Sovyetler Birliği’nin Dağılması Sonrasında Yeni Türk Devletlerinin NATO’yla İlişkileri
Yeni kurulan Türk Cumhuriyetlerinin devletleşme sistematiği sürecine girmesiyle bir yandan yeni NATO şemsiyesi altında “Barış İçin Ortaklık" (BİO) projeleriyle modernleşmişler, diğer yandan birbirlerinden ayrılamayacak derecede birbirine bağlı iki örgütsel yapılanmayı ifade eden “Güçlü Türkiye-Güçlü Ordu” hedef aldıkları ve benzemeye çalıştıkları Türkiye ile ikizleme (twinning)’yi planlama rehberi olarak almışlardır.
NATO’ya karşı “Soğuk Savaşı" kaybeden Sovyetler Birliği (SB) dağılma sürecine girmesiyle birlikte Orta Asya’da “Kırgızistan, Kazakistan, Özbekistan ve Türkmenistan”, Kafkasya’da ise *‘Azerbaycan” bağımsızlığını ilan etmiş ve Türkiye ile etnik köken ve din bağı bulunan beş bağımsız Türk Cumhuriyeti devlet sistematiğinden noksan olarak tarih sahnesine çıkmıştır.
Soğuk Savaş sırasında iki kutuplu siyasal yapılanmanın etkisiyle Sovyet Rusya Varşova Askeri Paktı çerçevesinde askeri yardım görünümü altında tüm SB coğrafyasında kendilerine bağımlı yapılar oluşturmuştur. Özellikle askeri alanda son derece ileri bağımlı düzenler oluşturulunca, Türk Cumhuriyetlerinin orduları da Sovyet Rusya’ya yakından bağımlı bir noktaya getirilmiştir. Yeni kurulan Türk Cumhuriyetlerinin devletleşme sistematiği sürecine girmesiyle bir yandan yeni NATO şemsiyesi altında “Barış İçin Ortaklık" (BİO) projeleriyle modernleşmişler, diğer yandan birbirlerinden ayrılamayacak derecede birbirine bağlı iki örgütsel yapılanmayı ifade eden “Güçlü Türkiye-Güçlü Ordu” hedef aldıkları ve benzemeye çalıştıkları Türkiye ile ikizleme (twinning)’yi planlama rehberi olarak almışlardır.
1990’ların başlarında Sovyetler Birliğinin dağılmasıyla birlikte, Orta Asya’da “Kırgızistan, Kazakistan, Özbekistan ve Türkmenistan”, Kafkasya’da ise “Azerbaycan” bağımsızlığını ilan etmiş ve Türkiye ile etnik köken ve din bağı bulunan beş bağımsız Türk Cumhuriyeti devlet sistematiğinden noksan olarak tarih sahnesine çıkmıştır. Aslında bir anda Türkiye-Azerbaycan eklemlenmesiyle 1935 yılında SSCB lideri Joseph Stalin tarafından paramparça edilen Türkistan’a ulaşılmasının da yolu açılmıştır.
Esasen Ruslar hemen hemen bütün Türkistan’ı ele geçirdikten sonra Türk illerinde millî bir oluşumun meydana gelmemesi için birçok önlemler almışlardır. Yapılan bu çalışmalar sonucunda Türk toplulukları komünist teşkilatlanma aracılığı ile federatif cumhuriyetler hâline getirilmiştir. Özellikle Stalin döneminde Türklerin Ruslaştırılması için dil-alfabe, tarih ve dinî yönlerden yaptıkları olumsuz faaliyetler yetmezmiş gibi İktisadî yönden de Türkistan alabildiğine sömürülmüş ve sömürge hâline getirilmiştir.
Türkiye’nin hazırlıksız ve beklemediği bir zaman diliminde Azerbaycan eklemlenmesiyle Türkistan coğrafyası ile bütünleşme ütopik bir hedef olarak belirginleşmiştir. Bu nedenle Türkiye Cumhuriyeti 30 Ağustos 1991 tarihinde bağımsızlığını ilan eden Azerbaycan Cumhuriyetini 9 Kasım 1991’de tanıyan ilk devlet olmuştur. Diplomatik ilişkiler 14 Ocak 1992 tarihinde kurulmuş ve Bakü’de Başkonsolosluk olarak görev yapmakta olan temsilciliğimiz Büyükelçilik düzeyine yükseltilmiştir.
