İngiliz Desteğiyle Semiren Siyonizm'in Yurtsuz Bıraktığı Filistinlilerin Öfkelenmeye Dahi Hakları Yok mu?
Siyonizm, Yahudiliğin aşırı milliyetçilik hali. Aşırısı zarar olan bir yandaşlık hissiyatını anlamak için; Fransız hayranı bir Rus'un Fransızlardan nefret etmeyi ve bir Rus milliyetçisine dönüşmeyi nasıl öğrendiğini görmek için Tolstoy'un Savaş ve Barış’ını okumak gerekir.
Maden İn Europe: Siyonist Milliyetçiliği
Milliyetçilik, genellikle öfkeli bir şekilde bir halkın bağımsızlığına ve büyüklüğüne karşı duyulan inançtır Yabancı yöneticilere veya tehdit kaynağı yabancılara karşı öfke ve nefret duygular içerin "Hiçbir yabancı, bizi itip kakamaz Dünyadaki ideolojilerin en güçlüsü ve en duygu dolu olanıdır. Amerikalılar dahil tüm dünya insanları az veya çok milliyetçidir. Milliyetçilik, yabancılar tarafından yönetilmenin çok yanlış olduğunu öğretir. Fransız İhtilali ve sonrasında Napolyon Ordularının uğradığı her yere milliyetçilik tohumları aşılandı. Fransız işgalleri, Avrupalılara, bilhassa İspanya, Almanya ve Rus milliyetçiliklerine hayat verdi (Fransız hayranı bir Rus'un Fransızlardan nefret etmeyi ve bir Rus milliyetçisine dönüşmeyi nasıl öğrendiğini görmek için Tolstoy'un Savaş ve Barış’ını okumak gerekir). Zamanla tüm Avrupa “milliyetçi” oldu. 19. Yüzyılın moda kavramı milliyetçilik, ‘vatansız’ kalan Yahudileri de uyandırdı. Milliyetçiliğin öğretilerine göre herkesin bir vatanı olmalıydı. 19. Yüzyıl sonlarında Yahudiler kendi milliyetçiliklerini, Siyonizmi oluşturmaya başladılar. Fransa’da 1890’ların sonlarında meydana gelen Dreyfus Davası (Yahudi kökenli bir Fransız Devlet görevlisi, Almanya için casusluk yapmakla suçlanıp uydurma delillerle ispatlanıp idam edilmişti. Bu olay Fransa’da Yahudi toplumuna yönelik Fransızları ikiye böldü. Muhafazakârlar Yahudilere hakaret ederken, Liberaller ise onları savunuyorlardı. Asimile olmuş Yahudi bir gazeteci olan Theodor Herzl, Dreyfus Davası’ndaki öfke ve vahşetten korkuya kapıldı. Yahudilerin sadece kendi vatanlarında güvende olabileceğini savunmaya başladı. 1896’da yayınladığı Yahudi Devleti (Der Judenstaat) kitabıyla Siyonizm’in baş savunucu ve kurucusu oldu. 1897’de ilk Siyonist Kongresini düzenledi. Orda, sadece bir yıllık yanılgıyla (1948), 50 yıl içinde Yahudi devleti hayalinin gerçek olacağı tahmininde bulundu.
Çarlık Rusya’sı Avrupa’da en fazla Yahudi nüfusun bulunduğu Doğu Polonya’daki Yahudilere şiddet hareketlerinin önünü açınca, buradan Batı Avrupa’ya ve Amerika’ya göçen Yahudilerin yanında içlerinde Siyonizmi benimseyenlerin çoğunluğu Filistin topraklarına yerleşti. 1900’de Filistin, Osmanlı İmparatorluğu’nun nüfusu çoğunlukla Arap olan sakin bir bölgesiydi. Sayıca az, fakat iyi organize olmuş Siyonist hareket, Filistin’de “insansız topraklar, topraksız insanların olacaktır.” sloganıyla toprak satın almaya, çiftlikler (kibbuktzim ve moshavim) kurmaya, kanallar kazmaya, çölü canlandırmaya, neredeyse yok olmuş İbraniceyi sadece duaların değil konuşma dili olarak kullanmaya başladı. 1903 yılında boş bir arazide, deniz kenarında bugün İsrail’in başkenti olan Tel Aviv (bahar tepesi) modern bir Yahudi şehri olarak kuruldu.
