Site İçi Arama

tarih

Atatürk bir Serdengeçti midir?

Ne demektir serdengeçti? Yüksek bir ülkü için her türlü tehlikeyi göze alan, o ülkü yolunda canını bile esirgemeyen kimse demektir. Osmanlı döneminde, savaşta düşman arasına dalmak için gönüllü yazılan askerlere, serdengeçti deniliyormuş. Ser, baş demek. Yani başının gitmesine razı, ölüme razı demektir.

Atatürk Özelinde Serdengeçti Ne Demektir?

Atatürk, bir serdengeçtidir, ülkesini kurtarma uğruna başını ortaya koymuştur.

Atatürk'le ilgili olarak bir konuşmada, biz buna sohbet de diyebiliriz, konu dönüp dolaşır İsmet İnönü’ye gelir veya getirilir. O ortamdaki konuşmacıların kültür seviyesiyle doğru orantılı olarak da “Atatürk, İsmet İnönü’yü sever miydi?” diye soruların sorulduğuna sizler de çok şahit olmuşsunuzdur. 

Aslında bu türden bir soruyu sormanın arkasında genellikle İsmet İnönü’den ziyade, Atatürk'ün manevî şahsına yönelik menfi bir anlayışı, İnönü üzerinden nasıl devreye sokabiliriz düşüncesi yatmaktadır. 

Ben de kendi adıma bu tür sorularla bu ülkenin kurucusunu, kurucu değerlerini sarsmaya, boşa çıkarmaya çalışanlara bıkmadan, usanmadan söyle yanıt veriyorum: Atatürk zamanının bir serdengeçtisidir diyorum. Ne demektir serdengeçti? Yüksek bir ülkü için her türlü tehlikeyi göze alan, o ülkü yolunda canını bile esirgemeyen kimse demektir. Osmanlı döneminde, savaşta düşman arasına dalmak için gönüllü yazılan askerlere, serdengeçti deniliyormuş. Ser, baş demek. Yani başının gitmesine razı, ölüme razı demektir.

Mustafa Kemal Paşa; İstanbul’da kalmak yerine, ülkesini kurtarma uğruna, bu ülke için, 19 Mayıs 1919 tarihinde Samsun’da Türk milletinin kurtuluş mücadelesini başlattı. Bu mücadeleye önderlik etti. Bu ülküyü her şeyden, canından aziz bildi. Onun ülküsü, idealleri her şeyden önce geldi. 

Atatürk gibi bir serdengeçti, öyle rastgele ortaya çıkmıyor. Durduğu yerde bir kimse bir anda büyük adam olmuyor. Atatürk’ün hayatına baktığımızda, çocukluğundan beri yaşamış olduğu acıların, gelecekteki hayatının şekillenmesinde de nirengi noktasını oluşturduğunu görüyoruz. 

Anadolu’da bağımsızlık ateşini yakarken, bu yola çıkarken, en yakınındaki arkadaşlarıyla bile gerektiğinde ters düşmekten çekinmemiş bir liderdir. Onun için yol arkadaşlığı ülke menfaatlerine ve doğrularıyla ters düştüğünde elinin tersiyle onları bir tarafa itmesini bilmiştir. 

İsmet İnönü de onun sadece bir arkadaşı ve dostudur. Ama vaz geçilmezi, feda edemeyeceği bir değeri değildir. Onun vazgeçemeyeceği tek ideali, "Türk Ulusu ve Türkiye Cumhuriyetidir". 

Atatürk ve İnönü zaman zaman görüş ayrılıklarına düşmüştür. Örneğin, kâğıt fabrikası, Hatay meselesi, bira fabrikası, Reşit Galip’in bakan yapılması, sanayi bakanının resen görevden alınması, Atatürk'e verilmek istenen diz bağı nişanı vb. konularda derin görüş ayrılığına düşmüşlerdir. Bu konuların tek tek ele alınması, anlatılması iki devlet adamı arasındaki son derece ciddi anlaşmazlıklara ışık tutması açısından önemlidir. 

Asansör Hadisesi

Bir örnekleme olsun diye, Atatürk ile İnönü arasında geçen asansör olayından bahsetmek istiyorum. 

Asansör olayı; Atatürk’ün yakın arkadaşlarından Kılıç Ali anılarında anlatıyor. 5 Mayıs 1938 tarihinde, Atatürk’ün Ankara’da geçirdiği son günlerinde, Atatürk, Salih Bozok ile beraber, Ankara’da gezintiye çıkıyorlar. Önce Atatürk orman çiftliğine, oradan da baraja gidiyorlar. Atatürk'ün isteği ile Anadolu kulübüne briç oynamaya gidiyorlar.

