Sıcak Savaş Döneminin Ayak Sesleri
Onar yıllık dönemlerle, soğuk, sıcak, barış ve savaş döngüleri dünyaya yaşatılıyor. Kazananlar hep aynı; zenginler ve silah tüccarları. Kaybedenler de aynı, fakirler ve silahlı saldırılara maruz kalanlar. Film ve döngü başa sarıp sarıp devam ediyor.
“Soğuk savaş”, Hobsbawm’ın Aşırılıklar Çağı olarak adlandırdığı 20’nci yüzyılda, ikinci dünya savaşı sonrası dünya düzeninin adıydı.
1991’de SSCB’nin yıkılmasıyla biten bu düzenin yerini, on yıl boyunca, silahların Kosova harici pek de kullanılmadığı, “Sıcak barış” düzeni aldı. Bu dönemin en önemli özelliği küreselleşmenin tüm dünyada hissedilmesiydi. Küreselleşmenin nimetlerinden kapitalist dünya fazlasıyla nemalanırken, zenginlikten yeterince pay alamayan az gelişmiş ülkelerde, terör dahil her türlü illegal yapılanmalar oluşmaya başladı ve gitgide palazlanan terör 2001’de kapitalist dünyanın merkezine saldırdı.
2001’den sonraki on yıllık dünya düzenini, oğul Bush’un 11 Eylül saldırılarından sonra tüm dünyaya zorla dikte etmeye çalıştığı, “Ya bizimlesiniz ya da teröristlerle” doktrini belirledi.
ABD’nin başta Ortadoğu olmak üzere tüm dünyada nüfuzunu artırma ve iki kutuplu sistemi yine yeniden dünyaya düzen olarak getirme isteği ile geçen on yıllık bu dönemde, terör ve terörü desteklediği iddia edilen devletlerle ABD liderliğindeki devletler mücadele ettiler. Tam da ABD’nin ekmeğine yağ süren asimetrik bu süreçten, ABD ve müttefikleri kazançlı çıktı.
2011’de başlayan Suriye krizi ise, dünya düzenini bir kez daha değiştirdi. Büyük devletlerin terörle mücadele politikası, terörü kullanarak birbirleriyle mücadeleye dönüştü. “Soğuk barış”, bu yeni dünya düzenine verilebilecek en güzel isim oldu.
Neydi peki bu “Soğuk barış”?
“Soğuk barış”; barış içinde ve hatta aynı ortaklıkta olan devletlerin, aralarındaki barışı bozmadan, kendi menfaatlerini gerçekleştirmek için ekonomi, terör, vekil ve güç gösterisi kullanarak, silahla değil, kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla mesaj ve politikalarıyla mücadele etmeleri ve sıcak çatışmaya girmeden savaşmaları olarak tarif edilebilir.
Suriye’deki savaşın uluslararası arenaya yansıması aynen bu şekilde oldu. Devletler bu düzeni bir süre vekalet savaşlarıyla devam ettirdiler. Her devlet, kendi desteklerindeki vekilleri vasıtasıyla, hedeflerine ulaşmaya çalıştı. Amerika PYD’yi, Türkiye ÖSO’yu, İran Hizbullah’ı, Rusya Esed’i kullandı. Ortak düşman ve ortak kullanılan ise DAEŞ oldu. Ne zaman işi bitti, onun da ipi çekildi.
Vekalet, DAEŞ’in gücünü yitirmesiyle asillere dönmeye başladı. Türkiye, DAEŞ’in kalan unsurlarıyla mücadele etme vekaletini alarak, olası asiller savaşında yerini güçlü elde etmeye çalıştı. Asıl hedef ise PKK ve PYD’yi imha etmek ve yanı başında meydana gelebilecek oldu bittilere izin vermemek olarak belirlendi. ABD ise kullandığı vekili yani PYD’yi PKK’dan farklı konumlandırdı ve bu illegal yapılanmayı koruma işgüzarlığı ile birçok uluslararası örgütte müttefiki olan ortağını, yani Türkiye’yi, politik olarak kendisi ile birlikte hareket etmesi adına ekonomik olarak zarara uğratmaya çalıştı. Bunda da belli oranda başarılı oldu. Suriye’den gelenler başta olmak üzere, mültecilerden negatif etkilenen, gerekli tasarruf tedbirlerini alamayan ve tüketimini kısamayan kırılgan Türkiye ekonomisi, ABD’nin bu “Soğuk barış” politikasına yenik düştü ve hayat pahalılığı aldı başını gitti.
Soğuk barışa dönüşen soğuk savaş dönemi, Suriye krizi özelinde, sıcak savaşa döner mi dönmez mi diye düşünülürken, sıcak savaş bir anda başka bir bölgede, Ukrayna’da patlak verdi. 2022 yılı Şubat’ının 24’ünde başlayan ve şiddetini artırarak devam ettiren bu savaşla, dünya düzeni yeniden şekillenmeye başladı. Rusya, dünya düzenini değiştirebileceği varsayımıyla Ukrayna’ya saldırdı, hala da bir nevi hedef gözetmeksizin, sivil, asker ayrımı yapmaksızın, saldırmaya devam ediyor. Ukrayna’ya diz çöktürmeye çalışan Rusya’ya karşı Batı’nın Ukrayna’ya desteğini yoğunlaştırması, savaşın süresinin uzayacağı ihtimalini artırıyor.
Onar yıllık dönemlerle, soğuk, sıcak, barış ve savaş döngüleri dünyaya yaşatılıyor. Kazananlar hep aynı; zenginler ve silah tüccarları. Kaybedenler de aynı, fakirler ve silahlı saldırılara maruz kalanlar. Film ve döngü başa sarıp sarıp devam ediyor.
Rusya-Ukrayna savaşı ile soğuk barış, kapsamlı bir sıcak savaşa evriliyor, dünya yeniden savaşın kirli yüzünü, sivillerin ölümüyle, yıkılan binalarla görüyor.
Politik hava git gide gerginleşiyor.
Ortadoğu’da beklenen, ancak Ukrayna’da ortaya çıkan devletler arası sıcak savaş, dünyayı üçüncü büyük savaşa götürmeden bir şekilde bitmelidir, bitirilmelidir. Üç, birden de, ikiden de, hem daha büyük, hem daha yıkıcı, hem de çok daha yıpratıcı olacaktır. Savaşların kazananı olmaz, hele büyük savaşlar tüm bileşenleri yıpratır, kurutur ve mahveder.
Politikacılarının aklı selim davranmasını sağlayacak tedbirleri alamazsa dünya, maalesef kendini imha etmeye doğru koşar adım gitmektedir.
Atatürk’ün mottosu “Yurtta ve cihanda barış”, sıcak ve soğuk tüm savaşlardan çok daha iyidir.
Dünya siyasetine yön veren tüm büyük güçlere bu mottonun sirayet etmesi, dünyayı yeni bir savaştan kurtarabilir.
Umalım ki, olsun.