Site İçi Arama

hukuk

Hukuk Devletine Neden İhtiyaç Var?

Tönnies'e göre bütün toplumlar, kurumsallaşma temelinde geri döndürülemez bir evrim içerisindedir. Bu bağlamda cemaatten cemiyete dönüşümün en büyük unsuru, kurumsallaşma ve onun en önemli göstergesi olan hukuktur. Yine Tönnies'e göre; Cemiyete dönüşmüş bir toplumu tekrar cemaatler biçiminde örgütlemeye çalışmak, bölünmeye yol açan sonuçsuz bir çabadır. Kısacası, kurumsallaşma ve hukuk toplumsal evrimin ileri aşamasını temsil etmektedir.

Sevgili dostlar, bütün sistemler basitten karmaşığa doğru evrilen bir süreç içerisindedir. Sistemi oluşturan parçaların sayılarının artışına bağlı olarak, bu parçaların birbiriyle ve çevreyle etkileşimi geliştikçe, sistemin karmaşıklık düzeyi de artar. Devlet adını verdiğimiz yapı, özünde siyasal bir sistemdir. Her sistem gibi devlet de, kendini oluşturan parçaların ilişkiler ağından bağımsız incelenemez. Halk, toprak ve egemenlik, devletin var olması için bulunması gereken üç temel unsurdur.

Toplumları organik yapılar olarak gören ünlü düşünür İbn-i Haldun, toplumu bir arada tutan unsuru "asabiyye" olarak tanımlar. Asabiyye, çeşitli biçimlerde topluluğu bir araya getiren ve bir arada tutan bağdır. Bu bağ dayanışmayı gerçekleştiren herhangi bir şey olabilir. Bu bağı güçlü olan toplumlar, diğerlerine karşı üstünlük kurar. Zayıf olanlarsa, güçlü olanlar tarafından ortadan kaldırılır. Burada vurgulamak istediğim husus, İbn-i Haldun'un toplumsal evrimi bir ölçüde tanımlamış olmasıdır. 20. Yüzyıla gelindiğinde (yaklaşık 600 yıl sonra) Alman sosyolog F. Tönnies, bu evrimi "cemaatten cemiyete" (gemeinschaft/gesellschaft) biçiminde kavramlaştırır. Cemaatlerde belirleyici olan kişisel ilişkiler olurken, cemiyette hukuksal ilişkiler ön plana çıkmaktadır. Tönnies'e göre bütün toplumlar, kurumsallaşma temelinde geri döndürülemez bir evrim içerisindedir. Bu bağlamda cemaatten cemiyete dönüşümün en büyük unsuru, kurumsallaşma ve onun en önemli göstergesi olan hukuktur. Yine Tönnies'e göre; Cemiyete dönüşmüş bir toplumu tekrar cemaatler biçiminde örgütlemeye çalışmak, bölünmeye yol açan sonuçsuz bir çabadır. Kısacası, kurumsallaşma ve hukuk toplumsal evrimin ileri aşamasını temsil etmektedir.  

Toplumların evriminin yanında devletlerin de sürekli karmaşıklığı artan organik yapılar olduğunu düşünebiliriz. Bunun temel nedeni, devletin işlevlerinin farklılaşması ve toplumsal ilişkilerdeki artışın devletin yapısında meydana getirdiği değişimlerdir. Çünkü üst düzeyde bir siyasal örgütlenme biçimi olan devletin, toplumda yaşanan değişimden ve ortaya çıkan yeni ihtiyaçlara göre yeniden örgütlenme gerekliliğinden uzak kalması mümkün değildir. Bu değişimi tarihisel koşullar zorlar. Hukuk devleti de, tarihsel koşulların sonucunda mülk devlet, polis devleti, hazine teorisi aşamalarından sonra ortaya çıkmış bir kavramdır. Hukuk devleti; faaliyetlerinde hukuk kurallarına bağlı olan, vatandaşlarına hukuki güvenlik sağlayan devlet demektir. Hukuk devletinin temel gereği; yasama, yürütme ve yargının hukuka bağlı olması ve hukuka uygun hareket etmesidir. Millet egemenliğini temsil eden organlar hukuka uygun hareket etmek zorundaysa, hukuk toplumdaki ilişkilerin üzerine kurulu olmak zorunda olduğu bir zemin oluşturur. Diğer bir ifadeyle hukuk, toplumun tamamı için temel bir güvence sağlar. Bu nedenle hukuk, kişisel değerlendirmelerden, kamuoyunun görüşünden ve değer yargılarından bağımsız olmalıdır. 

