Zafer Yolu: 26-29 Ağustos 1922’de Neler Oldu?
Cephe boyunca 225 bin asker, silahlarına sımsıkı sarılmış, gözleri derin karanlıkta, nefesini tutmuş taarruz için subayların “İleri!” emrini bekliyordu. Kilometrelerce uzunluğundaki cephede çıt çıkmıyordu. Saat tam 04:30’da bir cayırtı koptu. Türk topçusu tanzim ateşine başlamıştı.
Şahlanış: 26 Ağustos 1922 (sabaha karşı saat 03:00, Kocatepe)
Başkomutan Kocatepe’de karanlığın içinden ovayı seyrediyordu. Kazanacağından o kadar emindi ki 330 kilometre uzaklıktaki İzmir’in çiçek açan dağlarını hayal ediyordu. Nazım’dan okuyalım;
”Dağlarda tek tek ateşler yanıyordu
Ve yıldızlar öyle ışıltılı, öyle ferahtılar ki
şayak kalpaklı adam
nasıl ve ne zaman geleceğini bilmeden
güzel, rahat günlere inanıyordu
ve gülen bıyıklarıyla duruyordu ki mavzerinin yanında
birdenbire beş adım sağında onu gördü.
Paşalar onun arkasındaydılar.
O, saati sordu.
Paşalar: "Üç” dediler,
Sarışın bir kurda benziyordu.
Ve mavi gözleri çakmak çakmaktı.
Yürüdü uçurumun başına kadar,
eğildi, durdu.
Bıraksalar
İnce, uzun bacakları üstünde yaylanarak
ve karanlıkta akan bir yıldız gibi kayarak
Kocatepe'den Afyon ovasına atlayacaktı.”
Cephe boyunca 225 bin asker, silahlarına sımsıkı sarılmış, gözleri derin karanlıkta, nefesini tutmuş taarruz için subayların “İleri!” emrini bekliyordu. Kilometrelerce uzunluğundaki cephede çıt çıkmıyordu. Saat tam 04:30’da bir cayırtı koptu. Türk topçusu tanzim ateşine başlamıştı. Saat 05:00’de tüm cephe boyunca kulakları sağır eden yoğun topçu ateşi yeri göğü cehenneme döndürdü. Ateş biter bitmez Türk askeri “Allah, Allah, vurun ha, koman ha!” naralarıyla karanlığı yararak Afyon ovasına akmaya ve Yunan savunma hattının ilk tepelerindeki mevzilere dalga dalga saldırmaya başladı. Gün ışımaya başlarken boğaz boğaza bir mücadele başlamıştı, düşmeyen tepelere ardı ardına süngü hücumları yapılıyordu. Baskın yiyen Yunan ordusu ne yapacağını bilmez haldeydi, gafil avlanmış ilk şaşkınlıkla öndeki tepeleri bırakarak çekilmek zorunda kalmıştı. Türk’ün son büyük savaşı başlamıştı. Beklenen gün nihayet gelmişti, güzel günler yakındı. Akif’ten dinleyelim;
“Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım;
Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım!
Kükremiş sel gibiyim, bendimi çiğner, aşarım.
Yırtarım dağları, enginlere sığmam, taşarım.”
100 yıl önce bugün yani 26 Ağustos 1922 tarihinde Büyük Taarruz başlamıştı. Başta “özgürlük ve bağımsızlık benim karakterimdir” diyen Başkomutan olmak üzere; o gün, o gece Afyon ovasında şahlanarak Kurtuluş’un destanını yazmaya başlamıştı.
“Onlar ki toprakta karınca,
suda balık,
havada kuş kadar
çokturlar;
korkak,
cesur,
cahil,
hakim
ve çocukturlar
ve kahreden
yaratan ki onlardır,
destanımızda yalnız onların maceraları vardır...”
Zaferin Ayak Sesleri: 27 Ağustos 1922, Afyon’un Kurtuluşu
Dünkü kıyametten sonra bu sabaha karşı gün ağarırken Türk Ordusunun taarruzu yeniden başladı. Kısa sürede Yunan savunma cephesi ortadan yarıldı ve hücuma kalkmış Türk askeri adeta bir sel gibi dağlardan, tepelerden Afyon’a doğru akmaya başladı.
