Site İçi Arama

ua-iliskiler

Paradigma değişiklikleri ve Kıbrıs

Kıbrıs sorununun yıllarca çözülememiş olmasında iki önemli etken karşımıza çıkmaktadır. Birincisi, Rum tarafının adanın tüm sahibiymişçesine iç ve dış politika oluşturması ve bu politikanın Türk ve Rum tarafındaki insanlar üzerinde yarattığı ekonomik, sosyolojik ve politik etkiler. İkincisi ise, Rum ve Türk tarafının tarihi süreç sebebiyle gerek birbirlerinden gerekse kendilerinden büyük devletlerden duyduğu güvenlik endişesi.

Uluslararası İlişkiler Kongresinde Doğu Akdeniz Sunumu:

Mersin’de katıldığım Uluslararası ilişkiler kongresinde Doğu Akdeniz’le ilgili bir sunum yapmış ve Kıbrıs sorununun çözümü ile ilgili önerimi dile getirmiştim. Uluslararası ilişkiler camiasında pek de düşünülmeyen bu önerimi, tarihe not düşmek adına, yazmak istedim.

Kıbrıs sorununun yıllarca çözülememiş olmasında iki önemli etken karşımıza çıkmaktadır.

Birincisi, Rum tarafının adanın tüm sahibiymişçesine iç ve dış politika oluşturması ve bu politikanın Türk ve Rum tarafındaki insanlar üzerinde yarattığı ekonomik, sosyolojik ve politik etkiler.

İkincisi ise, Rum ve Türk tarafının tarihi süreç sebebiyle gerek birbirlerinden gerekse kendilerinden büyük devletlerden duyduğu güvenlik endişesi.

Bu iki ana problem sahasının çözülebilmesi, tali sorunların sonradan ele alınması koşuluyla, Kıbrıs sorununun çözüme kavuşmasını sağlayabilir.

Üç Paradigma:

Üç paradigma, Kıbrıs sorununun geldiği noktada değişim ve dönüşümü mecbur bırakmaktadır.

İlk paradigma, 1960 yılında kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti’nin iki temel kurucu unsuru Türk ve Rum toplumlarının, kuruluştan bu yana yaşanan tarihsel süreçte, birlikte yaşama iradesini gösterememiş olmaları ve sonrasında da federasyon temelli çözüme ulaşamamaları gerçeğidir. Yapılan federasyon temelli tüm görüşme ve planlar, her iki tarafın bir türlü uzlaşamaması sonucu nihayete ermiştir. Brüksel’de yapılan son toplantının adının gayri resmî sıfatla anılması, bu realitenin gereğidir. O zaman, federatif çözüm çabalarına devam etmenin bir anlamı kalmamaktadır.

İkinci paradigma, Doğu Akdeniz’de çıkmakta ve çıkacak olan doğal kaynakların hakkaniyetli paylaşımı ve Avrupa pazarına ulaştırılması konusudur. ABD’nin, Rum yönetimi ve Yunanistan’ın savunduğu Doğu Akdeniz (EASTMED) Boru Hattı projesinin uygulanabilir olmadığını tespit etmesi ve bu projenin rafa kaldırılmasıyla kaynakların ulaştırılmasında yeni bir paradigma oluşmuştur. Bu yeni duruma göre en uygulanabilir çözüm yolu, Kıbrıs’ın her iki tarafına ait bölgelerin kullanıldığı Türkiye merkezli boru hatları vasıtasıyla Avrupa’ya kaynakların ulaştırılmasıdır. Yine ABD’nin Doğu Akdeniz’deki Münhasır Ekonomik Bölge (MEB) sözde sınırlarını gösteren ve Yunanistan’ın maksimalist tezini savunan Sevilla haritası yerine, Türkiye’nin hakkaniyetli olarak savunduğu MEB haritasını, her ne kadar politik kabul açıklaması olmasa da yeni politik bölgesel çalışmalarda kullanmaya başlaması yeni bir paradigma olarak değerlendirilmektedir.

