Site İçi Arama

tarih

Türkiye Cumhuriyeti’nin Kurucu Belgesi, Senedi ve Tapusu Lozan Barış Antlaşması’nın 100. Yıldönümü

Bu antlaşma, Türk ulusuna karşı yüzyıllardan beri hazırlanmış ve Sevr Antlaşması ile tamamlandığı sanılmış büyük bir yok etme girişiminin yıkılışını bildirir bir belgedir. Osmanlı tarihinde benzeri görülmemiş siyasi bir zafer eseridir.

24 Temmuz 1923, Kurtuluş Savaşı’nda kazanılan zafer sonrası Türkiye tarihinde büyük önem taşıyan 21 Kasım 1922 tarihinde başlayan ve aralıklar ile 8 ay süren, İsviçre’nin Lozan şehrinde imzalanan Lozan Barış Antlaşmasının 100. Yıldönümü kutlu olsun.

“Lozan Barış Antlaşması”, her türlü kapitülasyona son vererek “Tam bağımsız” Türkiye Cumhuriyeti’nin temeli, kurucu belgesi ve tapusudur. Sadece 4 yıllık Kurtuluş Savaşı’nın değil, 1911-1922 arasındaki 10 yıllık savaş zinciri (Trablusgarp, Balkan, I. Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı) 9 Eylül 1922’de İzmir’in kurtuluşu ile Yunan işgal kuvvetleri Anadolu topraklarından temizlenmesi ile barış sürecinin başlangıç tarihi ve savaşı bitiren bir diplomatik bir zafer olmuştur. Mustafa Kemal Atatürk, Lozan’ı; “Bu antlaşma, Türk ulusuna karşı yüzyıllardan beri hazırlanmış ve Sevr Antlaşması ile tamamlandığı sanılmış büyük bir yok etme girişiminin yıkılışını bildirir bir belgedir. Osmanlı tarihinde benzeri görülmemiş siyasi bir zafer eseridir” sözleri ile önemin belirtmiştir. Lozan Konferansına; Türkiye’nin yanı sıra İngiltere, Fransa, İtalya, Japonya, Yunanistan, Belçika, Portekiz, Romanya ve Yugoslavya delegeleri katılmıştır. ABD gözlemci, SSCB boğazlar sorununun, Bulgaristan ise Ege Denizi kıyısındaki topraklarla ilgili sorunların görüşüleceği oturumlarda yer almıştır. 

Lozan Barış Antlaşması, Leman gölü kıyısındaki Beau-Rivage Palace’ta 24 Temmuz 1923’te imzalanmıştır. Bu antlaşma; batı karşısındaki Türk geri çekilişini Edirne önlerinde durduran, emperyalizmin bölünmüş ve parçalanmış Türkiye hayalini bitiren, milletlerarası bağımsızlık belgesini eline aldığı, Misak-ı Milli sınırları içinde “Bağımsız” ve “Egemen” bir devlet olarak tüm dünya devletleri tarafından resmen tanınmasını sağlayan bir antlaşmadır. Bu antlaşma ile önce Avrupa’dan sonra Balkanlar’dan atılan Türklerin, Trakya’ya ve Anadolu’ya tutunması sağlanmıştır. Lozan Barış Antlaşması, I. Dünya Savaşı’ndan sonra imzalanan ve 100 yıldır hala geçerli olan dünyadaki tek antlaşma olarak Atatürk’ün “Yurtta Sulh, Cihanda Sulh” ilkesinin ilk somut uygulamasını oluşturmuştur.

Osmanlı Devleti, 1920’de Sevr Antlaşması’na boyun eğmiş, ancak öngördüğü düzen Kurtuluş Savaşı ile altüst olmuştur. Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Hükümeti’nin Yunan kuvvetlerine karşı elde ettiği zaferin sonucunda 11 Ekim 1922’de Mudanya Ateşkes Antlaşması imzalanması ile Anadolu’da güçlü bir Türk Devletinin doğmasının yolu açılmıştır. Bu değişen koşullar karşısında Sevr’in tarafı olan İtilaf Devletleri, 28 Ekim 1922’de TBMM Hükümeti’ni 13 Kasım’da Lozan’da toplanacak olan barış konferansına davet etmiş, aynı zamanda TBMM Hükümeti üzerinde baskı kurmak için İstanbul Hükümeti’ni de çağırmıştır. Bu duruma tepki için 1 Kasım 1922’de Saltanatın kaldırılması ile Osmanlı Devleti’ne son verilmiştir. Mustafa Kemal Atatürk; “Türkiye Büyük Millet Meclisi ordularının kazandığı kesin zaferin doğal sonucu olmak üzere, Barış Konferansında Türkiye Devleti yalnız ve ancak Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümetince temsil olunur” sözü ile son noktayı koymuştur. 2 Kasım 1922’de yapılan delege seçimi ile heyete Dr. Rıza Nur ve Hasan Saka, İsmet İnönü’de heyet Başkanlığa seçilmiştir. Milli Mücadele’de savaş alanlarında önemli başarılar elde eden, Mudanya Ateşkes Antlaşması’nda büyük diplomasi başarı gösteren İsmet İnönü, görüşmeler için baş temsilci olarak görevlendirilmiş ve Dışişleri Bakanlığı’na getirilmiştir. Dışişleri Bakanları düzeyinde yapılan toplantıya Türkiye’yi temsil edecek tek güç TBMM hükümeti olmuştur. 

