Altılı Masa Anayasa Değişiklik Teklifi
Altı siyasi partinin bir araya gelerek oluşturduğu “Altılı Masa” altı liderin de katıldığı bir toplantıyla “Anayasa Değişiklik Teklifi” metnini kamuoyuna açıkladılar. Bu açıklanan metin ile altı partinin mutabakat içerisinde olduğu konuların sadece “Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem” olarak kalmadığı görülmektedir.
Sevgili dostlar, altı siyasi partinin bir araya gelerek oluşturduğu “Altılı Masa” altı liderin de katıldığı bir toplantıyla “Anayasa Değişiklik Teklifi” metnini kamuoyuna açıkladılar. Bu açıklanan metin ile altı partinin mutabakat içerisinde olduğu konuların sadece “Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem” olarak kalmadığı görülmektedir. Gelecek dönemde bu mutabakat konularının daha fazla genişleyeceğini söylemek mümkün olsa da, ideolojik düzlemde bu genişlemenin sınırları olduğunu da belirtmek gerekir. Buna karşılık, gelinen aşama hiç de küçümsenmeyecek ölçüde umut verici olarak görülebilir. Bu yazıda, yeni açıklanan teklifi çeşitli boyutlarıyla ele almaya çalışacağım.
Anayasalar devletin örgütlenmesini ve sistemin işleyişini düzenleyen metinler olmasının yanında, egemen gücü sınırlandıran metinlerdir. Özellikle egemenliğin monarşiden halka geçişi ile birlikte halk adına bu egemenliğin kullanılma biçimi anayasaları, toplumun bir arada yaşama iradesi olarak şekillendiği metinlere dönüştürmüştür. Egemen gücün sınırlanması adına ilk tarihi belge olarak kabul edilen “Magna Carta”, kralın keyfi yetkilerinin sınırlandırılması anlamında modern anayasaların ilham kaynağı olarak görülür. Türk anayasa tarihi açısından 1808 tarihli Sened-i İttifak birçok tarihçi tarafından sınırlandırıcı bir metin olduğu için meşrutiyete giden yolun en önemli kilometre taşlarından biridir. Fransız devrimi ile birlikte yaygın olarak kullanılan “Ulusal Egemenlik” kavramının, egemenliğin millete ait olduğunu ifade ettiği açıktır. Burada millet kavramının etnik bir temelden bağımsız olarak, vatandaşlık bağıyla oluşan bir ulusal kişiliği tanımladığını da belirtmek gerekir.
Egemenliğin ulusa ait olduğu yapılarda egemenliğin kullanılması, yetkili organlar eliyle yerine getirilir. Anayasamızın 6, 7, 8, 9. Maddelerinde bu yetkili organlar yasama, yürütme ve yargı olarak tanımlanır. Buradan çıkacak sonuç şudur; eğer yürütme ulusa ait olan egemenliği kullanan yetkili organlardan biriyse (tek değilse), yürütme gücünün mutlak biçimde anayasal olarak sınırlandırılması bir zorunluluktur. Genellikle siyasi iktidarlar politikalarını daha etkili şekilde uygulayabilmek için yasama ve yargının kendilerine ayak uydurmasını isterler. Bu istek başlangıçta masum ve makul bir istek gibi görünse de, otokratik yönetime giden yolun taşlarını döşemekten farksızdır. Başlangıçta halkın çıkarına hızlı hareket etme isteği, aşama aşama kamu yararını dışlayan bir şekilde kişilerin, grupların çıkarına hareket eden ve kontrol edilemez bir güce dönüşür.
Türkiye’de 1982 Anayasasının yürütmeye ağırlık veren ruhu, zaman içerisinde iktidarların yasamayı kontrol edebilmesine ve nihai olarak da yasamanın yürütme hâkimiyetine girmesine yol açmıştır. Kontrolü sağlayan mekanizmalar, yasamanın “hızlı kanun yapma” aracına dönüşmesi ile tedricen devre dışı kalmıştır. 2014 Yılında ilk kez halk tarafından seçilen cumhurbaşkanı ile fiili bir yarı başkanlık dönemine girilmiş, 2017 referandumu ve ardından 2018 seçimleri ile Cumhurbaşkanının tek başına yürütme gücünü kullanabildiği “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” devreye girmiştir. Burada sorunun “anayasanın ruhu” olarak ifade edilen kavram olduğunu söylemek mümkündür. Anayasanın ruhu dendiğinde, sözel metnin ötesinde anayasanın bir bütün olarak yorumlanması durumunda, savunduğu ve ifade ettiği değerleri anlamak gerekir.
