Site İçi Arama

tarih

I. Dünya Savaşında ve milli mücadelede alınan ermeni esirler

I. Dünya Savaşı ve Millî Mücadele dönemindeki Ermeni esirleri konusunu anlayabilmek için öncelikle savaş ve esir terminolojilerinin hukuki tanımının bilinmesi gerekmektedir.

Giriş

I. Dünya Savaşı ve Millî Mücadele dönemindeki Ermeni esirleri konusunu anlayabilmek için öncelikle savaş ve esir terminolojilerinin hukuki tanımının bilinmesi gerekmektedir. Savaş esiri hakkında değişik kaynaklarda çok çeşitli tanımlar bulunmaktadır. Bunlardan en detaylı tanım, milletlerarası antlaşmalarda yapılmıştır. Buna göre savaş esiri; harp usul ve kaidelerine göre geçici olarak düşman-ı gâlibin esiri addolunan devlet-i muhâsama asker ve teb’ası olarak tanımlanmıştır. Diğer bir tanımda ise, savaşta ele geçirilen ve savaş süresince bir kampta tutulan silahlı kuvvetler mensupları olarak tanımlanmıştır.

Yabancı dildeki sözlüklerin bazıları harp esiri tanımının içine askerlerle birlikte, sivilleri de dâhil etmiştir. Genelkurmay Başkanlığının hazırladığı İngilizce-Türkçe Askeri Terimler Sözlüğü’nde savaş esiri; milletlerarası antlaşmalardaki istisnai durumlar dışında savaşan kuvvetlerin, karşılıklı birbirlerinden aldıkları ve enterne ettikleri kimseler olarak tanımlanmıştır. Bu tanımda, diğer tanımlardan farklı olarak savaş esiri, herhangi bir ayrıma gidilmeden karşılıklı alınan kimseler şeklinde tanımlanmıştır. Milletlerarası sözleşmelerde de savaş esiri tanımı, hemen hemen aynı şekilde tanımlanmıştır.

1907 La Haye Sözleşmesinde savaş esiri; meşru ve silahı alınmış bir düşman olarak kabul edilmiştir. Yine bu sözleşmede esirler, kendilerini esir eden şahsın esiri olmaktan çıkartılarak düşman devletin esiri sayılmış ve harp esiri kavramının içine siviller de dâhil edilmiştir. Savaş esirinin tanımı uluslararası sözleşmelerin yanında itilafnâme ve talimatlarda da görülmektedir. Örneğin İngiltere ile Osmanlı Devleti arasında esirlerin iadesi konusunda 1917 yılında yapılan bir itilafnâmeye göre, savaş esiri tanımında şöyle bir ayrım yapılmaktadır. Savaş esiri tabiri, asker esirleri ifade ederken, esir tabiri hem askeri esirleri hem de sivil mevkufları ifade etmektedir. Yapılan bu tanımda askeri esirlerin yanında mültecilerden de söz edilmektedir. Mülteciler asker olabileceği gibi sivil de olabilmektedir. Bu tanım, I. Dünya Savaşı’nda ve Millî Mücadele döneminde sık sık karşımıza çıkmaktadır. Yapılan tanımlara baktığımızda, esirin veya savaş esirinin savaşta iki veya daha çok tarafın karşılıklı olarak ele geçirdikleri asker, milis ve gönüllüler olarak tanımladıklarını görmekteyiz.

Esirin alınabilmesi için savaşın olması gerekmektedir. Bu durumda savaş kavramı ve hukuku üzerinde durulması gerekmektedir. Savaş kavramı, kavga, cenk ve savaş anlamlarına gelmektedir. Daha geniş anlamı ile savaş, iki veya daha fazla düşman kuvvet arasında yapılan ve birbirlerine siyasi emellerini kabul ettirme amacı güden silahlı çatışmadır. Başka bir ifade ile savaş, 2941 sayılı "Seferberlik ve Savaş Hali Kanununun 3. Maddesinin 5. Fıkrasına göre, devletin bekasını temin etmek, milli menfaatleri sağlamak ve milli hedefleri elde etmek amacıyla, başta askeri güç olmak üzere, devletin maddi ve manevi kuvvetinin, hiçbir sınırlandırmaya tabi tutulmaksızın kullanılmasını gerektiren silahlı mücadeledir.

I. Dünya Savaşının sonlarına kadar klasik devletler hukukunda ve uygulamada, egemen devletlerin başta gelen haklarından biri savaş hakkıydı. Savaş hakkı, egemen bir devletin, çıkarlarını gerçekleştirmek ya da çiğnenmiş saydığı bir hakkını korumak üzere kendi değerlendirmesine göre girişmeye karar vereceği, silahlı ve çok kapsamlı bir zorlama yoluydu. Devletler hukuku, uzun zaman savaşın meşruluğu üzerinde durmaksızın yalnız kullanış kurallarını belirlemekle uğraşmıştır.

Bugünkü savaş kurallarının bir bölümü, savaşın olabildiği ölçüde insancıl kılınmasıyla ilgilidir. Savaşın yapılış biçimine ilişkin teknik kurallar geniş kapsamlı derlenmiş ve yasalaştırılmış değildir. Bununla birlikte savaş tutsakları, savaş aldatmaları, düşman kamu malları, savaşın açılışı, mütareke ve görüşmecilerle ilgili kurallar derlenmiştir.

