Osmanlı'dan Cumhuriyet'e Evlilik ile İlgili Hukukî Gelişmeler
Evlilik, her toplumda olduğu gibi Türk toplumunda da geçmişten günümüze kadar en önemli müesseselerden biri olmuştur.
Evlilik, her toplumda olduğu gibi Türk toplumunda da geçmişten günümüze kadar en önemli müesseselerden biri olmuştur. Türk toplumunda, evlilikle ilgili genel esaslar İslamiyet’in kabul edilmesinden sonra da geleneksel yapısını korumuş ve dinî şartlar da benimsenerek günümüze kadar süregelmiştir. Bu süreç içerisinde törensel bir ritüel ile karmaşık bir yapıya bürünmüştür.
Eski Türk yöneticilerinin çocuklarının evlenmeleri sırasında yapılan kutlamalar, destansı anlatımlarla günümüze kadar gelmiştir. Türk İslam geleneklerinde kız istemeyle başlatılan, nişan ve nikâh ile sonuçlandırılan evlilik, bir yandan örften gelen anlayış, diğer yandan İslam’ın emrettiği şartlar dikkate alınarak düzenlenmiştir. Örfe ait olanlar, yazılı hâle getirilmemiştir. Yörelere göre çok değişik uygulamaları bulunmaktadır. İslam hukukunda ise evlilik, zaman içerisinde mezheplere göre bazı değişikliklere uğramıştır. Osmanlı Devleti’nde evlilik hukuku, Hanefi mezhebinin anlayışına göre şekillenmiştir.
1.Tanzimat Döneminde Evlilik ile İlgili Hukukî Düzenlemeler
Tanzimat’tan itibaren evlilik konusunda birtakım düzenlemelere gidilmiştir. Bu düzenlemeler, Batılılaşma hareketinin bir sonucu olarak görülebilir. Bu düzenlemelerin geneline bakıldığında, evlilik konusunda esas kaygı nüfusun azalmasıdır. Öte yandan, Türk toplumundaki sosyal ve ekonomik çöküntülerin önünü almak amacıyla da birtakım hukukî düzenlemelere gidilmiştir.
Tanzimat dönemindeki evlilik ile ilgili hukukî düzenlemeler, evlilik hukuku konusunda birçok yenilik getirmiştir. Yapılan düzenlemelerle kişiyi ilgilendiren evlenme, boşanma, miras gibi konular Müslümanlar için şeriat mahkemelerine, Müslüman olmayanlar için de cemaat meclislerine (mahkemelerine) bırakılmıştır. Yapılan değişiklikleri yerinde denetlemek ve ortaya çıkan sorunları tespit etmek amacıyla, Rumeli’ye ve Anadolu’ya denetleme heyetleri gönderilmiştir. Bu denetlemeler, bazı alanlarda başarılı olduğu için 1850’den sonra sayısı arttırılmıştır.
Bir süreden beridir nüfusun azalmaya başlaması ve bundan kaynaklanan olumsuzlukların artması sebebiyle bu dönemde birtakım tedbirler alınmaya çalışılmıştır. Bunun için Meclis-i Vâlâ ve buna bağlı olarak İmar Meclisleri oluşturulmuştur. Bu müesseselerin ele aldıkları konulardan biri de evliliklerin yarattığı sosyal ve ekonomik sorunlarıdır. Meclis-i Vâlâ 1844 yılında çıkardığı bir emirle, evlenmesinde herhangi bir engel olmamasına rağmen, ailesi tarafından değişik nedenlerle evlendirilmeyen kızların, evlendirilmesini zorunlu tutmuştur. Hatta buna engel olan ailelerin cezalandırılmasını kararlaştırmıştır.
Bu emirle, aynı zamanda başlık parası ve diğer benzeri talepler yasaklanmıştır. Meclis-i Vâlâ’nın aldığı bu ve benzeri kararlardan anlaşılacağı üzere bu dönemde evlilik teşvik edilmiştir. Evlilik teşvik edilirken, nüfusun arttırılması için evliliklerin kolaylaştırılması ve yetkililerin buna özen göstermesi ısrarla istenmiştir.
