Site İçi Arama

tarih

Kürtçü Dr. Şükrü Mehmet (Sekban)'ın İngilizlerle İlişkileri

1881’de Ergani’de (Diyarbakır) Mülâzim‐ı evvel (üsteğmen) Mehmet Ağa’nın oğlu olarak dünyaya gelmiştir. Şükrü Mehmet, ilk tahsilini, Ergani‐Maden ve Hozat’ta, orta tahsilini Diyarbakır’da, lise tahsilini ise, İstanbul Çengelköy Askeri Tıbbiyesinde yapmıştır.

1881’de Ergani’de (Diyarbakır) Mülâzim‐ı evvel (üsteğmen) Mehmet Ağa’nın oğlu olarak dünyaya gelmiştir. Şükrü Mehmet, ilk tahsilini, Ergani‐Maden ve Hozat’ta, orta tahsilini Diyarbakır’da, lise tahsilini ise, İstanbul Çengelköy Askeri Tıbbiyesinde yapmıştır. 1903 yılında yüzbaşı rütbesi ile Askeri Tıbbiye’den mezun olmuştur. Bir sene Gülhane Hastanesi’nde staj gördükten sonra, Edirne Askeri Hastanesi Cildiye Mütehassıslığına tayin edilmiştir. Burada iki yıl çalıştıktan sonra İstanbul Tıbbiye Okulu’ndaki görevine dönmüştür.

1908 yılında II. Meşrutiyet’in ilanından sonra oluşturulan Kürt Teavün ve Terakki Cemiyeti’nin kurucuları arasında yer alan Dr. Mehmet Şükrü, o dönem Kürtçülük hareketinin önde gelen savunucularından birisidir. Aynı zamanda siyasi Kürtçülük amacıyla 1912 yılında resmi olarak kurulan ve içerisinde daha çok üniversite öğrencilerini barındıran Kürt Hevi Talebe Cemiyeti’nin de en etkin destekleyicilerindendir. Cemiyetin İstanbul Sirkeci’deki binasının bir süre kirasını karşılamıştır.

Dr.  Şükrü Mehmet, 1918 yılında Seyyid Abdülkadir’in başkanlığında kurulan Kürt (Kürdistan) Teâli Cemiyeti’nde yönetim kurulu üyesi olarak bulunmuştur. Bu dönemde Seyyid Abdülkadir, Emin Ali Bedirhan ve diğer cemiyet üyeleri ile birlikte yabancı elçiliklere giderek Kürtlerin yaşadığı bölgelerin özerkliği konusunda muhtıralar vermiş ve sürekli Kürt hakları üzerine taleplerini iletmiştir. Bu dönemde yine Kürtçülük hareketlerinin en önemli ve önde gelen şahsiyetlerinden biri olarak görülen Dr. Şükrü Mehmet, 1919 yılında Askeri Tıbbiye Okulu’ndaki görevinden istifa ederek, Bağdat’a gitmiştir. Ancak kısa bir süre sonra İstanbul’a dönerek Kürtçülük faaliyetlerini sürdüren Dr.  Şükrü Mehmet, Millî Mücadele’nin başarıya ulaşması sonucu 24 Temmuz 1923’te imzalanan Lozan Antlaşması nedeniyle tekrar Bağdat’a giderek Kürtçülük çalışmalarını orada devam etmiştir.

Dr. Şükrü Mehmet, Beyrut’ta bulunduğu süre içerisinde 14 Eylül ve 18 Aralık 1923 tarihlerinde yazdığı ve Kahire’de yayımladığı iki mektubunda, Kürtlere muhtariyet verilmesini ve Kürtçenin resmi dil olmasını savunmuştur. Bu dönemde Kürt‐Ermeni ittifakının temsilcisi olan Hoybun Komitesi’nin Bağdat şubesi başkanlığını da yapan Dr. Şükrü Mehmet, Cemiyet‐i Akvama gönderdiği mektubunda Kürtlerin haklarından ısrarla söz etmiş ve bunun sonucunda Kürt hakları adı altında bir Kürt meselesinin olduğunu, dünya kamuoyunu ikna ederek uluslararası alanda tartışılmaya başlanmasını sağlamıştır.

Diğer taraftan Dr.  Şükrü Mehmet’in hayatı boyunca en çok tartışılan eseri 1933 yılında Paris’te Fransızca olarak yazdığı “Kürt Meselesi” (La Question Kurde des Problemes des Minorites) isimli kitabıdır. Kitapta, daha önce savunduğu Kürtçülük davasıyla ters düşen Dr.  Şükrü Mehmet, Kürt meselesinin Ortadoğu’da yeni bir koz olarak kullanıldığı kanısındadır. Bu düşüncelerinden dolayı da Kürtçüler tarafından eleştirilen ve onlara göre kitabının yayımlanmasından sonraki tarihlerde diğer Kürtçüler tarafından artık bir “Kemalist Türkçü” olarak resmi görüşe hizmet etmeye başladığı ifade edilen bir kişi konumunda olmuştur. Bu tür eleştirilere maruz kalmasının nedeni; Cumhuriyetin Onuncu yılı (1933) münasebetiyle genel affın gündeme gelmesidir. Dr.Şükrü Mehmet’in de 24 Temmuz 1923 Lozan Antlaşması gereği yapılacak genel affın dışında tutulan ve 150’likler olarak bilinen listede olmaması nedeniyle genel aftan faydalanmak istemiş olmasıdır. Ancak bundan faydalanamayan Dr. Şükrü Mehmet’in böyle bir ortamda, Türkiye’ye dönme ümidi taşıması nedeniyle fikirlerinde değişiklik yapması ve bu nedenle kitabında belirttiği gibi bir savunmaya girmesi muhtemel görünmektedir.

Cumhuriyetin on beşinci yıldönümü olan 1938 yılında, genel af tekrar gündeme gelmiştir. Bu affın gündeme gelmesinde başlangıçta, Millî Mücadele döneminde vatana ihanet eden ve 150’likler olarak bilinenlerin affı ile sınırlı iken, daha sonra kapsamı genişletilmiştir. Affın genişletilmesinin en önemli nedeni, II. Dünya Savaşı’nın arifesinde olunmasıdır. Yurt dışında bulunan sürgün, firari veya her ne sebepten dolayı olursa olsun bu tür kişiler için ve bunların Türkiye aleyhine çalışmasının engellenmesi, affın çıkarılmasında önemli bir sebep teşkil etmiştir. Bu af kanunundan faydalanarak 1939 yılında Bağdat’tan, Türkiye’ye dönen Dr. Şükrü Mehmet Sekban, 1960’da ölünceye kadar devlet tarafından gözetim altında tutulmuştur.

