Esnek Mukabele Stratejisi ve Füze Krizi’nin Türkiye Etkileri
1960’ların başında dönemin ABD Savunma Bakanı olan Robert McNamara’nın talimatıyla çeşitli nükleer tatbikatlar yapılmıştır. Bu tatbikatlar neticesinde, Avrupa’da ortaya çıkabilecek bir nükleer savaşta, NATO ve Varşova Bloklarında ihmal edilemeyecek büyüklükte yıkımların olabileceği ortaya çıkmıştır.
1960’ların başında dönemin ABD Savunma Bakanı olan Robert McNamara’nın talimatıyla çeşitli nükleer tatbikatlar yapılmıştır. Bu tatbikatlar neticesinde, Avrupa’da ortaya çıkabilecek bir nükleer savaşta, NATO ve Varşova Bloklarında ihmal edilemeyecek büyüklükte yıkımların olabileceği ortaya çıkmıştır. Yaşanacak kayıplara rağmen NATO’nun üstün gelmesinin garanti edilemeyeceği anlaşılmıştır. Nükleer tatbikatlardan alınan dersler doğrultusunda, Amerikalılar NATO stratejisinin nükleer ve konvansiyonel silahlara dayalı, esnek mukabele denebilecek bir anlayışla yeniden yazılması gerektiğini vurgulamaya başlamışlardır. Bu arada, Amerikan konvansiyonel silahlarına olan ihtiyacı da artıran bu yaklaşım, müttefiklere silah satışlarını artıran bir fonksiyonu da içinde barındırmıştır.
Nitekim, 1962 Mayıs ayında gerçekleştirilen NATO Savunma Bakanları toplantısında McNamara, “esnek mukabele (flexible response)” konusunu gündeme getirmiştir. ABD için hem güvenlik hem de ekonomik boyutta ideal bir çözüm olarak görülen bu yaklaşım, özellikle Türkiye ve Norveç gibi savaşın yoğunlukla yaşanacağı kanat ülkeleri üzerindeki baskının artacağı anlamına geldiğinden, Türkiye tarafından şüpheyle karşılanmıştır.
Türkiye, ortaya atılan bu stratejiyi başlangıçta kabule yanaşmamıştır. Diğer bazı Avrupalı üyeler ile birlikte uzun bir süre direnmiş ve bu stratejiyi en son kabul eden (1967’de kabul etmiştir) devletlerden biri olmuştur.
Bu stratejinin mantığına uygun olarak ABD, Avrupalı ortaklarının topraklarına orta menzilli füzeler yerleştirmeyi teklif etti. İngiltere, İtalya ve Türkiye topraklarında Jupiter ve Thor füzeleri bulundurmayı kabul ettiler. Türkiye’nin teklifi olumlu yanıtlamasına Sovyetler sert tepki göstermiştir. Moskova radyosu Türkiye’yi tehdit etmiştir. Türkiye ise kararlılığını korumuş ve füzelerin topraklarında konuşlandırılmasından vazgeçmemiştir. Füzelerin Türkiye’ye yerleştirilmesini öngören anlaşma gizli olarak yapılmış ve 25 Nisan 1959 tarihinde imzalanarak meclisten geçirilmeden yürürlüğe girmiştir.
Esnek Karşılık Stratejisi ile gündeme gelen sınırlı bir konvansiyonel savaş durumu, iki süper devleti nükleer hedef olmaktan koruduğu halde Türkiye’nin de içinde bulunduğu İttifak’ın kanat bölgelerinin vurulmasına engel olamamaktaydı. Türkiye’deki nükleer silahlar ya çifte anahtar sistemine bağlı ya da doğrudan doğruya Amerikalıların elinde bulunduğuna göre bu silahların caydırıcılık derecesi de ABD’nin bunları Türkiye’yi koruma lehine kullanma istek ve kararına bağlıydı. Olası bir Sovyet konvansiyonel saldırısı halinde, NATO’nun nükleer kuvvetleri kullanıp kullanmayacağının belirsizliği karşısında, Türkiye için NATO caydırıcılığının azaldığı yolundaki görüşler ileri sürülmeye başlanmıştır.
Bu dönemde 8-10 Mayıs 1961 tarihinde gerçekleştirilen Oslo’daki NATO Bakanlar toplantısında, Türkiye ve Yunanistan’ın iktisadî sorunlarına özel bir dikkat gösterilmiştir. Bu iki ülkeye kalkınma programlarını hızlandırmak ve haklarının hayat seviyesini yükseltmek için yardım etmenin çeşitli yolları gözden geçirilmiştir.
