Uluslararası Örgütler
Türkiye’nin dış politikasında, uluslararası örgütleri zaman zaman çok fazla dikkate almaması, bazı örgütlere dahil olmasının çok pragmatik nedenlere dayanması, üyesi olduğu örgütleri dış politika amaçları doğrultusunda yeterince kullanamaması
Türkiye’nin dış politikasında, uluslararası örgütleri zaman zaman çok fazla dikkate almaması, bazı örgütlere dahil olmasının çok pragmatik nedenlere dayanması, üyesi olduğu örgütleri dış politika amaçları doğrultusunda yeterince kullanamaması veya kendi başına ortaya koyduğu Karadeniz Ekonomik İşbirliği Örgütü, D8 gibi bazı örgütlenme projelerinin ise beklenen başarıyı gösterememesi, uluslararası örgütlerle ilgili ülkemizde genel bir ilgisizliği beraberinde getirmektedir.
Tanımlama
Uluslararası örgüt, “egemen devletler arasında küresel veya bölgesel ölçekte genel ya da özel amaçlara ulaşma doğrultusunda iş birliği sağlamak için kurulan ve çeşitli yapılara, mekanizmalara ve süreçlere sahip tüzel kişilik” şeklinde genel bir tanımlama uluslararası örgüt için kullanılmaktadır. Literatürde, bazen örgüt yerine teşkilat kelimesi de kullanılmaktadır. Konumuz açısından altını çizmemiz gerekirse, teşkilat kelimesi devletlerarası oluşturulan kurumları tanımlarken, örgüt kelimesi buna ilave olarak sivil toplum kuruluşlarını ve bu manada ortaya çıkan inisiyatiflerini de kapsar. Bu nedenle, genel kabul gören yaklaşım uluslararası teşkilatlar değil uluslararası örgütler tabirinin kullanılmasıdır.
Uluslararası örgütlerin üyeleri devletlerdir. Uluslararası örgütlere üye olup-olmama durumu tamamen devletlerin isteğine bağlı olarak gerçekleşir. Uluslararası örgütler hem üye devletlerin iç hukuku hem de genel olarak uluslararası hukuk açısından tüzel kişiliğe sahiptir. Bir örgüt kurulduktan sonra, artık kurumsal kimliği olan bir yapı haline gelir. Örgütün adı, faaliyet alanı ve uluslararasında kendisini temsil etme kapasitesi kurumsal kimliğinin unsurları olarak karşımıza çıkar.
Tarihsel Gelişim
Tarihte devletler var olduğundan beri devletlerarasında modern manada olmasa da ittifak anlaşmaları imzalanmıştır. Bu anlaşmalar aslında günümüz uluslararası örgütlenme biçimlerinin eski versiyonlarıdır diyebiliriz. İttifak ilişkisine girildiğinde, taraflardan birinin baskın bir güç haline gelmesi durumunda, diğerleri, örneğin imparatorluk olarak tesis edilen ittifak çatısının altına sığınmak durumunda kalmaktadır. Kartopu etkileşimiyle, bölgesinde bir güç merkezi haline gelmeye başlayan bir kabile veya aşiret, diğer kabileleri, aşiretleri, derebeylikleri, küçük krallıkları vb. kendisiyle ittifak yapmaya zorlar. Kabul etmeyenleri zor kullanarak, gerektiğinde savaşarak, kendisine boyun eğmesini sağlar. Böylece zamanla bir aşiret veya kabile, bir imparatorluk haline gelir. Bu imparatorluğun parçası olan küçük devletler, aşiretler ittifak sisteminin doğal bir parçası olur.
Günümüzde imparatorluk yapıları, özellikle 1’inci Dünya Savaşı’nın sona ermesiyle ortadan kalkmıştır. Dünya, imparatorlukların parçalanmasıyla ortaya çıkan sayısız yeni ulus devletin kurulduğuna şahit olmuştur. Bir bakıma, eski ittifak sistemi olarak tanımlayabileceğimiz imparatorluklar yıkılmıştır. İmparatorlukların bir benzeri olarak görebileceğimiz, ancak coğrafi bütünlüğü gerektirmeyen, daha gevşek birlikteliklerine izin veren, imparatorluklardan farklı NATO benzeri modern ittifak yapılarının ortaya çıkmasına yol açmıştır.
