Bir bakışta Akdeniz
Her ne kadar Mezopotamya insanlık tarihinin başladığı yer olarak kabul edilse de coğrafi komşusu ya da uzanımı diyebileceğimiz Akdeniz havzası da gerek siyasal gerek ticari gerekse toplumsal anlamda insanlık tarihinde izler bırakan gelişmelerin yaşandığı bir coğrafyadır.
Her ne kadar Mezopotamya insanlık tarihinin başladığı yer olarak kabul edilse de coğrafi komşusu ya da uzanımı diyebileceğimiz Akdeniz havzası da gerek siyasal gerek ticari gerekse toplumsal anlamda insanlık tarihinde izler bırakan gelişmelerin yaşandığı bir coğrafyadır.
Akdeniz’i ana hatlarıyla Doğu ve Batı olarak iki bölümde ele alabiliriz. Bu ayrımın orta noktası Malta adasıdır. Yani Malta adasının doğusuna Doğu Akdeniz, batısına ise Batı Akdeniz diyebiliriz. Akdeniz adında anlaşılacağı üzere (Mediterranean) bir orta denizdir. Avrupa'nın güneyi, Afrika’nın kuzeyi ve Asya’nın batısının birleştiği yerdeki bir su kütlesidir.
Zihnimizde Akdeniz’i kaldıralım ve bu üç kıtayı kara üzerinden komşu yapalım. Yani bugünkü İspanya ile Fas’ın, Fransa ile Cezayir'in, İtalya ile Tunus ve Libya’nın, Yunanistan ile Mısır ve Türkiye’nin geniş kara sınırlarıyla komşu olduğunu farz edelim. Sanırım şu anda çok farklı bir dünya düzeninde yaşıyor olurduk. Akdeniz okyanuslar kadar geniş ve engin olmasa da kapsadığı alan itibariyle dünyanın en büyük iç denizidir. İç deniz olması Akdeniz’i keşfedilebilir ve fethedilebilir kılmıştır.
Şimdi tarihe bir yolculuk yapalım ve Akdeniz coğrafyasından kimlerin gelip geçtiğini kısaca özetleyelim.
Resmi okumalarımızda bildiğimiz en önemli Akdeniz uygarlıklarından birisi eski Mısır’dır. Nil nehri uzantısında Afrika’nın içlerinden Akdeniz kıyılarına uzanan bir alanda kurdukları dinsel imparatorluk bugünkü İsrail, Filistin, Suriye bölgelerinde de etkili olmuştur.
Antik Yunan’dan bahsedebiliriz. Siyasi yaşamın şekillendiği, günümüz sistemlerinin referans noktası olarak gördüğü yerler. Bir kısmı şimdiki Yunanistan, bir kısmı Batı Anadolu topraklarında hüküm sürmüş, başlangıcı şehir devletleri olan siyasi birlik.
Fenikelileri biliyoruz, Lübnan civarında yaşayan denizci ve tüccar kavim. Kartacalıları biliyoruz. Denizciliğin zirvesinde bugünkü Tunus ve Libya topraklarını yönetenler.
Ve nihayet Roma, Akdeniz’in bütününe hükmetmiş, Akdeniz’e Mare Nostrum (Bizim Deniz) diyen bir ucu Britanya adasında diğer ucunda Filistin yer alırken ve İber yarımadası ve Afrika’nın kuzeyini de kontrol etmiş büyük bir imparatorluk.
Roma dağılınca Asya’dan gelen İslam dininin temsilcileri Arapların Akdeniz coğrafyasındaki hegemonyası başlıyor. Akdeniz’in doğu kıyıları başta olmak üzere Kuzey Afrika kıyılarını ve Endülüs’ü ele geçiren Araplar Romalılardan sonra Akdeniz’i kontrol etmişlerdir.
Devamında Batıdan gelen Haçlı seferlerine adeta duvar ören Türkler kurdukları Osmanlı İmparatorluğu ile Akdeniz’i neredeyse bir Türk gölü haline getirmiştir.