31 Ekim 1922’de görüşmelere katılacak heyete, TBMM Hükümeti 14 maddelik bir talimat vermiş ve heyet tamamen bu talimatlara uygun hareket etmiştir. Misak-ı Milliyi gerçekleştirmeyi, Türkiye’de bir Ermeni devletinin kurulmasını engellemeyi, kapitülasyonları kaldırmayı, Türkiye ile Yunanistan (Batı Trakya, Ege adaları, nüfus değişimi, savaş tazminatı) ve Türkiye ile Avrupa devletleri arasındaki sorunları (ekonomik, siyasal, hukuksal) çözmeyi amaçlamıştır. Ermeni yurdunun ve kapitülasyonların kabul edilmesi asla taviz verilmeyecek konu olarak dikte edilmiştir. İsmet İnönü başkanlığında oluşan heyet, Lozan Konferansı için 4 Kasım’da hareket etmiş ve 12 Kasım’da Lozan’a varmıştır. 

12 Kasım’da İsmet İnönü, verdiği notada; “Konferansın açılma tarihi 13 Kasım olarak kesin biçimde kararlaştırıldığından, Lozan’a gelen Türk Delegeler Kurulunun birlikte kararlaştırılmış olan tarihte müzakerelere girişmeye hazır olduğunu bildirmekle onur kazanırım. Barışın geciktirilmesi Türk milleti için büyüklüğü takdir edilemeyecek fedakârlıkları ve zahmetleri uzatacak ve bertaraf edilmesi yalnız bizim iyi niyetimize bağlı olmayan beklenmedik sonuçlar doğuracak bir mahiyette olduğunu belirtmekle birlikte sizlerde takdir edecektir. Bu bakımdan dünya barışının yararı namına konferansın çabuk toplanması için beslediğim en hararetli dileklerimi bildirir ve saygılarımın güvencesini sunarım.”

13 Kasım’da, İsmet İnönü Le Matin ve La Tribune de Geneve gazetesine verdiği demeçte; “Bütün bir milleti ve bütün bir orduyu belirsiz bir mütareke halinde tutmak kolay değildir. Karşınızda bir koloni değil, hür bir millet vardır, tabi değil eşittir. Türkiye içtenlikle barış aramak için Lozan’a geldi. Eğer barış uzaklaşırsa, eğer yeniden savaş olursa, herkes için, ama özellikle Avrupa için büyük bir ıstırap olur”. Yine, İstanbul’a gelmeden önce Sapanca’da gazetecilere; “Bizim barış şartlarımız dünyaca bilinmektedir. Bizim uğrunda yıllardan beri her türlü fedakârlığa katlandığımız gayelerimiz çok mütevazı ve çok haklıdır. Bu gayeler iki kelime içindedir. “Misak-ı Milli”. Türk Milleti’nin amacını ve hedefini belirtmiştir.

Lozan Barış Konferansı açılış toplantısı, 20 Kasım 1922’de Lozan-Monthbenon gazinosunda saat 15.30’da yapılmıştır. İsmet İnönü, Türkiye’ye salonda Bulgaristan, Romanya ve Sırbistan arasında yer ayrılmasına itiraz etmiş, böylece Türk delegeleri, İngiliz, Fransız, İtalyan delegeleriyle aynı masada oturmuştur. İnönü, İsviçre Cumhurbaşkanın dışında herhangi bir delege konuşma yaparsa kendisinde mutlaka konuşma yapacağını bildirmiş, İngiltere Dışişleri Bakanı Lord Curzon’un konuşması üzerine, ikinci konuşmayı kendisi yapmıştır. Konuşmasında; Türkiye’nin çektiği ıstırapları ve uğradığı haksızlıkları, Anadolu’ya saldırıları, memleketteki büyük tahribatı, ıstırapları belirterek; “Hala bu dakikada bile bir milyondan ziyade masum Türkün, Küçükasya ovalarında ve yaylalarında evsiz, ekmeksiz ve serseri gibi dolaştıkları hatırlatmak isterim. Türk ulusu, insan gücünü aşan bu fedakârlıklara katlanmakla, uygar insanlık içinde, köklü bir yaşama gücüne sahip olanlara özgü olan varlık ve bağımsızlık haklarıyla, barış, huzur ve çalışkanlık unsuru olarak, büyük bir yer kazanmıştır. TBMM’nin kesin amacı, bu yeri korumak ve güçlendirmektir” sözleri anlatmıştır. “Misak-ı Milli ile yetiniyoruz ne fazla, ne eksik” başka bir amacın olmadığını ve bütün medeni milletler gibi özgürlük ve bağımsızlık içinde yaşamak isteğini, Milli Mücadele’yi eşitlik, adil bir barış mücadelesi olduğunu belirtmiş, Misak-ı Milli ve tam bağımsızlık vurgusu yapmıştır. 