Modern ulus devletlerin ortaya çıkışına paralel olarak uluslararası örgütlenme biçimlerinde hiyerarşiye dayalı yapı büyük ölçüde ortadan kalkmıştır diyebiliriz. Ortaya çıkan yeni sistem, devletler arasında anarşik yapının idame ettirilmesi için de uygun bir zemin sunmuştur. Günümüz dünyasının ürünü modern ittifaklar, klasik imparatorluk yapılarının ortaya çıkmasına izin vermeyecek şekilde gelişmiş yapılar sunmaktadır. Devletler, imparatorluk yapılarının içinde yer almak yerine, mümkün olduğunca kendi egemenlik haklarını koruyabilecek mekanizmalar dahilinde, uluslararası örgütlere üye olarak hak ve menfaatlerinin gereğini yapmaya gayret göstermektedir.
Sanayi devrimlerinin bir sonucu olarak devletler pek çok alanda teknik örgütler kurmuş, sanayileşmiş bir ülke olarak mallarını serbestçe dış dünyaya satmak isteyen Büyük Britanya İmparatorluğunun öncülüğünde uluslararasındaki mal ticaretinin ve hareketinin istikrarlı bir biçimde yürütülmesi temin edilmeye çalışılmıştır.
Çağdaş dönemdeki uluslararası örgütlenmenin ilk örnekleri, 19’uncu yüzyılda ortaya çıkmıştır. 1815 yılında toplanan ve Avrupa uyumu ve denge sisteminin esaslarını belirleyen Viyana Kongresi veya öncesinde 1648 yılında toplanarak Westfalya Antlaşmalarını imzalayan oluşumlar, örgüt olarak kabul edilmez. Bunlar sistem kuran özellikleriyle uluslararası politika açısından önemi büyük düzenlemeler olarak kabul edilir. Öte yandan Viyana Kongresinde 9 Haziran tarihinde kurulan Ren Komisyonu, ilk uluslararası örgüt olması yönüyle öne çıkar.
Siyasal alanda ilk ciddi uluslararası örgütlenme ise Birinci Dünya Savaşı sonrasında kurulan Milletler Cemiyeti olmuştur. Büyük bir savaştan çıkan, enkaz yığınları arasında pusulasını yeniden ayarlamaya çalışan devletler için savaşlara son verecek yeni düzenlemelerin bu örgüt üzerinden gerçekleştirilmesi amaçlanmıştır. Sonrasında BM, NATO, AB benzeri sayısız uluslararası örgüt kurulmuş, günümüze kadar varlıklarını sürdürmüştür.
Teoriler Yönüyle Uluslararası Örgütler
Realizm, uluslararası örgütlerin aktör rolünü oynamalarını kabul etmeme yaklaşımını savunur. Realizm bakış açısına göre uluslararası örgütler, büyük güçlerin birer dış politika aracından başka bir şey değildir. Büyük güçler kendi çıkarları doğrultusunda uluslararasında oluşturmak istedikleri düzene, içinde buldukları veya öncülük ederek kurulmasını sağladıkları örgütler yoluyla çıkarlarını korumaya çalışmaktadır. Örgütlerin, bir anlamda, büyük güçlerin beklentilerine cevap vermediği takdirde, kendiliğinden işlevlerine son vermesi beklenir.
Devletler, egemenlik ve bağımsızlıkları konusunda son derece hassas ve kıskanç bir yapıya sahip tüzel kişiliklerdir. Sadece tek başlarına yapamayacaklarına inandıkları, diğer devletlerle birlikte hareket edildiğinde çözüm getirilmesi halinde bunun çıkarlarına hizmet edeceğini düşünmeleri halinde, uluslararası iş birliği ve örgütlenmeye yanaşma eğiliminde olurlar. Devletlerin hedeflerini gerçekleştirme kaynakları, potansiyelleri veya güç seviyeleri onların uluslararası örgütlere girip girmeme konusundaki kararlarını belirler.
Marksizm de realizm gibi, uluslararası örgütlerin aktör rolü oynamasını doğru bulmaz. Marksizm, uluslararası örgütleri, devlet yapılarını kontrol eden hâkim ekonomik ve sosyal sınıfların uluslararasındaki işbirliği platformu olarak görür.