İngilizlerin, Araplarla, Siyonistlerle, Filistinlilerle Bitmeyen Oyun Planları ve Sonuçları
Bu arada Arap milliyetçiliği de canlanmaya başlamıştı. Siyonistler gibi, Arap milliyetçileri de kendi milli gelecekleri için İngiliz gücüne sığındılar. Birinci Dünya Savaşı’nda İngiltere hem Siyonist hem de Arap milliyetçilik hareketlerini, toprak sahibi olmak için bir yarışa çevirdi.
Birinci Dünya Savaşı'yla ümitsizliğe kapılan, üzerinde artık güneşin batacağını idrak etmeye başlayan İngiltere; yeni müttefikleri kazanmak için Arap ve Siyonist milliyetçilik kartına oynadı. Araplara ve Siyonistlere olmadık sözler verdi ve sözlerin tutulup tutulmadığına, birbiriyle çakışmasına veya ters düşmesine aldırmayarak daha sonra ortaya çıkan ve bugün Gazze’de Hamas-İsrail arasında yaşanmakta olan sayısız öfkeli silahlı çatışmaların zeminini hazırlamış oldu. Bunların bazılarına kısaca değinmek, bugünü anlamak yönüyle hem aydınlatıcı hem öğreticidir.
McMahon-Hüseyin Mektupları
1915-1916 yılları arasında Mısır'ın İngiliz patronu Sör Henry McMahon ile Şerif Hüseyin arasında Arapları Türklere karşı ayaklanmaları için cesaretlendiren tam on mektup gidip gelmiştir. McMahon Arapların kendilerine ait toprakları olması gerektiği konusunda Hüseyin ile hemfikirdi fakat sınırları tam olarak belirtmiyordu. Hüseyin tüm Arap Yarımadası’nı ve Mezopotamya'yı istiyordu (Filistin dâhil). McMahon kaçamak cevaplar veriyordu fakat Araplar anlaşmaya vardıklarını düşünüyorlardı. T.E Lawrence adında bir İngiliz Subayı, Türkleri Bereketli Hilal’den çıkarabilmek için 1916 yılında Arap ayaklanmasına önayak oldu. Mekke ve Medine Şerifi Hüseyin’in yönetimindeki Araplar, bu ayaklanmada kendi bağımsızlıkları için savaştıklarını zannediyorlardı. Savaş sonrasında İngiltere ve Fransa, Bereketli Hilal’i aralarında paylaştılar. Arap protestolarına aldırış bile etmediler.
Sykes-Picot Anlaşması
Aynı zamanlarda İngiltere, Fransa ve Rusya savaştan sonra Osmanlı İmparatorluğu’nu aralarında taksim etmek üzere gizlice anlaştılar. Araplar Arap Yarımadası'nı alabilirlerdi fakat İngiltere ve Fransa Mezopotamya'yı aralarında bölüşmek istiyorlardı. İngilizler Filistin ve Mezopotamya, Fransızlar da Suriye ve Lübnan'ı alacaktı. Bolşevikler, emperyalistlerin ne kadar alçak olduklarını göstermek için anlaşmayı yayınladılar. Sykes-Picot Antlaşması McMahon ile Hüseyin'in arasındaki anlaşmadan tamamen farklı idi.
Balfour Deklarasyonu:
Bu arada İngilizler bir yanda Siyonist hareketi teşvik ediyorlardı. Amaçları savaş çabalarına destek bulmak için Amerika ve Rusya’da Yahudi fikirlerini yaymaktı. 1917 sonbaharında, İngiliz kabinesi dünyanın her yerindeki Yahudilerin savaş için desteğini almak niyetiyle dışişleri bakanının adını verdikleri deklarasyonu yayınladı:
Kral hazretlerinin hükümeti, Filistin'de Yahudi halkı için bir yurt oluşturulmasını memnuniyetle karşılar. Bu amacın yerine ulaşması için elinden geleni yapacaktır. Filistin'de mevcut Yahudi olmayan toplulukların medenî ve dinî haklarına zarar verecek hiçbir şey yapılmayacaktır.