İtilaf Devletleri ile yeni Türkiye’nin eşit olduğunu ve aynı şartlarda barış görüşmelerine katıldığını, hiçbir şart altında üstünlük kabullenmeyeceğini ısrarla belirtmiştir. Lord Curzon’un, İnönü’ye yaptığı tarihi konuşmaya; “Aylardır müzakere ediyoruz. Arzu ettiklerimizden hiçbirini alamıyoruz. Vermiyorsunuz. Anlayış göstermiyorsunuz. Memnun değiliz sizden. Ama ne reddederseniz cebimize atıyoruz. Cebimize saklıyoruz. Memleketiniz haraptır. Yarın gelecekseniz, bunları tamir etmek için, kalkınmak için yardım isteyeceksiniz. O zaman, bu cebime koyduklarımdan her birini, birer birer çıkarıp size vereceğim”. İsmet İnönü; “Çok emekle bu neticeye varmışızdır. Şartlarımız, milletimize göre haklıdır. Bunları ne olursa olsun alacağız. Biz bunları alalım, siz şimdi verin. Sonra da gelirsek, istediğinizi yapın”. Cevabını vermiştir.

21 Kasım’da güç şartlar ve ağır bir hava içinde Lozan Barış Antlaşması görüşmeleri başlamıştır. İtilaf Devletleri; Toprak, Askerlik ve Boğazlar, Azınlıklar, Mali ve İktisadi, Hukuk Meseleleri olmak üzere 3 komisyon teşkil etmiştir. İngiltere ile Musul ve Boğazlar; Fransa ile kapitülasyonlar ve Osmanlı borçlar, İtalya ile kabotaj hakları, azınlıklar ve Patrikhane; Yunanistan ile Trakya sınır ve savaş tazminatı, Adalar en problemli ve görüşmelerin tıkandığı başlıca ana konular olmuştur. Ancak kapitülasyonların kaldırılması, İstanbul’un boşaltılması ve Musul konularında anlaşma sağlanamamıştır. Savaş tazminatı da önemli bir sorun olarak gündeme gelmiş, başta İngiltere ve Fransa olmak üzere galip devletlerin Sevr Antlaşması’nın koşullarını biraz hafifleterek Türkiye’ye kabul ettirmeye çalışmaları nedeniyle oturumlar sert tartışmalar ile geçmiştir. Türk tarafının haklarını arama noktasındaki kararlı duruşu, İtilaf Devletleri temsilcilerinin ise görüşmeleri Sevr koşulları üzerine inşa etmeye çalışmaları ve özellikle İngiltere’nin ödün vermeyen tutumu yüzünden konferans çıkmaza girmiştir. 

Mustafa Kemal Atatürk, 19 Ocak 1923’de İzmit’te halka ve gazetecilere yaptığı konuşmada; “Düşmanlarımız, Sevr Antlaşması’nın muhteviyatında beliren, bizi imha etmek maksadını, başka bir kisve ile takip ediyorlar. İngilizler Boğazlarla, Fransızlar kapitülasyonlarla alakalıdır. Musul bizim için çok önemlidir. Bununla beraber Musul’u almamakla muharebeye devam mı edeceğiz, makul bir şey midir? Lozan konferansı düne bugüne ait, üç seneye, dört seneye ait hesapların halli ve neticeye bağlanmasıyla meşgul olmakta değildir. Belki üç yüz, dört yüz senelik birçok birikmiş ve yoğunlaşmış hesapların görülmesiyle meşguldür. Bu kadar derin, bu kadar karışık ve bu kadar kirli hesapların az zamanda içinden çıkmak o kadar kolay değildir”. diyerek sürecin önemini anlatmıştır.

Lord Curzon, 30 Ocak 1923’te, Sevr Antlaşması’nın biraz yumuşatılmış şekli ile bir barış taslağı sunmuştur. Temel konularda tarafların taviz vermeye yanaşmaması ve özellikle Türk tarafı “Bağımsızlığa aykırı” bulduğu konularda ortak bir zeminde buluşulmaması nedeniyle konferans, 4 Şubat 1923’te dağılmıştır. Lozan Konferansının dağılması ile birlikte savaş ihtimalini gündeme getirmiştir. Başkomutan Mareşal Mustafa Kemal Paşa, Türk Ordusu’na savaş hazırlıklarının başlamasını emretmiş ve teyakkuza geçirmiştir. İzmir’deki düşman donanmasını çıkarmış ve kapitülasyonların kaldırmasına yanaşmayan İngiltere ve Fransa’ya ders vermek için İzmir İktisat Kongresi’ni düzenlemiştir. Sovyetler Birliği, yeniden savaş çıkarsa bu sefer, Türkiye’nin yanında savaşa gireceğini ilan etmiştir. İtilaf Devletleri, yeni bir savaşı ve kendi kamuoyunun tepkisini göze alamamış, barış görüşmelerini tekrar başlatmak için Türkiye’yi Lozan’a davet etmiştir. 