  1. Dünya Savaşı ve sonrasında Dr. Şükrü Mehmet, Osmanlı coğrafyasında İngiliz istihbaratı ile çok yakın ilişkiler içerisindedir. Bu ilişkileri İngiliz arşivinde bulunan iki mektup, açıkça ortaya koymaktadır. Bu durum, İstanbul’da işgal yıllarında İngiliz işgal kuvvetlerinin ikinci memurluğunu yapan ve Ağustos 1924’te Fas’a tayini çıkan Andrew Ryan tarafından İstanbul ve Bağdat’ta görevli W.S. Edmonds ve Miss Gertrude Bell’e yazılan mektuplardan anlaşılmaktadır. Andrew Ryan tarafından yazılan bu iki mektup, Dr. Şükrü Mehmet’in kendisine 1923 yılının Haziran ve Aralık aylarında gönderdiği iki mektup üzerine yazılmıştır. Mektuplar bir bakıma Millî Mücadele döneminde hem Heyet‐i Temsiliye’nin hem de Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin aldığı tedbirlerle İngiliz desteğini sağlayamayan Dr. Şükrü Mehmet’in son gayretleridir.

Birinci mektup, 1 Aralık 1924 tarihinde Fas’ın Rabat şehrindeki İngiliz Başkonsolosluğu adresinden (a‐R‐) imzalı olarak kişisel ya da özel olarak İstanbul’daki İngiliz istihbarat görevlisi Edmonds’a yazılmıştır. Andrew Ryan bu mektubunda, öncelikle geçmişte İstanbul’da yapmış olduğu hatalarından dolayı kendisini aklamaya çalışmaktadır. Devamında, kendisinin İstanbul’dan niçin tayin istediğini anlatmaktadır. Bu dönemde Andrew Ryan’ın, İstanbul’da görevli İngiliz Büyükelçisi Ronald C. Lindsay ile arası iyi değildir. Bunun nedeni, Andrew Ryan’ın ifadesi ile; kendisinin, İstanbul’da görevi esnasında her şeye burnunu soktuğu, dönemin İngiliz Büyükelçi Lindsay’in bundan rahatsızlık duyduğudur. Aynı zamanda Andrew Ryan’ın Lozan Antlaşması’nın Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde imzalanmasından sonra umduğunu bulamayan Kürtçülere, yeteri kadar yardım edemediğinden rahatsızlık duymasından kaynaklandığı belirtilmektedir.

Bu sıralarda, İstanbul’da çok fazla sürgün yapıldığını belirten Andrew Ryan, Ankara Hükümeti’nin de kendisinden nefret ettiğini söylemektedir. Türklerin kendisinden nefret etmesinin nedenini ise, Kürtleri bağımsızlık amacıyla aşırı derecede heveslendirmesi olarak açıklamaktadır. Ancak İngiliz politikası çerçevesinde Andrew Ryan, görevini yaptığını ve Türklerin lehine çalıştığını iddia etmektedir. Mektubun Edmonds’a yazılmasının esas amacı, Dr. Şükrü Mehmet’e ve bu dönemde zor durumda bulunan Kürtçülere yardım edilmesini sağlamak olduğu görülmektedir. Bu talep ise doğrudan değil de, Dr.Şükrü Mehmet’ten, kendisine gelen mektup bahane edilerek yapılmaktadır. Ayrıca ondan gelen mektupların ilginç olduğunu, bunların İngiliz Büyükelçilik arşivinde yer almasının önemli olacağından da söz edilmektedir.

Andrew Ryan’ın mektubuna göre; Dr.  Şükrü Mehmet, kendisine iki mektup ve bir de broşür göndermiştir. Bu mektupların ilki, 12 Haziran 1923 tarihlidir. Mektupta, Dr. Şükrü Mehmet’in Ankara Hükümeti’ne yanaştığını ve bundan dolayı da kendisinden özür dilediğinden bahsedilmektedir. Bu dönemde Ankara Hükümeti, muhalifleri takip ederek sürgün etmektedir. Dr.Şükrü Mehmet de, sürgünden kurtulmak amacıyla mevcut yönetimle bir süre iyi ilişkiler içerisine girmiştir. Ancak Lozan Antlaşması, Meclis tarafından tasdik olunduktan sonra Dr.  Şükrü Mehmet, Bağdat’a gitmek zorunda kalacaktır. Andrew Ryan, Dr. Şükrü Mehmet’in yönetimle olan ilişkilerini, sürgüne gönderilme korkusundan dolayı dikkate almadığını belirtmektedir. Ancak Dr.Şükrü Mehmet’in bu mektubuna, kendisiyle ilgilenmediğini hissetmemesi için mektup yazarak cevap vermiştir.

Dr.Şükrü Mehmet’in Andrew Ryan’a, Beyrut’tan gönderdiği ikinci mektup ise, Aralık 1923 tarihlidir. Bu mektubunda, Andrew Ryan’dan kendisini Beyrut’taki İngiliz yetkililere tavsiye etmesini istemektedir. Bu mektupla birlikte, dönemin Türkiye Cumhuriyeti Devleti Bayındırlık Bakanı ve Diyarbakır Milletvekili Feyzi (Pirinçizade) Bey’e gönderdiği “Kürtler Türklerden Ne İstiyor?” adlı mektubunu da bir kitapçık olarak göndermiştir. Bu mektubun içeriğini Andrew Ryan, ilginç bulmakta ve Büyükelçilik arşivinde bulunmasını istemektedir. Hatta bu mektubu, gitmesi gereken birçok yere iletmiştir. Andrew Ryan, Edmonds’a gönderdiği mektubunda, İstanbul’da görevli olduğu yıllarda, Dr.  Şükrü Mehmet’i çok iyi tanıdığını ve sevdiğini dile getirmektedir. Kendisinden yardım isteyen Dr.  Şükrü Mehmet’e, İstanbul’dan uzaklaştığından dolayı yardım edemediğini belirtmektedir. Bu dönemde Andrew Ryan veya İngilizlere göre; Dr. Şükrü Mehmet çok önemli biri olmalı ki, İstanbul’daki Edmonds ve Bağdat’taki İngiliz bölge istihbarat görevlisi Miss Bell’e yardım edilmesi için bilgi verilmektedir.

