ABD'nin Afganistan fiyaskosu ve Türkiye'nin Seçenekleri
Afganistan İçişleri Bakanlığı, “Taliban militanlarının her yönden başkent Kabil'e girmeye başladığını ve yönetimin devri için müzakerelere başlanacağını” duyurdu. Bu haberle dünya şoka uğradı….
ABD gitmeden Taliban geldi.
Afganistan İçişleri Bakanlığı, “Taliban militanlarının her yönden başkent Kabil'e girmeye başladığını ve yönetimin devri için müzakerelere başlanacağını” duyurdu. Bu haberle dünya şoka uğradı….
Associated Press (AP) haber ajansına göre, bir Afgan yetkili, Taliban müzakerecilerinin, iktidarın 'devri' için hazırlık amacıyla Cumhurbaşkanlığı sarayına gideceğini söyledi. Afgan Tolo News, mevcut Cumhurbaşkanı Eşref Gani'nin ülkeyi terk ettiğini duyurdu. Resmi yetkililer ise, Gani'nin kuzeydeki komşu ülke Tacikistan'a gittiğini söyledi…
Neredeyse Afganistan’ın tamamı 2001 yılında yönetim erk yetkileri ABD tarafından elinden alınan Taliban, 20 yıl sonra tekrar ülkenin yönetimini güle oynaya aldı, bir bakıma ABD’nin hediyesi olarak, Afgan resmi güçlerinin yılgınlığının ve yenilgisinin bir sonucu olarak.
Sovyetler Birliği’nin 1979 yılında Afganistan’a müdahalesinin ardından 10 yıl süren Sovyet yönetimini yıpratıcı bir rol oynayan Afgan direnişçilerine ABD CIA ve Pakistan İstihbarat Örgütü (ISI) üzerinde destek sağlamış, hafif silahlar dahil bu gruplara verilmiştir. Sovyet güçlerinin 1989’da geri çekilmesinde bu direnişçilerin etkisi büyük olmuştur. Sonrasında ortaya çıkan boşlukta, bu direniş mekanizmasının bir parçası olarak yer alan, etnik olarak ülkenin doğusundaki Peştu[1] aşiretlerine dayanan Taliban örgütü, 1994 yılında kurulmuştur. Gelenekçi bir yapıya sahip Afgan toplumu içerisinde hızla taraftar toplayan ve yükselen grup, amacını, Sovyet savaşı ve akabinde patlak veren iç savaşlar sırasında ortaya çıkan savaş ağalarından kurtulmak olarak tanımlamıştır. Kuruluş felsefesini de Afganistan’da İslam’a dayalı bir yönetim getirmek olarak ilan eden Taliban, etnik olarak “yamalı bir bohça”[2] olarak betimlenebilecek Afganistan’da kendi hakimiyetini kurmaya çalışmıştır.
Afganistan’da insanları birleştiren en önemli faktör, dindir. Halkın lisanı, kültürü ve tarihi ortak değildir, birbirinden oldukça farklıdır. Kapalı bir toplum yapısı hakimdir. Uzun zamandır güçlü bir merkezi otoritenin yokluğu, ortak tabanları din temelinde Taliban’ın etrafında birleşmeye zorluyor denebilir.
2 bin 430 kilometrelik Afganistan-Pakistan sınır bölgesi, El-Kaide ve Taliban gibi örgütlerin sığınağı haline gelmiştir. Afganistan’ı yakından takip eden uzmanlara göre Taliban, özellikle 1995 yılından itibaren Pakistan’ın bölgedeki çıkarları için vekalet savaşı veren bir örgüt durumundadır. Afganistan’daki merkezi hükûmetin zayıflığından yararlanarak, 27 Eylül 1996’da Kabil’e girmiş, kısa sürede ülkenin büyük bölümünü kontrolü altına almış, neredeyse 2001 yılın sonuna kadar ülkeyi terörle yönetmiştir.
