NATO ve Rusya
ABD’nin soğuk savaş döneminde Varşova Paktı ülkelerine karşı uyguladığı politika, çevreleme politikasıydı. Bu politikanın amacı, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin (SSCB) genişlemesini önlemekti.
NATO ve Rusya
ABD’nin soğuk savaş döneminde Varşova Paktı ülkelerine karşı uyguladığı politika, çevreleme politikasıydı. Bu politikanın amacı, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin (SSCB) genişlemesini önlemekti. Türkiye ve Yunanistan’ın NATO üyeliğinin ana gerekçesi de bu politikaydı. Kuzey Atlantik bir taraftan rakibinin genişlemesini önlerken, diğer taraftan ittifakını özellikle doğuya doğru genişletme amacındaydı.
SSCB’nin 1991 yılında dağılması sonrasında, birliğin devam eden ülke statüsündeki Rusya’nın ABD ve NATO’dan önemli bir talebi oldu. Bu talep, eski birlik üyelerinin NATO üyesi olmaması ve bu çevrelemenin artık bitmesiydi. ABD liderliğindeki NATO da, aslında o dönem bu isteğe onay vermişti. Neticede karşı tarafın çökmesiyle NATO, soğuk savaşın kazananı oluyordu ve artık çevrelemenin bir anlamı kalmıyordu. Ancak politik realite bu şekilde tezahür etmedi. NATO’nun etkinliğinin biteceği, varlığının anlamsızlaşacağı iddia edilirken, özellikle NATO’nun 5’inci madde dışında Kosova’da, Libya’da ve Afganistan’da operasyonlar yapması, karşıtı kalmamış gibi gözüken NATO’nun önemini git gide artırdı. Bu durum, eski SSCB ülkelerinin kendi güvenliklerini NATO ittifakı içinde görmelerine sebep oldu. Bu ülkeler, Rusya’nın devam eden devlet statüsüyle eski SSCB üyeleri üzerindeki baskı ve etkisinden kurtulmanın çaresini, NATO üyeliğinde gördüler. Rusya’nın bu ülkeler üzerindeki gereksiz baskıcı anlayışı da bu süreci hızlandırdı. SSCB yıkıldığında NATO’nun 16 olan üye sayısı, bugün 30’a yükseldi. Etkinliği azalacak denilen NATO, genişledikçe genişledi ve Rusya’nın arka bahçesine yani Ukrayna ve Gürcistan’a dayandı.
Putin’in, bu gidişin devam etmesinin kabul edilemez olduğu serzenişinin sebebi budur. Son 20 yıllık süreçte gücünü artıran Rusya için artık bıçak kemiğe dayanmıştır. Ukrayna düşerse, Rusya da düşer. Çevreleme bitecek diye beklenirken daha da artmış, Rusya için vazgeçilmez bölgelere ulaşmıştır. ABD Başkanı Biden’ın ana güvenlik politikasının dünyayı yeniden iki kutuplu düzene sokmak olduğu ve bir tarafta demokratik, diğer tarafta demokratik olmayan ülkeler şeklinde kategorize ettiği düşünüldüğünde, durum daha da netleşmektedir.
Her ülkenin kendi güvenliğini sağlamak adına adımlar atması kaçınılmazdır. Ukrayna ve/veya Gürcistan, hükümetleri ister, halkları onay verir ve NATO üyesi olmak isterlerse, NATO’nun bunu kabul etmemesi mümkün değildir. NATO, kuruluşu gereği ne kadar çok üyeye sahip olursa, üyelerinin güvenliğini o kadar iyi sağlayacağına göre bu fikri desteklemekten kaçınamaz. Böyle bir durumda Rusya’nın Ukrayna’ya müdahale etmesi, demokratik açıdan kabul edilemez bir durum yaratacaktır ve Rusya’yı anti demokratik konuma itecektir. Çift kutupluluğun bir tarafında ABD liderliğinde NATO, diğer tarafda ise Rusya liderliğinde anti demokratik ülkeler, ABD tarafından şekillendirilmektedir. Böylece ABD dünya liderliğini pekiştirmeyi, Çin’i devre dışı bırakmayı ve Rusya’yı anti demokratik dünyanın lideri yapmayı amaçlamaktadır.
Netice itibariyle, Ukrayna’daki kriz, Rusya ile Ukrayna arasında değil, Rusya ile NATO arasındadır. Çözümü de yine bu iki bileşen arasında olacaktır. Rusya ve Ukrayna ile deniz sınır komşuluğu, her iki ülke ile iyi ilişkileri ve NATO üyesi olması sebebiyle Türkiye, bu krizin kilit ülkesi durumundadır. Türkiye, bu gücünü doğru ve yerinde kullanmalı, her iki tarafla da ilişkilerini bozmamalı ve geliştirmelidir. Olası bir savaş durumunda NATO üyesi Türkiye’nin tarafsız kalması beklenemez, bu da Türk-Rus ilişkilerinin bozulmasına sebep olur ki, özellikle Suriye’de bu durum Türkiye’nin aleyhine gelişmelere sebep olabilir. Bu sebeple, savaşı önleyecek her türlü girişime Türkiye destek olmalıdır.
Görüldüğü üzere, Türkiye’nin kurucu felsefesinin lideri Atatürk’ün “Yurtta Sulh, Dünyada Sulh” mottosu, her geçen gün önemini artırmaya devam etmekte ve Türk dış politikasındaki ana yerini sağlamlaştırmaktadır. Bu ana politikadan, ufak tefek bile olsa, yaşanan sapmaların politik ve ekonomik zaaflarını hala yaşamakta olan Türkiye’nin tek doğru yolu, yurtta ve dünyada barışçıl politikalara destek olmaktan geçer.