23 Nisan 1923’te müzakereler yeniden başlamış ve 24 Temmuz’a kadar 3 ay sürmüştür. Bu süreç, Mustafa Kemal Atatürk, İsmet İnönü, Rauf Orbay ve Vekiller Heyeti için çok sıkıntılı geçmiştir. Özellikle Başbakan Rauf Orbay ile İsmet İnönü arasındaki çekişmeler barış görüşmelerinde önemli bir yer tutmuştur. Lozan Barış Konferansı, 17 Temmuz 1923’de akşamı bitmiştir. Ancak antlaşmasının imzalanması için hükümet tarafından çekilmesi gereken yetki telgrafı çekilmemiş, sorunun çözülmesi için İsmet İnönü, Meclis Başkanı Atatürk’e 18 Temmuz’da yazdığı telgrafta; “Konferansın sona erdiğini üç gün önce Hükümete arz etmiştim. Hiçbir cevap alamadığımızdan bir tereddüt olduğunu sanıyorum. Hükümet, kabul ettiklerimizi reddetmek istiyorsa, imza yetkisini bizden alabilirler. Hükümetten teşekkür beklemiyoruz”. Atatürk, İsmet İnönü’ye 19 Temmuz 1923’te yazdığı “Hiç kimsede tereddüt yoktur. Kazandığınız başarıyı en sıcak ve içten duygularımızla tebrik etmek için Antlaşmanın usulüne göre imza edildiğinin bildirilmesini bekliyoruz kardeşim” telgraf ile sorunu çözmüştür. İsmet İnönü, Lozan’da sekiz ay süren çetin, pürüzlü, tehlikeli yolun hem şerefli hem sıkıntılı mücadelesini başarıyla tamamlamıştır. 

Bu geçtiği yolun sıkıntılarını, 20 Temmuz 1923’te; “Gazi Mustafa Kemal Hazretlerine, her dar zamanımda, hızır gibi yetişirsin. Dört beş gündür çektiğim azabı tasavvur et. Büyük işler yapmış ve yaratmış adamsın. Sana bağlılığım bir kat daha artmıştır. Gözlerinden öperim, pek sevgili aziz kardeşim, aziz şefim” sözleri ile anlatmıştır. Günümüzde, özellikle genç kuşaklar açısından Lozan’ın çileli, çatışmalı ve sıkıntılı olan bedeli üzerinde durulmaz, çünkü tarihe mal olan ve geride kalan bir barış antlaşmasıdır. Bu süreçte; ipler gerilmiş bazen kopacak duruma gelmiş, öyle ki İsmet İnönü’nün geri çekilmesi veya görüşmeleri bırakıp dönmesi bile gündeme gelmiştir. Zor, yorucu, sert, bazen ümitsizliğe yol açan tartışma ve yoğun diplomatik çabalar sonucunda başlayan ikinci bölüm görüşmelerinde, özellikle İngiltere başta olmak üzere İtilaf Devletleri’nin daha ılımlı bir tutum sergilemesiyle pek çok konuda mutabakat sağlanmış ve görüşmeler olumlu sonuçlanmıştır. İngilizler başta olmak üzere tüm İtilaf Devletleri yeni bir “Devletin” Anadolu toprakları üzerinde kuruluşunu sağlayan siyasi antlaşmanın altına imza atmak zorunda kalmıştır. 24 Temmuz 1923’te, ülkelerin üzerinde anlaşmaya vardığı metin imzalanmıştır. 

Türkiye ile İtilaf Devletleri ve Yunanistan arasındaki savaş durumu sona ermiş, Kurtuluş Savaşı ile kazanılan zafer belgelenmiş ve yasallaşmıştır. Bu başarı, Atatürk’e yeni bir devleti kurma saygınlık ve yetkisi vermiştir. İngiliz tarihçi Arnold Toynbee; “Türk diplomasinin Lozan’daki başarısı, bir tek konu hariç, eski düşmanlarla bir barış antlaşması ile sonuçlanmıştır. Halledilemeyen tek konu Musul Meselesidir. Bu da, diğer konuları bir çıkmazda bırakmamak için daha sonraya bırakılmıştır” sözü ile anlatmıştır. Türkiye, bir husumet dünyasına karşı tek başına mücadele etmiştir. İngiltere, Fransa ve İtalya’nın oluşturduğu “Müttefik Cephe” ve Balkan ülkelerinin oluşturduğu “Balkan Bloğu” ile “Birleşik Avrupa Cephesi” kurulmuştur. Lord Curzon, Türkiye’yi tehdit etmiş “Bu birleşmeye meydan okuyacak ve buna karşı savaşa girecek olanların kendileri için en ufak bir başarı umudu yoktur”. Türkiye, bu cepheye rağmen diplomatik zafer kazanmıştır.