ABD, 2001 yılında yaklaşık 3 bin kişinin hayatını kaybettiği saldırılardan Afganistan’ı kendine mesken edinen El Kaide örgütü ve lideri Usame bin Ladin’i sorumlu tutmuştur. Taliban’dan El Kaide lideri Usame bin Ladin’i teslim etmesi istenmiştir. Taliban, Ladin’i “misafir” olduğu gerekçesiyle iade etmeyeceğini bildirmiştir. Bunun üzerine ABD, 7 Ekim 2001 tarihinde Afganistan’daki Kuzey İttifakı’nın da desteğiyle Taliban’a yönelik operasyon başlatmıştır. Kısa sürede başkent Kabil dahil elindeki tüm şehirleri kaybeden Taliban, kalesi konumundaki Kandahar’a çekilmiş, ardından burayı da kaybedip dağlık bölgelerde tutunmaya çalışmıştır. Taliban, sonrasında gerilla taktiği ile ABD ve NATO dahil müttefik ülkelerin kuvvetlerine, 2001 sonrası kurulan Başkanlık sistemine göre organize olan Batı destekli Kabil hükümetine karşı savaş vermeye başlamıştır. Ardı ardına Molla Ömer dahil çok sayıda liderinin ABD tarafından ortadan kaldırılmasına, El Kaide lideri Ladin’in öldürülmesine rağmen, bazı dönemlerde azalan ölçüde de olsa, Taliban varlığını ve etkisini sürdürmeye devam edebilmiştir.
Yaklaşık yirmi yıldır Afganistan’da bulunan ABD liderliğindeki askeri koalisyon, neredeyse hezimete uğramış bir ordu gibi Afganistan’ı terk ediyor bugünlerde. ABD yönetimi durup dururken Taliban ile 29 Şubat 2020’de “geri çekilme” anlaşması imzalamıştır. Biden yönetimi, 11 Eylül’e kadar tamamen çekilmiş olacaklarını beyan etmiştir. 20 yıl sonra geriye baktığımızda müttefikleriyle birlikte ABD ve NATO toplamda 2 trilyon USD harcama yaparak Afganistan’da bulunmuş olmakla birlikte, elde edilen “kazanım” bugünlerde sorgulanır hale gelmiştir. Silahlardan arındırılmış ve mümkün olduğunca müreffeh bir Afganistan yok ortada. 2001 yılından bile daha geriye düşmüş, daha istikrarsız ve her şeyden önemlisi “umudu kırılmış” bir Afganistan devlet yapısı ve halkı var dünyanın gündemindi. ABD ve müttefikleri, "Usame bin Ladin’i öldürmek" için Afganistan'da yaklaşık 2 trilyon USD harcamıştır. Şimdi bugünden geriye baktığımızda '20 yıllık bir emek, boşa gitmiş demek' olarak resmi okuyoruz. Bir adamı yok etmek için 2 trilyon/20 yıl mı harcamak gerekiyordu?
Biden yönetiminin, ABD’nin bölgeden çekilmesini takiben Kabil’in Taliban’ın eline geçebileceğine dair bir öngörüsü vardı. ABD ordusunun ayrılmasından sonraki 6-12 ay içinde Kabil’in Taliban tarafından işgal edilebileceğini öngören istihbarat değerlendirmeleri veya senaryolarının yerine zamanla 30-90 gün derken bugün neredeyse 3-9 saat içerisinde şehir teslim alınacak diye konuşuluyor. Bunu bile bile Afganistan’ı terk eden bir ABD ve NATO’nun dünyaya barış ve düzen getirebileceğine artık kim inanabilir veya inanmak isteyebilir.
Bugün Taliban, sahip olduğu 50-60 bin kişilik nispeten az sayıdaki silahlı militanıyla, yıllardır ABD ve müttefikleri tarafından eğitilen, silahlandırılan görünürde güçlü olması beklenen 250-300 bin kişilik Afgan ordusunu neredeyse bitirmiş durumda. Hem de ABD tarafından sağlanan hava desteğine, envanterindeki hafif taarruz helikopter ve uçakları bulunmasına rağmen. Ülkede tekrar dejavu yaşanıyor, Taliban’ın kontrolünde dini-askeri yapıya sahip katı bir rejime geçiliyor.