Gürcistan, Ermenistan ve Azerbaycan’ın yer aldığı Güney Kafkasya ve Orta Asya Türk Cumhuriyetleri bölgesindeki belirsizlikler ve tehditler sonrası altı Bağımsız Devletler üyesi devlet savunma ve güvenlik üzerine bir antlaşma yapmaya karar vermişlerdir. Bunun üzerine, 15 Mayıs 1992 tarihinde Rusya, Ermenistan, Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan ve Özbekistan liderleri Taşkent’te bir araya gelerek 1994’te yürürlüğe girecek olan 'Kolektif Güvenlik Antlaşması’nı imzalamışlardır.
1993 yılında Azerbaycan ve Gürcistan, 1994’te ise Belarus beş yılda bir rızaya dayalı uzatılabilecek olan bu anlaşmaya taraf olmuşlardır. Çarlık Rusya’sı, Rusya İmparatorluğu, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB) ve RF dönemi dahil olmak üzere Rusya üç yüzyıldan beri Kafkasya üzerinde en etkin güç olmuştur. SSCB’nin çökmesi ile tarihte Rusya ile sorunlu ilişkileri olan Kuzey Kafkasya’da özellikle Çeçenistan odaklı ayrılıkçı hareketler yeniden ortaya çıkmıştır. İlerleyen dönemde RF ve bölgedeki gelişmeler nedeniyle Kuzey Kafkasya’daki sorunlar da dönüşüme uğramıştır. SSCB’nin yıkılması ile öncesinde ülke içi idari sınır olan Kuzey Kafkasya’nın güney sınırları ise uluslararası sınırlara dönüşmüştür. Kafkas sıradağlarının güneyinde, Güney Kafkasya’da bulunan Azerbaycan, Gürcistan ve Ermenistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri (SSC), SSCB’nin çöküşü sonrası üç bağımsız devlete dönüşen Güney Kafkasya devletleri jeopolitik bir alt bölge olarak uluslararası sisteme dahil olmuştur. Güney Kafkasya devletleri üzerinde bir yandan küresel ve bölgesel güçlerin çıkar mücadeleleri sürerken, diğer yandan iç ve devletlerarası çatışmalar meydana gelmiştir. Kuzey ve Güney Kafkasya’da Moskova’nın müdahalesi ile gelişen ve dondurulan tüm çatışmalar RF’nin dahili ile yeni den aktive olarak bölgede yeni gelişmelere yol açmıştır. Kafkasya’daki çatışma içe ren güvenlik ortamı sürekli aktif olarak en son 2020 yılında II. Karabağ Savaşı ile yeniden ortaya çıkmıştır. RF’nin konvansiyonel olarak savaştığı ilk bölgenin Kuzey Kafkasya’da Çeçenistan (iki kez), ikinci bölgenin ise Güney Kafkasya’da Gürcistan olması, Kafkasya’nın RF’nin güvenliği açısından taşıdığı önem ve hassasiyeti ortaya koymaktadır. Ortaya konulan yeni Rus jeopolitiği Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan ve Türklerin çokça yaşadığı Tacikistan’ı tekrardan Rus ve Ermenistan çıkarlarını Kafkasya’da koruyan devletler hâline getirmiştir. Türkiye yüzyılında Türkiye-Azerbaycan eklemlenmesiyle Türkistan coğrafyasına açılımına karşı RF kendi jeopolitiğini ortaya koymuş, ancak II. Karabağ Savaşında “Kolektif Güvenlik Antlaşması’ nı çalıştırmamış, ön ayak olmamış, I. Karabağ Savaşında haksız bir şekilde Ermenistan tarafından işgal edilen Azerbaycan topraklarının işgalden kurtarılmasında bir nevi dolaylı destek sağlamıştır.