Osmanlı’nın Sevr anlaşması ile kaybedilen Anadolu’yu yeniden kazandıran Lozan Barış Antlaşması, 5 bölüm ve 143 maddeden oluşmuştur. Temel hükümlerine göre, Doğu sınırı SSCB ile daha önce imzalanmış olan antlaşmadaki biçimiyle ve Güney sınırı Fransızlarla imzalanan 20 Ekim 1921 Ankara Anlaşması ile kabul edilmiştir. Sevr’deki Anadolu’nun bölünüp parçalanmasına (Ermeni ve Kürt Devleti) izin verilmemiştir. Ermenistan Devletinin kurulması tarihe karışmış ve bugünkü sınırlar vatan sınırları olarak kalmıştır. Kürdistan konusu hiç gündeme gelmemiş ve bir daha dirilmemek üzere siyasi tarihin mezarlığına gömülmüştür. Türkiye’nin sınırları (Musul ve Hatay hariç) çizilmiştir. Anadolu’da yabancı nüfuz bölgeleri ve fiilen parçalanışı ortadan kalkışmıştır. Irak Sınırı, Musul üzerinde antlaşma sağlanamadığı için İngiltere ve Türkiye Hükümeti kendi aralarında görüşüp anlaşması benimsenmiş ve 5 Haziran 1926’da iki ülke arasında yapılan yeni bir antlaşmayla çözülmüştür. Türkiye-İran Sınırı, 17 Mayıs 1639’da imzalanan Kasr-ı Şirin Antlaşması’na göre belirlenmiştir. Türk-Yunan Sınırı, 11 Ekim 1922’de imzalanan Mudanya Ateşkes Antlaşması’nda belirlenen şekliyle kabul edilmiştir. Meriç Nehri’nin batısındaki Karaağaç istasyonu ve Bosnaköy, Yunanistan’ın Batı Anadolu’da yaptığı tahribata karşılık savaş tazminatı olarak Türkiye’ye verilmiştir. Anadolu, Yunanlılardan tamamıyla kurtarılmış ve İtilaf Devletleri, I. Dünya Savaşı nedeniyle istedikleri tazminatlarından vazgeçmiştir.

Ege Denizi’ndeki İmroz Adası (Gökçeada) ile Bozcaada özerk bir yönetime tabi tutulmak şartıyla Türkiye’ye verilmiştir. Gökçeada, Bozcaada, Tavşan adaları ile Anadolu’ya 3 milden az uzaklıktaki adaların ve adacıkların hepsi alınmıştır. Ayrıca Yunanistan’a bırakılan adalarda hiçbir deniz üssü ve istihkâm kurulmaması sağlanmıştır. Ege Adaları İtalya’ya kalmış, Türk sınırına yakın adaları silahsızlandırması kararlaştırılmıştır. Sevr Antlaşması ile On iki Ada İtalya’ya ve diğer adalar Yunanistan’a bırakılmıştır. Bilahare, On iki Ada ve Rodos 1945’de müttefiklerin eline geçmiş ve Nisan 1947’de resmen Yunanistan’a teslim edilmiştir. Boğazlar; görüşmeler boyunca üzerinde en çok tartışılan konu olmuştur. Geçici bir çözüm getirilmiş, barış zamanında İstanbul ve Çanakkale boğazlarından askeri olmayan gemi ve uçaklar için geçiş serbestliği tanınmış ve askeri gemilere kısıtlama getirilmiştir. Savaş durumunda ise Türkiye savaşta taraf olup olmamasına göre davranacak olup, Boğazların iki yakasının askersizleştirilmesi ve geçişi sağlamak amacıyla başkanı Türk olan uluslararası bir kurul oluşturulmuştur. Bu düzenlemelerin Milletler Cemiyeti’nin güvencesi altında sürdürülmesine karar verilmiştir. Bu hüküm, 20 Temmuz 1936’da imzalanan Montrö Boğazlar Sözleşmesi ile Türkiye lehine değiştirilmiştir. 

Kapitülasyonlarla yabancılara verilen Türk denizlerinde yük ve yolcu taşıma hakkı Türklere bırakılmış, ancak tam olarak uygulamaya konulması, 1 Temmuz 1926’de çıkarılan “Kabotaj Kanunu” ile gerçekleştirilmiştir. Cumhuriyetimizin ilk yıllarında atılan bu adımla denizciliğimizin gelişmesi hız kazanmış, Türk Milletinin denizlere olan ilgisi ve sahip çıkma duygusu güçlenmiştir. 27 Ocak 1937’da Milletler Cemiyeti Hatay’ın bağımsızlığını kabul etmiş, 2 Eylül 1938’de bağımsız Hatay Cumhuriyeti kurulmuş ve 29 Haziran 1939’da Türkiye’ye katılma kararı almıştır. 