Savaş hali; düşmanlık hareketlerinin başlaması anından bu hareketlerin sona ermesine kadar devam eden haldir. Savaşın bitimini müteakip yapılan anlaşma ile de esirlerin ülkelerine iade edileceklerine dair 1906, 1929 ve 1949 Cenevre Sözleşmelerinde hükümler mevcuttur. Bu sözleşmelerde, esirler konusunda genel hükümler yer almıştır. Esirlerin alınış şekli, esirlere yapılacak muamele, esirlerin iaşesi, çalıştırılması ve mübadelesi gibi konular, gerek ilgili devletlerin kendi yönetimlerince yayımladığı talimatnameler ve gerekse savaşan ilgili devletlerarasında yapılan anlaşmalarla tespit edilmiştir. Örneğin Osmanlı Devleti, I. Dünya Savaşı esirlerine uygulanacak kuralları R.1331’de (1915) "Üsera Hakkında Talimatname" adı altında yayınlamıştır. Millî Mücadele döneminin başlarında bu talimatnamenin kuralları uygulanırken, R.1339’de (1923) yeni bir "Üsera Talimatnamesi" yayınlanmıştır.

I. Dünya Savaşında Ermeni Esirleri ve Sivil Tutsaklarının Mübadelesi

Esirin alınabilmesi için meşru bir savaşın olması veya devletlerin savaş halinde olması gerekmektedir. Savaş meydanında alınan askeri esirin yanında askeriyeye yardım veya iş birliği yapmış sivillerin de esir sayılabileceği konusunda gerek 1899 Cenevre ve gerekse 1907 La Haye Mukavelelerinde hükümler bulunmaktadır. I. Dünya Savaşı döneminde kurulmuş meşru bir Ermeni Devleti mevcut değildir. Ermenilerin devlet kurması, I. Dünya Savaşı sonrasında 1918 yılından itibaren Kafkaslarda ortaya çıkan kargaşa ortamından faydalanarak 1920 yılında gerçekleşecektir.

Osmanlı coğrafyasında uzun zamandan beri komitacılık ve çetecilik yapan Ermenilerin Taşnak Komitası, Osmanlı Devleti’nin I. Dünya Savaşına girmesiyle birlikte Haziran 1914 yılında Erzurum’da düzenledikleri bir toplantıda Rusya’nın yanında savaşa girmeye karar vermişlerdir. Kısa süre içerisinde Dünya Ermenilerinden yardım istenilerek oluşturulan yaklaşık yüz elli bin kişilik gönüllü birlikler ile Rusya’nın yanında savaşa katılmışlardır. Ruslara katılamayan Ermeniler ise, iç bölgelerde çetecilik faaliyeti yaparak asker ve sivillere zarar vermişlerdir. Böylece Ruslar, yerli ve gönüllü Ermeni birliklerinin yardımıyla Doğu Anadolu bölgesine girerek büyük katliamlar yapmışlardır.

6 Mayıs 1915 tarihinde Van alınca Ruslar, yönetimi Ermenilere devretmişlerdir. Van’ın alınması ve burada yaşanan Ermeni katliamları sonucunda Osmanlı Hükümeti, Ermeni komita liderlerini ve olaylara karışanlardan 235 kişiyi tutuklamış ve Ermenilerin her türlü kuruluşlarını kapatmıştır. Devlet ayrıca, güvenliği sağlamak ve vatandaşlarını korumak amacıyla 27 Mayıs 1915’te sevk ve iskân kararını almıştır.

Bu süreçte, Doğu Cephesi’nde Ruslarla birlikte hareket eden gönüllü Ermeni birlikleri ve cephe gerisinde çetecilik yapan Ermenilerden birçok esir alınmıştır. Alınan esirlerin bir kısmı Ruslarla birlikte askeri esir olarak esir kamplarında muhafaza edilirken, cephe gerisinde çetecilik yapanlar ise, sivil tutsak, mülteci, siyasi mahkûm ve savaş suçlusu gibi kelimelerle adlandırılarak suçları oranında ya hapishanede ya da esir kamplarında muhafaza edilmişlerdir. Bunların sayısı hakkında belirli bir rakamdan söz etmek mümkün değildir. Ülke çapında farklı kamp ve hapishanelerde tutulduklarından dolayı net bir sayıdan bahsedilememektedir. Farklı kaynakların verdikleri rakamlar da genel bir sayıdan ileri gidememektedir.

Belirli bir sayının verilmemesinin birçok nedeni vardır. Öncelikle I. Dünya Savaşı esnasında Ermeniler, sadece Ruslarla iş birliği yapmamışlardır. Rusların yanından İngilizler, Fransızlar, Yunanlılar ve hatta İtalyanlarla da iş birliğine gittiklerini farklı kaynaklarda görmekteyiz. Bunun yanında belirli bir askeri kıyafeti olmadığı için ya da iş birliği yaptığı ülkenin ordusuna kayıtlı olmadığı için hangi ülkenin askeri olduğunu tespit etmek zorlaşmaktadır. Diğer taraftan cephe gerisinde iş birliği yaptığı ülkeler adına istihbarat görevi yaptıklarından dolayı vatana ihanetten veya siyasi suçlu şeklinde de mahkûm edildiklerini görmekteyiz. Bunların sayısının tespiti dönemin koşullarından dolayı mümkün olamamaktadır.

