Neden Sadece Ekonomide Kriz Var Diye Düşünüyoruz?
Bir ülkede eğer vergiler halkın refahını engelleyecek düzeyde yüksekse mutlaka kötü yönetim söz konusudur. Kötü yönetim sadece siyasi iktidar sorunu olarak görülemez. Yasama meclisini oluşturan vekiller, kendilerine maaş ve özlük hakları tayin edebilme hakkına sahipse sınır nerede çizilecektir? Temsiliyetin sınırları ne olmalıdır? Çalışanların, emeklilerin kendi maaşlarını tayin hakkı yoksa bu hak milletvekillerine neden verilir?
Sevgili dostlar, belki de cumhuriyet tarihinin en ağır ekonomik krizini yaşamaya başladık. Krizlerle, yönetimdeki beceriksizlikler ve yetersizlikler arasında son derece belirgin bir ilişki vardır. Çünkü kriz öncesinde sistem belirtiler vermeye başlar. Kriz birdenbire oluşmaz. Rasyonel bir yönetim, bu belirtileri değerlendirir ve krize girmeyi önleyecek tedbirleri alır. Kriz ortaya çıktıktan sonra kriz yönetimi önem kazanır. Kriz durumlarının en önemli özelliği, durumun çok süratli değişmesi ve öngörülemezliğin artması nedeniyle kriz durumuna özel yönetim önlemlerinin uygulanmasını gerektirmesidir. Eğer akılcı çözümler üretilmezse, kriz durumları kaosa evrimle eğilimindedir. Kaos eşiği aşıldığı andan itibaren, durumun kontrolü mümkün değildir. Bu nedenle kriz yönetimindeki ilk hedef, olayların daha kötüye gitmesinin önlenmesidir.
Sistemlerin bir denge durumu vardır. Bu denge durumunda bozulma başladığında sistemin işleyişi de bozulmaya başlar. Yeniden denge tesis edilemezse, bu bozulma krize evrilir. Toplumsal yapılar, karmaşıklık düzeyi yüksek dinamik sistemlerdir. Bu nedenle devlet yönetiminin sistem gereklerini karşılayacak şekilde kurgulanması ve sürekliliğinin sağlanması gerekir. Türkiye’de yönetim sorunlarının sürekliliği, ülkenin dönem dönem krize girmesi gerçeğini adeta kronik bir sorun haline getirmiştir. Çünkü yönetim yapısında çözülemeyen sorunlar, sürekli dengesizlik üretmektedir. Bu gerçek ortadayken, 2018 yılından itibaren uygulanmaya başlanan “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” yönetim yapısını tamamen bozmuş ve sistem sürekli bir dengesizlik durumuna doğru savrulmaya başlamıştır.
Krizler çoğunlukla kötü yönetimin sonucudur. Kötü yönetimi değerlendirebilen bir ölçüt var mıdır? Demokrasilerde halk siyasi iktidarları değerlendirir ve değişip değişmeyeceğine karar verir. Belki burada Platon’un demokrasi eleştirisine bir ek yapmak gerekir. Sebep sonuç arasındaki bağı çözmekten uzak insanların, bütün toplumun iyiliğine/kötülüğüne karar verebilme hakkı olmalı mıdır? Sorunu böyle ortaya koyunca hemen herkes tehlikenin farkına varmaktadır. Ancak sorun demokraside değildir. Çünkü demokrasi kavramı tarihsel süreçte birçok değerler setini bünyesine katarak gelişmiş bir kavramdır. Temel sorun demokrasinin bütün kurum ve kurallarıyla işletilmemesidir. Alternatif enformasyon yoksa demokrasi sadece egemen gücün manipülasyonundan ibarettir. Bir ülkede farklı haber kaynaklarından doğru bilgiye erişim sorunluysa, olan bitenden haberi olmayanları suçlamak, asıl suçlu olan siyasi iktidarı aklamak gibidir.
Devleti yönetme sorumluluğu ve görevini üstlenen siyasi iktidarlar, kamu politikasını belirleme hakkını elde ederler. Diğer bir deyişle, kamu kaynaklarının tahsisinde söz sahibi olurlar. Her kamu politikası, siyasi iktidarın önceliğini yansıtan hukuki bir metinle somutlaşır. Örneğin eğitim, bilim, araştırma, teknoloji, sağlık yerine Diyanet İşleri Başkanlığı’na ayrılan bütçe, siyasi iktidarın gelecekte görmek istediği ülkenin önceliğini belirler. Bunun yanında, siyasi iktidarın kamu kaynaklarını sorgusuz sualsiz her istediği yere tahsis etme özgürlüğü yoktur. Bunun için demokrasinin en önemli ilkelerinden olan kuvvetler ayrılığı, temel güvencedir ama tek güvence değildir. Siyasi iktidarın ahlaki değerler yönünden halkın parasını kullandığının bilincinde olması da gerekir. İsraf niteliğindeki harcamaları yapıp, sonra kaynaklar tükenince yeni kaynak yaratmak için halktan vergi yoluyla para toplamak, en hafif tabiriyle insanlığın tarihsel kazanımı olan değerlerden nasibini almamış olmak olarak değerlendirilebilir.