Hukuk Neden Bağımsız Olmalıdır?

Kurumsallaşmanın en önemli etkisi, toplumun ilişkilerinde küçük gruplar arasındaki yapısal özelliklerin artık değişmiş olmasıdır. Tönnies'in ifadesiyle "cemaat cemiyete dönüşmüştür". Cemiyette gayri şahsi ilişkiler geçerlidir. Bunun için hukuk kuralları vardır. Hukuk kuralları bütün toplum açısından bağlayıcı olacağına göre bu kuralların da gayri şahsi olması gerekir. Gözetilmesi gereken en önemli ilke, "kamu Yararı"dır. Akinolu Thomas'da "ortak iyi" olarak kendini var eden kavram, hukukun en önemli ilkesini vurgular. Eğer bir kanun kamu yararı ilkesini gözeterek yapılmışsa, değer yargılarından, kişisellikten ve kamuoyunun görüşünden bağımsız demektir. Gayri şahsi ilişkilerin alanı olan toplumsal yapıda bu özellik çok önemlidir. Kişisel değerlendirmeler, çok farklı olabilir. Değer yargıları ile değerler kavramsal olarak birbirine çok karıştırılan kavramlardır. Değerler elbette bir toplumda hukuka kaynaklık eder. Ancak değer yargıları sübjektiftir. Kamuoyu ise, toplumun genelinin bir konu hakkındaki düşüncesini içerir. Kamuoyu doğruyu savunabileceği gibi yanlışı da savunabilir. Kısacası hukukun bu kavramlardan bağımsız olması gerekir. Burada kamuoyu kavramına ayrı bir parantez açmamız doğru olacaktır. Bunun nedeni, kamuoyunun aynı zamanda siyasetin temel belirleyicisi olmasıdır. Siyaset ise hem yasama hem de yürütme güçlerinin oluşumunda etkilidir.

Siyasi iktidarların amacı iktidarını devam ettirmektir. Bunun şekil şartı ise seçimlerin kazanılmasıdır. Hiç bir iktidar kamuoyunu yok sayarak iktidarda kalamaz, hatta doğru şeyler yapıyor olsa bile kalamaz. Bundan dolayı siyasi iktidarlar, kamuoyunu kazanmak için büyük çaba sarf eder. Temelde devletin bütün organlarının her zaman gözetmek zorunda olduğu kavram kamu yararıdır. Ancak iktidarlar çoğunlukla kamuoyunu kazanmak adına kamu yararından feragat edebilir. Mesela sağlık çalışanlarına yönelen şiddet konusunda sessiz kalmayı bir politika tercihi olarak benimseyebilir. Burada iktidar kısa dönemli hedeflerine ulaşabilirse de kamu yararı ilkesi zarar görür. Yürütme açısından bakıldığında normatif olarak sorunlu olan bu yaklaşım, yürütme gücünü temsil eden hükümet açısından politika belirleme yetkisinin kullanımı olarak görülebilir. 