Deklarasyonda belki açık bir şekilde Yahudiler için bir devlet kurma sözü verilmemekle birlikte zımni destek verildiği açıktır. Bununla birlikte Arapların haklarının da korunacağı ifade edilmektedir. Aynı toprakları kaç kişiye söz verebilirsiniz ki?
İsrail Devleti Kuruluyor
İngilizler savaş sonrasında Yahudilerin Filistin’de yurt sahibi olmalarına müsaade etmek için bir süreliğine de olsa Deklarasyona riayet ettiler. 1919’dan 1931’e kadar her yıl yaklaşık 10.000 Yahudi bu bölgeye geldi. Filistinli Araplar, İngilizlerden gördükleri ihanet karşısında öfkeliydiler ve Yahudilerin bu göçlerle ülkelerini ellerinden alacaklarından korkuyorlardı. Daha 1920 ve 1921’de Yahudilere karşı ayaklandılar. Çatışmalarda toplamda iki taraftan 100 kadar kişi hayatını kaybetti. Böylece iki topluluk arasında şiddetli düşmanlık başlamış oldu.
1930’larda Almanya ve Polonya’daki anti-Semitik rejimler Yahudilerin Filistin’e göçünü hızlandırdı. Yahudi organizasyonlarının daha fazla toprak satın alması Filistin’de Araplar ve Yahudiler arasında 1936-1939 İç Savaşı’nı başlattı. Yahudi bir savunma gücü olana Haganah kuruldu ve bu örgüt daha sonraları İsrail ordusunun özünü oluşturdu. Kibbutznikler gündüzleri toprağı işliyor ve geceleri de Filistinlilerin saldırılarına karşı koyuyorlardı. 1938 yılına gelindiğinde Filistin’de Yahudi nüfusu 413.000’e ulaşmıştı.
İkinci Dünya Savaşı’nda Alman ajanları Arapları, İngilizlere karşı ayaklanmaya kışkırtınca, İngiltere Arapları sakinleştirmek için 1939’dan itibaren Yahudi göçünde frene bastı. Yahudi göçünü yasaklayan Beyaz Gazete yayınlandı. Öte yandan Nazi ölüm kampları gerçeği, savaşta yaşananlar, göçler, Siyonizmi romantik bir hayalden, şiddetli bir Yahudi devleti kurma isteğine dönüştürdü. Avrupa’da savaş bittiğinde Nazi kamplarından sağ kurtulanlar Filistin’e girmelerine izin verilmesini, Siyonistler de bir Yahudi devletinin kurulmasını talep ediyorlardı.
Savaştan parçalanmış bir ülke ve yorgun bir millet olarak çıkan İngiltere, Filistin sorununu BM Komisyonu Filistin’i Kudüs tarafsız kalmak kaydıyla Araplar ve Yahudiler arasında paylaşmayı önerdi. BM Genel Kurulu bu öneriyi kabul etti.
Filistin nüfusunun yaklaşık üçte birini oluşturan Yahudiler, bölünmeyi kabul ediyordu. Fakat Arap devletleri ve Filistinli Araplar buna karşıydı. Bu arada 14 Mayıs 1948’de İngiliz mandası sonra erdi. Ben Gurion İsrail Devleti’nin kurulduğunu ilan etti. Bunun üzerine beş Arap ordusu (Mısır, Suriye, Irak, Ürdün ve Lübnan) yeni kurulan İsrail Ordusuna karşı harekete geçtiler.