Bir otomobil, çeşitli sistemlerin bir araya gelmesiyle ve uyum içinde çalışmasıyla işleyen bir sistemdir. Eğer bu sistemi bir araya getiren parçalarda uyum yoksa otomobil sorunlu çalışır ya da çalışmaz. Devlet yönetimi de birçok sistemin bir araya gelmesiyle oluşan devleti uyum içerisinde yönetebilme becerisini gerektirir. Kötü yönetim, kaynak israfına yol açar ve kaynak israfı, işlevlerden feragat edilemeyeceğine göre yeni kaynak yaratarak çözülebilir. Bir ülkede eğer vergiler halkın refahını engelleyecek düzeyde yüksekse mutlaka kötü yönetim söz konusudur. Kötü yönetim sadece siyasi iktidar sorunu olarak görülemez. Yasama meclisini oluşturan vekiller, kendilerine maaş ve özlük hakları tayin edebilme hakkına sahipse sınır nerede çizilecektir? Temsiliyetin sınırları ne olmalıdır? Çalışanların, emeklilerin kendi maaşlarını tayin hakkı yoksa bu hak milletvekillerine neden verilir?
Aslında bunlar cevap bulunması zor sorular değildir. Ülkede bütün ücretleri asgari ücretin belirli bir katsayı ile çarpımıyla belirlerseniz hiçbir sorun kalmaz. Anayasal olarak milletvekili maaşlarının dört/beş asgari ücret tutarını aşamayacağı gibi bir ilke belirlemek çok zor olmasa gerektir. Böylece milletvekilleri çalışıp halkın refahını artırmadan kendi refahını da artıramayacaktır. Ücret adaletsizliği bile bir kamusal tercih kaynaklıdır. Eğitimli olanla olmayan arasında fark olmazsa, toplumun ilerlemesi mümkün değildir. Genel ücret düzeyini aşağı çektiğiniz zaman halkın refahını çalıyorsunuz demektir. Halkın alım gücünün düşmesi, ülkenin büyümesini yavaşlatır. Gelir dağılımı daha çok bozulur ve sistem denge noktasından hızla uzaklaşır.
Gelir dağılımını adaletli hale getirmenin en kolay yolu, vergi sistemidir. Yüzde 60-70 arası dolaylı vergi oranının olduğu bir ülkede bir kamu görevlisi “vergiyi tabana yayacağız” diyorsa, bu açıkça halkla dalga geçmektir. Zaten tabanda olan vergi yükünü hafifletmenin en kolay yolu, gelir vergisinin artırılmasıdır. Herkesten geliriyle orantılı vergi alındığında gelir dağılımındaki adaletsizlik düzelmeye başlar. Ancak siyasi iktidarın vergiler konusundaki yaklaşımı da kamusal bir tercihi gösterir. Birkaç holding sahibi patronun vergileri silinirken halka ek vergiler getirmek, halkın bütçe hakkının ve egemenliğinin gaspı anlamına gelir. Bir iktidarın belirli firmalara vergi muafiyeti getirmesi ve vergilerini silmesi, normal koşullarda iktidarın özgürlük alanında olamaz. Ancak kulluktan kurtulup vatandaş olamamış toplumlarda siyasi iktidar daima kendinde istediği her şeyi yapabilme gücünü bulur. Yasama kendine ayrıcalık tanıyan düzenlemeler yapmaktan çekinmez. Kısacası sistem uyumsuzluk ve sorun üretir. Bunun doğal sonucu da krizdir.
Ekonomideki dengesizlikler, toplumda bütün sistemleri bozar. Ekonomi politikaları da kamu politikasının bir parçasıdır. Para ve maliye politikalarından oluşur. Para politikası konusunda yapılması gerekenleri tespit etmek daha kolaydır. Çünkü çok teknik bir alandır. Ama söz konusu maliye politikaları olduğunda, siyasi iktidarın sınıfsal tercihleri ve etik ilkelere bağlı olması ön plana çıkar. Bir ülkede vergi sistemi, maliye politikalarının konusudur. Yeni bir vergi koyma yetkisi, egemenlik hakkının bir fonksiyonudur. Bu yetki kişilere, kurumlara, zümrelere terk edilemez. Halkın bütçe hakkı olarak da bilinen bu yetki, temsiliyetle yakından ilişkilidir ve yasamanın faaliyet alanına girer. Temsiliyetin adaletli olması temsilcilerin halkın egemenlik hakkına saygı duyması ile mümkündür.
Özetleyecek olursak, Türkiye’de sistemi bir araya getiren parçaların uyumlu ve dengeli çalışma ihtimali ortadan kalkmıştır. Siyasi iktidar, sürekli kriz üreten bu hastalıklı yapıdan beslenmektedir. Halk böyle bir ortamda ne egemenliğin kendisine ait olduğunun farkındadır ne de böyle bir derdi varmış gibi görünmektedir. Bir ülkede refah azalıyorsa yönetimin iyi ve doğru olması mümkün değildir. Fazla vergiler, enflasyon, gelir adaletsizliği çok açık biçimde kötü yönetimin sonucudur. Sorunu sadece ek vergilerin konması olarak gören bir halk, daha kötü yönetilmeyi de hak ediyordur. Birileri çıkıp, sözde millet adına, vergi koyma, ücret dengesini alt üst etme, çalışma barışını bozma, doğayı tahrip etme, kamu kaynaklarını istediği gibi kullanma ve israf etme hakkını kendinde görebilir. Önemli olan bütün bunlar yapılırken, halkın nerede konumlandırıldığıdır. Kamu yararını öncelemeyen her karar, her düzenleme egemenlik hakkının gaspıdır. Bari her şeyi kitabına uydurma gayretindesiniz, Anayasanın altıncı maddesini kaldırın da tam olsun. Orada durduğu sürece, yapılanlar vatanını seven ve vatandaşlık bilinci olan benim gibi insanlara dert oluyor. Hiç değilse egemenliğin kime ait olduğunu biliriz.