Daha sorunlu olan yaklaşım ise, yasama gücünü de kontrol edebilen siyasi iktidarın yasama faaliyetinde kamuoyu lehine kamu yararından vazgeçmesidir. Çünkü bu yaklaşım, ülkenin hukuk sisteminde, diğer bir ifadeyle yargı gücünün hareket alanında uzun süreli etkileri olabilecek olumsuzluklar yaratabilir. Kuvvetlerin birbirini denetleyebilmesini öngören kuvvetler ayrılığı ilkesi bu tür sorunları engellemek için etkili bir çözümdür. Elbette burada yasamanın örgütlenme biçimi de önem kazanır. Tek meclisli parlamentolarda yasama ile yürütme arasındaki ilişkilerin denetimi oldukça zorlaşmaktadır. Konumuzdan uzaklaşmamak adına burada kamuoyunun nasıl oluştuğu sorusu ile devam edebiliriz. Zira eğer hükümetlerin amacı kamuoyunu etkilemekse, bunu sağlamanın yolları nelerdir? İktidar ya başarılarıyla kamuoyunu etkiler ya da propaganda yoluyla bunu sağlamaya çalışır. İkincisinde kamu yararı yoktur. Hukuk devleti, işte bu soru bağlamında yürütme gücünün kamu yararını gözetmesini sağlamak için vardır. Çünkü kamu yararı, kamuoyundan daha üstün bir kavramdır. Hukuk kamuoyundan bağımsız olursa toplumda bütün bireylerin haklarını korumak mümkün olabilir. Aksi halde yargı gücünün yanında görünmez bir yargı organı oluşur. 

Kamuoyu Oluşumunda Medyanın İşlevi Nedir?

Kamuoyu oluşumunda en etkili unsurlardan biri medyadır. Kitle iletişim araçlarında yaşanan teknolojik gelişim, insanların bilgiye erişimini kolaylaştırırken yanlış bilginin yayılmasını da hızlandırmaktadır. Yanlış bilgi ile mücadele etmenin en güvenilir yolu, doğru bilgi akış kanallarını açık tutmaktır. Bunu yasaklama yoluyla yapmaya çalışmak, yanlış bilginin farklı mekanizmalardan yayılmasına sebep olur. Sosyal medya bilginin yayılmasında çok süratli bir kanaldır. Gerek sosyal medya, gerek diğer medya kanalları, kamuoyu oluşumunda oldukça etkilidir. Bundan dolayı siyasi iktidarlar, bütün medya kanallarını kontrol edebilmeyi ister. Çünkü kamuoyunu kontrol edebilmek, iktidarı sürdürebilmenin anahtarıdır.  Ancak bütün kanalların tamamen kontrol edilebilmesi hem çok zor hem de çok maliyetlidir. İktidar medya üzerindeki kontrolü yargısal denetim yoluyla da sağlamaya çalışabilir. Bunun yanında kamuoyu oluşumu açısından bakıldığında iktidar ya medya yoluyla kamuoyu oluşturmaya çalışır, ya da oluşan kamuoyunu kullanmak isteyebilir. Birincisinde kendi politikalarının meşruiyetini sağlamak için yazılı ve görsel medyayı kullanır. İkincisinde ise sosyal medyada iktidarın kontrolü dışında oluşan kamuoyunu kazanmak için hareket eder. Her iki durumda da hukukun alanına müdahale edilir ve hukuk devleti ilkesi zarar görür. 