İnanmış Taliban, inancını kaybetmiş bir Afgan hükümeti ve ordusu karşısında üstünlüğünü ilan ediyor. Tarih okumalarımız bizi yine yanıltmadı.
Her şeye rağmen Biden, ABD güçlerini geri çekme kararının tartışmaya açık olmadığını vurgulamış ve Afganların askeri olarak zayıf performansına rağmen, 20 yıllık kampanyayı sona erdirme kararından “pişman olmadığını” ve herhangi bir değişiklik düşünmediğini söyleyebilmiştir. Beyaz Saray’da gazetecilere verdiği demeçte, “20 yılda bir trilyon doların üzerinde para harcadık. 300.000’den fazla Afgan askerini modern ekipmanlarla eğittik ve donattık[3]. Artık Afgan liderlerin bir araya gelmesi gerekiyor.” diyerek topu, kendisinin kuklası olarak Afganistan’da bıraktığı Afgan liderliğine atmıştır. Güvendiği Afgan liderliğini kim temsil ediyor, şimdilik bilinmez ama Amerikan askerlerine ve diplomatik misyonuna sırtını dayayarak ülkeye hükmetmeye çalışan Eşref Gani'nin yerinde şimdi yeller esiyor.
Durumun kontrol altına alınamayacağını düşünen ABD ve İngiltere, Afganistan Büyükelçiliklerindeki personel ve ailelerinin daha güvenli bir yer olan Kabil Havalimanı’na tahliyesi için, Türk askerlerinin kontrolündeki bu meydana toplamda yaklaşık 3.600 asker göndermiştir.
Kabil Havaalanının İşletilmesi Görevi
Türkiye, Kabil’deki Hamid Karzai Uluslararası Havalimanı (HKIA)'nı son 6 yıldır işletim ve güvenlik sorumluluğunu üstlenmiş durumdaydı. Aynı zamanda Afganistan’da eğitim ve yardım faaliyetlerine destek olunuyordu. Çekilme süreciyle birlikte, Türk askerinin mevcut tanımlı görev fonksiyonunu devam ettirecek şekilde Afganistan’da kalması yönünde Türk Hükümeti bir irade göstermiş, istekli olduğunu ABD ve NATO makamlarına iletmiştir. Beyan, havaalanının güvenliğinin sağlanmasına devam edilmesiyle sınırlı tutulmuştur. Milli Savunma Bakanı Akar ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın geçtiğimiz aylarda çeşitli platformlarda muhataplarına ilettiği mesaj şuydu: “ABD’den tek beklentimiz ve isteğimiz, Türk birliğinin kalışına yönelik siyasi (özellikle diplomatik ilişkilerin tesis edilmesinde), mali ve lojistik destek sağlaması.” Bu kapsamda ABD ile görüşmelere devam edilirken, Havaalanı Taliban’ın eline bugün yarın geçecek gibi bir durum söz konusu. İngilizce tabiriyle, Türk Hükümetinin teklifi “overtaken by events” olmuştur, yani masa devrilmiş, bahse konu teklif[4] sahada gelişen hakikat karşısında kadük kalmıştır[5].
Peki Kabil Havaalanını Önemi Neydi?
Çekilme öncesinde Kabil Havaalanına iniş-kalkış yapan yolcu/ulaştırma uçağı sefer sayısı yıllık bazda ortalama 140-150 bin civarında gerçekleşiyordu. Türkiye'den yapılan THY'nin uçuşları da bunlardan biriydi. Bu yıllık 140-150 bin uçuşun %70'ini askeri uçuşlar (asker ve malzeme nakli, helikopter trafiği vb.) oluşturuyordu. Sivil taraf hariç sadece 140 bin kişi, çoğunluğu asker, Türk askerinin kontrolündeki askeri terminalden giriş çıkış yapıyordu. Daimî olarak 6.000 kişi havaalanını tel örgüsü içerisindeki yerleşkelerinde görev yapıyordu. Bu insanların yaklaşık 4.000 civarı asker iken 2.000 kadarı ise Afganistan’da ABD ve NATO adına inşaat, yol vb. altyapı işlerini yerine getiren taşeron şirketlerin (contractors) elemanlarıydı[6].