Edmonds’a gönderilen mektup genel olarak değerlendirilecek olursa mektup, Dr. Şükrü Mehmet hakkında bilgilendirme amacıyla yazılmış gibi görünmektedir. Andrew Ryan, Edmonds’tan doğrudan yardım istememektedir. Mektupta Dr.Şükrü Mehmet, fazla ciddiye alınmayan bir üslupla tanıtılmıştır. Örneğin; “şişman ve oldukça kötü bir hastalık (cildiye) ve frengi uzmanıdır. Tipi tuhaftır.” denilmektedir. Yine mektupta Andrew Ryan, Kürtçüler ve Kürdistan politikaları hakkında da alaycı bir üslup kullanmıştır. Örneğin, Sevr görüşmeleri sırasında kendisinin bağımsız Kürdistan’ın kurulması için çok çalıştığını mektubunda dile getiren Andrew Ryan, eğer bu gerçekleşmiş olsaydı, isminin bir caddeye verileceğinden söz etmektedir. Kürdistan’ın kurulamadığını belirterek, Kürdistan bayrağındaki öğle güneşinin, doğmadan battığını söylemektedir.

Andrew Ryan’ın, Dr. Şükrü Mehmet’e yardım edilmesi amacıyla yazdığı 2 Aralık 1924 tarihli ikinci mektup ise, Araplar tarafından “Çölün Kızı”, “Irak’ın Taçsız Kraliçesi” olarak adlandırılan ve İngiliz istihbaratının Çöl Kraliçesi lakabıyla anılan Miss Gertrude Bell’e yazılmıştır. Miss Bell, I. Dünya Savaşı dönemi ve sonrasında Irak, Bağdat bölgesinde İngiliz politikasının uygulayıcısı ve istihbaratının etkili isimlerinden biridir. Andrew Ryan, yazmış olduğu mektubunun Miss Bell’e ulaşıp ulaşmayacağından emin değildir. Bu tarihlerde Miss, kendi özel hayatındaki sıkıntılarından dolayı ruhsal sorunlar yaşamakta ve Bağdat’ta olup olmadığı bilinmemektedir. Bundan dolayı Andrew Ryan, yazmış olduğu mektubun Bağdat’ta bulunan ve İngiliz istihbaratında görevli olan kimin eline geçerse geçsin, Dr. Şükrü Mehmet’e yardım edilmesi konusunda yardımcı olunmasını istemektedir. Mektubunda Andrew Ryan, kendisinin İstanbul’dan ayrıldığı için O’na yardım edemediğini yazmaktadır.

Mektupta bir cümle dikkat çekicidir: Miss Bell’den yardım istenirken, Andrew Ryan, “oradaki (Bağdat) sıradan iki konuyla ilgili” şeklinde bir ifade kullanmıştır. Andrew Ryan’ın yazmış olduğu iki konudan biri, Bağdat Bölgesinde İngilizlerle işbirliği yapan yerli kişilerin, İngilizlerden yardım talepleridir. Bu dönemde bu tür kişilerin sayısı o kadar fazla olmalı ki, sıradan konu şeklinde küçümseme ifadesi kullanılmış olması muhtemeldir. Bu mektubun Miss Bell’in eline geçip geçmediği veya geçmiş olsa bile Miss Bell’in, Dr.Şükrü Mehmet’e yardım ettiği konusunda herhangi bir bilgi bulunmamaktadır. Miss Bell, Temmuz 1926 Yılında özel hayatındaki sıkıntılardan dolayı ölmüştür. Sonraki dönemlerde Dr.Şükrü Mehmet’in, İngilizlerden fazla bir yardım alamamış olduğu ve 1933 yılında Türkiye’de çıkan af haberlerine inanarak faydalanmak istediği yaptığı girişimlerden anlaşılmaktadır.

Dr. Şükrü Mehmet, Andrew Ryan’a göndermiş olduğu ikinci mektubun ekindeki broşür, dönemin Türkiye Cumhuriyeti Devleti Bayındırlık Bakanı ve Diyarbakır Milletvekili Feyzi (Pirinççioğlu) Bey’e 14 Eylül 1923 tarihinde Beyrutʹtan gönderilmiştir. Başlığı, “Kürtler Türklerden Ne İstiyorlar?” olan mektup/kitapçık, otuz bir sayfadan oluşmaktadır. Bu mektup, bir mektuptan çok kitapçık şeklinde Osmanlı Türkçesiyle olarak kaleme alınmıştır. Mektup, Feyzi Bey’e gönderildiğinde ya da ilk yazıldığında normal bir mektup boyutundadır. Ancak; aradan üç ay geçmiş olmasına rağmen Fevzi Bey’den bir cevap alamamıştır. Bu duruma sinirlenen Dr.Şükrü Mehmet’in, mektubu tekrar gözden geçirerek kitapçık boyutuna getirmiş olması muhtemeldir. Kitapçık boyutuna getirilen bu mektup, 18 Aralık 1923 tarihinde M.A. tarafından bastırılmıştır. Kitapçığın sonunda Dr.Şükrü Mehmet, Feyzi Bey’i okuyucuya havale ederek, serzenişte bulunmaktadır. Kitapçık şeklinde isimlendirmemiz bundan dolayıdır.

