Misak-ı Milli Sınırları Ne Demektir?
Misak-ı milli, yani milli yemin denilen sınırlar 30 Ekim 1918 Mondros Mütarekesi, Mondros ateşkes anlaşması sonrasında elimizdeki işgal edilmemiş sınırlar demek. İstanbul’daki Meclisi mebusan (mebuslar meclisi, millet elçileri meclisi) tarafından tamam, bu sınırlara razı olalım, bu kadarı bize yeter diye ortak rıza kararı alınan sınırlardır.
Hepimiz biliriz, tarih derslerinin ünlü konusudur. Misak-ı Milli sınırları!
Ne demek misak-ı milli?
Milli sınırlar işte, milli sözü var ya içinde!
Milli sözü var da, bir de misak var, misak sınır mı demek?
Milli sınırlar diye anlamıyor muyuz misak-ı milli deyince?
Olabilir, misak sınır demek olabilir, ben bilmiyorum.
Nedense aklıma takıldı, açtım baktım etimolojik sözlüğe.
Misak anlaşma, sözleşme demekmiş!
Misak-ı milli, toplumsal sözleşme!
Sınır neresinde bunun? Misak-ı milli sınırları demiyor muyuz, misak sözleşme demekse, toplumsal sözleşme sınırları da ne alaka?
Savaş sonrasında olmazsa olmaz ülke sınırları işte, toplum olarak bir araya gelinmiş ve bir sözleşme yapılmış, o sözleşmenin de bir sınırları var! Bir araya gelip de sözleşme yapanlar da mebuslar!
Mebuslar milletin temsilcisi değiller mi?
Misak-ı Milli derken meclis kararından bahsediliyor, milli ant, tüm meclisin birlikte aldığı bir karar! Milli yemin, biz bu sınırlardan daha azına razı olmayacağız denilen sınırlar.
Öyleyse yeminimizi tutamamışız!
Yemin ne demek? Sağ elini kaldırarak ant içmek! Yani yemin aslında sağ taraf demek.
Hoş geldiniz, şöyle buyurun, yemin ü yesar oturun çocuklar.
Yani?
Sağlı sollu oturun diyor işte.
Sağ tarafın sol taraftan daha hayırlı olması da farklı bir konu, belki bir gün bu konuyu da incelerim.
***
Misak-ı milli sınırları deyince ant içilmiş, yemin edilmiş sınırları anlamalıyız öyleyse.
Bugün misak-ı milli sınırlarından eksik olan yer neresi?
Musul ve Kerkük!
Başka?
Aslında misak-ı milli, yani milli yemin denilen sınırlar 30 Ekim 1918 Mondros Mütarekesi, Mondros ateşkes anlaşması sonrasında elimizdeki işgal edilmemiş sınırlar demek. İstanbul’daki Meclisi mebusan (mebuslar meclisi, millet elçileri meclisi) tarafından tamam, bu sınırlara razı olalım, bu kadarı bize yeter diye ortak rıza kararı alınan sınırlardır.
O tarihte eldeki topraklar içerisinde Müslüman nüfusun yoğun olduğu Batı Trakya yoktur, Bulgar işgali altındadır.
Bugünkü Kars Ardahan da yoktur, Batum’un da dahil olduğu bu bölge de Rus işgali altındadır.
Kıbrıs ve on iki adalar, Rodos adası zaten yoktur. Kıbrıs İngilizlere terk edilmiş, (hediye edilmiş de diyebiliriz!), on iki adalar ve Rodos adası ise İtalyan işgali altındadır.
Ancak Halep vilayeti henüz işgal edilmemiştir, dolayısıyla misak-ı milli sınırlarına dahildir. Bugünkü Suriye’nin büyük kesimi Halep vilayetidir.
Akdeniz sınırında Hatay dahil, Beyrut dahil henüz işgal edilmemiştir. Buralar da misak-ı milli sınırları içerisindedir.
Bugünün Suriye ve Irak topraklarının büyük bir kısmına hâkim Deyr-i Zor sancağı da vardır. Bugünkü Deyrizor şehri Suriye sınırları içerisinde bir şehirdir, ancak Osmanlı zamanında Musul’un batısından, Bağdat’ın kuzey batısından Halep’in doğusuna kadar aradaki tüm topraklara Deyr-i Zor sancağı deniyormuş.