Osmanlı’nın borçları; Osmanlı İmparatorluğu’ndan ayrılan devletlerarasında gelirleri oranında paylaştırılmış ve “Düyunu Umumiye” etkisiz kalmıştır. Türkiye’nin kendi payına düşen bölümün taksitlendirme ile Fransız frangı olarak ödenmesine karar verilmiştir. Türk hükümetinin ısrarla üzerinde durduğu konulardan biri olan yüzyıllardır Osmanlı Devleti’ni iliklerinde kadar sömüren kapitülasyonlar tümüyle kaldırılmıştır. Gümrük tarifeleri yeniden düzenlenmiş ve gümrük bağımsızlığı gerçekleştirilmiştir. Batı’nın “Müslüman” azınlık dayatması ve 10 Ocak 1923 prensip karar ile azınlıkları koruyacak bir kurum isteği reddedilmiştir. Azınlıklar, Müslüman olmayanlar olarak belirlenmiş, tüm azınlıklar Türk uyruklu kabul edilmiş ve hiçbir şekilde ayrıcalık tanınmayacağı belirtilmiştir. Yunanistan-Batı Trakya’daki Türklerle, İstanbul’daki Rumlar dışında Anadolu ve Doğu Trakya’daki Rumların mübadele edilmeleri kararlaştırılmıştır. 

Dünya Ortodokslarının dini lideri durumundaki Patrikhane’nin siyasi ve idari yetkilerinden arındırılarak İstanbul’da kalmasına izin verilmiştir. Antlaşmanın 40. Maddesinde; “Müslüman olmayan azınlıklara mensup Türk uyrukları, hem hukuk bakımından hem de uygulamada, öteki Türk uyruklarıyla aynı işlemlerden ve aynı güvencelerden yararlanacaklardır. Özellikle, giderlerini kendileri ödemek üzere, her türlü hayır kurumlarıyla, dinsel ve sosyal kurumlar, her türlü okullar ve buna benzer öğretim ve eğitim kurumları kurmak, yönetmek ve denetlemek ve buralarda kendi dillerini serbestçe kullanmak ve dinsel ayinlerini serbestçe yapma konularında eşit hakka sahip olacaklardır.” Yabancı okullar; eğitimlerine Türk okullarına uygulanan kanun ve yönetmeliklere tabi olmaları sağlanmış ve ayrıcalıklarına son verilmiştir. 

Lozan Barış Konferansı süresince Başbakan Rauf Orbay ile Heyet Başkanı ve Dışişleri Bakanı İsmet İnönü sıkıntılar yaşamıştır. 25 Temmuz saat 10.30’da barışın imzalanma haberini Başbakan Rauf Orbay, Mustafa Kemal Atatürk’e vermek için Çankaya’ya gelmiş; “Başta siz olmak üzere bu mesut günün muvaffakıyetini, Karabekir, Ali Fuat ve Refet Paşalara borçluyuz. Bu, sizin eserinizdir. Ben sizin aranızda bir arkadaşınız olarak çalışmakta bahtiyarım. Sizlerin çok samimi surette bir araya gelerek, vatanın kurtuluşu için feragat ve fedakârlıkla çalışmaya başladığınız Amasya’dan beri içimden daima ellerinizi öpmek arzusu gelmiştir. Fakat bunu açığa vuramamıştım. Şimdi bu duygularımı, ellerinizi öpmek suretiyle açıklayacağım” sözleri ile başarının mimarlarını belirtmiştir. Ancak rahatsızlığını, yorgunluğunu ve İzmir’de annesini görmek isteğini bildirerek istifa etmiş ve Atatürk’ten izin isteyerek veda etmiştir. Lozan’dan dönen Heyeti karşılayıp onları başarılarından dolayı kutlamak istemeyen Başbakan Rauf Orbay, yurda dönmeden 4 Ağustos’ta Ankara’dan ayrılmıştır. 

Mustafa Kemal Atatürk, 25 Temmuz 1923’te Heyet Başkanı ve Dışişleri Bakanı İsmet İnönü’ye; “Millet ve Hükümetin Zatı Devletlerine vermiş olduğu yeni görevi başarıyla tamamladınız. Memlekete bir dizi yararlı hizmetlerden ibaret olan ömrünüzü bu defa da tarihi bir başarıyla taçlandırdınız. Uzun mücadelelerden sonra vatanımızın barış ve istiklale kavuştuğu bugünde, parlak hizmetiniz dolasıyla Zatı Devletinizi, muhterem arkadaşlarımız Rıza Nur ve Hasan Bey’leri ve çalışmalarınızda size yardım eden bütün Delegasyon üyelerini teşekkürle tebrik ederim” sözü ile başarılarını kutlamıştır. 