Afganistan’daki kuvvetleri her zaman muharip olmayan birliklerden oluşan Türkiye, Kabil’de ana ulaşım yolları boyunca ve havaalanında güvenliğin nasıl sağlanacağına dair sorular devam ederken, havaalanını korumayı teklif etmişti.
Afganistan coğrafyası çoğunlukla dağlık bir arazi örtüsüne sahiptir. Kara ulaşımı hem zordur hem de ciddi boyutta güvenlik sorunu vardır. Aynı şekilde güvenli olmayan demiryolları ülke genelinde yok denecek kadar ulaşım imkanı tanır. Ülkenin denizle bağlantısı zaten yoktur. Dolayısıyla Afganistan'ın dış dünya ile bağlantı kurabilmesi için havayolunu kullanması her açıdan bir zorunluluktur. Uluslararası statüye sahip Kabil Havaalanı Afganistan'a havayolu ile dış dünyaya bağlamaktadır. Başkent Kabil’in dünyaya açılan yegane giriş ve çıkış kapısıdır. Ülkede ikinci bir uluslararası havaalanı bulunmamaktadır.
Havaalanı, Afganistan cumhurbaşkanlığı sarayına ve Kabil'deki yabancı diplomatik misyonlara yakın stratejik bir konumda bulunuyor ve acil durumlarda diplomat ve ailelerinin tahliye edilebileceği tek yer. Eğer gerçekleşseydi, havaalanının güvenliği, Batılı güçler çekilirken Afganistan’da kalan diplomatik misyonların devamını teminen, personel ve ailelerinin güvenliği için önemli bir çıkış noktası olarak şalter indirilinceye kadar elde bulundurulacak bir sigorta işlevi görecekti. Bu meydanın Taliban’ın eline geçmesi demek, bir anlamda Afganistan’ın dış dünyayla bağlantısının kesilmesi, iktidarın Taliban’a geçmesi demektir. Nitekim olan da budur.
Havaalanının NATO’nun elinde kalması demek, ABD ve NATO müttefiklerine ait birliklerin geri çekildikten sonra Kabil'de güçlü bir diplomatik mevcudiyet sağlayabilmesine zemin oluşturacaktı. Kabil Havalimanı, çekilme sonrası güvenliğin sağlanması konusunda öncelikli yerler arasında yer alıyor. Bazı ülkeler, Afganistan'daki diplomatik misyonlarını tutmanın ön koşulu olarak havalimanı ve hava taşımacılığının güvenliğini öne sürüyordu. Dahası uluslararası yardım kuruluşları bu ülkeye gerekli insani yardımları bu havalimanını kullanarak ulaştırıyordu. ABD'nin Afgan müttefikleri gerektiğinde "kaçmak" için bu havaalanını kullanacaktı.
Değişken Son Durum
Taliban, Kabil’e neredeyse ele geçirmiş durumdadır. Geçmiş yıllara nazaran, İran üzerinden, artarak devam eden bir Afgan göç dalgasıyla Türkiye karşı karşıya bırakılmıştır. Amerikalılara hizmet eden Afgan müttefikleri olan erkek ve kadınlara karşı ABD'nin herhalde yükümlülükleri bulunmaktadır. Eğer Türkiye kapısı Afganlara kapatılırsa, ABD'nin geride bıraktığı kaotik ortamdan kaçan müttefiklerinin en önemli çıkış güzergahı ortadan kalkacaktır. Katar da bile 1000 kişilik ekiple bu çıkışları koordine edecek Amerikan misyonu görevlendiren ABD'nin İran-Türkiye güzergahında, örtük de olsa, birtakım tedbirler almış olması beklenir.