İbni Haldun’un Devlet Görüşü
İbn Haldun’un “devlet” görüşünün temelini oluşturan düşman saldırısından korunmak ve defetmek için “asabiyet” kavramının ortaya koyduğu millî şuur ve güce olan gereksinimleri belirgin bir biçimde düşük seviyelerdeydi. Devlet kurulmuştu, ancak noksanlıklar da belirgin bir şekilde ortadaydı. Eksiklikler Zeki Velidi Togan’ın İbn Haldun’un asabiyet kavramını yorumuyla aşağıdaki şekilde belirginleşmiştir:
“Devleti kuran ve idare eden irade gücü; devleti kuran milletlerin enerji kaynağı, sosyal dayanışma, millî dayanışma, ideolojik ve dini tesanüt, kavmî ve millî birlik hissi, sahibine heyecan veren ve müsbet ideolojilerle beslenen kitlelerin dinamik kudreti”
Yukarıda da açıkça görüldüğü gibi devletleşme sistematiği İbn Haldun’un “Asabiyet Kuramı” çerçevesinde öncelikle millet inşasını gerekli kılmaktadır. Devletleşme sistematiğinde Asabiyet Kuramı"; yardımlaşma, dayanışma ve mensubiyet duygusundan gücünü alan ve düşmanlarla savaşma gücü veren rezonatik bir bağ olarak belirgin bir zemine oturmaktadır. Peşinen kabul etmek gerekir ki, asabiyetini kuramayan bir toplum en ufak bir zorlama karşısında dağılmaya, yok olmaya mahkumdur. Mesele sadece ortak kökler ve ortak tarihle ilgili değil, milletin şuurunda yer alan ve kökleşen önemli bir husustur.
Mackinder’in Kara Hakimiyet Kuramı ve Orta Asya
Kuşkusuz bölge İngiliz coğrafyacı ve jeopolitikçi Halford Mackinder’in ünlü kara hakimiyet kuramındaki kalpgâh (heartland)’ın odak noktasını teşkil etmektedir ve de önemlidir. “Doğu Avrupa’ya hükmeden bir devlet Kalpgâh’a hâkim olur. Kalpgâh’a hükmeden ise öncelikle İç-Kenar Hilâl (Rimland)’e hükmeder. Sonra da Dış-Kenar Hilâle yani bütün dünyaya hâkim olur” kuramının cazibesi bölgeye bir anda ilgiyi arttırmıştır. Stratejik konumu açısından eşsiz olan bu bölgeye, SSCB zamanında ulaşamayan çeşitli güçler, Rusya’nın tekelini yitirmesi sonucunda akın ederek aktif faaliyetler yürütmeye başlamıştır. Bu güçlerin başında gelen ABD, kendi amaçlarını gerçekleştirme çalışmaları için araç seçiminde tam isabet etmiştir. ABD politikasının aracı, aktif askeri iş birliği olmuştur. Şüphesiz Sovyetler Birliğinin dağılmasını takip eden süreçte devlet ve ulus inşası, ani ve plansız ekonomik dönüşümler, etnik krizler ve kontrolsüz göçler gibi çeşitli iç sorunlarla Orta Asya Türk Devletleri öte yandan savunma ve güvenlik sorunlarıyla bir başına mücadele etmek zorunda kalmışlardır.
Orta Asya Türk Cumhuriyetlerinin “Yeni NATO” ile İlişkileri Nasıldır?
İkinci Dünya Savaşının devasa yıkımının ardından kurulan Birleşmiş Milletler (BM) Örgütünün Şartnamesi, bir daha benzeri bir insanlık trajedisinin yaşanmaması için, hukukun üstünlüğüne dayalı, uluslararası ilişkilerde diplomasinin en önemli araç olarak kullanılacağı bir yapı oluşturmuştur. İttifakın ilk Genel Sekreteri İngiliz Lord Hastings Lionel Ismay’ın Mart 1952’dekı bir ifadesiyle, NATO, “Rusları dışarıda, Amerikalıları içeride ve Almanları aşağıda tutmak" (to keep the Russians out, the Americans in and the Germans down) amacıyla kuruldu, demek yanlış olmaz. Kuzey Atlantik İttifakı (NATO), kuruluşundan itibaren geçen yarım yüzyıl boyunca tek kurşun atmadan, varlık sebebi olan tehdidin kaynağı olarak gördüğü Sovyetler Birliği’nin yıkılmasını sağlayarak, birçok uzmanın ifadesiyle, bir "zafer” kazanmıştır. Diğer bir deyişle NATO, kurulduğu günden günümüze ABD’nin Avrasya’ya açılımında her zaman bir araç olma niteliğini korumuştur. Soğuk Savaş bitimi ile birlikte 90’lı yılların başında ilki Londra’da, İkincisi ise Roma’da yer alan iki önemli zirvede alınan kararlar NATO’nun geleceğini belirleyerek ortaya atılan yeni stratejiyle yeni NATO’nun işlevselliği sağlanmıştır. Tehdit kavramını risk kavramıyla değiştiren NATO, yeni süreçte terörizm, çevre sorunları ve uluslararası güvenlik açısından hayati önem taşıyan kitle imha silahlarının yayılması gibi riskleri varlığının devamı olarak göstermiştir. Uygulamada ise yeni’ NATO, Avrupa Birliği (AB) ve Avrupa Güvenlik ve İş Birliği Teşkilatı (AGİT) ile iş birliği yapacak Birleşmiş Milletler (BM)’in barışı koruma operasyonlarına katılabilecekti. NATO daha ileriye adım atarak Birleşik Ortak Görev Kuvveti adlı birimini kurmuştur.