Dr.Şükrü Mehmet’in, Andrew Ryan ve diğer şahıslara gönderdiği nüsha, bu olması gerekir. Kitapçığın orijinalinde, nerelerde ekleme yapıldığı açıkça görülmektedir. Kitapçıkta, Kürtçülük ve Kürdistan konusunda duygu ve düşünceler dile getirilmektedir. Aynı zamanda mektup, politik amaçlı propaganda şeklinde kaleme alınmış bir özelliğe sahiptir. Kullanılan ifadeler tek bir kişiden çok, bir topluluğa hitap eden ifadelerdir. Diğer taraftan bu mektup, başlangıçta kişiye özel (Feyzi Bey’e) iken, daha sonra dönemin ileri gelen İngiliz politikacılarına ve istihbarat görevlilerine de gönderilmiştir. Bu durum, Andrew Ryan’ın mektuplarında açıkça görülmektedir. Mektup, yazıldığı sıralarda Dr.Şükrü Mehmet’in içerisinde bulunduğu psikolojik durumunu da aksettirmektedir. Yukarıda bahsettiğimiz gibi Dr.Şükrü Mehmet önce Bağdat’a, sonra da Beyrut’a gitmiştir. Buradan eski dostlarına mektup yazmıştır. Karşılığında cevap alamayınca sinirlenerek bu mektubu yazdığı anlaşılmaktadır. Daha önce Feyzi Bey’e üç tane mektup göndermiş olmasına rağmen cevap alamamıştır. Bu duruma içerleyerek, bu mektubunu taahhütlü göndermiştir. Mektubunda, bu dönemde Türkiye’de yeni kurulan hükümeti, yeniden görev alan Feyzi Bey’i tebrik ettikten sonra, politik konulardan bahsetmiştir.

Mektupta, politik konulara geçmeden önce kendisini aklama çabası içerisine girdiği görülmektedir. Kendisinin politikaya Mondros Mütarekesinden sonra zoraki sürüklendiğini belirten Dr.Şükrü Mehmet, Osmanlı Hükümetlerinin ve İttihatçıların kendisine ve Kürtlere haksızlık yaptığını ifade etmektedir. Ona göre işgal döneminde İttihatçılar, Arap ve Arnavutlara ılımlı davranırken Kürtlere farklı davranmışlardır.

Yine Kürtçülük siyasetine girmesini çok basitleştirerek, doğu vilayetlerinin Ermenilere verileceğinden dolayı Kürdistan’ı kurtarmak için bu işe girdiğini savunmaktadır. Hatta bu durumu güçlendirmek için Müdafaa‐ı Hukuk Cemiyeti’nin ve Mustafa Kemal’in kendisini desteklediğini savunmaktadır.

  1. Meşrutiyet sonrasında Kürtçülük ile ilgili her türlü faaliyette bulunan Dr.Şükrü Mehmet, Sevr Antlaşması’nın görüşmelerinin devam ettiği dönemde de görüşmeleri yakından takip ederek delegeleri etkilemek için birçok mektup göndermiştir. Bu mektupların, ciddi ölçüde etkili olduğu çeşitli kaynaklardan anlaşılmaktadır. Yine mektupta Dr.Şükrü Mehmet, kendisini Türk taraftarı olarak takdim etmekte ve bunu desteklemek için geçmişten bazı örnekler vermektedir. Örneğin, İstanbul’da İlyas Sami Bey’in başkanlığında Vilâyât‐ı Sitte (Doğu vilayetleri) Müdafaa‐i Hukuk Cemiyeti’nin toplantısına katıldığını belirterek, İlyas Sami ve Feyzi Bey’i buna şahit göstermektedir.

Yine bu dönemde Kürt Teali Cemiyeti’nin davetini kabul etmediğini, zorlama sonucunda ise bir kez gittiğini söylemektedir. Başka bir örnekte ise, kendisinin vatan haini olmadığını ispatlamak için şu ifadeleri kullanmakta ve Feyzi Bey’den buna inanmamasını istemektedir. Kendisinin ifadesine göre; “… Şunu diyebilirim ki, Türkiye’nin şân ve şevketinin âlâsını, istiklâl‐i tâm eyledi. Terakki ve zî nüfûs olmasını hâlisâne temenni edenlerdenim. Türkler “Sevr Mu’âhedesi” ile esârete alındıkları vakit akvâm‐ı sâire‐i İslam için fevz ve necât ne dereceye kadar mev’ûd olabilirdi.? Belki yalnız bu kana’at‐ı siyâsiye, rehber‐ı emel ve harekâtımız olsa bizim hiçbir vakit Türk düşmanı ve ma’nâ‐yı asıl ve hakikisi ile hâin‐i millet ve vatan olmadığımızı isbâta kifâyet eder. Bu sözlerle bize hâin‐i vatan nazarıyla bakılacağından tevehhüm bile ettiğimize lütfen kâni’ olmayınız.”

Mektubun devamında milli harekete ve Mustafa Kemal’e övgü dolu sözler sarf etmektedir. Ona göre kendisi, Sevr Antlaşması’nın görüşmelerinin devam ettiği sırada Kürtlerin yaşadığı yerlerin Ermenilere peşkeş çekilmesi karşısında rahatsız olduğunu belirterek bunu engellemeye çalıştığını, hiçbir zaman Türk‐Kürt çatışmasını arzu etmediğini savunan Dr.Şükrü Mehmet, hiçbir Kürt cemiyetinin de milli harekete karşı grupların içinde yer almadığını savunmaktadır. Mustafa Kemal’i Anafartalar Muharebelerinin devam ettiği sürede silah arkadaşı Binbaşı Mustafa Celalettin Bey vasıtasıyla tanıdığını belirterek Mustafa Kemal ile ilgili düşüncelerini şu ifadelerle dile getirmektedir. Mustafa Kemal’i Anafartalar Muharebeleri döneminde tanıdığını ve o tarihten kesintisiz olarak bugüne kadar haklarında en samimi hürmet ve takdir duygusuna sahip bulunduğunu ifade etmektedir. Kendisinin askeri yetenekleri kadar görüşlerine ve siyasi cesaretine güven duyduğunu ve şimdiye kadar da Kürtçülük konusundaki tutumunun dışında başka bütün icraatında isabet gördüğünü kendileri için zararlı olan bu harekette İslam dünyasında derin bir devrime yol açacak nitelikte olduğunu ifade etmektedir.