I. Dünya Savaşı’nın devam ettiği dönemde İngiliz, Fransız hasta ve yaralı esirlerinin yanında bunlarla iş birliği yapmış Ermeni esirlerin mübadelesi de yapılmıştır. Bunların sayısı hakkında kesin bir rakamdan söz edilmemektedir. Bu mübadele, İngiltere ile Osmanlı Devleti arasında 27 Kasım 1917 tarihinde yapılan "Üserâ-yı Harbiye ile Sivil Üserâya Dair İngiltere Hükümeti ile Hükümet-i Osmaniye Beyninde Mün'akid İtilafnâme" ye göre gerçekleştirilmiştir. Buna ek olarak 1917 tarihli "Osmanlı ve İngiliz Ordularına Mensûb Hasta ve Mecrûh Üserâ-yı Harbiyenin Mübâdelesine Dair Şerait" de tespit edilmiştir. Bu İtilafnameye göre, yabancı uyruklu olan Ermeni sivil ve askeri esirlerin iadesi yapılmıştır. Osmanlı vatandaşı olan Ermeni esirlerin, esaretleri devam etmiştir.

I. Dünya Savaşı’nın başında Ruslarla iş birliği yapan Ermeniler, Ekim 1917 Bolşevik İhtilali’nden sonra İngilizlerin ve özellikle Fransızların himayesinde terör faaliyetlerini devam ettirmişlerdir. Karşılığında da İngilizlerin ve Fransızların yardımıyla Mondros Mütarekesi’nden başlamak üzere Osmanlı Devleti ile yapılan bütün antlaşmalarda Ermeniler sürekli kollanılmıştır. Örneğin Mondros Mütarekesinde, İtilaf Devletlerinin esirleri ve Ermeni esirleri, kayıtsız şartsız serbest bırakılması sağlanmıştır. Mütareke’nin dördüncü maddesinde, “İtilaf Hükümâtına mensûb üserâ-yı harbiye ile Ermeni Üserâ ve Mevkûfini İstanbul’da cem edilecek ve bilâ kayd-ı şart İtilaf kuvvetlerine teslim olunacaktır.” denilmektedir. Mondros Mütarekesi’nin dördüncü maddesi gereğince, bu defa mağlup olmuş olan Osmanlı Devleti, yerli ve yabancı Ermeni sivil ve askeri esirlerin yanında mahkûmları da kısa sürede serbest bırakmıştır.

Mondros Mütarekesi’nden sonra serbest bırakılan Ermenilerin bir kısmı, Doğu Anadolu bölgesine giderken, diğer bir kısmı ise Güney Anadolu’daki Fransız işgal bölgesine gitmiştir. Kafkaslar ve Doğu Anadolu bölgesine gidenler, İngilizlerin ve Fransızların kışkırtmasıyla kargaşa ortamından faydalanarak 1920 yılında Ermeni Devleti’nin kuruluşunu ilan etmiştir. Ermenilerin Kafkaslardaki ve Doğu Anadolu’daki mücadeleleri sonucunda Kazım Karabekir’in komutanlığını yaptığı On Beşinci Kolordu’ya yenilmiştir. Savaş sonucunda Türkiye ile Ermenistan arasında 2 Aralık 1920’de Gümrü Antlaşması imzalanmıştır. Antlaşmaya göre, Ermenistan taahhütlerini yerine getirdikten sonra alınan esirlerin iadesine başlanacaktır. Esirlerin iadesini tali komisyon yapacaktır (Madde 17). Gümrü Antlaşması’nın uygulanması, Mart 1921 tarihli Moskova Antlaşması’ndan sonra yapılacaktır. Bu antlaşmada da esirlerin sayısı hakkında bilgi bulunmamaktadır.

Rusya ile I. Dünya Savaşı’nın devam ettiği yıllarda esir mübadelesi yapılmamıştır. Bu dönemde alınan esirlerin mübadelesi, 16 Mart 1921 tarihli Moskova Antlaşması’nda harp esirleri ve sivillerin iadesinin üç ay zarfında yapılacağı belirtilmiş ve iadenin şartları özel bir mukavele ile tespit edileceği karara bağlanmıştır. Antlaşma ile birlikte 28 Mart 1921’de "Türkiye ile Rusya arasında Mün'akid Üserâ Mukâvelesi" yapılmıştır. Bu Mukavele ile esirlerin mübadelesi, detaylı olarak ele alınmıştır. Bu Mukavele çerçevesinde Rus esirlerinin içerisinde bulunan Ermeni esirlerinin bir kısmı da iade edilmiştir. Ermeni esirlerin sayısı konusunda herhangi bir rakamdan söz edilmemektedir.

Mondros Mütarekesi sonrasında İngilizlerle iş birliği sebebiyle tutuklanan Ermeni esirleri veya sivil tutsaklarının sayısı her ne kadar fazla değilse de İngiltere ile yapılan 27 Şubat 1921 tarihli Londra Sulh Konferansı’nda İngiliz esirlerinin yanında Ermeni esirleri de gündeme gelmiştir. Ancak Türkiye bunu çeşitli sebeplerden dolayı kabul etmemiştir.