Liberalizm, özellikle de Neoliberalizm ise uluslararası örgütleri birer aktör olarak kabul eder. Bu örgütlerin üstlendikleri işlevler yoluyla uluslararası politikanın gidişatında etkin olduklarını varsayar. Neoliberalizm, devletlerin yekpare aktörler olmadıkları varsayımından hareketle, devlet içindeki bir kısım çıkar gruplarının devletleri uluslararasında örgütlenmeye sevk edeceklerini, bunun sonucunda devletler arasında karşılıklı bağımlılık yaratılacağını, bu durumun da küresel ölçekte veya bölgesel bazda oluşturulan rejimler yoluyla uluslararası politikanın istikrar kazanmasına, ticaretin serbestliğine ve dünya barışına katkı sağlayacağını varsayar.
Bağımlılık kuramı da uluslararası örgütleri, devletler arası ilişkiler yönüyle ele alır. Uluslararası örgütlere üye olunması yoluyla getirilecek kısıtlamalar devletleri bağlayacağından, normal şartlarda devletler bağımlı kalacakları bir yapının içinde olmak istemezler. Karşılıklı bağımlılığın bedeli ulusal yetkinin sınırlanması ve bazı durumlarda da devri anlamına geleceği için, her devlet kendi analizini yaparak uluslararası bir örgüte üye olup olmamaya karar verir. Kaynakları fazla ve güç seviyesi olabildiğince yüksek devletlerin, uluslararası örgütlere katılımları ve yetki devirleri de o oranda az olur. Küçük ve zayıf devletler uluslararası örgütler içinde daha etkin bir rol alarak bu zayıflıklarını kapama çabasına girme eğilimine sahiptir.
Uluslararası örgütler uluslararası politika ve uluslararası hukuktan ayrı bir çalışma alanı haline gelmesindeki en önemli faktör bunların uluslararası aktör statüsüne sahip olmalarıdır. Bununla birlikte, bu statü kolektif bir kimlik özelliği gösterir. Uluslararası ilişkilerde esas aktör devlet olduğundan, uluslararası örgütlerin pek çoğunda egemen devletler özgür iradelerini üyesi oldukları uluslararası örgütün yönetim mekanizmasını teslim etmekten kaçınmaktadır. Bu nedenle pek çok örgütün kararları oybirliğiyle alınmak durumundadır. Üye devletlerden bağımsız bir yapıda bir uluslararası örgütün bağımsız karar alması neredeyse imkansızdır. Ancak üye devletlerin çizdiği ortak politika ve stratejiler doğrultusunda, tüzel kişiliğe sahip uluslararası örgütün fonksiyonlarını “bağımsız” bir duruşla yerine getirmesine izin verilmektedir. Bu tür örgütlerin kritik karar alma özerkliği yönetim mekanizmalarına bırakılmadığından, herhangi bir kritik durum geliştiğinde de bunların uluslararasında eyleme geçebilme kabiliyetleri de sınırlı kalmaktadır. Öte yandan, üye devletlerin katılımıyla belirli bir konuda ortak karara varılması ve üye devletler adına içinde bulunulan örgütün harekete geçmesi istenirse, bu durumda bu tür örgütler uluslararası politikayı veya devletlerin dış politikasını ciddi biçimde etkileme potansiyeline sahiptir.
Örgütleri Yapıları
Herhangi bir örgütsel yapı gibi uluslararası örgütler de çeşitli kararlar alma, icra uygulamaları dahil çeşitli yönetim organizasyonlarına sahiptir.
Uluslararası örgütlerin iç yapıları ve işleyişleri, bir çeşit dernek, vakıf, sendika, siyasi parti vb. tüzel kişiliklere benzer. Genellikle her örgütte tüm üyelerin eşit olarak temsil edildikleri bir ‘Genel Kurul’ bulunmaktadır. Buna ek olarak üyeleri genellikle genel kurul tarafından seçilen bir ‘Yürütme Kurulu’ da bulunur. Her örgütün bir genel merkezi ve orada üstlenmiş bir sekretaryası bulunur.
