Karadeniz’in altında ne var?
Karadeniz adıyla da uyumlu bir deniz aslında. Yüzeyden 200 metre altta artık doğru dürüst yaşam yok! Çünkü bu derinlik altında artık suda oksijen de yok. Oksijen yoksa yaşam da yok demektir. Aslında tam da öyle değil de, oksijen yaşam için çok önemli diyelim. Zehirli bir deniz Karadeniz!
Adım Deniz olsa da denize ait aklımdaki ilk anı İskenderun'dadır. Ben daha beş yaşındayken bir yıl kadar İskenderun'da kalmışız.
Ben daha çok bahçeli evimizin acı portakal ağaçlarını (turunç) hatırlasam da, hayal meyal de olsa sahilde o fırtına gibi sert rüzgarı ve denizden kıyıdaki kayalara vuran o yüksek dalgaları hatırlıyor gibiyim.
Aklımda tam net değil dediğim gibi bu anı, beş yaş, insanın aklında ne kalabilir ki. Ama muhtemelen denizin o coşkulu halinden o gün çok korkmuş olmalıyım. Sanırım o yüzden yer etmiş hafızamda.
Denizle ilgili çocukluğuma ait diğer anılar hep Karadeniz anıları. Tabii biraz daha büyüdüğümde İstanbul gezilerimizden de bazı anılar var aklımda.
Daha küçük yaşta ayrıldığım doğduğum kasaba olan Kandıra, deniz kıyısında olmasa da, deniz kıyısında bir sürü sahil beldesi olan şirin bir kasabadır. Sahilleri de çok güzeldir.
Karadeniz kıyılarında yaz sezonu çok kısa olsa da, İstanbul ve Adapazarı, tabii bir de İzmitli yöre sakinlerinin yazlıklarıyla doludur. Küçük küçük bir sürü tatil beldesi ve her beldede yoğun yazlık evler vardır.
Benim çocukluğum da daha çok işte bu tatil beldelerinden biri olan Kefken'de geçmiştir.
O zamanlar tabii deniz bugün olduğu gibi çok kirli değildi. En son gittiğimde denizin durumu benim için bir hayal kırıklığıydı. Çocukluğumda en azından yosun ve denizanası sorunu yoktu. Uzun zamandır gitmedim, belki son yıllarda azalmıştır kirlilik.
Yine de güzeldir bizim oralar, Kerpe, Kefken, Kumcağız, Cebeci... Bunlar benim küçüklüğümün geçtiği yerler. Mesela Pembe kayalar muhteşem renkleri olan kayalarla doludur.
İstanbul'a doğru Sarısu, Seyrek, Fındıklı, Bağırganlı, Ağva ve devamında Şile de çok güzel yerlerdir. Buraları pek bilmesem de, buralar da yörenin epey ünlü tatil beldeleri ve koylarıdır.
Adapazarı tarafında ise Karasu vardır. Küçüklüğümde buraya bir kere gittiğimizi hatırlıyorum. Çok dalgalıydı deniz.
Dediğim gibi küçüklüğüm Karadeniz kıyılarında geçti. Hatta ilk defa derinde yüzmeyi de Kefken'deki Kapri koyunda öğrendiğimi hatırlıyorum.
Bir kayadan diğerine cesaret edip yüzerek değil de, adeta suda kayarak ulaşabilmiştim. Yüzebiliyorum diye içimi bir sevinç kapladıydı o ilk cesaret edebildiğim anda.
Kapri denizin içinde kaya öbekleri olan küçücük bir koydur. Kayalar da midye ve yosun kaplıdır. Derin suya atlamak için o ilk cesaret ettiğim zaman nasıl sarılmışsam ilerideki ulaştığım kayaya, bütün ellerimi, ayaklarımı midyeler kesmişti. Düz anlamıyla kan revan içinde kalmıştım diye hatırlıyorum.
Küçüktüm tabii o zamanlar. Çocukluk işte. Kefken koyunda, limanın orada kumsalda yüzsene her zamanki gibi, bir iki kulaç sonra yine kuma basarsın olur biter, ne işin var kayalık yerde, derin sularda.
Evet, bizim oraların kıyıları güzeldir.
Ama denizi de güzel olsa da adı KARA nedense, Karadeniz!
Merak ederdim önceden niye Karadeniz demişler diye, sonradan bir yerlerde okudum, doğru mudur tam bilmiyorum gerçi, Türk kültüründe denizler renklerle adlandırılırmış, yönlerine göre.
Kuzeyde olan denize verilen renk kodu karaymış, kuzeydeki deniz, yani Karadeniz.
Batıda olursa Akdeniz, güneyde ise Kızıldeniz.
Doğuda olursa da renk kodu mavi. Ama doğuda denizimiz olmadığı için Mavideniz de yok etrafımızda.
Evet, Karadeniz adıyla da uyumlu bir deniz aslında.