Atatürk, Nutuk’ta Rauf Orbay ile yaşananları; “Ben, İsmet Paşa ile karşı karşıya gelemem. Onun karşılanmasında bulunamam. Müsaade ederseniz, o geldiğinde burada bulunmamak için seçim bölgemde dolaşmak üzere Sivas’a doğru seyahate çıkayım. Rauf Beye, bu hareket tarzına bir sebep olmadığını, burada bulunmak, İsmet Paşa’yı bir hükümet reisine yakışır surette kabul etmek, vazifesini iyi ifa ettiği için onu şifahen de takdir ve tebrik etmek muvafık olacağını söyledim. Fakat Kendime hâkim değilim, yapamayacağım”. Sevr gibi bir esaret antlaşması yırtılıp atılmış, ancak İsmet İnönü’yü karşılamak istememesi ruh haliyle kıskançlık göstermiş ve barışın ilk gününden yolları ayrılmıştır. Millî Mücadele’de yol ve fikir arkadaşları olan öncüler arasında ayrılmaların ilk kopuntusu başlamıştır. Atatürk, üstün liderlik önderliği göstererek bu koşullar altında krizi ustaca yönetmiş ve büyümeye meyilli bir ateşi büyümeden söndürmeyi başarmıştır.

İsmet İnönü, 23 Ağustos 1923’te TBMM’de yaptığı konuşmada; “Elinizdeki belgeler bir siyasi mücadele döneminin sonucudur. Lozan konferansı milletimizin Avrupa ortasına davet olunduğu bir imtihandır. Türkiye, Lozan’da bugün dünyayı yöneten heyetlerin yetişmiş ve çalışmış temsilcileriyle karşılaşmaya geldi. Gerek savaş mücadelesi esnasında ve gerek barış müzakereleri esnasında kaderin sevkiyle ağır sorumluluklar altında ağır kararlar vermek durumunda bulundum. Kuvvet kaynağım bilhassa Büyük Millet Meclisi Başkanı Gazi Mustafa Kemal Paşa’dır. Fevkalade karışık, dolaşık, bulutlarla kaplı bir muhit içerisinde yol gösterecek bir isabetli görüş lazımdır. Bu isabetli görüşü gerek savaş hayatında ve gerek barış hayatında bize gösteren Mustafa Kemal Paşa olmuştur” sözü ile bu süreçteki duygularını paylaşmıştır.

TBMM’nin, 23 Ağustos 1923’te Lozan Barış Antlaşmasını onaylaması ile Millî Mücadele’nin savaş devri kapanmış, ülkenin geleceğinin kuruluş ve inşası için devrimler devri başlamıştır. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunda önemli bir adım olan bu antlaşma, aynı zamanda I. Dünya Savaşı’nı sona erdiren antlaşmalar içinde tek onurlu belge olmuştur. Lozan Barış Antlaşmasını; Yunanistan 25 Ağustos 1923’te, İtalya 12 Mart 1924’te, Portekiz 28 Mayıs 1926’da ve Japonya 15 Mayıs 1924’te imzalanmıştır. ABD, gözlemci olarak katıldığı için imzalamamıştır. İngiltere 24 Nisan 1924’de ve Fransa 27 Ağustos 1924’te onaylamıştır. Lozan Barış Antlaşması’nı tüm tarafların onayladıklarına dair belgeler resmi olarak Fransa Dışişleri Arşivine Paris’e iletildikten sonra 6 Ağustos 1924’de yürürlüğe girmiştir. 

İngiltere, yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin fazla uzun ömürlü olmayacağı ve kısa sürede yıkılacağı düşüncesi ile onayı geciktirmiştir. Uzun savaş yıllarının ardından Türkiye’nin varlığını tüm dünyaya kabul ettiği Lozan Antlaşması ülkede tam bir bayram havası yaratmıştır. “Misak-ı Milli” sınırlarının bölünmez bir bütün olduğunu tüm dünyaya kabul ettirmiş, nüfus mübadelesi ve hukuk birliği ile bağımsız “Türk Ulus Devleti” kurulmuştur. Türkiye, Lozan’da kapitülasyon hukukunu, azınlık hukukunu, dinsel hukuku, yani çok hukukluluğu reddedip eşitlik temelli çağdaş, laik hukuku kabul ederek hukuk birliğini sağlamıştır. 

Lozan Barış Antlaşması’nın başlı başına önemli bir siyasi zafer olduğunu ve önemini anlamak için bir devletin tümüyle ortadan kaldırıldığı ve Türklerin, Avrupa’dan sürüldüğü bir antlaşma olan “Sevr Antlaşması” arasındaki farkı ölçmek yeterli olur. Osmanlı devleti yakın tarihin, en dertli ve en haysiyet kırıcı konulardan biri olan “Duyunu Umumiye-Osmanlı Borçları” davası, şimdiki nesiller için bilinmeyen bir konudur. Sarayın ve devletin hazine açıklarını kapatmak için başvurulan devlet borçları, Tanzimat ve Meşrutiyet Türkiye’sinin sömürgeleştirilmesinin en önemli unsurlardan biri olmuştur. Osmanlı Devleti’ni “Hasta Adam” olarak kabul etmişler, mirasını taksim etmişler, her devlet hissesini defterlerine kaydetmişlerdir. Ölecek, ölmezse öldürelim diyerek, “Sevr Antlaşması” ile öldürme belgesini hazırlamışlardır. 