Bazı örgütler, kendi hukuklarından doğan anlaşmazlıkları çözmek için kendi bünyelerinde bağımsız birer organ olarak mahkemeler de kurabilir, denetleme ve kontrol mekanizmaları oluşturabilir.
Örgütlerin Özellikleri
Uluslararası örgütler, kuruluş amaçları dışında, devletler için bir çeşit “sosyalleşme” ortamı sunar. Ülkelerin özel dış politika amaçlarına hizmet eden fonksiyonları, üyesi olduğu örgüt kendi içinde barındırabilir. Örgütler, devletler arasındaki sorunların barışçıl çözümlenmesini sağlayan diplomasi ve müzakere kültürünün gelişmesi için uygun ortamı sunarlar. Devletler arasındaki ilişkilerin çok taraflı ve açık biçimde yürütülmesini kolaylaştırırlar.
Örgütler, devletlerin iletişim kanallarını kullanarak, birbirleri hakkında daha fazla bilgi sahibi olmalarına sağlayacak bir ortam sunarlar. Bunun doğal bir sonucu olarak devletlerin sürekli bir biçimde birbirlerini gayri resmi yollarla denetlemelerine katkı sağlarlar. Küresel veya bölgesel düzeyde uluslararasında kamuoyu oluşturmanın önemli bir aracı olarak istenen fonksiyonların yerine getirilmesine hizmet eder. Bu kapsamda devletlerin dış politika hareketlerine meşru zemin elde etmelerine yardımcı olurlar. Ortak amaçları ve kimlikleri bulunan devletler grubunun, bölgesel ya da küresel politikada temsil edilmesini, kamuoylarına doğru mesajların verilmesini, dolaylı yoldan devletlerin diğer devletler ve kendi halkı üzerindeki etkisinin artırılmasını sağlar.
Devletler arası ilişkilerin siyasal, ekonomik, güvenlik veya başka boyutları çerçevesinde teşkil edilen uluslararası örgütler bugünkü dünya politikasında yadsınamayacak bir yer işgal etmektedir.
Uluslararası örgütlerin sınıflandırılması, coğrafya ve faaliyet alanı esas alınır. Coğrafi bazda bakıldığında örgütler küresel veya bölgesel nitelik gösterebilir. Faaliyet alanı yönüyle ise örgütü kuranların amaçlarını ve beklentilerini yansıtan “kurucu statüsü” esas alınarak, tüzel kişilik kazandıkları alan ne ise o alana yönelik faaliyet gösterirler.
Devletler örgütü vücuda getirirken, çok taraflı bir sözleşmenin tarafı olduğunu da kabul ederek, bunu sözleşmeye imza atarak kabul ettiğini gösterir. Bu sözleşme metni kurucu statüsü konumundadır.
Klasik olarak “uluslararası örgütler” kavramının çağrıştırdığı devletler arası örgütlerdir. Uluslararası örgütlerin sınıflandırılmasında temel ölçüt devlet yapılarıyla ortaya koyduğu ilişki biçimidir. Üyelerini devletlerin oluşturduğu ve hükümetler arası işleyen bu manadaki örgütler, uluslararası örgüt tanımına en iyi şekilde uyan örgütlerdir. Devletle doğrudan bağı olmayan örgütlere ise “uluslararası hükümet dışı örgütler (non-govermental organizations – NGO) denmektedir.
Uluslararası örgütlerin üyesi olan devletler, karşılıklı olarak birbirlerinin egemen varlıklar olduğunu kabul eder. Bu kabulden yola çıkılarak, devletlerden oluşan örgüt, dünya ölçeğinde siyasal bir örgütlenmenin doğmasının önü açılır. Böylece, bölgesel ya da küresel olsun, her coğrafyada yer alan devletler, bu türden bir makro örgütlenmenin parçası haline gelir, kurucu unsuru olur. Bugün dünyamızda, devletlerin üyeliğiyle teşkil edilmiş yüzlerce uluslararası örgüt bulunmaktadır.
Devletlerin üyesi olduğu uluslararası örgütler içinde uluslararası politikayı veya üye devletlerin dış politikasını en fazla etkileme kabiliyetine sahip olanları; siyasal ve ekonomik örgütler (Avrupa Birliği benzeri) ile güvenliğe (NATO vb.) ilişkin kurulan örgütlerdir.