Sabahleyin Başkomutan, Albay Reșat Beye yarma bölgesinin Batı kısmını güvenlik altına almak için Çiğiltepe'nin hemen ele geçirilmesi emrini vermişti. Albay Reșat saat 11:00 civarında tepeyi ele geçiremediği için intihar etti, oysa dakikalar içerisinde Çiğiltepe ele geçirilmişti.
Öğlene doğru savunma hatlarındaki mevzilerinin tamamını terk eden Yunan ordusu malzemelerini de bırakarak kuzeye doğru darmadağın bir halde kaçmaya başladı. Türk Ordusu Afyon önlerine geldi. Karşısında hiçbir düşman mukavemeti kalmamıştı.
Saat 17:30 civarı 189. Alay yıldırım gibi Afyon’a girdi, Afyon hükümet binası ele geçirildi ve Afyon Türk ordusu tarafından özgürlüğe kavuşturuldu. Afyon’un düşmandan kurtarıldığı haberi Ankara’ya ulaştığında halk sevinçle sokağa döküldü.
Başkomutanlık ve Batı Cephesi Komutanlığının karargâhı Afyon’a taşındı. Gazi Paşa Afyon’dan Ankara’daki Meclis’e telgraf çekti: “Komutanlarımızın sevk ve idarede düşman komuta heyetine üstünlüğü belirgin bir surette görünmektedir.”
Nazım’dan okuyoruz;
Dağlar aydınlanıyor.
Bir yerlerde bir şeyler yanıyor.
Gün ağardı ağaracak.
Kokusu tütmeğe başladı:
Anadolu toprağı uyanıyor...
Ve bu anda, kalbi bir şahan gibi göklere salıp
ve pırıltılar görüp
ve çok uzak
çok uzak bir yerlere çağıran sesler duyarak
bir müthiş ve mukaddes macerada,
ön safta, en ön sırada,
şahlanıp ölesi geliyordu insanın...
Zafere Bir Adım Daha: 28 Ağustos 1922
Afyon’un kurtuluşunun Büyük Taarruz açısından çok büyük önemi vardı. Bu sayede düşman kuvvetleri cephenin kuzeyine doğru sıkıştırılmış, Uşak yolundan uzaklaştırılmıştı.
Yollar terk edilmiş, yanmış motorlu araçlar, toplar ve ordunun işine yarayacak eşyalardan geçilmiyordu. Yunan ordusundan savaşmayı bırakıp teslim olanlar vardı.
“Ankara'nın taşına bak
Gözlerimin yaşına bak
Biz düşmanı esir ettik
Şu feleğin işine bak
Pek şanlıyız...”
Sabahın erken saatlerinde 23.Tümenimiz ile Yunan 4. Tümeni ile Resulbaba tarafında sert bir çarpışma yaşandı.
Demiryolu da Yunanlıların elinden çıkmıştı. Yunan Ordusunun taktiğinin Dumlupınar’a çekilmek, orada kuvvet toplamak ve böylece İzmir yolunu kesmek olduğu anlaşılmıştı. Bunun üzerine özellikle 1. Ordu bütün kuvvetini Dumlupınar istikametine yöneltmişti.
Takip devam ediyordu. Daralan çemberle birlikte cephedeki birliklerin önemli bir bölümü artık takip ve kovalama ile görevliydi. Karargâh da birliklerle beraber hareket ediyordu.
Plan belli olmuştu. Hedef Yunan ordusunu Dumlupınar’da çembere almaktı. Yunan kuvvetleri doğudan 2. Ordu, güneyden 1. Ordu tarafından kuşatılacaklar ve altın vuruş Dumlupınar’da yapılacaktı. Kurt kapanı Dumlupınar’dı.
Mustafa Kemal Paşa, Fevzi Paşa ve İsmet Paşa’nın ortak görüşü 28 Ağustos 1922 tarihinde yapılan savaşlarda Yunan Ordusunun tümenlerinin mağlup edildiği ve Yunanlıların artık savunma gücünü yitirdiği yönünde idi. Yunan Ordusunun dağılması an meselesi idi. Birliklere ara vermeden taarruzu sürdürmeleri emri verildi.
Türk Ordusu çekilmekte olan düşmanı sert ve kararlı bir şekilde takip ederek herhangi bir mevkide tutunmasına müsaade etmiyordu. Sona yaklaşılıyordu…
Nazım’dan okumaya devam ediyoruz;
“Dörtnala gelip Uzak Asya'dan
Akdeniz'e bir kısrak başı gibi uzanan
bu memleket bizim.