Anayasalar normlar hiyerarşisinin en tepesinde yer alır. Diğer bütün normlar kendisini öngören başka bir normun varlığını gerektirir. Bu nedenle bütün hukuki metinler, kendilerine kaynaklık eden temel metin olan anayasaya aykırı olamaz. Bunu sağlamak için Kıt’a Avrupası’nda anayasa yargısı gelişmiştir. Diğer bir ifadeyle anayasa yargısının temel işlevi, yasamanın yargısal denetimini anayasa bağlamında yerine getirmektir. Ancak ülkemizde siyasetin tartışma alanı haline getirilmeye çalışılan bir anayasa yargısı görülmektedir. Tartışmaların odağında Anayasa Mahkemesi’nin siyasi iktidarın kontrolünde olan bir yasamanın çıkardığı yasaları denetlemesinin istenmemesi yatmaktadır. Bu nedenle Mahkeme’nin başvuruları sadece şekil yönünden inceleyebileceği, esas yönünden inceleyemeyeceği gibi saçma bir sav ileri sürülmüştür. Yani şeklen uygun olarak çıkarılan bir yasanın esastan anayasaya aykırı olmasında herhangi bir sakınca görülmemektedir. Bu isteklerin arkasında hukuk devleti ilkesini hazmedememiş olmak bulunabilir. Ancak hukuk devleti ilkesi, Anayasanın 2. Maddesinde sayılan niteliklerden olduğu için, buna uymama keyfiyeti hiç bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşına ait olamaz. Bu çerçevede Altılı Masa’nın Anayasa Değişiklik Teklifi’nin neler getirdiğini tartışmaya başlayabiliriz.
Anayasa Değişiklik Teklifi Neler Getiriyor?
Öncelikle söz konusu değişiklik teklifinin Altılı Masa tarafından 28 Şubat 2022 tarihinde açıklanan “Güçlendirilmiş Parlamenter Sisteme Geçiş Mutabakat Metni” kapsamında öngörülen değişiklikleri kapsadığını belirtmek gerekir. Bunun yanında anayasa yazım dilinde önemli değişiklikler göze çarpmaktadır. “Haklar ve Ödevler” başlıkları “Haklar ve Hürriyetler” olarak yeniden düzenlenmiştir. Bu neden önemlidir? İlkinde dikte edici, baskıcı ve vatandaşa devlet karşısında ödevler yükleyen bir yaklaşım söz konusudur. İkincisinde ise hakları ve hürriyetleri koruyucu, özgürlükçü bir anlayış hâkimdir. Diğer bir ifadeyle anayasanın ruhu değişmektedir. Bunu destekleyen bir diğer önemli değişiklik, 12. Maddenin başlığında “İnsan onuru, temel hak ve hürriyetlerin niteliği ve bütünlüğü” ifadelerinin yer almasıdır. İnsan onuru, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin ilk maddesinde yer alan, her insanın insan olmaktan dolayı sahip olması gereken değerlere atıf yapan bir kavram olarak tanımlanabilir. Bunun yanında 2. Maddede yer alan “insan haklarına saygılı” ifadesi, yeni değişiklik teklifinde adeta vücut bulmuştur diyebiliriz.
Anayasanın ruhunun değiştiğine dair bize fikir veren bir diğer önemli değişiklik, 13. Madde kapsamında “hürriyetin esas, sınırlamanın istisna” olduğu, tereddüt halinde yorumun hürriyet lehine yapılacağı yaklaşımının yer almasıdır. Demokrasinin gereği olan “Alternatif Enformasyon” ilkesinin de anayasal güvence altına alınması, söz konusu değişiklik teklifini değerli kılmaktadır. Yazım dilinin 31,33, 34. Maddelerde olduğu gibi diğer maddelerde de hak ve hürriyetler lehine değiştiği görülmektedir ki, bu durum 1982 Anayasası’nın ruhunun ciddi biçimde değiştiğini göstermektedir.