Mondros Mütarekesi sonrasında serbest kalan Ermeni esirlerin bir kısmı da Güney Anadolu’daki Fransız işgal bölgesine gitmiştir. Giden Ermenilerin sayısı, farklı kaynaklara göre, Fransız işgal kuvvetlerinin yarısını oluşturmaktadır. Nitekim, yukarıda da belirttiğimiz gibi, Güney Cephesi’nde Fransızlardan ve işbirlikçi Ermenilerden yüzlerce esir alınmıştır. Bu esirler, önce yerel Kuvayı Milliye birliklerince muhafaza edilirken, daha sonra Kayseri ve Elâzığ esir garnizonlarında muhafaza edilmiştir.

Fransız ordusunda görevli olan Ermeniler, askeri esir garnizonlarında tutulurken, işbirlikçi sivil Ermeniler ise suçlarına göre hapishanelerde tutulmuştur. Askeri ve sivil Ermeni esirlerin iadesi, Fransız askerleriyle birlikte Fransa ile imzalanan Ankara Antlaşması (20 Ekim 1921) çerçevesinde yapılmıştır. Antlaşma ile esirler karşılıklı serbest bırakılacaktır. Bunun yanında genel af çıkarılacaktır (Madde 2, 5). Fakat Fransızlarla iş birliği yapmış olan ve esir alınanların sayısı hakkında net bir rakamdan söz etmek mümkün değildir. Bu kişilerin iadesinde Amerikan Genç Hıristiyanlar Cemiyeti ve Yakın Doğu Yardım Cemiyeti gibi misyoner cemiyetlerinin önemli rol oynadığı bilinmektedir. Yine iadesi yapılan Ermenilerin büyük bir kısmı Fransız işgal bölgesi olan Suriye ve Lübnan’a götürülmüştür. 1924 yılında Türk Genelkurmay Başkanlığı’nın tespitlerine göre, Fransa’nın Suriye’deki işgal kuvveti, yirmi sekiz bin kişidir. Bunlardan sadece bin kadarı Fransız’dır. Yarısından fazlası Ermenilerden oluşmaktadır. Ermenilerden oluşan birliklerinin büyük bir kısmı, Türkiye sınırlarında muhafızlık yaptığını görmekteyiz.

Lübnan bölgesindeki Fransız işgal kuvvetlerinin de büyük bir kısmı Ermenilerden oluşmaktadır. Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da İngiliz ve Fransızlarla iş birliği yapmış ve esir alınmış Ermenilerin bir kısmı da İngiliz işgali altında bulunan Irak’a gitmiştir. Gidenlerin büyük bir kısmının İngiliz işgal ordusunda görevlendirildiğini görmekteyiz. Anadolu’da bulunan Ermeni esirlerinin miktarı hakkında tam bir bilgiye sahip olmasak da tahmini bir rakam verilecek olursa, Mondros Mütarekesine kadar olan dönemde Osmanlı Devleti’nin elinde 15.702 İngiliz, 4.935 Rus, 700 İtalyan ve 169 Fransız askeri olmak üzere toplam 21.506 İtilaf devletleri esiri bulunmaktadır. Ölen esirler hesaptan çıkarıldığında yaklaşık 13.500 esir, Osmanlı Devleti’nin sınırları içindeki muhtelif kamplarda bulunmaktadır.

Millî Mücadele Döneminde Ermeni Esirleri ve Sivil Tutsaklarının Mübadelesi

Mondros Mütarekesi sonrasında serbest bırakılan Ermeniler, tekrar İngilizlerin ve Fransızların himayesi ve teşvikiyle terör faaliyetlerine başlamışlardır. Serbest kalan Ermenilerin bir kısmı Doğu Anadolu bölgesine giderken, bir kısmının da Fransız işgal bölgesine gittiğini yukarıda belirtmiştik. Doğu ve Güney Anadolu’da işleri biten Ermeni çetelerinin bir kısmı 1921 yılından sonra Batı Anadolu bölgesine göç etmiştir. Göç eden Ermenilerin bir kısmı bu bölgedeki İngilizler ve Yunanlılarla iş birliğine girmiştir. Anadolu’da başlayan işgaller sonucunda yerli Ermeni ve Rumların şikâyetleri sonucunda sivil-asker ayırımı yapılmadan birçok Türk ve Müslüman tutuklanmıştır. Bu kişiler, işgal bölgelerinde günlerce aç susuz bir şekilde işgalci kuvvetlerin işlerinde zorla çalıştırılmıştır. Yunan işgal bölgelerinde I. Dünya Savaşı döneminden kalma İngilizlerin elinde bulunan sivil-asker Türk esirleri de Yunanlılara teslim edilmiştir. Aynı şekilde I. Dünya Savaşı döneminden kalma Ruslara esir düşen Türk esirlerinin bir kısmına Yunanlılar el koymaya çalışmış ise de Kızılay’ın teşebbüsüyle bunlar kurtarılmıştır.

Millî Mücadele döneminde Ermenilerin Anadolu’nun her bölgesinde işgalcilerle birlikte hareket ettiği görülmektedir. Örneğin Batı Anadolu bölgesindeki Ermeniler, Yunan işgal kuvvetleriyle birlikte hareket etmişlerdir. Türk ordusunun başlattığı Büyük Taarruz ve akabinde başlayan takip harekâtında Anadolu'dan birçok sivil Ermeni de Rumlarla birlikte İzmir'e doğru kaçmaya başlamıştır. İzmir’de toplanan sivil Rum ve Ermenilerin kaçabilenleri kaçmışlar, kalanlara ise gitmeleri için mühlet verilmiştir. İzmir’de toplanan sivil Rum ve Ermenilerin kargaşalığa mahal vermemesi için Ordu Komutanı Ferik Nurettin Paşa’nın Ermeni ve Rum işbirlikçileri ile ilgili birtakım beyannameler yayınladığı görülmektedir.