Bu ifadelerle Dr.Şükrü Mehmet, Feyzi Bey’den yardım istemektedir. Hatırlanacağı üzere, 1923 yılının sonlarına doğru Türkiye’de, genel bir af çıkarma çalışmaları yapılmaktaydı. Dr.Şükrü Mehmet’in bu tür ifadeleri kullanmasını anlamak çok zor olmayacaktır. Öncelikle O, geçmişteki ayrılıkçı Kürtçü hareketlerinden ve İngiliz istihbaratı ile yakın ilişki içerisine girdiğinden dolayı Türkiye tarafından takip edilmekteydi. Bundan dolayı da Lozan Antlaşması’nın TBMM’de imzalanmasından hemen sonra Bağdat’a gitmişti. Bu durumu, yukarıda bahsettiğimiz Andrew Ryan’ın Edmonds’a gönderdiği mektup da desteklemektedir.

Andrew Ryan’ın ifadesine göre O, Ankara’ya yanaşmasından dolayı kendisinden özür dilemektedir. Andrew Ryan, bu durumu anlayışla karşıladığını ifade ederek ona herhangi bir cevap vermemiştir. Dr.Şükrü Mehmet’in yazmış olduğu otuz bir sayfalık mektubun on üç, on dört sayfası Feyzi Bey, Millî Mücadele ve Mustafa Kemal’e övgü dolu ifadelerden oluşmaktadır. Diğer kalan kısmı ise, Türkiye’nin 1923 yılı sonrasında Kürtler hakkında uygulanabilecek muhtemel politikalar üzerinde durulmaktadır.

Mektupta, orijinal bir fikir bulunmamaktadır. Sunulan öneriler, geçmişte Osmanlı döneminde uygulanmış ve bu dönemde ve ileriki zamanlarda uygulanabilecek İngiliz politikalarının bir özeti olarak karşımıza çıkmaktadır. Dolaylı olarak düşünülürse bu mektubu ile İngilizlerin bundan sonra Türkiye’de uygulayabileceği Kürt politikaları üzerinde bilgiler vererek, bir bakıma İngilizlerin bu konuda oluşturacağı politikalar konusunda ön fikir vermektedir. Nitekim İngiltere’nin sonraki dönemlerde, Türkiye ve Kürtler konusundaki politikalarında bu açıkça görülmektedir. Nitekim Dr.  Şükrü Mehmet’in mektubunda kullandığı ifadeler, bunu açıkça doğrulamaktadır. Kendisi, bu mektubu yazmasındaki veya bu zahmetlere katlanmasındaki amacını şu ifadelerle açıklamaktadır. “ … Türk ve Kürt münâsebât‐ı müstakbelesine dâ’ir ma’ruzât‐ı âtiyemin derece‐i sıdk ve hulûsu hakkında bir fikir verebilmektir.” Bu cümleden anlaşıldığı üzere Dr.Şükrü Mehmet, bütün bu zahmetlere katlanmasındaki amacının Türkler ve Kürtlerin gelecekteki ilişkisine dair görüşlerini açıklamak istediğini ifade etmektedir.

Mektubun orijinal on dördüncü sayfasının yarısından sonraki kısmı, esas konuyu oluşturmaktadır. Dr.Şükrü Mehmet, mektubun esas kısmı olan metnin üzerine, mektubunu kime gönderecekse özel şeyler yazmaktadır. Diğer kısmını ise aynen ekleyerek göndermektedir. Mektubun esas kısmı ya da ana metni, propaganda ve bir yerlerden yardım beklentilerini içermektedir. Genel olarak mektubun aslı incelendiğinde Dr.Şükrü Mehmet, baştan sona fikir tezatlıklarına düştüğü ve Kürtçülük ile ilgili fikirlerinin oturmadığı açıkça görülmektedir. Hatta fikirleri, birçok konuda İngiliz politikaları ile bire bir örtüşmektedir. Bu da onun İngilizlerle ne kadar yakın ilişki içerisinde bulunduğunu göstermektedir.

Mektubun esas metin kısmında ise, gelecekte Kürtlerin karşılaşabilecekleri muhtemel politikalar üzerinde durulmuştur. Bunu da “Kürtler Türklerden Ne İstiyorlar?” genel başlığı altında birçok alt başlık halinde soru cevap şeklinde vermeye çalışmıştır. Öncelikle Kürtlerin siyaseti ne olabilir veya Kürtler ne istemelidir?  Şeklinde genel bir soru sorarak mektubuna devam etmektedir. Bu sorulara bilinen genel cevaplar vermeye çalışmış ve O’na göre Kürtler, ya eskiden olduğu gibi kendi hallerine terkedilecek ya asimile edilecekler ya imha veya tehcir edilecekler ya da Kürtlere kimliklerini vererek uygun politikalar ortaya konulacaktır. Dr. Şükrü Mehmet’e göre eskiden olduğu gibi Kürtler, kendi haline bırakılırlarsa ne kendilerine ne de başkalarına faydalı olamayacaktır. Hatta zararlı olacaklardır. Çünkü cahil ve fakir kalacaklarından dolayı, her türlü tehlikeye alet olabileceklerdi.

Türkleşmek veya asimile meselesine gelince; O, bu duruma şiddetle karşı çıkarak geçmişten örnekler vermektedir. Ziya Gökalp’in fikirlerine katılmadığını belirterek Almanların, Lehleri asimile politikalarının başarısızlığından söz etmektedir. Türklerle iyi geçinmekten başka bir siyaset izlememeye mahkûm olan Kürtlerin, eskisi gibi olmadığını belirten Dr.  Şükrü Mehmet, Avrupa ile yakın temasta olduğunu ve buradan gelecek her türlü fikirden etkileneceğini belirtmektedir. Bu durumdan da Türklerin rahatsız olacağını savunmaktadır.

Mektubunda bahsettiği zorla temsil ve imha politikası konusunda Dr.Şükrü Mehmet, korkularını gizleyerek Türklerin ve Mustafa Kemal’in insafına seslenmektedir. Eğer Kürtler, imha ya da tehcir edilirse, zaten az olan nüfusun tamamen yok olacağını, bu dönemde üç milyon olan Kürt nüfusun (Dr.Şükrü Mehmet Sekban’a göre) üretim yapamayacağından ülke ekonomisinin kötü olacağını savunmaktadır. Kürt bölgesine göçmen yerleştirilmesinin de yanlış olacağını belirterek, dağlık bölgede kimsenin yaşamayacağını ifade etmektedir. Bu yola başvurulmaması konusunda Mustafa Kemal’e övgü dolu sözler söylemektedir: “ … Mustafa Kemal Paşa gibi cidden insaf sahibi ve mert kararlı bir yol göstericiye sahip olan Türkler, kendileri için canlarını vermeye her zaman amade Kürt kardeşlerine bu reva olmayan muameleyi, hiç olmazsa milliyetçiliklerine duydukları saygı gereğince reva görmeyeceklerdir.”

