurumların bağımsızlığı, üretici bazlı teşvikler ve devamında sektörel (tarım, hayvancılık, savunma, yazılım, ilaç) reformlar gibi konular süratle hayata geçirilmelidir.

Hastalığın teşhisine katkı sağlamak ve resmi daha anlaşılabilir kılmak için makro ekonomik göstergelerle, rakamlarla boğuşmayacağım. Hissedileni anlamanın daha basit yolları da var. Nasıl mı?

Benim çiçekçi bir arkadaşım var. Merkezi bir yerde tezgâhta çiçek satıyor. Öyle dükkân falan değil küçük bir tezgâhı var. Sabah açıyor akşam topluyor. Buradan kazandığı ile ailesinin geçimini sağlıyor. Zeki ve akıllı bir arkadaş, belki eğitimli değil ama çok keskin, isabetli gözlemleri var. Her gün önünden yüzlerce insan geçiyor. Varlıklısı, yoksulu, öğrencisi, erkeği, kadını, yerlisi, yabancısı… Tezgâhın başında oturup gün boyu vakit geçiren bir esnaf değil bir taraftan işini yapıyor bir taraftan da etrafını gözlüyor, gözlemleriyle nabız ölçüyor.

Ara sıra denk geldiğimizde geldiğimde ayaküstü sohbet ediyoruz. Gözlemlerini bana da aktarıyor. Hani esnafın dili derler ya arkadaşımın söylemi de tam bu işte. Geçen gün çok basit bir cümleyle ekonomik durumu bana anlattı: Daha önce bu çiçeği 20 TL.ye alıp 30 TL.ye satıyordum ama şimdi 30 TL.ye de alsam 20 TL.ye bile satamıyorum dedi. Neden böyle diye sordum; beklentim insanlarda çiçek alacak para yok demesiydi ama o farklı bir cevap verdi. “İnsanlar artık bu tip şeylere para harcamıyor, mutlu insan çiçek alır insanlar artık pek mutlu değiller” deyiverdi. Ben tespitinin kaynağı nedir diye sormadan tavırlarından, bakışlarından, yüzlerinden anladığını da ekleyiverdi. Olaya Keynesyen bir bakış açısından çok Kahnemancı bir analizle yaklaştı ve iktisatçıların, köşe yazarlarının, siyasetçilerin bize rakamlar, istatistikler, bilimsel analizlerle anlatmaya çalıştığı şeyleri bir cümlede özetleyiverdi.

Aslında çiçekçi arkadaşımın tespitinin arkasında kocaman bir gerçek duruyordu. Çiçek ekonomide temel bir mal değildir. İkame bir üründür. İnsanlar zorunluluktan dolayı çiçek almaz. Gergin, mutsuz, sorunlu insanın gözü çiçeği de görmez zaten. Çiçek eşe, dosta, sevgiliye, nişanlıya, arkadaşa alınır ve bir mutluluk, umut işaretidir. Gelecekle ilgilidir. Sürdürülebilir ilişkilerin sembolüdür. Akşamüzeri eve giderken 20 TL. verip bir buket çiçek almanın kimseyi ekonomik olarak zora sokacağı da yok. Demek ki iş sahibi olmayan, geçim sıkıntısı çeken, tenceresi kaynamayan, geleceğinden kaygılı insanın eşini, dostunu düşünecek hali de olmuyor. Her dört gencimizden biri işsiz, gençlerin gelecek kaygısı var. Tablo gün geçtikçe kararıyor.

Ekonomik refah belki bir ülkede tek başına her şey değil ama pek çok şeyin de başlangıç noktasıdır. Siyasetçinin görevi ülkede tüm vatandaşları mutlu edecek politik ve ekonomik bir iklim yaratmaktır. Asgari düzeyde bir refah ve sürdürülebilir günlük yaşam ise mutlu insanların yaşadığı bir ülkenin temel şartıdır. Şöyle diyebilir miyiz? İnsanların gelecekten umutlu olduğu, daha çok çiçek satılan bir ülke istiyoruz…

x

Dr. Eşref ÖZDEMİR
Dr. Eşref ÖZDEMİR
Tüm Makaleler

  • 27.12.2021
  • Süre : 4 dk
  • 1609 kez okundu

Google Ads