Nurettin Paşa’nın yayınladığı 5 numaralı beyannamede, İzmir’e toplanan sivil Rum ve Ermenilerin birçoğunun Osmanlı tebaası olduğu belirtilerek, Mondros Mütarekesi’nden sonra Osmanlı uyruğunu değiştirmiş olanların, uyruklarının geçerli olmayacağı ve kendilerinin Türk vatandaşı kabul edileceği belirtilmiştir. Hatta Osmanlı uyruğundan iken herhangi bir ecnebi devletin himayesine giren kişiler de yine Türk vatandaşı sayılacaktır. Bu sıfatlara haiz olan kişilerden 18-45 yaşlarındaki erkekler, esir garnizonlarına sevk edilecekti.

İzmir’de toplanan Rumlara 30 Eylül 1922’ye kadar gitmeleri için mühlet verilmişti. Kalacak olanların azınlık temsilcileri tarafından tespit edilerek 30 Eylül’e kadar Komutanlığa bildirilmesi istenmiştir. Kalacak olan Ermeniler, içerlere doğru sevk edilecekti. Hatta bu beyannamede evlerinde Rum ve Ermeni saklayan kişilere, ellerindeki Rum ve Ermenileri teslim etmeleri için iki gün mühlet verilmiştir. Teslim edilmediği takdirde idam edilecekleri bildirilmektedir.

Nurettin Paşa’nın 7 numaralı Beyannamesinde ise, (16 Eylül 1922) İzmir’de toplanan Rum ve Ermenilerin eli silah tutanlarının (18-45 yaşındaki erkeklerin), Türkiye aleyhine çalışmasını engellemek için esir garnizonlarında tutulacakları belirtilmektedir. Hatta İzmir'de toplananların tamamına 30 Eylül 1922’ye kadar mühlet verildiği belirtilerek asayişi bozanların yaşları ne olursa olsun esir garnizonlarına sevk edileceği bildirilmektedir.

30 Eylül 1922’ye kadar verilen süre dolduğunda İzmir’de yeterli vapur bulunamadığı için süre sekiz gün daha uzatılmıştır. Kara yoluyla gidenler ise en yakın karakola müracaat ederek gideceklerdi. Bu arada Ayvalık, Urla ve Kuşadası sahillerinden de Rum ve Ermeniler gidiyorlardı. Bu kişilerin gece sokağa çıkması yasaklanmıştı.

İzmir’de toplanan Rum ve Ermenilerden 18-45 yaşları arasındakilerin esir garnizonlarına gönderilmesine Yunanlılar, tepki göstermişlerdir. Yunanlılar, müttefikler nezdinde teşebbüslerde bulunarak Türkiye’ye baskı yapılmasını istemişlerdir. Amerikan basınında çıkan haberlerde esir alınanların sayısı abartılırken, bu dönemde İzmir’de bulunan bir Amerikalı gözlemcinin ifadesine göre, içteki esir garnizonlarına gönderilen kişilerin sayısı sadece 2000 olarak belirtilmektedir. Konuyla ilgili Lozan görüşmeleri sırasında da Yunanlılar, bu kişiler üzerinde tekrar durmuşlardır. Bunun üzerine İsmet (İnönü) Paşa, Bakanlar Kurulu’na gönderdiği bir telgrafta, bu kişilerin sayısını sormuştur. Dönemin Başbakan Hüseyin Rauf Bey’in, İsmet Paşa'ya gönderdiği cevabi telgrafta bu kişilerin sayısının Müdafaa-ı Milliye Vekâleti’nin bildirdiğine göre, 10.137 (on bin yüz otuz yedi) kişi olduğunu belirtmiştir. Yunanlılar, verilen bu sayıyı kabul etmeyerek bu kişilerin yüz yirmi bin kişi olduğunu iddia etmiştir.

Yine Takip Harekâtı sonrasında İzmir’de olduğu gibi Anadolu’nun çeşitli yerlerinden ve özellikle Karadeniz sahillerinden İstanbul’a gelen Rum ve Ermenilerin sayısı da artmıştır. Şubat 1923’ün sonuna kadar İstanbul’a yirmi beş bin Rum ve Ermeni gelmiştir. Bu kişiler, peyderpey gönderilmeye çalışılırken asayişi bozanlar esir olarak askeri garnizonlara sevk edilmiştir. İstanbul’da toplanan Rum ve Ermenilerden esir garnizonlarına gönderilenlerin sayısı konusunda hiçbir kaynakta herhangi bir rakam verilmemektedir.