Üçüncü ve belki de en önemli paradigma ise Rusya’nın Ukrayna’ya saldırması sonucu tüm dünyada önemi artan uluslararası güvenlik sorunudur. Uluslararası güvenlik örgütlerine üye olmayan devletler, hele kendilerinden her alanda büyük devletlerle komşularsa, Rusya’nın yaptığı özel operasyonlara benzer harekatlara karşı hassas duruma düşmüşlerdir. Finlandiya ve İsveç’in, yıllardır hiç değerlendirmedikleri halde, bir anda NATO’ya üyelik başvuruları, tamamıyla bu hassasiyetle ilgilidir. Kıbrıs özelinde, Rum tarafının kendisinden çok büyük bir ülke olan Türkiye’ye karşı güvenliğini sağlaması adına AB’ye üye olması, bu yeni dünya konjonktüründe artık yeterli bir savunma mekanizması değildir. Çünkü, AB uluslararası bir güvenlik örgütü değil, uluslararası bir ekonomik örgüttür. Putin’in Ukrayna’nın olası NATO üyeliği yüzünden komşusunu adeta ateş çemberine çevirmesiyle, yine Ukrayna’nın olası AB üyeliğine herhangi bir olumsuz tepki vermeyeceğini açıklaması, bu iki örgütün güvenlik paradigmasının farklılığını ortaya koymaktadır.

Kıbrıs Sorununa Çözüm Önerisi:

Bu tespitlerden sonra gelelim çözüm önerimize. Kıbrıs için en iyi çözümün federasyon temelli olmadığı anlaşılmıştır. Birinin sevindiğine, diğeri üzülürken, bu iki toplumu birlikte yaşatmak mümkün değildir.

O zaman, çözümün ilk ayağı iki ayrı egemen, eşit devletten geçer. Sovyetler Birliği, Yugoslavya, Çekoslovakya gibi bir sürü birliktelikler dağıldığı ve dağılma sonucu ortaya çıkan devletlerin yaşamlarına gayet güzel devam ettiği ortadadır. Kıbrıs Türk ve Kıbrıs Rum Cumhuriyeti adlarıyla (KTC ve KRC) Kıbrıs adasında iki ayrı devletin de facto olan varlığı, tam anlamıyla artık kabul edilmelidir.

Her iki devlet hem birbirini tanımalı hem de dünya tarafından bu şekilde tanınmalıdır. Bu iki devlet hem AB hem de NATO üyesi olmalı, böylece Rumların güvenlikle ilgili endişeleri, Türklerin ise ekonomik endişeleri sona erdirilmelidir. Türkiye’nin de AB üyelik süreci tamamlanmalı ve Doğu Akdeniz, AB ve NATO şemsiyesinde hem müreffeh hem de güvenli bir alan haline getirilmelidir. Türkiye, KRC’nin NATO’ya girmesini veto etmezken, bunun karşılığında Yunanistan ve KRC, KTC’yi tanımalı, Türkiye ve KTC’nin birlikte AB üyeliğini kabul etmelidir. Böylece 1952 yılında Türkiye ve Yunanistan’ın birlikte NATO’ya alınması ile başlayan süreç, bu iki devletin yavrusu durumundaki iki Kıbrıs devleti ile devam etmeli, savaş değil, barış kazanmalıdır.

Sonuç:

Değişen ve değişmekte olan dünya düzeninde, ABD, AB, Türkiye ve Kıbrıs’ın tamamının çıkarına olabilecek yegâne çözüm yolu budur. Çözümsüzlüğün devam etmesi, güvenlik ve ekonomik sorunların da devam etmesi demektir ki, bunun Kıbrıs sorunu bileşenlerine hiçbir faydası yoktur. Çözüm, her kesimin çıkarına olursa kabul edilebilir bir çözüm olur. Umalım ki, tüm tarafların politik aktörleri bu öneriyi değerlendirirler ve bu doğa harikası güzelim ada politik bir sorun olmaktan çıkar.

Doç.Dr. Ersoy ÖNDER
Doç.Dr. Ersoy ÖNDER
Tüm Makaleler

  • 19.06.2022
  • Süre : 3 dk
  • 1754 kez okundu

Google Ads