Anayasa değişiklik teklifinin en önemli maddelerinden biri de 56. Maddede öngörülen değişikliktir. Bu maddede “Herkes sağlık hakkına sahiptir. Hiç kimse temel sağlık hizmetlerinden yoksun bırakılamaz. Devlet sağlık hakkının gerçekleşmesi için gerekli her türlü tedbiri almakla yükümlüdür.” ifadeleriyle 2. Maddede sayılan temel niteliklerden biri olan “sosyal devlet” ilkesinin hayata geçtiği görülmektedir. Yine aynı maddenin ikinci A bendinde “çevre ve hayvan hakları” anayasal güvenceye kavuşturulmaktadır. Bunlar mevcut durum açısından oldukça ileri adımlar olarak görülmelidir.
Akademik özerklik kapsamında YÖK’ün kaldırılması, yargı denetiminin ve yargının güçlendirilmesi değişiklik getiren önemli başlık ve maddelerdir. Ancak bunların yanında yeni teklifte çelişkili bir durum vardır. 101. Maddede Cumhurbaşkanının doğrudan halk tarafından seçileceği belirtilmiştir. Oysa bu anayasa değişiklik teklifinin en büyük dayanağı, “Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem Mutabakat Metni” olarak gösterilmektedir. Halk tarafından seçilen bir devlet başkanının yetkilerinin sembolik olmasının siyaset biliminde karşılığı yoktur. Yarı başkanlık benzeri bir sistem fiilen var olacak görünmektedir. Bu çelişkiyi açıklayacak bir gerekçe de öneride yer almamaktadır.
Sonuç
Tarihsel olarak yanlış tercihler neticesinde her açıdan zor bir dönemden geçen Türkiye için, Altılı Masa Anayasa Değişiklik Teklifi gerçekten umut verici değişiklikler içermektedir. Ancak bütün bu umutları gölgeleyecek kadar temel bir çelişki mevcuttur. Bu çelişki, cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesindeki yaklaşımdır. Adına “Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem” dediğiniz yapıda parlamenter sistemde yeri olmayan bir uygulamayı değişikliğe eklemiş olmak, Türkiye açısından söz konusu değişikliğin kabulü halinde büyük bir istikrarsızlık potansiyelini de beraberinde getirecektir. Zaten bu değişiklik teklifinin hayata geçmesi için muhalefetin ihtiyaç duyduğu birincil koşul, yaklaşan seçimin mevcut yapıda kazanılması ve yasama meclisinde anayasa değişiklik teklifini en azından referanduma götürebilecek milletvekili sayısına ulaşılmasıdır.
Böyle bir durumda teklifte cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesinin neden öngörüldüğü, Altılı Masa tarafından vakit kaybetmeksizin halka açıklanmalıdır. Anayasanın 2. Maddesinde yer alan temel niteliklerin bile tartışma konusu yapılmaya çalışıldığı bir ortamda, en çok ihtiyaç duyduğumuz şey hukukun üstünlüğünün gerçek anlamda tesis edilmesidir. Bunun da temeli, kuvvetlerin birbirini kontrol edebildiği, denetleyebildiği bir sistemdir. Zira hukuk susarsa başkaları konuşur. Herkesin aklına geleni söylediği bir ortamda toplumsal barışı ve bir arada yaşama iradesini muhafaza etmeye imkân yoktur. Öyleyse kişisel çekişmelerden ve güç mücadelelerinden azade bir sistem tesis etmek oldukça önemlidir diyebiliriz. Türkiye Cumhuriyeti ikinci yüzyılına girerken istikrarsız bir sistemi daha fazla taşıma lüksü bulunmamaktadır. Gerçek anlamda sağlam temellere dayanan bir parlamenter sistemin tesis edilmesi, Cumhuriyetin üçüncü yüzyıla taşınması için büyük önem arz etmektedir.