NATO ve Orta Asya Türk Cumhuriyetleri arasındaki iş birliği, 1994 yılında NATO’nun “Barış için Ortaklık" (BİO) programının imzalanmasıyla başlamıştır. BİO’ya katılan ülkeler NATO’da kabul edilen ilkelerini de benimsemiş olmaktadırlar. Söz konusu prensipler BM Sözleşmesinde geçen yükümlülükler, insan hakları evrensel beyannamesi, sınırların dokunulmazlığı, ülkelerin bağımsızlığı, toprak bütünlüğü ve sorunların barışçıl yollarla çözülmesini öngören prensiplerdir. Orta Asya’nın beş cumhuriyetinden dört Türk Cumhuriyeti Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan ve Türkmenistan BÎO’ya katılmıştır. 90’lı yıllarda kâğıt üstünde gerçekleşen bu iş birliğinin günümüzde uygulamaya dökülerek aktif hal aldığı açıkça görülebilmektedir.
Aktif iş birliği 11 Eylül 2001 tarihinde yaşanan olayların sonucunda BM ve NATO desteğiyle ‘Uluslararası Antiterör Koalisyonunun “ortak düşman" sayılan teröre karşı savaşının ilanıyla başlamıştır.
BİO’nun bir başka özelliği NATO’nun BİO’ya katılan devletlerinin ordularını modernleştirilmesindeki rolüdür. Aslında bunun anlamı, bölge ordularına eğitim ve lojistik destek vermek suretiyle batı tipi ordularına benzetmek ve bölgesel orduların askeri-teknik donatımının temelini oluşturan Rus askeri teknolojisinin yerini alması demektir. Böylece Orta Asya Türk Devletleri askeri ve teknik konuda Rusya ya da Çin’e değil en başta ABD olmak üzere Batı ülkelerine bağlı kalacağı hesaplanmıştır. NATO’nun Orta Asya’ya askerî teknoloji transfer etmesi bölgedeki devletler üzerindeki nüfuzunu arttırarak, bölgenin Rus ve Çin gibi NATO’ya potansiyel tehdit oluşturabilecek ülkelerden kopartılması gaye idi. Görüleceği üzere, NATO’nun Orta Asya Türk devletleriyle işbirliği sadece askeri alanda değil, siyasi alanda da gerçekleşmekte ve uygulamada askeri varlığıyla desteklenmektedir. 1949 NATO Kuruluşu Vaşington Antlaşması uyarınca NATO’nun asli görevi, üye ülkelerin özgürlük ve güvenliklerini siyasi ve askeri yöntemlerle korumaktır. Orta Asya Türk Cumhuriyetlerinin NATO ile olan askeri işbirliği ülke bazında aşağıdaki biçimde değerlendirilebilir.
Kırgızistan’ın Yeni NATO ile İlişkileri
Bişkek yakınlarındaki "Manas” havalimanının sınırları içinde yerleşen “Gansi” hem ABD askeri üssü hem de NATO üssü konumundadır. Bu üste ABD’nin askeri uçakları, çeşitli teknik araç ve askeri donanımıyla birlikte 1000’den fazla ABD askeri de bulunmaktadır. Askeri üs Afganistan’daki savaş sırasında terör karşıtı koalisyonun desteklenmesi için kullanılmıştır. Her ne kadar üste bulunan askerler ve uçakların çoğu ABD’ye ait olsa da NATO üye ülkelerine ait askeri personel ve uçaklar da “Gansi”de konumlandırılmıştır. Nitekim, Aralık 2001’den itibaren üsse askeri birliklerini sırayla Norveç, Danimarka, Hollanda, Fransa, İspanya ve İtalya gibi ülkeler göndermişti. ABD’nin üs konusunda Kırgızistan’ın Tacikistan’a nazaran avantajını, 2002 yılında ülkeye gerçekleştirdiği ziyaret sonrasında ABD Merkez Komutanı General Tommy Franks iki nedenle açıklamıştı. İlki, Kırgızistan’da İslam’ın daha az etkili, İkincisi ise Rusya’nın etkisinin daha az olmasıdır. ABD ve Kırgızistan arasındaki anlaşmaya göre üssün kira süreci ABD bütçesinden karşılanmakta olup her üç sene uzatılabilmektedir. Bunun bir karşılığı olarak da ABD’nin desteğiyle bölge ülkeleri arasında en fakir ve zayıf olan Kırgızistan diğer ülkelerden önce Dünya Ticaret Örgütü’ne üye olmuştur.