Bu manada, Arap Baharı gelişmeleri esnasında pek çok Arap ülkesinde ortaya çıkan sorunların aşılması bağlamında sık sık adı duyulan Arap Birliği; 2008’de başlayan küresel kriz sırasında gündemdeki yerini hep koruyan Avrupa Birliği; Arap Baharı sırasında, Libya ve Suriye gibi ülkelerdeki gelişmeler karşısında adı sıkça gündeme gelen NATO; uluslararasındaki herhangi bir kriz durumunda gözlerin ilk çevrildiği ve çözüm üretmesi beklenen yerlerden birisi olan Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi uluslararası örgütlerin en etkin ve bilinenlerine örnek olarak gösterilebilir.
Günümüz dünyasında, içinde birbirinden çok farklı üyelerin yer almasına izin veren, yapıları, teşkilat özellikleri ve nitelikleri birbirlerinden farklı olan, beşerî hayatın her alanında faaliyet gösteren, her biri “uluslararası” kavramıyla nitelenen ve sayıları binleri bulan örgüt bulunmaktadır.
Dışardan bakan birisi için bu durum, uluslararası arenadaki örgütlerin çeşitliliği, çokluğu ve her alandaki işlevselliği yönüyle anlaşılmaz bir kargaşa gibi gözükebilir.
Uluslararası örgütler günümüz dünya politikasının vazgeçilmez bir parçası haline gelmiştir. Bunların tarihsel süreç içerisindeki gelişimleri siyasette, ekonomide ve toplumda yaşanan köklü değişimlerin etkilerinin ve sonuçlarının ulusal sınırları aşmasıyla paralellik arz eder.
Uluslararası örgütlenme dışında kalmaya özen gösteren devletlerin, zaman içerisinde dünyanın genelinden uzak kaldığı, diğer devletlerden soyutlanabildiği ve uluslararası politikanın şekillenmesine katılım kabiliyetinin azaldığı gözlemlenen bir gerçektir. Aynı şekilde örgütlenmeye aktif olarak katılan ülkelerin ise pek çok siyasal, ekonomik veya güvenlik amacına daha kolay ulaştığı ve uluslararası politikada daha belirleyici konum elde ettiği gözlenebilmektedir.
Uluslararası örgütlerin kendi başlarına dünya politikasında işgal ettikleri ağırlığın artma eğiliminde olması ve bunlarla bağlantılı olarak devletlerin amaçlarını gerçekleştirme ve uluslararası politikayı etkileme imkanının genişlemesi, uluslararası örgütler konusunun artık kendi başına bir araştırma başlığı olmasını sağlamıştır.
Uluslararası örgütler, kurucu sözleşmelerinin hukuki bir nitelik taşıması nedeniyle önceleri sadece uluslararası hukuk açısından dikkate alınmaya başlamıştır. Örgütlerin devletler arası ilişkilerde artan işlevlerine paralel olarak, zaman zaman uluslararası politika incelemeleri kapsamında bir alt araştırma alanı olarak da ele alınmaya başlanmıştır.
Örnek Bir Alan: Devletler Açısından BM’ler
Uluslararası örgütlere küçük devletler açısından bakıldığında, uluslararası barış ve güvenlik ile ekonomik çıkarların korunmasında küçük devletlerin söz sahibi olma imkânı oldukça zayıftır.
Örneğin, Birleşmiş Milletler gibi bir örgüte bakıldığında, örgütün asıl varlığının büyük güçler arasındaki muhtemel bir savaşın çıkmasını engellemek üzerine kurulu olduğu iddia edilebilir. BM tarafından oluşturulmaya çalışılan kolektif güvenlik anlayışı, uluslararası mevcut dengeler çerçevesinde sadece büyük güçler için geçerlidir.