Füze Krizinin Türkiye’ye etkileri
Sovyet balistik füzelerine karşı tedbir geliştirmek isteyen Birleşik Amerika, müttefiklerden sadece İngiltere, İtalya ve Türkiye’nin kendi topraklarında nükleer füze sistemlerinin kurulmasına izin vermesi sonrasında, Türkiye’ye kurulacak füze sistemlerinin görüşmeleri yapılmıştır. 1959 yılının Ekim ayında ABD ile Türkiye arasında yapılan anlaşma kapsamında 15 adet Jüpiter füze sisteminin (IRBM) Türk topraklarına (Çiğli) yerleştirilmesi süreci başlatılmıştır. Anlaşmaya göre füzeler Türkiye’nin, nükleer başlıklar ABD’nin olacaktı. Füzeler, ABD’nin Avrupa Yüksek Müttefik Kuvvet Komutanı (aynı zamanda NATO Başkomutanı SACEUR) tarafından ABD-Türkiye ortak onayı ile kullanılabilecek şekilde bir komuta-kontrol mekanizmasının işletilmesine karar verilmiştir. Füzelerin iki ülkenin askerlerinin ortak kontrolünde bulunması ve ikili veto sisteminin devrede olması benimsenmiştir.
1960-1964 arasında Türk-ABD ilişkilerinde en önemli olaylar U-2 ve Jüpiter füzelerinin sökülmesi olayıdır. 16 Mayıs 1960’ta İncirlik’ten kalkan U-2 uçakları Sovyet topraklarında düşürülmüştür. Bunun üzerine Sovyetler Türkiye’ye sert tepki göstermiştir. Ancak bu uçakların kalkışından Türkiye’nin haberi söz konusu değildir. Bu durum Türkiye’de Amerikan üsleri ve tesislerinin denetimi sorununun çıkmasına neden olmuştur. Ayrıca ABD’nin, Türkiye’nin haberi olmadan onun güvenliğini tehlikeye sokabileceği olasılığını da ortaya çıkarmıştır.
2-3 Haziran 1961 tarihlerinde Viyana’da gerçekleşen Kennedy-Kruşçev görüşmesi, Batı ile Doğu arasındaki görüş ayrılıklarını netleştirmiştir. Sonrasında Sovyet lideri Kruşçev 8 Temmuz 1961 tarihinde Rusya’nın silahlı kuvvetlerini azaltma tasarısından vazgeçtiğini ve savunma giderlerini üçte bir oranından fazla artıracağını açıklamıştır. 7 Ağustos’ta ise Kızıl Ordu’nun Batı sınırındaki kuvvetlerini artırmış ve gerekirse sefer yedeklerini askere çağırma planını uygulayacağı tehdidinde bulunmuştur. Bu krizden korkan bazı Doğu Almanların, 1961 yılının ilk altı ayında Batı’ya geçişleri (toplam 103.000 kişi) olmuştur. Bu tür geçişleri önlemek için Doğu Alman Hükümetinin başı olarak Pankow, 13 Ağustos gecesi Berlin’in batı kesimini kapatmış ve üç büyük NATO ülkesinin (ABD, İngiltere ve Fransa) itirazlarına rağmen Berlin Duvarı’nın inşa sürecini başlatmıştır.
Bu şartlar altında Müttefik Çevik Kuvvetini (AMF) teşkil eden NATO, bu arada, Türkiye ve Yunanistan’a yardımcı olması için bu ülkelerin kalkınma planlarına yardımcı olacak yetkili kişilerden oluşan bir heyet teşkil etmiştir.
Bu arada 1962 yılının ikinci yarısından itibaren İttifak, ABD’nin yakınlarındaki Karaib Denizi’nde Küba’ya Sovyet nükleer füzelerinin yerleştirilmiş olmasına yönelik Amerikan tepkilerine destek vermeyi gerekli görmüştür. Tarihe Küba Krizi olarak geçen bu olay, İttifak üyelerinin büyük devletlerin politikalarından etkilenebileceğini ve siyasi sonuçlarından kaçınılmaz bir biçimde zarar görebileceğini göstermiştir. Buhran boyunca NATO, ABD’nin tutumunu desteklemiştir.
Krizin büyümesi ve devam eden Amerikan ablukasının Küba ve dolayısıyla Sovyet rejiminde meydana getirdiği rahatsızlık, aynı dönemde Küba’ya ilave füze taşıyan gemilerin de Amerikan silahlarının hedefi haline gelmesi, uluslararası toplumu germiştir. Bu gerginlikten istifade etmek isteyen Kruşçev, Başkan Kennedy ile mektup teatisi ile pazarlığa girişmiştir. Kruşçev, ABD’nin Türkiye’deki benzer füzeleri söktüğü takdirde, SSCB’nin de Küba’daki füzeleri sökeceğini, Türkiye’nin toprak bütünlüğü konusunda güvence verdiğini ve aynı güvenceyi ABD’den de beklediğini bildirmiştir. Kennedy, aynı gün verdiği yanıtta, Küba’daki füzeler söküldüğü takdirde ablukanın kaldırılacağını ve Küba’nın toprak bütünlüğü konusunda güvence verdiğini belirtmiştir. Bununla birlikte Türkiye’deki füzeler konusunu geçiştirmeyi yeğlemiştir.