Bu dönemde evlilikte mihr miktarlarında da bir sınırlamaya gidilmiştir. 1845’te bölgelerin ekonomik durumlarına göre alt, orta ve üst gelir grupları için limitler tespit edilmiştir. Buna göre, mihr-i müeccelin miktarı üst gelir grupları 300-400 kuruş, orta gelir grupları 150-200 kuruş ve alt gelir grupları 75-100 kuruş verilmesi tespit edilerek ailelerin bu karara uymaları tavsiye edilmiştir. Ayrıca, nişanlılık döneminde ve düğün esnasında yapılacak masraflarda sınırlamaya gidilmiştir. Yüz görümlüğü diye adlandırılan damadın geline taktığı ya da verdiği hediye, düğünün asıl unsuru olmadığından dolayı yasaklanmıştır.
Bu tedbirlere rağmen 19. yüzyılda genel olarak mihr, nişan ve düğün masraflarının çok fazla olmasından dolayı, evlilikler azalmıştır. Bunun nedeni, ağırlıklı olarak ekonomiktir. Düğün yapan zengin kişiler, fakirleşmektedir. Orta hâlli kişiler, borçlanmaktadır. Fakir olanlar ise, hiç evlenememektedirler. Taşra yöneticileri, düğün masrafları konusunda büyük harcamalara girilmemesi konusunda sürekli olarak halka ikazlarda bulunmuştur. Yapılan bu ikazlarla, evlilik teşvik edilerek neslin çoğalması amaçlanmıştır. Taşradan gelen ikazlar sonucunda devlet, Meclis-i Vâlâ kararıyla, bu tür uygulamaların ülke geneline yaygınlaştırılması için kararlar almıştır.
Yine bu dönemde askerlerin evlilikleri ile ilgili de birçok düzenlemeler yapılmıştır. Bu düzenlemeler, daha çok bölgelerin ekonomik yapısı, güvenliği ve namus algısı ile ilgilidir. Yapılan bu düzenlemelerden biri de düğünlerde yapılacak masraflarla ilgilidir. Tanzimat’tan itibaren düğünlerde yapılacak fuzuli harcamaların önüne geçilmeye çalışılmıştır.
Konunun önemine binaen neyin hediye, neyin rüşvet olduğu ile ilgili 1840 tarihli Ceza Kanunu’na madde konulmuştur. Bu kanunla düğünlerde aşırı ve gereksiz harcamaların önüne geçilmeye çalışılmıştır. Çıkarılan bu kanunlardan sonra merkezi yönetim, mihr-i müeccel ve muaccellerin ortalamaların üzerine çıkarılmamasına dikkat edilmesini, düğün ve nişan harcamalarında aşırıya gidilmemesini taşra yöneticilerinden ısrarla istemiştir. Ancak, birçok yerde bunlara uyulmamıştır.
Tanzimat Dönemi’nde düğünlerde silah atılması da yasaklanmıştır. Bu yasağa rağmen, düğünlerde silah atılması sonucunda yaralanmalar olursa, yaralayan kişiye ceza olarak altı ay pranga cezası verilecektir. Ceza Kanunu’nun ilgili maddelerine göre, silah kazaları ölümle sonuçlanırsa, ölüme sebep olanlar cezalandırılacaktır.
Bu dönemde ele alınan bir başka konu da kız kaçırmadır. Günümüzde olduğu gibi geçmişte de kız kaçırma olayları, hemen her bölgede görülmektedir. Bu konunun, İslam hukukunda belirli bir yeri olmadığından verilecek ceza ta’zîr cezası şeklinde kabul edilmiştir. Bu ceza etkili olmamış olmalı ki 19. yüzyılda her bölgede kız kaçırma olayları artmıştır.