20’nci yüzyıl başladığında yalnızca beş devlet, Büyük Güç statüsünü tartışma götürmek bir biçimde kazanmıştır: Britanya, Fransa, Almanya, Avusturya-Macaristan ve Rusya. Bu devletler, sahip oldukları askeri ve ekonomik güçleri yanında, diplomasi alanındaki etkinlikleri yönüyle de dünya düzeninin işleyişine doğrudan müdahil olabiliyordu. Genel barış anlaşmaları ve özellikle toprak kazanımı/kaybı içeren barış anlaşmalarına dahil olabilmek, büyük devlet olabilmenin göstergesi kabul ediliyordu. Uluslararası ilişkilerde bu büyük devletlerin haklarını görmezden gelmek mümkün değildi. Oysa küçük devletlerin haklarının gürültüye gitmesi olağan bir durumdu. Tıpkı herhangi bir kulübün kuralları gibi diplomatik davranış biçimleri de sosyal hiyerarşiyi, başka bir deyişle “ast-üst” sistemini yansıtıyordu.
İkinci Dünya Savaşının sonuna gelindiğinde ise tüm dengeler değişmiş ve yeni beşli ortaya çıkmıştır: ABD, Rusya, Çin, İngiltere ve Fransa. Ağırlıklı olarak ABD ve SSCB’nin öncülüğünde, çeşitli dengeler gözetilerek, diğer üç devletin de dahil edildiği yeni beşlinin kurguladığı bir dünya düzeninde Birleşmiş Milletler yapısı oluşturulmuştur. Yeni yapıda da büyük devletlerin çıkarları her şeyin önünde tutulmaya devam edilmiştir.
Günümüzde, herhangi bir devlet açısından BM sistemine dahil olabilmenin yolu büyük güçlerden (Güvenlik Konseyi Beş Daimî Üyesi) biriyle yakın ilişkiye sahip olmaktan geçmektedir. Bu tür bir ilave koruyuculuk olmadan küçük ülkeler BM sisteminin dışında kalmakta ve kolektif güvenliğin nimetlerinden yeterince yararlanamamaktadır.
Bazı durumlarda ise küçük ülkeler büyük güçlerle kurdukları iş birliğine bağlı olarak kolektif güvenlik önlemlerine muhatap olmaktan kolayca kurtulabilmektedir. BM örgütü üyesi dahi olsa, hasmı tarafından saldırıya uğrayan küçük bir devlet için koruma kalkanı oluşturulması, saldırganın zarara uğratılması için diğer devletlerin bir araya gelerek ortak güvenlik çerçevesinde gerektiğinde askeri güç kullanması, siyasi-ekonomik-askeri yaptırımlara gitmesi oldukça zaman alıcı ve gerçekleşmesi zor bir sürece işaret eder.
Eğer saldırgan ülke, Güvenlik Konseyinde veto yetkisine sahip beş ülkeden herhangi birisi ile iyi ilişkilere sahipse ve veto yetkisine sahip ülkenin çıkarlarını korumaya hizmet edebilecek bir konumda ise, saldırganın fiilen cezalandırılması, henüz eyleme geçmemiş ise kendisine caydırıcı bir yaptırım uygulanabilmesi çoğunlukla mümkün olamamaktadır.
Mazlum bir küçük devletin güvenlik çıkarı ancak büyük bir devletin de çıkarı olarak görülürse, aynı zamanda, bu büyük devletin ortaya süreceği “müdahale” argümanları diğer veto yetkisine sahip olan dört ülke tarafından da kabul görürse, ancak bu durumda küçük devlet için BM’nin sahip olduğu tüm imkanlar seferber edilebilmektedir. Bu manada tarihte tek örnek ABD öncülüğünde işletilen 1950’deki Kore’nin durumudur.
Küreselleşmenin Örgütlerin Gelişimine Etkisi
Soğuk Savaş döneminde yaşanan ideolojik bölünmeler, özellikle güvenlik ekseninde şekillenen uluslararası toplumda reelpolitik söylemler doğrultusunda bir işleyişe neden olmuştur. Soğuk Savaşın bitmesiyle birlikte, uluslararası örgütlerin etkinliklerini artırması için uygun bir ortam kendiliğinden ortaya çıkmıştır. Yeni dünya düzeninde uluslararası örgütler, fonksiyonlarını daha iyi yerine getirebilmesi, daha önce istese de üye olamayan devletlerin ideolojik prangalardan kurtularak örgütlere serbestçe katılım imkânı bulması, küresel ticaretin artan etkisi, iletişim mekanizmalarının küresel hale gelmesi ve benzeri nedenlerle, uluslararası örgütlerin gelişiminin önü açılmıştır.