İsrail Ordusu demek 40.000 kişili Haganah demekti. Böyle bir savaşın çıkacağını en başından itibaren öngören Siyonistler, bu savaşa iyi hazırlanmışlardı. Kendi silahlarını üretir hale gelmişlerdi. En güçlü silahları ise yeni vatanlarını koruma içgüdüler, yüksek moralleriydi. İsrail askeri doktrini ayn brayra (başka seçenek yok) üzerine kurulmuştu. Ürdün hariç tüm Arap Ordularını bozguna uğrattılar. Batı Şeria ile birilkte Doğu Kudüs’ü, Eski Şehri ve tüm kutsal yerleri elinde bulunduran Ürdünlüleri yenemediler. İsrail’in elinde Batı Kudüs kalmıştı. Ama Filistin topraklarının %80’ini ele geçirmişti. Gerisi bugüne kadar uzayan Filistin’in kayıp tarihi oldu.
1956, 1967, 1973 savaşları Filistin için umutları tüketti. Bugün artık yurtsuz, vatansız ve her yerde dışlanan bir millet haline gelen Filistinliler, Yaser Arafat liderliğinde Filistin Milliyetçiliğine sarıldılar. Atalarının topraklarında, Batı Şeria ve Gazze Şeridi’nde İsraillilerin insafına terk edilmiş bir hayat sürmek Filistinlilerin kaderi gibi gözüküyor olsa da, kendilerine yaşam hakkı tanımayan İsrail’in genişleme politikası, her geçen gün daha fazla Filistin toprağının elden çıkması, evlerinin yıkılmasına yol açmaya devam ediyor. Hamas’ın 7 Ekim saldırısı, Siyonistlere, İsrail’e nefretin dışa vurumudur. Karşılığında İsrail Ordusunun hedef gözetmeksizin Gazze’ye 6 günde 6.000’den fazla bomba yağdırması bu nefreti besleyen yağmurdan öte bir şey değildir.
Sonuç
İsrail-Filistin müzakereleri önceleri iki-devletli çözüme dayandırılıyor. Bu çözüm önerisi ilk olarak 1937 yılında ortaya atılmıştı. Tatminkâr bir anlaşmaya varılmasına, iki devletli çözümün hayata geçirilmesine engel üç büyük mesele devam ediyor.
Birincisi, İsrail; bitişik topraklarında bir Filistin devleti oluşması için Batı Şeria'daki toprakların pek çoğundan vazgeçmeliydi. Başbakan Netanyahu dâhil pek çok İsrailli bunu kabul etmeyip yerleşkeleri genişletmeye devam etti. Son Filistin toprağı da ele geçirilinceye kadar durmaya niyetlerinin olmadığına inanıyorum.
İkincisi, Filistinliler, 1948 yılında İsrail’in kuruluşuyla birlikte zorla terke zorlandıkları evlerine, atalarının topraklarına geri dönmeyi, insanca yaşamayı, haklarının iade edilmesini istiyorlar. İsrailliler, geri dönüşle birlikte sahip oldukları varlıkların bir kısmının Filistinlilere verilmesinden endişe ettikleri için, adil bir paylaşmaya rıza göstermiyorlar. Geri dönüş demek, Siyonistlerin 100 yılı aşan genişleme, toprak kazanma politikalarının sonu demektir. Filistinlilerin geri dönüşü, bu kazanımların sonu olarak görülüyor.
Üçüncüsü, Filistinliler Doğu Kudüs üzerinde hâkimiyet elde etme konusunda ısrarlarını sürdürüyorlar. İsrailliler ise Kudüs'ün tamamının sonsuza kadar kendilerine ait olduğunu iddia ediyorlar. Bu nedenle Doğu Kudüs’teki Filistinlileri kovup bu tarihi ve ‘kutsal’ şehrin tamamını ele geçirmek için Filistinlileri yıldırma, zorla evlerinden çıkarma, mallarına el koyma yönündeki şiddet uygulamalarına devam ediyorlar.
Bugün Gazze’de yaşananlar bu üç meselede ciddi bir ilerleme imkânını da ortadan kaldırmıştır. Halihazırda Filistinliler ve İsrailliler arasındaki bir barış olası gözükmüyor. Her gün ekranlara yansıyan kan ve gözyaşları şimdilik umut vadetmiyor.
Kaynakça
Michael G. Roskin, Nicholas O. Berry, "Uluslararası İlişkiler", (Çev: Özlem Şimşek), Liberte, Ankara, 2014. s.175-192