Kaçırmalar, iki nedene dayanmaktadır. Birincisi evlenecek kızı, ailesi iş gücü olarak görmektedir. Bu sebepten dolayı kızın talibi olmasına rağmen ailesi, evlendirmek istememektedir. İkincisi ise zorla kaçırmadır. Zorla kaçırmalar da iki türlü ele alınmaktadır. Birincisi evlenmek amacıyla kaçırmadır. Diğeri de tecavüz ve diğer amaçlarla ilgili kaçırmalardır. Kanun bu kaçırmaların tamamını yasaklamıştır.
Evlilikle ilgili daha önce alınan vergiler, Tanzimat Dönemi’nde kaldırılmıştır. Örneğin daha önce kadı ve naipler tarafından alınan nikâh harcı (vergisi) ve izinname vergisi ilga edilmiştir. Ancak bu vergi kaldırılmış olmasına rağmen, zaman zaman bazı yerlerde alındığı yönünde şikâyetler olmuştur. Devlet, bu şikâyetlerin üzerine titizlikle giderek tedbirler almıştır.
Diğer şikâyet edilen bir konu da başlık parası meselesidir. Başlık parasının, dinî bir özelliği yoktur. Tahminen İslam öncesi Türk geleneğinden gelen bir alışkanlıktır. Örfî gelenekte, mihrin (mihr-i muaccel) yerine alındığı şeklinde çeşitli görüşler ileri sürülmektedir.
Başlık, erkek tarafını ekonomik olarak sarsan önemli yüklerden birisidir. Kız kaçırma olaylarına sebebiyet verdiği ve evlilikleri zorlaştıran bir engel olarak görüldüğünden dolayı devlet, Tanzimat’tan sonra bu geleneği yasaklamıştır. Her ne kadar başlık parası yasaklanmış olmasına rağmen bu gelenek engellenememiştir.
Devlet, başlık parasının alınmaması için sık sık denetimler yaptırmıştır. 1863 yılından itibaren bu maksatla taşraya müfettişler gönderilmiştir. Müfettişlerin raporları doğrultusunda alınacak kararların uygulamaya konulması amacıyla da Ahmet Cevdet Paşa’nın başkanlığında bir komisyon kurulmuştur. Bu çerçevede Ahmet Vefik Efendi, Bursa bölgesine teftiş memuru olarak gönderilmiştir.
Teftiş için değişik bölgelere gönderilen kişilerin raporlarında, evlilik âdetleri hakkında çok farklı geleneklerden bahsedilmektedir. Örneğin Ahmet Vefik Efendi’nin İzmit bölgesinde yaptığı gözlemlere göre; birinin yetişkin olan kızına birkaç kimse talip olursa, imama verilen akit parasından başka icazet almak için “söyletme” adıyla nahiye naiplerine para verilmektedir. Kim fazla para verirse, kızın ona sözlenmesinin kural olarak benimsendiği dile getirilmektedir. Söyletme adıyla 500-600 ve bazen 700 kuruşa kadar para alınmakta ya da verilmektedir.
Yine Bosna bölgesine gönderilen Teftiş Memuru Ahmet Cevdet Bey, raporunda bu bölgedeki erkeklerin ve kızların sevgili (âşıkdaşlık, flört) yaptıklarını, açık olarak konuşup anlaştıklarını dile getirmektedir. Hatta kızlar, evlenmedikleri sürece ferace giymemektedirler. Raporda, dinî çevreler bu alışkanlıklara itiraz etse de kaldırılmasının çok güç olacağından söz edilmektedir.