Akşam saatlerinde Anadolu kulübüne girerken, o esnada kulüpten çıkmakta olan İsmet Paşayı gören Atatürk, ki başvekillikten uzaklaştırdıktan sora bu ikinci karşılaşmalarıdır, kendisine briç oynamayı teklif ediyor. O akşam Atatürk, Anadolu kulübü kapısında İnönü’ye yakın ilgi gösteriyor. Birlikte asansöre doğru ilerliyorlar. Atatürk ve İnönü asansöre birlikte biniyorlar. Asansör küçük olduğu için, beraberlerindekiler merdivene yöneliyorlar. 

Yukarıda kendilerini Kılıç Ali karşılıyor. Kılıç Ali, asansörden çıkan Atatürk'ün yüzünün allak bullak olduğunu fark ediyor. İnönü’nün de rengi uçmuştur. Bir süredir perhizde olup içki içmeyen Atatürk, hani sofra, söylemediniz mi, içki içilecek, der. 

Atatürk, Salih Bozok'a diğerlerini ve Celal Beyi (Bayar) de çağırmasını söyler. İsmet Paşa, Bozdağ'a dönüp, ne dikilip duruyorsun otursana, der. İsmet Bozdağ, İsmet Paşaya bakarak koltuğun kenarına ilişir. 

Fuat Bulca, Recep Peker, Nuri Conker, Cevat Abbas sofraya yerleşirler. Atatürk ayakta olan, oturup oturmamakta tereddüt eden İsmet Paşaya, eliyle karşısındaki koltuğu gösterip, buyurunuz, der. 

Sözü, İsmet Bozdağ’ın anlatımına bırakalım: 

Sonunda, zehirli hava ile şişmiş balon, Atatürk'ün sesi ile patladı: kalk ismet, konuş. Bana asansörde söylediğini burada da tekrarla! Bir anda bütün gözler İsmet Paşaya döndü. İsmet Paşa elindeki peçete ile dudaklarını hafifçe sildikten sonra, kalkıp kalkmamak arasında bir tereddüt geçirdi. Nihayet kalktı. Heyecanlı olduğu her halinden belli oluyordu. Boğukça bir sesle, kelimeleri araya araya konuşmaya başladı: beni bağışla Atatürk. Yanlış anlaşıldım. Her yerde yazdım, söyledim, beni İsmet Paşa yapan sizsiniz. Maddi ve manevi her şeyimi size borçluyum. Bunu söylemekle iftihar ederim. Benim talihim, bir Mustafa Kemal Atatürk bulmaktır. Sen emrettin, yaptıklarım benim gücümün harcı değildir.

İsmet Paşa, cebinden bir mendil çıkararak terleyen anlını sildi. Bütün her şey donmuş gibiydi, sofrada bir soluk bile işitilmiyordu. "Memleket için ve elbette arkadaşlarınız için en sevinilecek şey, sıhhatinizdir. Biz rasgele insanlarız. Az yaşamamız, çok yaşamamız memleketin kaderine tesir etmez. Ama siz asırların getirdiği insansınız. Sizin bir gün fazla yaşamanızdan Türk milleti bir asırlık merhale aşabilir. Anlatmak istediğim bu."

Atatürk çatık kaşlarının altından konuştu: "Konu bu değil ismet, bu değil! Bana söylemek istediğin, ben başvekilken her işi sana getirmeden hallediyordum. Sen de sürdürüyordun sefanı. Beni attın, şimdiki başvekilin her işi sana getiriyor, çalışmak zorunda kalıyorsun. İşte sonunda bir kadeh içkiden de oldun. Bu değil mi İsmet Paşa. İsmet paşa hayır diye ellerini kaldırdı. Fakat Atatürk devam etti: bu, senin bana söylemek istediğin bu! Sen hangi işi benim desteğim olmadan hak ettin? Sayayım mı şimdi bir bir. Ha, ister misin?"

Bunca yıl Atatürk'ün yanındaydım. Öfkesini görmüştüm, paylamasını görmüştüm; fakat hiçbir zaman böylesine, bütün ölçülerin üstüne çıktığını, öfkeli bir aslan gibi adeta kükrediğini görmemiştim.

"Yalnız sana şunu söyleyeyim. Seni rahat bir başvekil olarak kolaylamak istedim. Bir ehliyetin vardı ve işleri bir mertebede götürüyordun. Ben, esasında düşündüklerimin yapılmasını değil, düşündüğüm gibi bir memleket yaratılmasını istiyordum. Senden de beklediğim buydu."

Saygı dolu sevgiyle kalın diyorum.

Kaynak:

Bozdağ, İ. (2009). Bitmeyen Devlet Kavgası. Truva yayınları, 2. Baskı. İstanbul 

Araştırmacı Yazar Mustafa Orhan ACU
Araştırmacı Yazar Mustafa Orhan ACU
Tüm Makaleler

  • 28.08.2022
  • Süre : 3 dk
  • 1722 kez okundu

Google Ads