Bu dönemde, ABD Başkanı Kennedy’nin kardeşi Robert F. Kennedy, SSCB’nin Washington büyükelçisi Dobrinin’le görüşmüştür. Bu görüşmede Amerikan tarafı Türkiye’deki Jüpiter füzelerinin sökülmesini kabul etmiş ancak bu anlaşmanın gizli kalmasını istemiştir. Sovyet Büyükelçi Jüpiter füzelerinin kesin hedefte olduğunu belirterek yaşanacak bir krizde İzmir’in üçüncü dünya savaşının Hiroşima’sı olacağı tehdidinde bulunmuştur. John F. Kennedy böylesine bir pazarlığın Nikita Kruşçev’in taleplerini artıracağını ve Türkiye’nin pazarlık unsuru olmaktan büyük kaygı duyacağını değerlendirmiştir.
Füze pazarlığı süreci, Türkiye’yi güvenlik endişelerini artırmıştır. Buna rağmen, Küba krizi sırasında İnönü Hükümeti ABD’ye savaş tehlikesini de göze alarak destek vermiştir. ABD, jüpiter füzelerinin yerine daha ileri teknolojiyle donatılmış Polaris denizaltılarını Türkiye’yi korumak için göndereceğini açıklamıştır. Neticede tek taraflı Amerikan kararı doğrultusunda füzelerin söküm işlemleri tamamlanmıştır.
Her halükârda Türkiye’de konuşlu Jüpiter füzelerin sökülmesi sorunu 1947 yılından itibaren ilk kez Türk-Amerikan ilişkilerinde görece bir soğumaya yol açmıştır. Türk yetkilileri ve kamuoyu, ABD’nin çıkarları için gerektirdiğinde Türkiye’nin güvenliğini ve varlığını tehlikeye atabileceğini görmüşlerdir. Bu ise Türk kamuoyunda Amerikan karşıtlığının ilk tohumlarının atılmasına neden olmuştur.
Dışişleri Bakanı Feridun Cemal Erkin tarafından 24 Nisan 1963 tarihinde yapılan açıklamada, son füzenin de ülkeden çıkarıldığı belirtilmiştir. Böylece Türkiye açısından füze krizi sona ermiştir.
1970 yılının Ocak ayında TBMM’de yaptığı konuşma esnasında, İnönü füze krizine değinmiştir:
“Amerikalılar bize Jüpiterleri demode oldukları için sökeceklerini söylediler. Ancak Sovyetlerle pazarlık yapmış olduklarını öğrendik. (Günümüzdeki) Yöneticiler Amerikalıların Türkiye’yi istenmeyen krizlere sokmasına izin vermemelidirler.”
Jüpiter füzelerin sökülmesi, Türk-Sovyet ilişkilerinin normalleşmesi yolunda önemli bir engelin kaldırılmasını sağlamıştır. Bunun yanı sıra Türkiye’nin bir nükleer savaşta ilk hedef olma durumunu ortadan kaldırdığı için aslında Türkiye’nin güvenliği açısından önemli bir rahatlama da sağlamıştır.
Füzeler sorunu, tek yanlı, kayıtsız şartsız ABD’ye bağımlı bir politika izlemenin sakıncalarını da ortaya çıkarmıştır. 1960’lı yıllarda başlayan Türk politikasındaki çok yönlülük arayışları, Küba bunalımı ve füze krizinin verdiği derslerle şekillenmiştir.
Kaynaklar
Akalın C. (2011). ABD ve Türkiye-2 Yumuşama Yılları. Kaynak Yayınları. 1. Baskı. İstanbul.
Turan İ. ve Barlas D. (2004). “Batı İttifakına Üye Olmanın Türk Dış Politikası Üzerindeki Etkileri”, (Derleyen, Faruk Sönmezoğlu), Türk Dış Politikasının Analizi, Der Yayınevi, İstanbul.
Bölme S.M. (2012). İncirlik Üssü. İletişim yayınları. 1. Baskı. İstanbul.
Uslu N. (2000), “Türk-Amerikan İlişkileri”, 21.Yüzyıl Yayınları, Ankara.