Anadolu’daki sivil ve asker Rum esirlerin mübadelesine, Lozan görüşmelerinin devam ettiği bir dönemde, 31 Ocak 1923 tarihinde, Türkiye ile Yunanistan arasında yapılan bir protokolle mübadelesine karar verilmiştir. Bu protokol, her ne kadar Rum esirlerin mübadelesini içerse de Anadolu’daki Ermeni ve diğer yabancı esirlerin mübadelesine de ışık tutmaktadır. Protokol görüşmelerinde yüz yirmi madde üzerinde durulmuştur. Protokole göre, Lozan Antlaşması’nın imzalanmasını müteakip Eylül 1923’ten itibaren esirlerin iadesi yapılacaktır. Sivil ve askeri esirler içinde çeşitli cezalara çarptırılarak, hapishanelerde bulundurulan esirler için genel af ilan edilecektir. Ancak, bu kişilerin inzibata ait suçlarından başka özel suçlarından dolayı aldıkları cezalarının affedilmeyeceği karara bağlanmıştır.

Kayıp esirlerin araştırılması için her türlü kolaylık gösterilecektir. Esirlerin para, özel eşya gibi emanetlerinin de iade edileceği karara bağlanmıştır. Mübadele protokolünde hasta ve yaralı esirlerin iadesinden söz edilmezken, aynı tarihte imzalanan başka bir protokolde, (malul) hasta ve yaralı esirlerin durumları ele alınmıştır. Malul esirlerin, hiçbir sınırlamaya tabi tutulmadan iade edileceği karara bağlanmıştır. Malul esirlerin tespitini icra komisyonu yapacaktır. İcra komisyonunun, malul esirler için tespit ettiği herhangi bir kurala veya şarta rastlamadık. Yalnız bu konu ile ilgili olarak 1917 yılında Osmanlı Devleti ile İngiltere arasında yapılan hasta ve yaralı esirlerin iadesine dair şartlar belirlenmiştir. Bu şartlara benzer kurallar Türk, Yunan ve Ermeni malul esirlerinin iadesinde de geçerli olabilir.

Osmanlı Devleti ile İngiltere arasında yapılan 1917 tarihli mukavelenin birinci bölümünde ele alınan malul, hasta ve yaralı esirlerin iadesi veya mübadelesine göre; akli dengesi yerinde olamayanlar, yaşlılar, on yedi yaşından küçük olanlar ve ağır yaralıların iadesi öncelikli yapılacaktır. Şubat 1923 tarihinden itibaren, sivil esirlerin iadesine başlanmıştır. Yunanistan, Anadolu’daki sivil Rum esirleri kabul ederken, Ermeni esirlerini kabul edecek ülke bulunmamaktadır. Amerika ve Fransa, Yunanistan'a baskı yaparak Anadolu Ermenilerini de kabul etmesini isteyecektir. Hatta Amerika, Yunanistan'a Ermenileri kabul etmesi karşılığında ayda 40 bin ton buğday vermeyi taahhüt etmiştir. Baskılar karşısında Yunanistan, bir miktar Ermeni’yi kabul etmek zorunda kalmıştır. Yunanistan’a giden Ermenilerin sayısı kırk bin civarındadır. Bu kişiler, daha sonra Amerika’ya gideceklerdir.

Millî Mücadele dönemi ve sonrasında Anadolu’nun iç bölgelerinde, İstanbul’da ve Batı Anadolu’da kalan sivil Ermeni halkı ve esirleri, Fransa, Amerika ve İngiltere’nin desteği ile Anadolu’dan götürülmüştür. Fransa, Doğu ve Güney Anadolu’daki Ermenilerin bir kısmını Fransa’ya götürürken, büyük bir kısmını da işgal ettiği Suriye ve Lübnan bölgesine yerleştirmiştir. İngiltere ise, kendi yandaşı olan Ermenilerin, Irak ve Mısır bölgesine gönderilmesini sağlamıştır. Amerika da Anadolu’daki Ermenilerin bir kısmının Amerika’ya naklini sağlamıştır. Ermenilerin Anadolu’dan çıkarılması işi bu dönemde Anadolu’da misyonerlik faaliyetlerini yürüten Amerikan Genç Hıristiyanlar Cemiyeti, Yakın Doğu Yardım Cemiyeti ve buna benzer misyoner cemiyetlerince yapılmıştır.

Millî Mücadele döneminde, alınan yabancı esirlerden savaş suçlusu ve asayişi bozan kişiler mahkûm edilmiştir. Bunların bazıları İstiklal Mahkemelerinde yargılamıştır. Yerli Rumların davalarına genellikle Ankara İstiklal Mahkemesi’nde bakılmıştır. Örneğin Ankara İstiklal Mahkemesi’nde 1920-1921 yıllarında casus veya şüpheli olan 57 kişiden 28’i idam edilmiştir. Yunanlıların, İzmir’den çıkartılmasından sonra kurulan İstiklal Mahkemelerinde ise, işgal sırasında düşmanla iş birliği yapan ve durumdan faydalanarak soygun, cinayet ve yolsuzluk gibi suçları işleyen kişiler de yargılanmıştır. Bunun için işgal gören yerlerde üç İstiklal Mahkemesi kurulmuştur.

Lozan’da esirlerle ilgili imzalanan protokolün genel uygulamalarına bakıldığında Anadolu’da bulunan esirlerin milliyetine bakılmaksızın iade edildiği veya serbest kaldığını görmekteyiz. Özellikle askeri esirlerin dışındaki sivil tutsak veya mültecilerin başlangıçta Müdafaa-ı Milliye Vekâleti Üsera Şubesi’nce tespiti yapılmaya çalışılırken, daha sonra Dâhiliye Vekâleti’nin valiliklerce yerli ve yabancı sivil ve askeri esirleri tespit etmeye çalıştığını görmekteyiz.