Gençler evlenmeye karar verdiklerinde kadı’nın huzuruna çıkarak, ailelerinden habersiz nikâhlanmaktadırlar. Daha sonra aileleriyle barışmaktadırlar. Bundan hem gençler hem de aileler memnun olmaktadır. Bu tür evliliklerden bölgenin yöneticilerinin de memnun olduğundan bahseden Ahmet Cevdet Bey, diğer bölgelere örnek teşkil etmesini tavsiye etmektedir. Fakat, sevgili (âşıkdaşlık, flört) geleneği ile evlenen gençler, özellikle de askerler, kısa süre sonra boşanmaktadırlar. Bununla ilgili şikâyetlerin artması üzerine merkezden gelen emirlerde, bu tür kişilere ağır cezaların verilmesi yönünde telkinlerde bulunulmuştur.
Balkanlar’da evlilik ile ilgili yapılan kapsamlı düzenlemelerden bir diğeri de Mithat Paşa tarafından yapılmıştır. Paşa, evlenme ve masraflarla ilgili birtakım düzenlemeler yaparak kanun hâline getirilmesini sağlamıştır. “İzdivâc ve Tenâküh maddesi hakkında Tenbihâtı Hâvi İlannâme” adlı bu nizamname, daha önce çıkarılan nizamnameler bir araya getirilerek oluşturulmuş ve yayımlandıktan sonra yürürlüğe girmiştir.
Buna göre, evliliklerde halk, bazı yerlerde dört bazı yerlerde ise beş sınıfa ayrılmıştır. Her sınıfın ekonomik durumuna göre, tarafların vermesi gereken şeyler sınırlandırılmıştır. Buna uymayanlar cezalandırılacaktır. Evlenecek kıza, nikâhtan önce ve sonra mihr dışında herhangi bir şey verilmeyecektir. Düğünlerde, davetli misafirlerin karşılıklı olarak hediye alıp vermesi yasaklanmıştır. Düğünlerin iki günden fazla sürmemesi ve verilen yemeklerin en fazla beş altı çeşidi geçmemesi kararlaştırılmıştır. Düğünlerde silah atılması yasaklanmıştır. Sınırlandırılan dört-beş sınıf halkın, kendi kudretleri oranında yapacakları masraflar, düğün hazırlığı sırasında geçerlidir. Düğünden sonra, her türlü hediyenin alınıp verilmesi serbest bırakılmıştır.
Evlilik konusunda yapılan düzenlemelerden biri de uyrukluk veya tâbi’iyet kanunudur. Bu Kanun, 1851’de Fransız Hukuku’ndan etkilenerek hazırlanmıştır. Osmanlı uyruğundaki gayrimüslimler, çıkarları doğrultusunda pasaport alarak yabancı devletlerin uyruğuna geçmişlerdir. Osmanlı yönetimi, çıkarılan bu kanunla, bu tür yolsuzlukları ve usulsüzlükleri engellemeye, Avrupalı devletlerin kapitülasyonlarla kazandıkları imtiyazları kötüye kullanmalarının önüne geçmeye ve yabancı devletlerin İmparatorluğun içişlerine müdahalelerini engellemeye çalışmıştır. Bu amaçla ayrıca, 1869’da vatandaşlık kanununda değişikliğe gidilmiştir. Buna göre; vatandaşlık, din kavramından arındırılmıştır. Daha sonra bu vatandaşlık tanımı, 1876 Kanun-ı Esasi’de yer almıştır.
Bu dönemde, İranlılarla evlenmek yasaklanmıştır. Osmanlı Devleti’nde, İranlılarla evlenme yasağı ilk olarak 1822’de başlamıştır. II. Mahmut, 1822’de yayımladığı bir emirle Sünni Osmanlı kadınlarının, İranlı erkeklerle evlenmelerini resmî olarak yasaklamıştır. Bu yasak, özellikle İran ile sınır olan bölgelerde uygulanmıştır. Bölge idarecileri ve imamları sıkı takip altına alınmış, emirlere uymaları konusunda sık sık uyarılmışlardır.