Deyr-i zor İdari olarak Halep’e bağlı olsa da ticaret yollarının kesişiminde olduğu için önemli bir yermiş.
Musul vilayeti denilen bugün Musul ve Kerkük dediğimiz Türkmen toprakları da doğal olarak misak-ı milli sınırlarına dahildir.
***
Peki ateşkes yapıldıysa ne olmuş da bu topraklar ardından kaybedilmiş?
Çünkü Mondros mütarekesi bir ateşkes anlaşması değildir, bir teslimiyet belgesidir.
Siz ateş etmeyin, silahlarınızı da teslim edin, biz ise işgal etmeye devam edeceğiz denilen Osmanlının artık varlığını kaybettiği ve çöküşünün bir belgesidir.
***
Bugün milli yemin sınırlarının bir geçerliliği var mıdır?
Köprünün altından çok sular akmış, bölgelerin demografisi o günlerden bugüne ne kadar çok değişmiş, yani mümkün değil, yemin etmiş olsanız da mümkün değil.
Peki niye bu kadar çok gündemde tutulmuş bu kavram?
Çünkü Musul ve Kerkük’ten petrol çıkıyor!
Misak-ı Milli deyince Deyr-ü Zor’u anlayan var mı? Beyrut anlayan var mı?
Varsa yoksa Musul ve Kerkük. Çünkü petrol çıkıyor bu şehirlerden.
Ah ve vah, nasıl da elimizden kaçırmışız bu iki şehri, Atatürk ve İnönü Lozan’da yeterince diretselermiş, misak-ı milli sınırlarından taviz vermeselermiş, bugün biz de petrol zengini olabilirmişiz!
Peki Beyrut niye gündeme gelmiyor? Çünkü Beyrut’tan petrol çıkmıyor!
Nereden biliyorsunuz, petrol yoktur da, belki Beyrut’un deniz kıta sahanlığında doğal gaz vardır! Olamaz mı?
Beyrut da Misak-ı Milli sınırları içerisinde!
Atatürk ve İnönü Lozan’da bizi hezimete uğratmasalarmış, bugün biz de doğalgaz zengini olabilirmişiz!
Kuyruk acısı olanlar bugün böyle söylüyorlar.
Vur abalıya, abası var ya, ona bir şey olmaz.
Bu söz de aslında vuracaksan yalandan vur anlamındadır. Ama vur abalıya deyiminde zamanla anlam kayması olmuş, günümüzde daha çok haksız yere eleştirme anlamında kullanılıyor.
Neyse, Misak-ı Milli sınırları dediğimiz sınırlar bence artık bir anlamı olmayan sınırlardır.
Evet, zamanında bu sınırlar içerisinde yoğunluklu Müslüman Osmanlı nüfusu varmış, bugün ise Osmanlı nüfusu diye bir şeyin anlamı da yok.
Bu bölgelerde yaşayan Türk, Türkmen, yani yörük nüfuslar diyorsanız, tabii ki hepsi Türkiye Cumhuriyeti garantisi altında olmak zorundalar. Buna Misak-ı Milli sınırları dışında kalan Türk topluluklar da dahildir.
İstiyorsanız sadece Türk değil, karşılıklı niyet varsa eski Osmanlı topraklarındaki Müslüman nüfuslar için de garanti olun, bugünün Karadağ’ı, Bosna’sı, Üsküp’ü, Batı Trakya’sı, buralarda yaşayan Müslüman nüfuslar için de Türkiye doğal bir garantidir.
Ancak Misak-ı Milli diye bir sınır bugün artık kalmamıştır.
Gücünüz varsa zaten insanlar size kendileri yanaşacaklardır. Gücünüz yoksa siz ne kadar buralar misak-ı milli sınırları içerisindeydi de deseniz hiçbir anlamı olmayacaktır.
***
Son bir söz, Filistin ve Kudüs üzerine.
Evet, bir zamanlar buralar da Osmanlı topraklarıymış. Ancak İstanbul’daki meclis-i mebusan bile zamanında buraları misak-ı milli sınırlarına dahil etmemişler, edememişler. Çünkü çoktan bu topraklar kaybedilmiş. Üstelik bu toprakların kaybedilmesinde Arapların İngiliz seviciliği de büyük rol oynamış. Artık neyse dertleri Türklerle, arkamızdan hançerlemişler bizi.