Mektupta, Kürtlere siyasi haklarının verilmesi konusunda çelişkili ve tezat ifadeler kullanılmaktadır. Örneğin; bir toplumun yabancısı olduğu bir kültürle medenileştirilemeyeceğini savunan Dr.Şükrü Mehmet, mektubunun devamında himayeden veya federal bir yapıdan söz etmektedir. Ona göre, Kürtlere siyasi haklar tanınırsa ve medenileştirilirse bundan Türklerin sosyal ve ekonomik olarak kazançlı çıkacağını belirtmektedir. Bunu geçmişteki Türk‐Kürt kardeşliğinden örnekler vererek desteklemekte ve Kürtlerin medeniyetsiz olduğunu kabul ederek, Türklerin kendilerini medenileştireceğini savunmaktadır. Kendilerini medenileştiren, bu konuda önderlik eden kişilere de saygılı davranılacağından söz etmektedir. Aynı zamanda Kürtlerin iç işlerindeki kargaşalıklarını Türklerin çözeceğini belirten Dr. Şükrü Mehmet, Meşrutiyet sonrasında uygulanan Türkçü politikaları eleştirmekte ve konuyu çok basit bir yaklaşım tarzıyla ele almaktadır.

Örneğin; Arnavutlara, Araplara özgürlük verildiğini belirterek niçin Kürtlere verilmediğini sormaktadır. Son tahlilinde, tarihsel ve dönemin politikalarını çok iyi değerlendirmeden kıskanç bir eda ve çocuksu bir tavırla Kürtlere neden siyasi haklar verilmediği iddia edilmektedir. Bu tür ifadeler kullanan Dr.Şükrü Mehmet, birden konunun devamında görüşlerinin aksine farklı fikirleri savunmaktadır. Örneğin; Kürtlerin I. Dünya Savaşı’nda ve Kurtuluş Savaşı’nda Türklerle birlikte düşmana karşı mücadele ettiğini açıklamakta ve Kürt politikacıların Türklerle birlikte hareket ettiğini yazmaktadır.

DrŞükrü Mehmet, I. Dünya Savaşı’ndan sonra Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı bölgelerin Türkiye, İran ve Irak’a paylaştırılmasına karşı çıkmaktadır. Bu durumdan dolayı Kürtlerin, milli birliklerinin sağlanmasının zor olacağından söz etmektedir. Bu duruma karşı çıkmasına rağmen, mevcut duruma Lehistan (Polonya) örneğini vererek, konuya farklı yaklaşmaktadır. Ona göre, bölünmüş Kürdistan’ın herhangi bir parçası siyasi bir oluşum kazanırsa, bu oluşum bölgesindeki Kürtleri kendisine bağlayacaktır. Dışarda kalan diğer Kürtler de herhangi bir zahmet göstermeden siyasi dönüşüm sağlayacaktır. Bu durum karşısında onun tercihi sadece bir bölgede Kürtlerin bağımsız olmasıdır. Parçaların birleştirilmesini tercih etmemektedir.

Bu fikri biraz açmak gerekirse, Dr.Şükrü Mehmet’in ifade ettiği bu yaklaşım, günümüzde Batılı emperyalist güçlerin Türkiye, Irak ve Suriye’de uygulamaya çalıştığı Kürt politikaları ile bire bir örtüşmektedir. Bu da bölgeye yönelik İngiliz politikalarının uzun vadeli nasıl oluşturulduğunu ortaya koymaktadır. Aynı şekilde Dr.Şükrü Mehmet’inde, İngilizlerle ne denli irtibatlı olduğu ve bu suretle dönemin İngiliz politikalarının yerel sözcülüğünü yaptığı çok açıktır. Mektubun devamında Dr. Şükrü Mehmet, yüz yıl sonrasını görürmüşçesine kehanetlerde bulunmaktadır. İngilizler tarafından çok iyi yetiştirilmiş olan Dr.Şükrü Mehmet, gelecekte Türklerin zararına olmayacak Kürdistan’ın yönetimi ne olabilir sorusunu sormaktadır. Bu soruyu kendi döneminden örnekler vererek federatif yapıyı savunmaktadır. Bu yapıya karşı Türklerin tepkisini de hesaba katarak, kendince savunma metotları üretmektedir.

Mektubunda, kendi kendine hasbihal ederek, “… Türkler buna karşı çıkarsa, ya da derlerse, biz bağımsızlığımızı kanımızı dökerek kazandık. Hiçbir zorlayıcı neden yokken, siz Kürtler bir kuvvete sahip bulunmazken nasıl bu kadar istekte bulunuyorsunuz? Cevap olarak deriz ki bağımsızlık, esasen bir tabii haktır. O verilmez ki alınsın. Ayrıca biz Türklerden ayrı yaşamak istemiyoruz. Yalnız Türk milli camiasına hasbe’l‐kader ve hasbe’n‐nesl girmek milli gururumuzu yaralamaktadır. O gelenek dairesinde gelişmemiz mümkün olmadığı için, bir hal çaresi bulmak istiyoruz.”

Yakın geçmişte dillendirilen Kürtlere kendi ana dillerini kullanmasına izin verilmesi ve Kürtlerin yoğun olarak yaşadıkları bölgelerde federasyon sisteminin kurulması gibi politikalar veya düşünceler ile Dr.Şükrü Mehmet’in mektubundaki öneriler arasında ilginç benzerlikler bulunmaktadır. Yukarıda da açıklandığı gibi O, batılı emperyalist devletlerin uyguladığı Kürt politikasının bir parçası olmuştur. Bu çerçevede batılı emperyalist devletlerin tasarladığı Kürt dili ve federasyonu konusundaki politikalarını mektubunda sıkça dile getirmektedir. Kürtlere siyasi hakların verilmesi ile ilgili ifadelerden sonra dil konusunda da çelişkili ifadeler kullanmakta ve bu konuda, kabadayı çıkışlar yaparak “Türkler ne derlerse desinler kendi dilimizi kullanacağız” demektedir. Ancak, devamında yönetim biçimi konusunda Türklerin kabul edebileceği bir yönetimi kabul edebileceklerini söylemektedir.