Lozan Barış Antlaşması; Türk milletinin mevcudiyetinde yeni ve çok önemli bir devre açan, bütün İslam dünyası için bir zafer ve kurtuluş başlangıcı olan, dünyanın devirlerini ikiye bölerek tarihin önemli bir dönüm noktasını oluşturan tarihi bir belgedir. I. Dünya Savaşı’na son veren antlaşmalar içinde, günümüzde yürürlükte olan tek antlaşma olup, I ve II. Dünya sonrası çizilen sınırlar arasında geçerli olan sadece Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin sınırlarıdır. Millî Mücadele verilmeyip zafer ile sonuçlanmasaydı, Lozan Barış Antlaşması gerçekleşmeyecek, Cumhuriyet kurulmayacak ve Mustafa Kemal Atatürk olmayacaktı. Türkiye, Sevr Antlaşması ile kendisine biçilen utanç verici giysinin içinde yok olacaktı. Bugün ülkemizde, gazete köşelerinde, meydanlarda, konferanslarda; saltanatı, halifeliği ve şeriat devletini övenler, ikinci Cumhuriyeti ve ümmetçiliği savunanlar, Atatürk’ü yok etmeye çalışanlar kendilerini Anadolu’nun suskun, bitkin bir köşesinde bulacaklar, onursuzluğun gölgesi altında yaşıyor ya da yaşadığını sanıyor, ya da çoktan yok olup gitmiş olacaklardı. Lozan Barış Antlaşması ve sonrasını bir bütün olarak değerlendirmek gerekmektedir. Çünkü günümüzde, devletin temel idare kurallarına öncülük ve rehberlik etmektedir. Diğer ülkelerin hayatında bir savaştan sonra yapılan siyasi bir antlaşmanın 100 yıl sonra kendi değerini koruyan bir belge olarak kalması milletler tarihinde nadir örneklerden bir tanesini oluşturmaktadır. Bu gerçeği gelecek nesillerin hiçbir şekilde gözden uzak tutmaması gereken bir olgudur.

Lozan Barış Antlaşması, askeri zaferler gibi milletimizin hakkı ve kendi kabiliyetinin ürünü olan bir kazançtır. Türk siyasi tarihinde başlı başına bir yer tutan milli bir eserdir. Yeni bir Türk Devleti’nin kurulmasında temel unsur olan bir siyasi belge olarak tam anlamıyla medeni ve bağımsız bir devletin haklarına sahip olmasının başlangıcıdır. Tarih sahnesine tam hür ve eşit, içte ve dışta tam bağımsız ve özgür bir Türk Devletini yaratmıştır. Mustafa Kemal Atatürk; “Tarih yazmak, tarih yapmak kadar önemlidir. Yazan yapana sadık kalmazsa değişmeyen gerçek insanlığı şaşırtan bir hal alır” Tarih geçmiş değildir. Tarihi, yanımızda taşırız. Kendi tarihimizi bilmez ve böyle değilmiş gibi davranırsak, suçluluk yaşarız ve geleceği öngöremeyiz. Lozan Barış Antlaşması esasları ve ilkeleri, imzalanmasından 100 yıl sonra da hala canlılığını yaşamaktadır ve gelecekte de yaşatılacaktır, yaşatmazsak suçlu bizleriz.

KAYNAKÇA:

ATATÜRK, Mustafa Kemal, Nutuk, Türk Tarihi Kurumları, Ankara, 1989.

AYDEMİR, Şevket Süreyya, Tek Adam, C-II, 1919-1922, Remzi Kitapevi, 1987, İstanbul.

MEYDAN, Sinan, ATATÜRK Etkisi, İnkılâp Yayınevi, İstanbul, 2019.

MÜTERCİMLER, Erol, Fikrimiz Rehberi, Alfa Yayınları, 2008.

 ÖYMEN, Onur, Çöküşten Zafere Lozan, Remzi Kitabevi, İstanbul, 2022.

ÖZDEMİR, Hikmet, Savaşta ve Barışta Kemal ATATÜRK, Doğan Egmont Yayıncılık, 2019.

ŞİMŞİR, Bilal, Lozan Günlüğü, Bilgi Yayınevi, Ankara, Eylül 2014.

Dr. Cengiz TATAR
Dr. Cengiz TATAR
Tüm Makaleler

  • 23.07.2023
  • Süre : 9 dk
  • 2646 kez okundu

Google Ads