O yüzden bugünkü iktidarın bu Arap hayranlığını ben hiç anlamam.
Yanlış anlaşılmasın, Arap ırkına karşı kötü bir düşünce yok içimde, hatta kendimce o kültüre de büyük saygı duyarım. Ancak hayranlık düzeyinde bir duygu taşımam içimde. Onlar da bu dünyanın ayrı bir rengidir diye düşünürüm sadece.
İsrail’in Filistin’de yaptıkları ve Amerika ile kimi batı devletlerinin İsrail’e verdikleri destek bence anlaşılır gibi değil.
Almanya’nın Yahudilere yaptıkları yüzünden kendince bir utancı olabilir. Belki budur bugün İsrail’e verdikleri desteğin sebebi.
İngilizleri zaten anlamıyorum. Onlar da belki ikinci dünya savaşı sorasında insanlık adına Yahudilere yapılanlara engel olamadıkları için utanç duyuyor ve bugün İsrail’e arka çıkıyorlardır.
Amerikalılar ise zamanında Kızılderilileri katletmiş bir ülke olarak, Japonya’ya attıkları atom bombasıyla herhangi bir şeyden utanç duyacak bir ülke değil. Onlarınki daha önce de yazdığım gibi ortalık karışsın, silah satsınlar, vahşi kapitalizm ve emperyalist hevesler.
İsrail’in yaptıkları kabul edilebilir şeyler değil, hepimiz kınıyoruz, şiddetle kınıyoruz, yapılanlar insanlık suçudur, tarih günü geldiğinde bu suçların sorumlularını yargılayacaktır.
Ancak sırf Müslüman oldukları için Türkiye gündeminin bu konuya bu kadar yoğun ilgi göstermesi de bence anlaşılır gibi değil.
Dünyanın başka yörelerinde de yeterince eziyet çeken bir çok toplum var, sadece savaş yüzünden ölenler değil, fakirlikten, hastalıktan, başka toplumların baskıları yüzünden her gün ölen binlerce insan var dünyada.
Bu gerçekleri görmeyip, aman da Müslüman kardeşlerimizi katlediyorlar diyerek tüm gün, hem de sadece İsrail’in müsaade ettiği kadarıyla savaşı ekranlarda göstermenin ardında başka amaçlar olduğunu düşünüyorum.
Eğer amaç misak-ı milli sınırları içindeki Müslüman ve soydaşlarımıza arka çıkmak ise, dedim ya, geçmiş kadrolarca Kudüs ve Filistin bu sınırlar içerisine dahil edilmemiş. Yapabileceğimiz bir şey varsa yapalım, ancak arada Amerika olduğuna göre siklet farkı var, üzülmekten başka bir şey gelmiyor elden.
Bunun dışında ülke olarak konsantre olmamız gereken başka şeyler de olduğunu düşünüyorum.
Varlığımızı içselleştirmek mesela, kendi iç sorunlarımıza çözüm üretmek mesela, birliğimizi pekiştirmek, kardeş ülkelerle güç birliğini pekiştirmek, ekonomik sorunları çözüme kavuşturmak ve gelecek nesillere ümit kaynağı olmak.
Kısacası yapacak çok işimiz var.
Coğrafi avantajlarımızı kullanarak bölgede nüfuz etkimizi artırmak bile yapmamız gerekenler arasında sayılabilir, ama bunu yapabilmek için ekonomik bağımsızlığımızı da kazanıp daha güçlü bir ülke olmamız gerekiyor.
Güç ise birlikten ortaya çıkıyor.
Demek ki Filistin konusunda bir şey yapmak istiyorsak, oturduğumuz yerden sızlanmak yerine dünya devletlerini organize etmeyle uğraşmalıyız belki de.
Gerisi bence boşa zaman kaybıdır.
***
Gerçek Misak-ı Milli sınırlarımız ise bugün sahip olduğumuz sınırlardır. Önce mevcut sınırlarımıza sahip çıkalım da, yol geçen hanına dönmüş sınırlara hakim olmasını bilelim de, belki daha sonra ilerisine birlikte bakarız.
Moskova’dan herkese sevgi ve saygılar sunuyorum.