İktidar politik söylem olarak, farklı kesimleri, kişileri ya da grupları çeşitli suçlarla bir araya getirebilir. Ortada yargı kararı olmadan kişiler hakkında olumsuz yönde kamuoyu oluşturmaya çalışır. Ama burada tehlikeli olan, algının oluşması değil, hukuk devletinin ve kamu yararı kavramının zarar görmesidir. Daha sonra bu oluşan zararı gidermek oldukça zordur. Çünkü insanların adalete olan güveni sarsıldığında, bu güvensizliğin boyutları kamu güvenliği sorununa kadar uzanabilir. Diğer bir durumda kamuoyunun iktidarın kontrolü dışında oluşması söz konusudur. Yargının verdiği bir karara gösterilen tepki, bu kararın değişmesine yol açabilmektedir. Elbette yargının ilk kararının mı yoksa ikinci kararının mı doğru olduğu sorusu, kamu yararı ve kamu vicdanı kavramlarına baş vurmadan açıklanamaz. Hukukun temelini oluşturan kamu yararını gözetmeyen her karar hukuka aykırıdır. Eğer hukuka aykırı olan kararlar yasaya uygunsa, bu özelde yasamaya genelde devlete olan güveni sarsar. Aslında kamuoyunun hukuku zedeleyecek şekilde oluşması, toplumu kamu yararından uzaklaştırırken, devleti de hukuk devleti ilkesinden uzaklaştırır. Bu nedenle kamuoyu oluşturma gücü bulunan medyanın mutlaka etik değerlere uygun hareket etmesi gerekmektedir. Bu etik değerlerin en önemlisi hukukun üstünlüğüdür. Sosyal medyada ise, bilgiyi ileten ve alanlar aynı insanlar olduğundan, toplumun etik kuralları olması gerekir. Buradaki etik kuralların en önemlisi ise kamu yararıdır. Aksi halde kamuoyu, hukukun çerçevesi dışında oluşur ve alternatif bir yargı düzeni kurulur.

Sonuç

Kuvvetler ayrılığı en çok yürütmenin kontrolü ve denetimi için olmalıdır. Çünkü kamu politikasının belirleyici unsuru olan yürütme eğer kendine çizilen anayasal sınırların dışına çıkarsa, bundan hukuk devleti ilkesi zarar görür. Bu nedenle siyasi iktidarın politik söylem boyutunda etik ve sorumlu tutum sergilemesi beklenir. Bunun için de siyasi kişilerin yargının alanına giren söylemlerden uzak durması gerekir. İktidarın hiçbir yargı kararı olmadan insanları suçlayıcı söylemlerden uzak durması, sadece etik bir zorunluluk değil, hukuk devletinin ve kuvvetler ayrılığı ilkesinin gereğidir. Kamuoyunda oluşan algı ne olursa olsun siyasi iktidarın hukuk devleti ilkesine bağlı kalması, toplumun huzuru için şarttır. Ancak iktidar, kamuoyunun gözünde onlar gibi düşündüğünü göstermek için hukuk dışı söylemlere yöneldiğinde toplum kamplara bölünür. Eğer bu söylemler medya tarafından da desteklenirse, bölünme daha da derinleşir. Sonuçta iktidar belki bir dönem daha seçim kazanmak için doğru olmayan bir yolu tercih etmiş olur ve toplumsal barışı bozar. 

Kamuoyunun oluşumunda toplum, sorumsuz ve sorunsuz değildir. Bu durum özellikle sosyal medyada yapılan paylaşımlarda kullanılan özensiz dil ve üslupla kendini gösterir. Burada özensiz dil ve üsluptan kasıt, herhangi bir yargı kararı olmadan yargılayıcı olan ve nefret içeren söylemlerdir. Kendisi gibi düşünmeyen insanlara, sevmediği canlılara ve doğaya karşı oluşan söylemler, en doğal hak olan yaşama hakkına ve hukukun üstünlüğüne yönelmiş birer tehdittir. Kamu yararının korunabilmesi için, öncelikle toplumda bencillikten uzak, hukuk temelinde ahlaki yaklaşıma ihtiyaç bulunmaktadır. Bunun için yapılması gerekense belki de en kısa çözüm olarak sonuçlarını uzun yıllar sonra alabileceğimiz eğitimdir. Aksi halde insanlığın binlerce yıllık birikimini inkâr edercesine kin ve nefret denizinde boğulmak kaçınılmazdır. Bugün sınırlarını tanımadığınız hukuk devleti, yarın belki de sizin için dalgalı bir denizde tutunabileceğiniz yegâne can simidi olacaktır.

Dr. Özkan LEBLEBİCİ
Dr. Özkan LEBLEBİCİ
Tüm Makaleler

  • 03.11.2022
  • Süre : 5 dk
  • 1580 kez okundu

Google Ads