Her durumda Türkiye'nin bir göç yuvası, en basit manada güzergahı olmasını tetikleyen en büyük faktör, Türkiye üzerinden Avrupa’ya gitme olasılığıdır. Avrupa'nın zenginliğini cazibesidir. Avrupa, sahip olduğu zenginliğini göçmenlere paylaşacak, sınırlarını açacak bir olgunluğa ve anlayışa sahip değildir, hiçbir zaman da olmayacaktır. Bu işi, kabul edelim-etmeyelim, neticede Türkiye'ye taşere etmiştir. 2010’lu yılların başından itibaren Türkiye’yi mesken edinen Suriyeliler gibi ülkemize gelen Afganlar da Türkiye’de uzun yıllar kalmaya, sonrasında ülkelerinde bıraktıkları ailelerini de Türkiye'ye getirmeye aday durumdadırlar. Afgan göç dalgasının, çok az bir kısmı hariç, “son durağı” Türkiye’dir. Türkiye’nin bir “son durak” olmasının nedeni yine Türkiye'nin takip ettiği, uyguladığı göç politikalarıdır. İster istemez göç dalgalarına karşı reaktif kalması, proaktif politikalar ve açılımlar geliştirememesi, gerekli tedbirleri alamaması benzeri nedenlerle bu göç seline de teslim olmak durumundadır.
18 Mart 2016 Tarihli Türkiye - AB Zirvesi Bildirisi, Sonun Başlangıcı mıydı?
AB üyesi ülkeler tarafından sevinçle karşılanan Türkiye-AB uzlaşısına göre, 20 Mart 2016 tarihinden itibaren tüm yasadışı göçmenleri, eğer AB ülkeleri geri iade ederse, Türkiye geri almak zorunda bırakılmıştır. Ne karşılığı: 3 milyar Euro karşılığı? Değer miydi? Bu soruyu herhalde her bir Türk vatandaşı kolaylıkla cevaplayabilir. Üstelik bize verilen sözler (AB ülkelerine vize serbestisi, AB üyelik sürecinin önünün açılması, ek mali destek verilmesi) havada kalmıştır. Havada bırakılmayan tek şey göçmen damlalarıdır! Damla damla göçmenler havadan toprağımıza düşmeye devam ediyor. Ardahan’dan Kaz Dağlarına her yerdeler.
Son aylarda gelenler hariç, BM mülteci ajansı 2020’de yayımladığı verilere göre, halihazırda 3,6 milyon Suriyeli mülteciye ev sahipliği yapan Türkiye’de 125.104 Afgan sığınmacının bulunduğu bilinmektedir. Afganlı sayısının 900.000-1 milyon civarında olacağını şimdiden söyleyebiliriz.
Türkiye’nin Afganistan’la İlişkisi
Afganistan’la Türkiye arasında kuvvetli tarihi bağlar mevcuttur. 1920’de kurulmasını takiben Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) hükümetinin öncelikli aldığı kararlardan biri Kabil’e temsilci göndermek ve Afganistan’da temsilcilik açmak olmuştur. Bu karar çerçevesinde Kabil’e temsilci olarak atanan Afgan asıllı Türk subayı Abdurrahman Samadan Ağustos 1920-25 Haziran 1922 tarihleri arasında Kabil’de bulunmuştur. Yerine Medine eski Muhafızı Fahrettin (Türkkan) Paşa, Kabil’e Elçi olarak atanmış ve 26 Haziran 1922-12 Mayıs 1926 tarihleri arasında görev yapmıştır. Fahrettin Paşa’yı takiben Atatürk zamanında Kabil’de, Nebil Bey (Batı) 17 Mayıs 1926-30 Haziran 1928 (Elçi), Yusuf Hikmet Bayur (Atatürk’ün Özel Kalem Müdürü) 30 Haziran 1928-1 Ağustos 1931 ve Mahmut Şevket Esendal 19 Kasım 1933-31 Ekim 1941 tarihleri arasında Büyükelçi olarak görev yapmıştır. Afganistan’da ilk diplomatik misyon bulunduran ülke olarak Türkiye’nin Kabil Büyükelçiliği’nin Kurulu olduğu arazi, dönemin Afgan Kralı Emanullah Han tarafından armağan edilmiştir. Geniş bir arazi üzerinde kuruludur. Büyükelçilik binası, Türkiye’nin doğudaki görkemini yansıtan güzel bir yerleşkedir.