Bahsettiğimiz dönemler içerisinde özellikle Roma ve Osmanlı dönemlerini Akdeniz’in tamamını kontrol ettikleri ve bir düzen getirdikleri için Akdeniz’de Pax Romana ve Pax Ottoman dönemleri olarak adlandırabiliriz.
Venedikliler, Cenevizliler gibi İtalyan şehir devletleri ise her dönemde Akdeniz’de ticari faaliyetlerini sürdürmüştür. Havza dışından özellikle Rusya ve İngiltere’nin bölgede söz sahibi olma isteği sıklıkla görülmektedir.
Günümüzde Akdeniz çevresini gelişmiş batı ve kuzey kıyıları ile kriz ve çatışma ortamlarına müsait doğu ve güney kıyıları olarak iki ana eksende tanımlayabiliriz. Doğu bölümünde zengin doğalgaz ve petrol yataklarının varlığının keşfedilmesi zaten sorunlu olan bu bölgede statükoyu iyice sıkıntılı duruma sokmuştur.
Bir diğer eksen tanımlamasını ise din üzerinden yapabiliriz. Akdeniz kıyıları Hristiyanlık, Müslümanlık ve Yahudiliğe ev sahipliği yapmaktadır. Bu üç semavi dinin kesişme noktası da Akdeniz’dir. Doğu ve güney kıyıları Müslümanlar çoğunluktadır. Kuzey kıyılarında ise Katolik ve Ortodoks Hristiyanlığın temsilcisi olan topluluklar yer almaktadır. Burada dikkat çeken husus keskin din ve kültür farklılıklarına rağmen Akdeniz bölge topluluklarının yaşam tarzı olarak benzer özellikler taşıdığıdır.
Akdeniz’den bahsedildiğinde boğazlardan, adalardan, iç denizlerden ve yarımadalardan söz etmemek olmaz.
Süveyş, Cebelitarık ve Türk boğazları Akdeniz coğrafyasının diğer coğrafyalarla bağlantısını sağlayan önemli ticaret geçitleridir. Sicilya ile Tunus arasındaki Messina boğazı ve Mora yarımadasını anakaradan ayıran Korint kanalı da önemli iç su yollarıdır.
Ada olarak ise devletleşen Kıbrıs ve Malta’nın yanı sıra Sicilya, Korsika, Sardinya ile birer turizm cenneti olan Yunan adaları ve İspanyol Balear adalarından bahsedilebilir.
Akdeniz’in iç denizlerinin en önemlileri Ege, İyon ve Adriyatik denizleridir. Libya kıyılarındaki Sirte körfezi de neredeyse bir iç deniz büyüklüğündedir.
Doğu batı uzanımlı Anadolu yarımadasının yanı sıra kuzey güney uzanımlı Mora, Apenin ve İberya yarımadalarından her biri birer devletin egemenliğindedir.
Günümüzde Akdeniz’e kıyısı olan büyüklü küçüklü 23 ülkenin ürettiği ekonomik değer yaklaşık 7-8 trilyon dolar arasındadır. Bu değerin yaklaşık 5 trilyon dolarlık kısmı gelişmiş 3 kuzey kıyısı ülke tarafından (Fransa, İspanya ve İtalya) tarafından üretilmektedir. Türkiye ve Mısır henüz kapasiteleri oranında yeterli büyüklüğe ulaşmış ülkeler değillerdir. 85 trilyon dolarlık dünya ekonomisi içerisinde ABD’nin 20 trilyon dolarlık, Çin’in 14 milyar dolarlık ekonomik büyüklüklerinin yanında dünya ekonomisinde yaklaşık yüzde 10’luk bir pay çok da fazla değildir. Unutmayalım ki 400 yıl önce dünyadaki ekonomik faaliyetlerin neredeyse tamamı Akdeniz bölgesindeydi.
Acaba 2,5 milyon kilometrelik yüzölçümü ile dünyanın en büyük iç denizi olan Akdeniz’in, kıyılarında yaşayan 300 milyonluk nüfusuyla, dünya medeniyet sahnesinde yeniden yer alması için Roma ve Osmanlı dönemlerinde olduğu gibi bir siyasi birlik mi gerekiyor?