Bu emir, 1874 ve 1875 yıllarında yapılan düzenlemelerle pekiştirilmiştir. Osmanlı vatandaşlarının, İranlılarla evlenmeleri konusunda kanunlara detaylı maddeler konulmuştur. Bu maddelerde, daha önceki mezhepsel ayrım yerine, milliyetçi söylemler eklenmiştir. Osmanlı uyruklu bir kadın, yasağa rağmen İranlı bir erkek ile evlenirse gerek kadın gerek çocukları Osmanlı tebaası sayılacaklardır. Askerlik ve vergi yükümlülüğü altında bulunacaklardır.
2. II. Abdülhamit Döneminde Evlilik ile İlgili Hukukî Düzenlemeler (1876-1908)
II. Abdülhamit döneminde evlilik, dinî-örfi bir işlem olmaktan çıkarılmıştır. Bu dönemde evlilik konusunda, yerel yönetimlere görev verilmiştir. Evlenecek kişilere, bölgesinde bulunan imam, papaz veya ruhani liderlerden aldığı evlenme izinnamesini, belediyelere onaylatma zorunluluğu getirilmiştir. Belediyelerce izinnameleri onaylanmamış olanların nikâhının kıyılması yasaklanmıştır. Buna uymayan dinî görevlilerin cezalandırılması hükmü getirilmiştir.
Bu dönemde evlilik ile ilgili işlemlerin kolaylaştırılması için yeni bir nüfus nizamnamesine ihtiyaç duyulmuştur. 1881’de nüfus istatistiklerini oluşturmak için doğum, nikâh, ölüm olayları ve mekân değişikliklerini bir araya getiren siciller oluşturulmaya çalışılmıştır. Yayımlanan bu nizamnameden yaklaşık üç ay sonra nikâh, doğum ve ölüm olaylarının, İstanbul belediye dairelerine kayıtları hakkında bir kararname yayımlanmıştır.
Din görevlilerinin, bu dönemde nikâh işlemleriyle ilgili birçok usulsüzlükleri görülmüştür. Bundan dolayı, 1887 Yılında, “İcrâ-yı Münâkehât Hakkında Nizamnâme” yayımlanmıştır. Buna göre İstanbul’da Eyüp, Üsküdar, Galata mahkemeleriyle birlikte, Yeniköy Mahkemesi’ne de izinname verme yetkisi verilmiştir.
1881 tarihli Sicill-i Nüfus Nizamnâmesi, 27 Haziran 1900 tarihinde yenisi ile değiştirilmiştir. Buna göre, din adamlarının nikâh akdini nüfus idaresine bildirme süresi, on beş güne çıkarılmıştır. Aynı şekilde, nikâh ile ilgili kayıtların nüfus idarelerine teslimi kararlaştırılmıştır. Teslim edilmediği takdirde para cezaları getirilmiştir.
Haziran 1900 tarihli Sicill-i Nüfus Nizamnâmesi’nin, uygulamasında birtakım aksaklıklar çıkmıştır. Bir süre sonra nizamnameye birtakım ilaveler yapılarak 12 Haziran 1902 tarihinde yeniden yayımlanmıştır. Buna göre; her köy ve mahallede nikâh işlemlerini yalnızca din adamlarının yapması mecbur tutulmuştur. Yazım sırasında nüfusa kaydedilmeyenler ortaya çıkarsa para cezası alınmayacak, kayıt işlemleri yapılacaktır. Ancak yazımdan sonra nüfus vukuatını haber verenlerin bildirdikleri konu, para cezası gerektiriyorsa alınacak cezanın yarısı ihbar edene verilecektir.