İfadelerini güçlendirmek amacıyla Türklerin siyasi mücadelesini örnek vererek, Türkler, nasıl emperyalist devletler karşısında başarılı olduysa Kürtlerin de başarılı olacağını savunmaktadır. Hatta bunu dönemin güçlü devletlerinden ve liderlerinden örnekler vererek, gücün bir gün yenileceğinden söz etmektedir. Dr. Sekban, Kürtlere siyasi hakların verilmesi ve dil konusunda Türklerin kabul edebileceği kanunlar çerçevesinde çözüm önerilerini sunmaktadır. Siyasi hakların ve dil konusundaki hakların verilmesi ile ilgili Misak‐ı Milli’nin birinci maddesini örnek vermektedir. Sekban’ın mektubuna göre birinci maddede; “…birtakım dini ve kültür bağlarıyla birbirine bağlı ve aynı amaç ile duygulanan unsurlardan oluşan ve işgal çizgisinin ötesinde ve berisinde sakin Osmanlı ve Müslüman çoğunluğuna sahip halk etnik haklar ve toplumsal şartlarına karşılıklı hürmetkâr olmak şartıyla hiçbir bahane ile fiilen ve hukuken ayırım kabul etmezler.”.

Bu maddeye göre devletin, Müslüman olan Türk’ten başka unsurları da vatandaş kabul ettiğini aynı zamanda bu unsurların haklarını kabul etmeyi taahhüt ettiğini savunmaktadır. Hâlbuki Dr.Şükrü Mehmet, Misak‐ı Milli’nin ilgili maddesinden vazife çıkarsa da bu husus 1924 Anayasası’ndaki vatandaşlık tanımı ile daha da açıklayıcı bir tanıma kavuşturulmuş, o yer halkının Türklükle muteber olduğu tespiti yapılmıştır. Buna göre, Türkiye’de yaşayan herhangi din ve ırk ayırt etmeden herkes, Türk’tür denilmektedir. Bununla da her türlü haklardan eşit yararlanmaktadır. Siyasi haklar ile birlikte yönetim biçimi konusunda da Dr.Şükrü Mehmet, 1921 Anayasası’nın yirmi ikinci ve yirmi üçüncü maddelerini adres göstermektedir. Bu maddeden hareket ile Kürtlerin yoğun olduğu bölgelerin birleştirilmesini teklif etmekte ve uygulamasını da yirmi üçüncü maddeye göre yapılmasını istemektedir.

Misak-ı Milli’nin birinci maddesinin orijinali şöyledir. “… Bu mütareke hattı içinde ve dışında din, ırk ve gaye bakımından birbirlerine karşılıklı saygı ve fedakârlık hisleriyle dolu ırki ve sosyal hakları ile çevre şartlarının tam olarak riayetkâr Osmanlı-İslam ekseriyetle meskûn bulunan bölgelerin tamamı hakikaten ve hükmen hiçbir zaman bölünmez bir bütündür.” 1924 Anayasasında vatandaşlık tanımı şu şekildedir. “Türkiye'de din ve ırk ayırt edilmeksizin vatandaşlık bakımından herkese "Türk" denir. Türkiye'de veya Türkiye dışında bir Türk babadan gelen yahut Türkiye'de yerleşmiş bir yabancı babadan Türkiye'de dünyaya gelip de memleket içinde oturan ve erginlik yaşına vardığında resmi olarak Türk vatandaşlığını isteyen yahut Vatandaşlık Kanunu gereğince Türklüğe kabul olunan herkes Türk’tür."

İdarecinin Kürt asıllı olmasını istemektedir. Atanması ve kontrol edilmesini ise Ankara tarafından yapılmasını talep etmektedir. Önerdiği siyasi çözümün Türk milliyetperverlerinin de tatmin edeceğini savunan Dr.  Şükrü Mehmet, Türk milliyetperverlerine göre, geçmişten gelen Türk‐Kürt kardeşliğinin ayrılmazlığının geçerli olmadığını söylemektedir. Geçmişte birçok hükümetin bu konuyu çözmeye çalıştığını, ancak çözemediğini belirten Dr. Şükrü Mehmet, milli savunma zaafının eskiye göre kalmadığını ifade etmektedir.

Türkiye, Temmuz 1927’den itibaren öncelikle doğu illerinden başlamak üzere ülke genelinde Umum müfettişlikler kurarak, bu duruma çözüm yoluna gitmiştir. Umum Müfettişliklerin kurulma amacı; Türkiye, topyekûn kalkınmayı gerçekleştirmek, iç güvenliği sağlamak, denetim yapmak ve ülkede idari birliği sağlamayı amaçlamıştır. Mektubun sonunda, Dr.Şükrü Mehmet, Feyzi Bey’den yukarıdaki düşüncelerini diğer dost ve meslektaşlarına iletilmesini istemektedir. Devamında Mustafa Kemal’e övgü dolu sözler yazarak, bu fikirleri ancak kendisinin gerçekleştireceğini söylemektedir. Dr.Şükrü Mehmet, mektubunun sonuna ilave şeklinde şöyle bir ifade yazmıştır. “Aradan üç ay geçtiği halde bu mektuba henüz bir cevap zuhur etmemesine nazaran verilecek hükmü başka söz söylemeden karain‐i kiramın takdir ve vicdanlarına havale ediyorum. Beyrut 18 Kanun‐ı evvel (Kasım) 1923” Bu ifadeden anlaşılacağı üzere, Dr.Şükrü Mehmet, mektubunu Eylül 1923 tarihinde göndermişti. Aradan üç ay geçmiş olmasına rağmen, Feyzi Bey’den herhangi bir cevap alamamıştır. Bundan dolayı sinirlenerek kitapçık şeklinde yayınladığı mektubunun sonunda böyle bir yazı yazmış olabilir.