100 yıl önce, neredeyse en zayıf anında bile Afganistan’la güçlü bir bağ tesis etmeyi öncelikleri arasına alan Türkiye Cumhuriyeti’nin bu ülkenin özellikle 1979 Sovyet işgaliyle birlikte hat safhaya gelen “istikrarsızlık” üreten veya “başarısız devlet” görüntüsü veren yapısını düzeltici adımlar atabilmesine yönelik oynayacağı tarihi bir misyon vardır. Türkiye, Afganistan’a gözünü kapatamaz, bu ülkenin insanlarının sıkıntılarını duymamazlık edemez. Her şeyden önce bu ülkede yaşayan Türkmen, Özbek kardeşlerimiz, bu ülkeye komşu ülkelerde yaşayan kökendaşlarımız için, Türkiye olarak, Afganistan’a yüksek ilgi göstermek durumundayız.
Afganlarla Türkiye’nin Yakın Teması Devam Etmelidir
Afganistan’la, Afganlarla tarihi bağlarımız var. Denilebilir ki, Afganistan’da yaşayan 35-40 milyonluk nüfusun yaklaşık %40’ı etnik manada Türk kökenlidir. Afganistan’ın kuzeyindeki Türk topluluklarının Türkî Cumhuriyetlerle kuvvetli bağları vardır, buna Uygurlar da dahildir. Bu nedenle, Afganistan bizim Orta Asya’ya açılan en önemli kapılarımızdan birisidir. Tarihi açıdan da böyleydi, bugün de böyledir. Taliban sözcüsü Zabihullah Mücahit'in "... Türkiye, birçok Afgan'ı barındıran ve yakın ilişkiler kurmak istediğimiz bir ülke. Türkiye'yi bir düşman olarak değil müttefik olarak görüyoruz." şeklinde açıklaması yerindedir.
Rusya Federasyonu elçiliğini korumaya yönelik bir adım atmıyor. Çin, Taliban yönetimini tanıyan ilk ülke olacak gibi. Her şeye rağmen, meşru bir idare olarak küresel bir kabul görebilmesi için, Taliban yönetiminin bir şekilde başta Türkiye olmak üzere Batı'nın desteğini almasına ihtiyacı var. Taliban meşruiyeti için iletişim kanallarını tesis etmek durumundadır. Batı toplumu günümüz şartlarında Pakistan'a güven duymuyor çeşitli nedenlerle. Taliban, Kabil Havaalanını bir katalizör olarak Türkiye üzerinden kullanmak suretiyle dış dünyaya açılım sağlayabilir, bu uluslararası havaalanı dış dünyaya açılan kapısı olabilir. Bunu Türkiye ile dostane ilişkiler geliştirerek başarabilir. Bu tür bir yaklaşım başta ABD olmak üzere Batı dünyasından kabul görebilir.
Her durumda Türk askeri Afganistan’da NATO adına bulunabilirse, daha rahat bir zeminde hareket etme imkânı bulabilir. Sadece milli temaslarla Afganistan’da bulunmak, tek başına orada olmak beraberinde değişik sıkıntıları getirebilir. Batı ülkelerinden köstek görebilir. Diplomatik boyutta zorlanabilir, sahada gücünü istediği gibi tesis edemez. NATO şapkasıyla orada bulunarak, Batı’yı arkasına alarak, Afganistan’a eğitim (özellikle etkin bir iletişim mekanizmasına ve altyapıya sahip olan Maarif Vakfı imkanları daha da geliştirilerek), lojistik ve siyasi destek vermeye devam edebilir. Afganistan’da zor da olsa istikrarın tesis edilmesine önayak olabilir. Taraflar arasında kuvvetli bir arabulucuk rolü oynayabilir.