Millî Mücadele sonrasında Anadolu’da ve yurt dışında kalan, akıbetlerinden haber alınamayan yerli ve yabancı esirlerin araştırılması ve iadesi ile ilgili İstanbul’da Nokta Komutanlığı kurulmuştur. 15 Kasım 1922'de kurulan İstanbul Nokta Komutanlığı’na önce vekâleten, Albay Abdurrahman Nafiz Bey atanmıştı. Daha sonra bu komutanlığa 22 Kasım 1922'de Selahattin Adil Paşa atanmıştır.

İstanbul Nokta Komutanlığı, kurulmasından itibaren yakınları tarafından müracaat edilen esirlerin, tahkikini yapmaya başlamıştır. Yerli ve yabancı esirlerin ve kayıpların bulunması için müracaat, Üsera Şubesi ve Üsera Taburları Komutanlığı’na yapılıyordu. Bunun yanında Kızılay, valilikler, Menzil Mıntıka Müfettişlikleri ve İstanbul'daki TBMM Murahhaslığı’na da müracaat yapılıyordu. Esirlere Sıhhat ve İçtimai Muavenet Vekâleti de (Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı) yardımcı olmaktadır. Bu Bakanlık özellikle mübadele bittikten sonra Anadolu’da kalan ecnebi esirlere yardımcı olmaya çalışmıştır.

Yerli ve yabancı esirlerin ve kayıpların araştırılması, daha sonra tek elden yapılmaya çalışılmıştır. Müdafaa-ı Milliye Vekâleti, basına bir ilan vererek esirlerin araştırmasını sadece Vekâletin bünyesindeki Üsera Şubesi’nin yapacağını bildirmektedir. Bunun da sebebi bu dönemde bazı kişilerin esirlerinizi getireceğiz diye esir ailelerinden para almaları Bakanlığı bu yönteme başvurmaya itmiştir.

Kısaca özetlemek gerekirse, I. Dünya Savaşı dönemindeki Ermeni esirlerinin iadesi, iş birliği yapmış oldukları ülkelerle Osmanlı Devleti arasında yapılan antlaşmalar sonucunda yapılmıştır. Ermenistan ile sadece 1920 Gümrü Antlaşması ve Moskova Antlaşması’yla esir iadesi yapılmıştır. Osmanlı coğrafyasında yaşayan ve Osmanlı vatandaşı olup ta işgalcilerle iş birliği yapmış Ermenilerin büyük bir kısmı, sivil tutsak, mülteci ve siyasi mahkûm şeklinde telakki edilmiştir. Bu yüzden Anadolu’daki Ermeni esirlerin sayısının tespit edilmesi çok zordur. Buna rağmen, Lozan Antlaşması sonrasında, kişisel suçlar haricindeki sivil ve askeri tutsakların iadesi yapılmıştır.

Lozan Antlaşması’ndan sonra Anadolu’da kalmış olan Ermeni sivil tutsak, mülteci ve siyasi mahkûmların araştırılması ve durumlarının incelenmesi için birçok kurumun devreye girdiğini görmekteyiz. Örneğin, Kızılay Arşivindeki belgelere göre, Millî Mücadele sonrasında sivil ve askeri mahkûm esirlerin siyasi, istihbarat, asayiş ve istihdamları konusunda Dışişleri Umur-ı Siyasiye Umum Müdürlüğü, Nafia Vekâleti (Bayındırlık Bakanlığı), İçişleri Bakanlığı Emniyet Genel Müdürlüğü ve Matbuat ve İstihbarat Genel Müdürlüğü gibi kurumlar ilgilenmiştir.

Sonuç

Geçmişi insanlık tarihi kadar eski olan esirlik, kuvvetlinin zayıfa tahakkümünden doğmuştur. Esirlerin durumları ilk defa 1864 Cenevre Sözleşmesiyle ele alınmıştır. Ancak belirli kuralları 1906 Cenevre ve 1907 La Haye Sözleşmeleriyle tespit edilmiştir. Bu sözleşmelerde esirler, kendilerini esir eden kişilerin esiri olmaktan çıkartılarak, düşman devletin esiri sayılması karara bağlanmıştır.

Esirlerin bugünkü statülerini kazanmalarında Kızılay ve Kızılhaç'ın fonksiyonu büyüktür. Kızılay veya Kızılhaç'ın çalışmalarıyla Cenevre ve La Haye Sözleşmeleri imzalanabilmiştir. Nitekim I. Dünya Savaşına gelindiğinde hala eski sisteme göre yani fidye ve takas usulüyle iadesi yapılıyordu. Aynı zamanda esirlerin durumu, düşman devletin inisiyatifine kalmıştı. Ancak I. Dünya Savaşı döneminde Kızılhaç'ın teşebbüsleriyle esirlerle yakından ilgilenilmiş ve bu dönemde esirlere birçok hizmet götürülebilmiştir. Kızılay ve Kızılhaç'ın I. Dünya Savaşı döneminde edindiği tecrübelerle Millî Mücadele döneminde esirlere daha da fazla hizmet götürülebilmiştir.