Hatırlanacağı üzere mektubun yazıldığı sıralarda Türkiye’de genel af tartışmaları yapılıyordu. Dr.  Şükrü Mehmet’te bu aftan yararlanmak istiyordu. Bundan dolayı Feyzi Bey, Mustafa Kemal ve dönemin yönetimine övgü dolu özler sarf etmiş olması muhtemeldir. Ancak umduğunu bulamayan veya genel aftan faydalanamayan Dr.  Şükrü Mehmet, bu psikolojik atmosferde bu notu düşmüş olabilir.

 

SONUÇ

Osmanlı Devleti son dönemi ve Millî Mücadele Dönemi sonunda Türkiye’deki Kürt nüfusunu fakirlik ve cehaletten kurtarmayı amaç edinen ve kendisini hayırsever bir Kürt, ayrıca samimi ve vefakâr bir Türk taraftarı olarak tanıtmasına rağmen Dr. Şükrü Mehmet Sekban’ın Kürtçülük faaliyetleri, yazdığı ve gönderdiği mektuplardan gayet açık bir şekilde anlaşılmaktadır. Buna göre faaliyetleri, II. Meşrutiyet, Millî Mücadele ve Cumhuriyet dönemi olarak üç dönem halinde ifade edilebilir. II. Meşrutiyet dönemindeki faaliyetleri yoğun olarak Kürtlerin, Ermenilere karşı kontrol edilen ve Ermenilere tercih edilen gizli İngiliz politikalarına rağmen Kürtçü dernekler ile birlikte faaliyet gösteren ve Kürtlerin bilinçlenmesi ve eğitimi konusundaki çabalardır.

Millî Mücadele dönemindeki faaliyetleri, ayrılıkçı Kürt ayaklanmaları ile bağımsız bir Kürdistan kurulması yönündedir. Hatta Sevr görüşmelerinde Kürtçü isteklerini Batılı devletlere ilettiği görülmektedir. Cumhuriyet döneminde ise, Lozan Antlaşması’na kadar aynı fikir doğrultusunda gayret gösterdiği, bu faaliyetlerini İngiliz İstihbarat elemanları ile koordineli yürüttüğü kendi ifadelerinden ve Andrew Ryan’ın mektuplarından anlaşılmaktadır. Ancak Lozan’da aradığını bulamaması üzerine Türkiye Cumhuriyeti ile bir süre mutabakata varacak şekilde bir politika izlediği ve bunda başarılı olamaması üzerine Kürtlerin Türklerden ayrı bir millet olmadığını ırki ve kültürel olarak izaha giriştiği görülmektedir. Bu çerçevede Türkiye Cumhuriyeti Devleti Bayındırlık Bakanı ve Diyarbakır Milletvekili Feyzi Bey’e gönderdiği “Kürtler Türklerden Ne İstiyor?” isimli mektup hakkında değerlendirmeleri kendi yazdıkları çerçevesinde incelenmiştir.

Mektupta, yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nden beklentilerinin iki millet içinde önem arz ettiğini savunulmaktadır. Sekban, mektupta düşünce ve isteklerini sıraladıktan sonra, isteklerini yapabilecek kişinin Fevzi Bey olduğunu ummuştur. Feyzi Bey’in seçilmesinin nedeni olarak, bütün Türklerin itimadını kazanmış, Kürt mebuslarının en kıdemlisi ve etkilisi olarak kabinenin asli üyelerinden olması ve aralarındaki eski dostluktan dolayı Dr.Şükrü Mehmet Sekban’ı iyi tanıması olarak değerlendirilebilir. Yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin, Kürtlere yeni haklar tanıyacağı ve Kürdistan kurma yolunda taviz vereceğini düşünmüştür. Ancak geçen zaman içerisinde isteklerine itibar edilmemesi Dr.Şükrü Mehmet Sekban’ı bu mektubunu yazmaya teşvik etmiştir.

Mektubun yazılmasının temel nedeni, Kürtlerin istek ve arzularını bir milletvekili aracılığı ile gündeme getirme düşüncesidir. Amacı Mustafa Kemal Paşa döneminde bu konu gündeme gelirse bir çözüme kavuşabileceğini birçok sayfada kaleme almıştır. Ancak Dr.Şükrü Mehmet Sekban, genç Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunda ayrılığa ve özerkliğe yer olmadığını, Misak‐ı Milli sınırları içerisinde herkesin ayrı bir kimlik ve statü ile tanımlanmadığını, vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkesin Türk olduğunu anlayamamış her şeyden öte Batılıların istek ve arzusu ile hareket edilemeyeceğini kavrayamamış görünmektedir.

Her ne kadar mektubunu yazmasındaki görünürdeki sebeplerini yukarıdaki nedenlere bağlasa da kendisinin bu dönemde Beyrut’ta yaşıyor olması ve sürekli Türkiye tarafından takip edilmesinden dolayı psikolojik olarak zor durumda olduğu anlaşılmaktadır. Bu durumu, kendi mektubunda ve Andrew Ryan’ın mektuplarından açıkça anlaşılmaktadır. Yine incelediğimiz üç mektuptan hareketle yukarıdaki nedenlerin yanında Şükrü Mehmet Sekban’ın, Türkiye’ye geri dönebilmek için her af ilanı dönemlerinde, fikirlerinde tezat dönüşümler meydana gelmiştir. Bir bakıma affedilmesi veya Türkiye’ye dönebilmesi için ılıman mektuplar yazmış veya mesajlar vermiştir.

Mektubunda dile getirdiği gelecekteki muhtemel Kürtçülük politikaları hakkındaki fikirlerine bakıldığında, her ne kadar kendi düşüncesiymiş gibi ortaya koysa da dönemin ve geleceğin muhtemel İngiliz politikalarının bir özeti şeklindedir. Yakın geçmişte Türkiye’ye dikte ettirilmeye çalışılan Kürtlere anadilini kullanılmasına izin verilmesi ve diğer siyasi ve kültürel hakların verilmesi gibi. İngilizler tarafından iyi yetiştirilmiş olan Sekban, başlangıçta Kürt milliyetçisi iken, sonraki yıllarda İngiliz politikaları çerçevesinde sürekli fikir ikilemi içerisine girerek kendini kurtarma telaşına düşmüştür.

Prof. Dr. Mehmet ÇANLI
Prof. Dr. Mehmet ÇANLI
Tüm Makaleler

  • 11.01.2022
  • Süre : 16 dk
  • 2200 kez okundu

Google Ads