3. II. Meşrutiyet Döneminde Evlilik ile İlgili Hukukî Düzenlemeler
12 Haziran 1902 tarihli Nüfus Nizamnamesi’ndeki birçok eksiklik, 27 Ağustos 1914 tarihinde yayımlanan Nüfus Kanunu ile giderilmeye çalışılmıştır. Bu kanunun 26’ncı ve 30’uncu maddeleri evlilik işlemlerini kapsamaktadır. Buna göre, Müslümanlar için izinname yetkisi şeri hâkim veya naiplerine, Müslüman olmayanlar için ruhani reisler ya da onların yetkilendirdiği vekillerine verilmiştir. Yine nikâh akdinin sicile kaydettirilmesi sorumluluğu erkeğe (koca) verilmiştir. Erkek (koca), imam, papaz veya haham tarafından mühürlenen ilmühaberi, nüfus memurları bulunan yerlerde iki hafta, bulunmayan yerlerde iki ay içinde bağlı olduğu nüfus idaresine vermek zorundadır. Yapmadığı takdirde para ve hapis cezası ile cezalandırılacaktır. Devlet, bu tür işlemleri, yapılmasını teşvik için damga vergisinden muaf tutmuştur.
Bu dönemde savaşların uzun sürmesinden dolayı evlilik konusunda birtakım sorunlar ortaya çıkmıştır. Balkan savaşları ve akabinde I. Dünya Savaşı’nın başlamasıyla erkeklerin (kocaların) kaybolması veya ölmesi nedeniyle eşler (kadınlar), geçim sıkıntısı ve diğer nedenlerden dolayı zor durumda kalmışlardır. Kadınların sosyal ve ekonomik olarak mağdur edilmesini engellemek amacıyla, siyasal ve toplumsal değişikliklere gidilmiştir. Bunun için 25 Ekim 1917 tarihinde “Aile Hukuku Kararnamesi” çıkarılmıştır.
31 Aralık 1917’de yürürlüğe giren bu kararname, 19 Haziran 1919’a kadar geçerli olmuştur. Çıkarılan bu nizamname ve kararnamelerle devlet, evliliği teşvik etmiştir. Aynı zamanda nüfusu arttırmak ve evlilikleri kontrol altına almak istemiştir. Bu emirlerle devletin dini kurallardan çok, dönemin gerektirdiği şartları ön plana çıkardığı görülmektedir. Özellikle 1917 kararnamesiyle çok radikal değişimlere gidilmiştir. Örneğin evlenmede 17 yaş sınırı getirilmiştir. Kişilerin velilerinin yetkileri, kayıt altına alınmıştır. Kararnamenin yedinci maddesiyle, on iki yaşını tamamlamamış erkek çocuk ile dokuz yaşını tamamlamamış kız çocukların hiçbir kimse tarafından evlendirilemeyeceği hükmü getirilmiştir. Bu husus, dönemin Müslim ve gayrimüslim din adamları tarafından eleştirilmiştir.
Bu kararname, her ne kadar eleştirilse de Ürdün’de 1951’e, Suriye’de 1953’e, Lübnan ve İsrail’de ise yakın tarihe kadar yürürlükte kalmıştır. Kararname, birden fazla kadınla evliliği ve boşanmayla ilgili olumsuzlukları ortadan kaldırmamıştır. Kadınlara boşanma ve erkeklerin tek kadınla evlilik hakkı dâhil, evlilik akdine bazı şartlar koydurma ve uygulatma imkânı tanımıştır. Kadınlar lehine bazı değişiklikler getirmiştir. Bu kararname, aynı zamanda Cumhuriyet Dönemi’nde hazırlanan 1923 ve 1924 aile hukuku taslaklarına örnek teşkil etmiş ve İsviçre Medeni Kanunu’nun kabulünde rol oynamıştır.
4. Cumhuriyet Döneminde Evlilik ile İlgili Hukukî Düzenlemeler
Cumhuriyet döneminde evlilik ile ilgili hukukî düzenlemelere, ilk defa 1923’te başlamıştır. 1923’ün başlarında Medeni Hukuk Komisyonu kurulmuştur. Bu komisyon, Ahvâl-i Şahsiye Komisyonu ve Vâcibât Komisyonu olmak üzere iki tali komisyona ayrılmıştır. Bu komisyonlar, öncelikle daha önce yapılan çalışmaları gözden geçirmiştir.