I. Dünya Savaşı’nın başladığı dönemde Ermenilerin bir devleti mevcut değildir. Savaşın başlamasıyla birlikte Ermenilerin Taşnak Komitasının kararıyla Ruslarla birlikte hareket ederek Doğu Cephesinde savaşa katılmışlardır. Savaşa katılan Ermenilerin bir kısmı Rus Ordusu saflarında savaşırken, bir kısmı da gönüllü birlikler şeklinde cephe gerisinde terör faaliyetlerini yürütmüşlerdir. Savaş döneminde esir alınan Ermenilerin büyük bir kısmı Osmanlı vatandaşı olup aynı zamanda sivil işbirlikçi kişilerdir. Bunların sayısı konusunda resmi bir rakamdan söz edilmesi mümkün değildir. Bu kişiler daha çok savaş veya siyasi suçlu olarak telakki edildiğinden dolayı mahkûm olmuşlardır.

Mondros Mütarekesinden sonra kayıtsız şartsız olarak serbest bırakılan askeri ve sivil Ermeni esirler, işgal döneminde İngilizlerin ve Fransızların daha sonra da Yunanlıların teşvikiyle Osmanlı aleyhine hareket edeceklerdir. Serbest bırakılan Ermenilerin büyük bir kısmı işgal kuvvetleriyle birlikte terör faaliyetlerine karışacaklardır. Terör faaliyetlerine katılan Ermenilerin büyük bir kısmı, sivil veya Osmanlı vatandaşı olduğu için siyasi mahkûm veya savaş suçlusu telakki edilmiş, ülkenin iç bölgelerindeki hapishanelerde muhafaza edilmiştir. Bunlardan Osmanlı vatandaşı olmayan ve Fransızlarla iş birliği yapmış olan Ermenilerin iadesi, 1921 Ankara Antlaşmasıyla yapılmıştır.

İşgal döneminde (1918-1920) Doğu Anadolu’da isyan ve terör faaliyetlerine katılan Ermenileri, On Beşinci Kolordu esir almıştır. Bu dönemde esir alınan Ermenilerin iadesi, 1920 Gümrü Antlaşması ve 1921 Moskova Antlaşmasıyla iadesi yapılmıştır. İngilizler iş birliği yapanlar ise, Lozan Antlaşması sonrasında iadesi yapılacaktır.

Millî Mücadele döneminde Batı Cephesinde Yunanlılarla yapılan savaşlarda da Ermeniler, aktif bir şekilde rol aldığını görmekteyiz. Diğer cephelerde olduğu gibi Batı Cephesinde de sivil gönüllü birlikler ve cephe gerisi istihbarat faaliyetleri yürütmüşlerdir. Bu çerçevede esir alınan Ermeni gönüllü birlikleri ve işbirlikçilerinin büyük bir kısmı, Eylül 1922 Takip Harekâtından sonra alındığını görmekteyiz. Takip Harekâtı sonrasında kıyı bölgelerinde toplanan işbirlikçi Ermeni ve Rum esirleri Fransa, Amerika ve İngiltere’nin desteği ile Anadolu’dan götürülmüştür. Fransa, Doğu ve Güney Anadolu’daki Ermenilerin bir kısmını Fransa’ya götürürken, bir kısmını da işgal ettiği Suriye ve Lübnan bölgesine yerleştirmiştir. İngiltere ise, kendi yandaşı olan Ermenileri, Irak ve Mısır bölgesine gönderilmesini sağlamıştır. Amerika da, azda olsa Anadolu’daki Ermenilerin bir kısmını Amerika’ya naklini sağlamıştır. Ermenilerin Anadolu’dan yurt dışına çıkarılması işini bu dönemde Anadolu’da misyonerlik faaliyetlerini yürüten Amerikan Genç Hıristiyanlar Cemiyeti ve Yakın Doğu Yardım Cemiyeti ve buna benzer misyoner cemiyetlerince yapılmıştır.

Millî Mücadele döneminde, alınan yabancı esirlerden savaş suçlusu ve asayişi bozanlar kişiler mahkûm edilmiştir. Bunların bazıları İstiklal Mahkemelerinde yargılamıştır. Genel asayişi bozan sivil ve askeri esirlerden mahkûm olanlar, Lozan’da imzalanan protokole göre genel aftan faydalanarak mübadelesi yapılırken, kişisel suçlardan dolayı ceza almış kişiler ise, cezasının bitimini müteakip iş birliği yapmış olduğu ülkeye iadesi yapılmıştır.

Lozan antlaşmasından sonra Anadolu’da kalmış olan Ermeni sivil tutsak, mülteci ve siyasi mahkûmların araştırılması ve durumlarının incelenmesi için birçok kurumun devreye girdiğini görmekteyiz. Bu kurumlar esirlerin siyasi, istihbarat, asayiş ve istihdamları konusunda Dışişleri Umur-ı Siyasiye Umum Müdürlüğü, Nafia Vekâleti (Bayındırlık Bakanlığı), İçişleri Bakanlığı Emniyet Genel Müdürlüğü ve Matbuat ve İstihbarat Genel Müdürlüğü gibi kurumlar ilgilenmiştir.

Prof. Dr. Mehmet ÇANLI
Prof. Dr. Mehmet ÇANLI
Tüm Makaleler

  • 17.10.2021
  • Süre : 5 dk
  • 1776 kez okundu

Google Ads