Bilekler kan içinde, dişler kenetli, ayaklar çıplak
ve ipek bir halıya benzeyen toprak,
bu cehennem, bu cennet bizim.
Kapansın el kapıları, bir daha açılmasın,
yok edin insanın insana kulluğunu,
bu dâvet bizim...
Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür
ve bir orman gibi kardeşçesine,
bu hasret bizim...”
Zafer Göründü: 29 Ağustos 1922
Büyük Taarruz’un dördüncü günündeki hedef, Yunan ordusunun içinde bulunduğu kurt kapanını daraltarak çekilme yollarını kesmek ve onları ovada kuşatıp sıkıştırmaktı. Hesap Dumlupınar’da görülecekti.
29 Ağustos sabahı Yunanlılar bir an önce Dumlupınar’a çekilmek, Ordumuz ise onların önünü kesip yakalayabilmek için daha güneş doğmadan harekete geçmişlerdi.
Görünüşe göre Türk kuvvetleri daha hızlıydı. Sabahın ilk aydınlığında karşılarında Türk askerlerini gören Yunanlılar şaşkına dönmüştü.
Afyon bölgesindeki Yunan birlikleri etrafındaki çember adım adım daralıyordu. İzmir’le haberleşme imkanları kaybolmuştu, ilerleyen saatlerde de kuşatma çemberi kapanmaya başlamış, adeta ertesi günkü zaferin yolu açılmıştı. Birliklerinden haber alamayan Yunan başkomutanlığı durumu okuyamıyordu.
Nazım’dan;
“Ve kocaman çiçekleri eflâtun
kırmızı
beyaz
ve sapları bir, bir buçuk adam boyundaki
haşhaşların arasından akar.
Ve Afyon önünde
Altıgözler Köprüsü'nün altından
gündoğuya dönerek”
Diğer taraftan Fahrettin (Altay) Paşa komutasındaki süvari birliklerinin yaptıkları ani taarruzlar, keşif hareketleri, düşman hattı arkasına yıldırım harekâtları, Yunan ordusunun adeta korkulu rüyası olmuştu. Türk süvarilerinin Yunan gerilerine yaptıkları ani saldırılar sebebiyle Yunan birlikleri yılmıştı, morallerinin sarsılmış ve kargaşalıklar yaşanmaktaydı.
Nazım anlatıyor;
“Solda, ilerdeydi Ali Onbaşı.
Kan içindeydi yüzü gözü.
Bir süvari takımı geçti yanından dörtnala.
Kaçanı kovalamıyordu yalnız
ulaşmak da istiyordu
bir yerlere
ve sadece kahretmiyor
yaratıyordu da.
Ve kılıçların,
nalların,
ellerin
ve gözlerin pırıltısı
ardarda çakan aydınlık bir bütündü.”
İki ordu arasındaki savaş, hava karardıktan sonra da devam etti. Cepheye Yunan ordusunun boşalttığı köy ve kasabaları yakarak, katliamlar yaparak çekildiği haberleri gelmişti. Türk ordusu hırslanmıştı, Yunanlılar direndikçe Türk Ordusu daha da sertleşiyordu. Yarın çok daha sert olacaktı.
Başkomutan Mustafa Kemal Paşa, Genel Kurmay Başkanı Fevzi Paşa ve Garp Cephesi Komutanı İsmet Paşa 29 Ağustos 1922 gecesi Afyonkarahisar’da belediye binasında bulunuyorlardı. Gece yarısından az sonra gelen raporlara göre son durum bir harita üzerine işaretlendi.
Paşalar raporları dikkat ve heyecanla okudular, haritaya baktılar yüzlerinde bir sevinç ve rahatlık belirdi. Yunan ordusu çemberin içindeydi. Emin olmak için haritayı tekrar incelediler ve sonucun yarın, yani 30 Ağustos 1922 günü kesinleşeceğini gördüler. Zafer artık çok yakındı...
Akif’in yakarışı;
“Arkadaş! Yurduma alçakları uğratma, sakın.
Siper et gövdeni, dursun bu hayasızca akın.
Doğacaktır sana va'dettigi günler hakk'ın...
Kim bilir, belki yarın, belki yarından da yakın.”