Özbekistan’ın Yeni NATO ile İlişkileri
1994 yılında “Barış için Ortaklık” programına katılan Özbekistan, ABD ve Batı ülkeleri ile askeri alanda iş birliğini askeri eğitim çerçevesinde gerçekleştirmiştir. Özbek subayları NATO üyesi ülkelerinde staj görüyor, bölgesel askeri eğitimlere katılıyordu. ABD için 11 Eylül’e kadar Özbekistan’la olan askeri ilişkilerin bir önceliği yoktu.
Ancak, 5 Ekim 2001 tarihi ABD-Özbekistan dış ilişkiler tarihinde önemli bir dönüm noktasını oluşturmuştur. Taşkent’e 500 kilometre, Afganistan sınırına ise 200 kilo metrelik yerde eski Sovyet coğrafyasında ABD’ye ait ilk askeri hava üssü açılmıştır.
2001 yılının Ekim ayından itibaren “Hanabad” adı verilen üs 1500’den fazla ABD askerini bulundurmaktadır. “Hanabad” ABD tarafından en az 20 yıllığına kiralanmış, Amerikalıların sayesinde kalkış şeridi tamir edilip yerel altyapı yenilenmiştir. Bu üs sün dışında “Kökeydi” adlı yerleşim yerindeki havaalanı da yine ABD tarafından kullanılmaktadır. Bununla birlikte, Afganistan sınırındaki Termez kentinde ise, Alman askeri birliğinin yerleştiği başka bir askeri hava üssü mevcuttur. Bu üs, Afganistan Savaşında koalisyon güçlerine askeri-teknik destek ve Afgan halkına yönelik insani yardımlar gönderilmesi maksadıyla kullanılmıştır. Haliyle yaşanan bu gelişmelerden kaynaklı olarak 2002 yılında Özbekistan ve ABD arasında stratejik iş birliği hakkında anlaşma imzalanmıştır. Söz konusu anlaşma neticesinde ABD, askerî teknik araç ve donanımı askerî eğitim programı çerçevesinde Özbekistan’a karşılıksız hizmet olarak transfer etmeye başlamıştır.
Türkmenistan’ın Yeni NATO ile İlişkileri
11 Eylül öncesi ABD petrol şirketleri bir fosil yakıt üretim ülkesi olan Türkmenistan’da bulunuyor ve Türkmenistan ABD ile çeşitli alanlarda iş birliğini sürdürmekteydi. Bu cümleden olmak üzere Aşkabat ve Vashington arasında insani yardım, kültürel ve uyuşturucuya karşı faaliyetler gibi alanlarda iş birliği mevcuttu.
Askeri alanda ise iki ülke arasında IMET (Military Education and Training) programı çerçevesinde yirmiye yakın Türkmen subayının ABD’nın askeri kurumlarında staj görmesine matuftu. 11 Eylül 2001 tarihinden sonra ise, ABD yönetimi kendi askeri üslerini yerleştirerek Türkmenistan ile askeri iş birliğini yoğunlaştırmak istemiştir. Ancak, Cumhurbaşkanı Türkmenbaşı ABD askeri üslerinin Türkmenistan’a yerleştirilmesini reddetti. Bu olumsuz gelişmelere karşın, insani yardımların ülkesinden Afganistan’a gönderilmesine izin veren Cumhurbaşkanı Niyazov, bu izin sayesinde Türkmenistan’a bir lojistik üs olma özelliğini kazandırmıştır.