Ahvâl-i Şahsiye Komisyonu, Mayıs 1923’te çalışmalarını tamamlayarak bir taslak rapor hazırlamıştır. Bu taslakta çok eşlilik konusu, dinî kaygılardan dolayı çözüme kavuşturulamamıştır. 1924 ve 1925 yılları arasında yapılan komisyon çalışmalarında, 1917 Aile Kanunu tekrar gözden geçirilmiştir. Bu çalışmalarda, sadece çok eşle (kadın) evlenme konusunda sınırlama getirilmeye çalışılmıştır. Bunu engellemek için zorlayıcı birtakım tedbirler alınmıştır.
Komisyon çalışmalarının uzun sürmesi ve tartışmaların uzamasından dolayı, bu konuda bir mesafe alınamamıştır. Dönemin Adalet Bakanı Mahmut Esat Bozkurt, komisyon çalışmalarını durdurmuştur. Konu, İsviçre Medeni Kanunundan iktibas edilecektir. Bu arada diğer Avrupa Medeni Kanunları da incelenmiştir. İsviçre Medeni Kanunu, gerekli düzenlemelerden sonra 17 Şubat 1926 tarihinde kabul edilmiş ve 4 Ekim 1926 tarihinde yürürlüğe girmiştir. İsviçre Medeni Kanunu’nun seçilmesinin birçok nedeni vardır.
Öncelikli nedeni Mahmut Esat Bozkurt Beyin, hukuk eğitimini İsviçre’de tamamlamış olmasıdır. İsviçre Medeni Kanunu’nun seçilmesindeki diğer nedenler; bu kanunun açıklığı, kesinliği, basitliği ve iktibasa uygun olmasıdır. Aynı zamanda bu kanun, Avrupa’da çıkarılan medeni kanunlarının en sonuncusudur. Diğer bir sebep de dönemin yöneticilerine göre bu kanunda aile, çok iyi düzenlenmiştir. Buna göre, kadın ile erkeğin eşitliği ve evlilik birliği içinde kuvvetli bir anlaşma zemini bulunmaktadır.
Çıkarılan kanunda evlenme, kırk bir (41) maddede ele alınmıştır. Nişan, nişanlılık süreci ve sonrası hakkındaki düzenlemeler, geçmişte yapılan düzenlemelerin bir benzeridir. Örneğin, nişan bozulduğunda tarafların maddi ve manevi tazminat ödeme zorunluluğu getirilmiştir. Verilen hediyeler de geri istenebilmektedir.
Medeni Kanun’a göre evlenme yaşı, erkeklerde on yedi bayanlarda on beş olarak tespit edilmiş ise de küçük yaştaki çocukların evlendirilmeleri anne babalarının iznine bırakılmıştır. Evlenme yaşı, daha sonra 18’e çıkarılmıştır. Evlilikte, eşlerin karşılıklı rızaları aranmaktadır. Zorla ve tehditle evlendirilmeler yasaklanmıştır. Yasaklardan bir diğeri de eşlerden birinde akıl hastalığı, bulaşıcı hastalık veya hayati tehlike arz edecek bir hastalığın bulunması durumunda evlenmeye izin verilmemesidir. Bu tür rahatsızlığı olan kişilerin doktor kontrolü sonucunda evlendirilmeleri kararlaştırılmıştır. Yine, kardeşlerin ve çok yakın diğer akrabaların (amca, dayı, hala, teyze, evlatlık, kayınvalide) evlendirilmeleri yasaklanmıştır.
1926 Medeni Kanun’u, dinî nikâhı yasaklamamıştır. Kanun’un yüz onuncu maddesine göre, evlenme işlemi tamamlandıktan sonra görevli memur, eşlere evlenme kâğıdı verecektir. Bu kâğıt alındıktan sonra dinî merasim de yapılabilmektedir. Fakat, dinî merasim, resmî işlemlerin tamamlanmasıyla ilgili değildir.