Bu yazıda yararlandığımız bazı kaynaklar
BBC Haber, 18 Mart 2016, “AB mülteci zirvesi: Türkiye - AB anlaşmaya vardı.”, <https://www.bbc.com/turkce/haberler/2016/03/160318_ab_turkiye_anlasma_sonuc> s.e.t. 15.8.2021.
18 Mart 2016 Tarihli Türkiye - AB Zirvesi Bildirisi, <https://www.ab.gov.tr/files/AB_Iliskileri/18_mart_2016_turkiye_ab_zirvesi_bildirisi_.pdf> s.e.t. 15.8.2021.
Milliyet Haber, 15 Ağustos 2021 Son Dakika Haberleri... “Dünya anbean takip ediyor! Taliban fotoğrafı yayınladı”, <https://www.milliyet.com.tr/galeri/son-dakika-haberleri-reuters-afganistanin-yeni-lideri-belli-oldu-6575011/4> s.e.t.15.8.2021.
DW Haber, 29 Temmuz 2021, “Afgan özel askeri birliklerinin eğitimi Türkiye'de başlıyor.”, <https://www.dw.com/tr/afgan-özel-askeri-birliklerinin-eğitimi-türkiyede-başlıyor/a-58682713> s.e.t.15.8.2021.
AKINER n. (2004). “11 Eylül saldırıları ve Amerikan Medyası: Yurtseverlik akımının öteki kavramına etkisi ve medyanın tarafgirliği”, İletişim Fakültesi Dergisi, s.33-42, <https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/212379> s.e.t.15.8.2021.
BBC News, 20 Temmuz 2021, “Afganistan'da son durum: Erdoğan, Kabil Havalimanı'nın güvenliğini sağlama konusunda ABD'ye 3 şart iletti”, <https://www.bbc.com/turkce/haberler-turkiye-57898378> s.e.t.15.8.2021.
Karar Haber, 16 Ağustos 2021, "Çin'den Taliban'a destek: Tanıyan ilk ülke olacak", <https://www.karar.com/dunya-haberleri/cin-talibani-taniyan-ilk-ulke-oldu-1628737> s.e.t. 16.8.2021.
Quartz, Today’s news: August 16, 2021, <https://qz.com/emails/daily-brief/2047536/?utm_source=email&utm_medium=daily-brief&utm_content=654cef37-fe4b-11eb-88ee-2ac31111b5e7> s.e.t.16.8.2021.
Dipnotlar:
[1] Afganistan'ın yüzde 84’ü Sünni Müslümanlardan oluşuyor. Ülkenin karışık etnik yapısında en kalabalık nüfusu, yüzde 38'le Peştular oluşturuyor. Çoğu da ülkenin güneyi ve doğusunda bulunuyor. Yaklaşık aynı sayıda, yani 15 milyon civarında Peştu da ülkenin güneydeki komşusu olan ve uzun bir sınıra sahip olduğu Pakistan'ın kuzeyinde yaşıyor. Taliban etnik olarak Afganistan’daki Peştulardan ve Pakistan’daki diğer Peştulardan destek alabilecek bir potansiyele sahip. Afganistan'da tüm etnik unsurları tek çatı altında toplayabilmesine hizmet edebilecek tek argüman veya araç olarak "İslam ümmetçiliği" yaklaşımını kullanabilir. Bunun da ne derece birleştirici olabileceği de ayrı bir soru işaretidir.
[2] Afganistan, komşu ülkelerin halklarından oluşan yamalı bir bohça. Afganistan'ın kuzeyi, kuzeyindeki ülkelerin halklarından oluşuyor: Tacikler, Türkmenler, Özbekler, Kazaklar, Kırgızlar vs. Güney Afganistan nüfusu ile Kuzey Pakistan'ın nüfusu da aynı: Peştu veya Pakistan'daki adıyla Patan. Böyle yamalı bir bohçadan üniter bir devlet ve onun dayanağı bir ulus inşa etmek, imkânsız olmasa bile oldukça zor olduğu aşikar. Komünist devrim öncesi kimse kimseye karışmadığı ve merkezi hükümet de işleri yerel beylere, ağalara ve aşiret reislerine devrettiği için her etnik grup kendi bölgesinde huzur içinde yaşıyordu. Ama savaşla birlikte dışardan müdahale olunca bu etnik uyum ve denge bozuldu.