Daha çok ekonomik eksende kendini gösteren küreselleşme olgusu, aslında toplumsal, kültürel ve siyasal alanları da etkisine almıştır. Bir taraftan çokuluslu şirketlerin faaliyetleri yoluyla dünya tek pazar haline gelirken, diğer yandan ise toplumsal, kültürel ve siyasal alandaki değişimler yoluyla, dünyanın tek bir mekân haline gelmesi, dünya sorunlarının ‘tekliği’ algısının kabul görmeye başlaması, insanlık için ortak kader bilincinin oluşması gerektiğinin kabul görmesi vb. bir sürecin yaşanmasını sağlamıştır.
Bu gelişmelerin doğal bir sonucu olarak devletlerarasındaki örgütlenme ihtiyaçları da çeşitlenmiş, örgüt sayılarının özellikle faaliyet alanları bazında artmıştır. Uluslararası örgütlenme, hem herkes tarafından kabul edilmeye başlanan ortak değerlerin korunması ve yaygınlaştırılması, hem de herkesin algıladığı küresel ısınma benzeri ortak risk ve tehditlere daha etkin karşılık verilebilmesinin yollarından biri olarak görülmeye başlanmıştır.
Küreselleşme, uluslararası örgütlenmelerin bölgesel bazda yapılmasının önünü de kesmemektedir. Bölgesel birlikteliği olan ülkelerin varlıklarının hukuki garantiye alınmasından sonra, bölge ülkeleri sahip oldukları bir kısım sorunları ortak inisiyatif geliştirerek daha kolay aşabileceklerine dair bir tutum geliştirme eğilimindedir. Siyasal örgütlenmeler, örgüt çatısı altında ekonomik ve sosyal sorunların çözülmesi, kalkınma yetersizliğine dayalı problemleri giderecek adımların atılması, ortak refahın yükseltilmesi gibi konularda bölge ülkeleri arasında daha ileri düzeyde iş birliğinin geliştirilmesi için önemli bir altyapı hizmeti sunar.
Bölgesel siyasal örgütler arasında günümüzde en gelişmiş model olarak 1950’li yıllarda bir ekonomik bütünleşme hareketi olarak başlayan ve 1993 yılında Avrupa Birliği ismini alana Avrupa ülkeleri arasındaki örgütlenme tipidir. AB, benzeri diğer örgütlere, elde ettiği bütünleşmeye (Brexit’e rağmen) yönelik başarısı, sahip olduğu işlevselliği ve etkinliği yönüyle örnek olarak gösterilir. Bu örgüt, ekonomik ve sosyal pek çok politika alanında üyeleri arasında oldukça iyi seviyede bütünleşme sağlamış, üyeleri arasında ortak dış politika, savunma ve güvenlik alanlarında da yakın iş birliği ortamını tesis ederek, çok yönlü bir örgüt olarak bölgesel örgüt olmasına rağmen küresel ölçekte bir büyüklük haline gelebilmiştir.
Sonuç
Anarşik bir yapıya sahip uluslararası ortamda, uluslararası örgütlenmelerin, başlıca aktör olan devletlerin belirli ihtiyaçları doğrultusunda, sanayi ve teknolojide yaşanan köklü değişim ve dönüşümlerin zorlamasıyla ortaya çıkmıştır. Tarihsel gelişim içinde, imparatorluk yapıları ile karşılaştırıldığında, oldukça yeni bir yapılanma olan uluslararası örgütleri değerlendirirken, bu örgüt yapılarının henüz tam manasıyla gelişmemiş olduklarını kabul ederek, bunları başarılı ve/veya başarısız olarak değerlendirmek gerekir.
Bu yazımızda Faydalandığımız Kaynaklar
Hasgüler M., Uludağ M.B. (2007). Devletlerarası ve Hükümetler Dışı Uluslararası Örgütler, Alfa Kitap, 5. Baskı, İstanbul.
Ateş D. (2019). Uluslararası Örgütler, Devletlerin Örgütlenme Mantığı, Dora Yayınları, 5. Baskı, Bursa.
Best A. vd. (2015). 20. Yüzyılın Uluslararası Tarihi, Çev. Belge T.U., Siyasal Kitabevi, 15. Baskı, Ankara