Nisan 2002’de Türkmenistan başkentini ziyaret eden ABD Savunma Bakanı Donald Henry Rumsfeld Türkmenistan Cumhurbaşkanı Niyazov’a NATO’nun '‘Barış için Ortaklık’’ programına katılmasını teklif etmiştir. Mevcut örnek NATO’nun ABD’nin doğrudan ulaşamadığı amaçları için bir araç konumunda yer aldığının göstergelerinden bir tanesidir.
Kazakistan’ın Yeni NATO ile İlişkileri
Orta Asya devletleri arasında yabancı askeri üslerin bulunmadığı bir ülke olarak Kazakistan, NATO ile askeri iş birliğini genelde askeri teknik yardım şeklinde gerçekleştirmiş ve gerçekleştirmektedir. Böylece 2004 yılının Şubat ayında Savunma Bakanı Donald H. Rumsfeld ve Kazakistan Savunma Bakanı General M. Altynbayev iki taraflı askeri-teknik işbirliği konularını görüşmüşler, bu görüşmenin sonucunda, 2004 yılı itibariyle Vashington sadece askeri ekipman ve Kazak ordusunun personelinin eğitimi için 4,5 milyon ABD doları tahsis etmiştir. Sovyet zamanından miras kalan silahların imha edilmesi için ise, Beyaz Saray’ın 200 milyon dolar harcamaya hazır olduğu basına yansımıştır. 2005 yılında ABD yardımıyla Kazakistan’ın batısında Hazar kıyılarının yakınlarında Kazak askerleri için kışlalar inşa edilmiştir.
Aynı zamanda Hazar Denizinde Kazak donanmasının oluşturulması için birkaç kez hibe sağlanmıştı. ABD’nin, Orta Asya’da özellikle Kazakistan ile ilişkilerini ve askeri alandaki iş birliğini arttırmak istemesindeki başlıca neden, kanımızca, Kazakistan’ın fosil yakıttan elde ettiği alım gücüdür. İlk başta hibe ve yardımlarla başlayan iş birliğinin sonucunda Kazakistan ordusunun Rus yapımı silah ve teknolojilerden uzaklaştırılarak kendi teknoloji ve askeri ekipmanlarına alıştırılması beklenmektedir. Zamanla sadece Amerikan silah ve teknolojisini kullanan Orta Asya Türk devletleri ABD’ye bağımlı bir pazar hâline gelecektir. Rusya’nın etkisiyle Kazakistan’da ABD veya NATO askeri tesisleri bulunmamakla birlikte Kazakistan’ın NATO’ya üyeliği de amaçlanmamaktadır. Ancak bilinen Kazakistan’ın “Barış için Ortaklık” programının dahilinde NATO ile iş birliğinin devam edeceğidir.
Tacikistan’ın Yeni NATO ile İlişkileri
Zaman zaman bir Türk Devleti olarak betimlense de Tacikler, çoğunluğu Afganistan’da ve Tacikistan’da yaşayan İranlı bir ulustur. Kendilerini Tocik diye adlandıran Taciklerin büyük çoğunluğu anavatanları olan Mâverâünnehir’de ve Horasan’da; Tacikistan, Özbekistan, Kırgızistan, Türkmenistan, Kazakistan, Afganistan, İran, Hindistan, Pakistan, Çin ve Rusya Federasyonu gibi ülkelerde yaşamaktadır. Afganistan’la 1344 kilometre ortak sınırları olan Tacikistan 11 Eylül’den sonra NATO koalisyon güçlerinin askeri üssü için yer açan ilk ülkelerden biri olduğu gibi, aynı zamanda Afganistan’ın Taliban rejimi karşıtı güçlerin diplomatik merkezi de olmuştur. Geçmişte olduğu gibi günümüzde de Tacikistan, sınırları içerisinde NATO'nun askerî hava üssüne ev sahipliği yapmaktadır. Hava üssünde ayrıca Fransız hava kuvvetlerinin uçakları ve 120’den fazla askeri personel bulunmaktadır. 2001 yılından itibaren Büyük Britanya Tacikistan’ın askeri enstitü ve lisesinde İngiliz dili öğrenim programını finanse etmekte buna ilaveten her sene Tacik subayları İngiliz silahlı kuvvetlerinin eğitim kurumlarında staj görmektedirler. 2003 yılının Ekim ayında, Duşanbe’yi ziyaret eden Almanya’nın askeri heyeti iki taraflı askeri ve askeri-teknik iş birliği konularında antant kalmıştır.