[3] 2001 sonrası adeta yeniden kurulan Afgan ordusunda görev yapacak askerler, Türkiye dahil müttefik ülkeler tarafından, NATO şapkası altında eğitilmiştir. Askerlere eğitim süresince 600 USD aylık maaş ödemesi NATO tarafından yapılmış veya ilgili ülkeler bu mali külfeti üstlenmek durumunda kalmıştır. Eğitim sonrasında bu askerlerin maaşları ortalama aylık 200 USD olacak şekilde ABD tarafından ödenmeye devam edilmiştir. Tabii ki eğitimli bu askerler, bir bakıma gelir kaybına uğradığından, muhtemelen bir gün Afganistan’ın tekrar Taliban’ın kontrolüne geçeceğini düşünerek, fırsatını bulan ya silahıyla birlikte Pakistan’a kaçmıştır ya da Taliban saflarına. NATO sanki Taliban için dolaylı eğitim kapısı haline gelmiştir. Afgan ordusu da görüntüde kuvvetli bir ordu olmak için herşeye sahipken, ruhu alınmış bir beden gibi bugün Taliban’ın önünde yere yığılıp kalmıştır.
[4] Ankara, NATO liderliğindeki Kararlı Destek Misyonu kapsamında 6 yıldır Kabil uluslararası havalimanının askeri ve lojistik operasyonlarını yürütmüştür. Türkiye'nin Afganistan'daki uluslararası güç kapsamında, havaalanında yerleşik vaziyette yaklaşık 500 askeri, zırhlı personel taşıyıcıları, hafif silahlar ve iki helikopteri olan hava ulaştırma gücü bulunuyordu. Türkiye, 2020 Eylül ayında NATO birliklerinin Kararlı Destek Misyonu olarak görevini tamamlamasının ardından Kabil'deki havaalanının güvenliğini ve yönetimini üstlenmeyi ABD ve sonra NATO’ya teklif etmiştir. Türkiye'nin bu işe talip olurken düşüncesi son altı yıldır yürüttüğü görevlerin aynı şekilde yapılmaya devam edilmesidir. Sınırlı bir görevdir. Öngörülen görev, sadece havalimanının güvenliğini sağlamak ve işletmekti. Türkiye’nin beklentisi Havalimanının çevresinin güvenliğinin Afgan güçlerince sağlanmasıydı.
[5] Türkiye aynı zamanda Taliban’la barış veya geçiş sürecini görüşmek için aktif bir rol almak istemiştir. Erdoğan, Türkiye'nin çekilmenin ardından Taliban ile barış sürecini tartışmaya hazır olduklarını ve grubun işgali durdurması gerektiğini ifade etmiştir (basında çokça tartışılan bir durum). Erdoğan, Pakistan ve Macarların Afganistan’daki misyona katılımı konusunda istekli olmuştur. Reuters'a konuşan Taliban’ın Doha’daki Sözcüsü Suheyl Şahin: “Türkiye son 20 yılda NATO güçlerinin bir parçasıydı, bu nedenle ABD'yle 29 Şubat 2020'de imzaladığımız anlaşma uyarınca çekilmeliler… Diğer taraftan Türkiye büyük bir İslam ülkesi. Afganistan’la tarihi bağları var. Gelecekte yeni bir İslami hükümet kurulduğunda onlarla yakın ve iyi ilişkiler içinde olmayı umuyoruz” diyerek Taliban yaklaşımını ifade etmiştir.
[6] 2014 sonunda 150 bin kadar Amerikan ve NATO askerinin büyük oranda çekilmesinden sonra işsiz kalan genç Afganlar, Türkiye üzerinden Batı'ya akın etmeye başladı. Batı'ya gidemeyenler, Türkiye'de kaldı. Zira, bu 150 bin asker, 3-4 bin şirkete ve 400 binden fazla Afgan'a istihdam sağlıyordu.