Yüzeyden 200 metre altta artık doğru dürüst yaşam yok! Çünkü bu derinlik altında artık suda oksijen de yok. Oksijen yoksa yaşam da yok demektir. Aslında tam da öyle değil de, oksijen yaşam için çok önemli diyelim.
Zehirli bir deniz Karadeniz!
Tamam, oksijen yok da, ne var peki derinliklerde, 200 metrenin altında?
200 metrenin altı eriyik halde sülfür oksit, yani kükürt dioksit, SO2!
Eskiden kışları kömür yakıldığı için şehrin üzerine çöken ağır bir hava kirliliği olurdu ya, eskiler bilir. Ben de çocukluğumdan hatırlıyorum. İşte o ağır gazın suda eriyik hali.
200 metreden 250 metreye kadar ise daha farklı bir gaz varmış, yine eriyik halde bulunuyormuş. Zehirli bir gaz.
Çürük yumurta kokusu veren hidrojen sülfür gazı.
Bu derinliklerde canlı organizma yaşamaz diye düşünülse de, yaşamak için oksijen ihtiyacı olmayan bakteriler (anaerobik bakteriler) mevcut dünyada.
İşte bu derinliklerde bu bakteriler de kendilerine yaşam ortamı bulmuşlar. Anaerobik bakteriler tarafından sudaki kükürt dioksit (SO2) parçalanarak, içindeki kükürt ve muhtemelen kirli sudaki başka kimyasallardan hidrojen de alınarak bir kükürt ve hidrojen birleşimi olan hidrojen sülfür (H2S) gazı üretiyorlarmış ve suya salıyorlarmış.
Bu bakteriler özellikle bu 200 metrenin hemen altındaki 50 metrelik tabakada yaşam koşulları bulabildikleri için hidrojen sülfür gazı eriyik halde yoğunluklu olarak bu tabakada bulunuyormuş. Gaz alt seviyelerde de mevcut deniyor, ama yoğunluk bu oksijensiz üst tabakada diye yazıyor internetteki bilgilerde.
Hidrojen sülfür (H2S) aslında çok toksik bir gaz. Yani hem çok pis kokuyor, çürük yumurta kokusu, hem de çok zehirli.
Sadece denizlerde değil, kömür madenlerinde de bulunabiliyormuş. Umarım madenlerimizde sadece metan dedektörü yoktur. Bu gaz için de önlem alınmıştır.
Ama özellikle kirlilik seviyesi çok yüksek olan denizlerde oluşuyor deniyor, mesela İzmit ya da İzmir körfezlerindeki o sudaki çürük yumurta kokusunun sebebi işte bu gaz. Haliç de bir zamanlar aynen bu gaz yüzünden çok pis kokardı. Şimdi temizlendi Allah'tan.
İnternette bu gazın zararları konusunda bir sürü bilgi var. Hemen her makalede belli bir süre maruz kalındığında insanlarda ne gibi semptomları oluyor diye araştırma sonuçlarından bahsediliyor.
Bir makalede o kadar zararı olmasına rağmen tıpta, özellikle kanser tedavisinde bazı faydalı amaçlar için de kullanılması üzerine bazı çalışmalar yapılıyormuş diye okudum.
Ama özellikle sinir sistemine etki ettiği için belli bir sürenin üzerinde solunduğunda zehirleyici etki ettiği üzerine gerçekten çok makale var.
Bu konu nereden aklına takıldı diyeceksiniz.
Bir süredir nedense şu dışarıya enerji bağımlılığımızdan nasıl kurtuluruz diye epey bir düşünüyorum ve araştırıyorum. Yazılarımı takip edenler fark etmiştir.
Bu alternatif enerji kaynaklarından biri de yine daha önce yazdığım gibi hidrojen. Sıvılaştırılmış haldeki hidrojen, yani yakıt hidrojen için geleceğin yakıtı deniyor.
Sonuçta hidrojen gazı bir yakıt olarak kullanıldığında gayet çevreci bir yakıt. Yandığında çıkan atık su buharı, H2O.
Son teknolojik gelişmeler neticesinde hidrojen kullanarak direk olarak elektrik üretmek artık mümkün. Hidrojen özel bir dizi işlemden geçirilerek yakılıyor ve elde edilen elektrik enerjisi ile araçların pilleri doldurulabiliyor. Daha önce yazdığım gibi bu teknoloji ile çalışan otomobiller, tırlar, uçaklar, gemiler trenler çoktan üretildi bile.
Hidrojen üretiminde Rusya'nın dünyada başa oynayan bir üretici olduğunu da yazmıştım daha önce. Çünkü doğalgaz hidrojen üretimi için şu anda en çok kullanılan hammadde.
Rusya'nın ürettiği Hidrojen ise yakıt olarak henüz çok kullanılmasa da, endüstride amonyak ve benzeri kimyasallar açısından epey çok kullanım alanına sahip.