SONUÇ
Cumhuriyet Dönemi’nde yapılan köklü değişimler, geçmişten günümüze kadar bazı kesimlerce sürekli olarak eleştirilmiştir. Aslında bu değişimler yeni bir şey değil, Tanzimat Dönemi’nde başlayıp Cumhuriyet Dönemi’nde sonuçlandırılmış yeniliklerdir.
Bu değişimlerden biri de evlilik konusunda yapılan hukukî düzenlemelerdir. Bunlar; başlık parası, kız kaçırma, nişan ve düğün masraflarının azaltılması gibi konulardan oluşmaktadır. Evliliklerde kadına verilen mihr-i muaccel ve müeccel ücretleri, bölgelerin ekonomik gelirlerine göre sınırlandırılmıştır. Başlık parası ve evlenme ile ilgili her türlü vergiler kaldırılmıştır. Diğer yandan zorla evlendirmeler yasaklanırken görücü usulü evlilik yerine Balkanlar’da yaygın olarak uygulanan anlaşarak evlenmeler, teşvik edilmiştir.
19. yüzyılda Osmanlı Devleti’nin içinde bulunduğu ekonomik sıkıntılar, topluma da yansımıştır. Bu durum evlilikleri etkileyerek, evliliklerin azalmasına neden olmuştur. Evliliğin azalması, nüfus artışını engellemiştir. Ortaya çıkan olumsuzlukları gidermek için, dönemin yöneticilerini birtakım tedbirler almaya sevk etmiştir. Tanzimat ile başlayan hukukî düzenlemelerin temel amacı, nüfusun artmasını sağlamaya yöneliktir. Buna bağlı olarak evlilikler teşvik edilmiştir. Bu düzenlemelerin olumlu sonuçları, gayrimüslimlerde daha çabuk alınırken, Müslümanlar da ise çok yavaş olmuştur. Bunun nedeni, muhtemelen Müslüman nüfusun uzun süren savaşlardan dolayı sosyal ve ekonomik olarak daha fazla etkilenmiş olması olarak görülebilir. Çünkü savaşan kesim Müslümanlardır.
Yapılan düzenlemeler, her ne kadar evliliği teşvik etse de esas amaç, nüfusun kontrol altına alınmasıdır. Bu dönemde evlilik ile ilgili çıkarılan kanunlarda dinî önceliklerden çok, millî kaygılar ön plana çıkarılmıştır. Kısacası, dönemin ihtiyaçları ön planda tutulmaya çalışılmıştır. Yabancı erkek ve kadınlarla yapılan evliliklerden meydana gelecek nesillerin hak ve hukukları, milliyetçi yaklaşım tarzıyla korunmaya çalışılmıştır. Aynı şekilde İranlı kadın ve erkeklerle evlilikler, mezhepsel farklılıktan dolayı yasaklanmıştır.
Cumhuriyet Dönemi’nde, geçmişte yapılan düzenlemeler tekrar ele alınmıştır. Bu düzenlemelere geçmişte olduğu gibi itirazlar, dinî çevrelerden gelmiştir. Başka bir ifade ile Cumhuriyet Dönemi’nde yapılan değişimler, geçmişin bir mecmuu veya bir radikal dönüşümüdür. Osmanlı’da olduğu gibi Cumhuriyet Dönemi’nde de, evlilik ile ilgili yapılan düzenlemelerin amacı; nüfusun çoğaltılması ve kayıt altına alınmasıdır. Her ne kadar Türk Medeni Hukuku, İsviçre Medeni Kanunu’ndan iktibas edilse de uygulamada birçok kural, geçmişteki uygulamalara benzemektedir. Bu dönemde evliliklerin temeli, kadın ile erkeğin eşitliği ilkesine dayandırılmıştır. Kısaca özetlemek gerekirse, Cumhuriyet Dönemi’nde yapılan her türlü inkılap hareketlerinde olduğu gibi, evlilik konusunda da yapılan değişimler öncelikle Ankara’dan başlayarak, diğer illerde yaygınlaştırılmıştır.