Tabii hidrojen suyun elektrolizi yöntemiyle de elde edilebiliyor. Bu amaçla güneş enerjisi, rüzgâr enerjisi gibi yenilenebilir enerjiler kullanmak da mümkün.
Ancak su molekülünün ana elementleri olan hidrojen ve oksijenin birbirleri arasındaki bağı çözmek için oldukça fazla enerji harcamanız gerekiyor. Hem de elektroliz yöntemi ile yavaş bir kimyasal dönüşüm yapılabiliyor. Yani elektroliz yöntemiyle hidrojen elde etmek epey uzun sürüyor ve harcanan enerji de çok az değil.
Karadeniz altında ne var diye merak edip araştırırken H2S, yani hidrojen sülfür olduğunu okuyunca hidrojen konusu yine aklıma düştü.
Bu gazın içindeki sülfürü, yani kükürtü ayırıp hidrojen elde edebilmek mümkün değil midir acaba diye merak ettim.
İşte okuduğum birçok makalede bu gazın ne kadar toksik bir gaz olduğundan bahis geçiyordu, ama nedense hidrojen konusunda pek bir bilgi yoktu.
Uzun bir araştırmadan sonra nihayet bir makale buldum bu konuda.
Evet, hidrojen sülfürden hidrojeni ayırmak mümkünmüş.
Hatta çok da kolay deniyor makalede.
Üstelik Karadeniz altındaki bu enerji kaynağı da öyle az buz değil. İyi bir organizasyonla belki de epey bir enerji ihtiyacımızı karşılayabilecek düzeyde.
Hepsinin ötesinde hidrojen sülfürü ayrıştırmak su molekülünü ayrıştırmaktan yaklaşık üç kat daha az enerji istiyormuş.
Hem de çok daha hızlı ayrışıyor deniyor makalede.
Elde edilen hidrojen sıvılaştırılarak yakıt olarak kullanılabilirken, gazın içindeki diğer element olan kükürt, yani sülfat da yine endüstriyel amaçlar için değerlendirilebiliyormuş.
Ben de baktım daha sonra, kükürtün de sanayide birçok kullanım alanı var. Bunlardan biri de sülfürik asit üretimi. Evlerde eskiden temizlik için kullanılan kezzap yani.
Karadeniz altındaki bu enerji kaynağı hidrojen sülfür olarak yaklaşık bir buçuk milyar ton diye tahmin ediliyor.
Bu miktarda hidrojen sülfürden 270 milyon ton sıvı hidrojen elde etmek mümkünmüş, bu ise yaklaşık 9 milyon Gwh elektrik enerjisi demek.
Atatürk barajı 2400 Mw gücüyle yıllık 8900 Gwh elektrik enerjisi üretebiliyor. Oranlarsak bin (1000) yıllık Atatürk Barajı elektrik üretim kapasitesinden bahsediyorum.
Herhalde sadece otomobillerde kullanılmıyordur hidrojen, doğalgaz santralleri varsa hidrojen santralleri de yapmak mümkündür muhtemelen.
Bu derinliklerdeki gazın toplanabilmesi için deniz yüzeyine özel platformlar kuruluyormuş. Platform üzerinde ise ayrıştırma kuleleri oluyormuş. Bu platformların yapılması çok masraflı olmasa gerek. Sonuçta yüzer platformlardan bahsediyoruz.
Bu konuda birtakım araştırmalar yapan özel firmalar var okuduğum kadarıyla Türkiye'de, ama henüz bu potansiyel enerji kaynağı konusunda toplumun yeterince bilgisi olduğunu düşünmüyorum.
Bakın işte yine bir proje size!
Öyle doğalgaz çıkartmak için deniz dibini 2500 metre delmeye de gerek yok. Epi topu basit bir pompa sistemi kurup en fazla 250 metre derinlikten deniz suyu çekeceksiniz ve ayrıştırma kulelerinde hidrojenle kükürt ayrıştırması yapacaksınız. Hemen platform üzerinde de bir dolum ünitesi yapıp hidrojeni depolayacaksınız. Deposu dolan kıyıdaki tesise yanaşıp hidrojeni boşaltarak, yine hidrojen rasatı için denize açılacak.
Nasıl fikir?
Bu işlem ne kadar zor olabilir ki?
Ne kadar masraflı olabilir ki?
Devlet düzeyinde ciddiye alınsa bu konu kısa sürede mantar gibi yüzen kule dolması lazım Karadeniz'in üzeri.
Bence dikkate alınması gereken bir enerji kaynağı hidrojen sülfür!
Haydi kimya mühendisi arkadaşlar, yorumlarınızı bekliyorum. Konunun uzmanı sizlersiniz.
Niye kimsenin aklına gelmez böyle konular hiç anlamıyorum.
Moskova'dan herkese sevgi ve saygılarımla