Site İçi Arama

egitim

Çocuk İstismarı ve Toplumsal Travma

Özellikle modern toplumlarda güven verici olarak kabul edilen din adamlığı gibi, öğretmenlik gibi işlerde çalışanların karıştığı cinsel istismar olaylarının nefret uyandırdığı açıktır. Ama elbette ülkemizde yaşanan bu iğrenç olay bir ilk değildi.

Bir ulusun geleceğe emin adımlarla gidebilmesi için, onu geleceğe taşıyan insan kalitesinin çok iyi olması gerekir. Bunun için de ülke yönetimleri; eğitimli, fikri ve vicdanı hür nesiller yetiştirecek hakikaten milli bir eğitim sistemini dizayn etmelidirler! Bu dizaynı yapabilen uluslar; okul binalarının görkeminden değil, o kurumlar içinde eğitim ve öğrenim veren eğitmen kalitesi ve kütüphaneleriyle övünürler. Çünkü orada beyinlere, aklın ve düşünmenin nasıl geliştirileceği öğretilir. 

Toplumlara mesafe kat ettiren olguların başında eğitim gelmektedir. Bu olgu, modern devlet anlayışının en başında gelen anayasal sorumluluğudur. Eğitimleri verecek olan eğitimciler, bir eğitim sisteminin temelidir. Eğitim sisteminin ise birçok yönleriyle incelenmesi gerektiğine inanıyorum. Gelecek nesillerimizi yetiştirmesi gereken eğitim sistemi, konusunda uzman olmayan siyasetçilerin veya gazetecilerin televizyon ekranlarında tartışarak çözüm bulabilecekleri kadar basit bir konu değildir. 

Son dönemde bir okulumuzda yaşanan ve hepimizi üzen hadise ise hiç basite alınacak bir şey değildir. Daha evvelde bu ve buna benzer sıkıntılı olaylar ülkemizde gündeme geldi. Yani ilk defa duymuyoruz bu irrite edici olayı. Şu unutulmamalıdır, aklı başında hiçbir toplumda bu gibi ahlaksızlık kabul edilemez. 

Özellikle modern toplumlarda güven verici olarak kabul edilen din adamlığı gibi, öğretmenlik gibi işlerde çalışanların karıştığı cinsel istismar olaylarının nefret uyandırdığı açıktır. Ama elbette ülkemizde yaşanan bu iğrenç olay bir ilk değildi. 

Şimdi ben de sizler gibi kendime soruyorum. Neden bu “hacısı, hocası, şeyhi” lakaplı adamlar, bu memleketin kızlarının kaç yaşında evlenebileceğine karar vermeye bu kadar meraklılar? Neden 10 yaşında, 12 yaşında kızların evlendirilebileceği gibi safsatalar bu çevrelerin sürekli derdi oluyor? Toplumu sarsan bu olaylar tek tük olan sapıklıklar mı? Yoksa yaygın bir toplumsal ahlak çöküntüsü mü? Üzerinde durulması gereken en önemli konu bence bu! 

Bu yazıyı hazırlamak için yaptığım okumalarda şunlara rastladım. Çocuklar böyle iğrenç durumlarda korkutularak susmaya zorlanıyor! Psikologlar genel olarak, istismara uğrayan çocukların asıl kendini suçladıklarını söyler. Böylece, cinsel istismar çocuk için zaman içinde kalıcı bir travmaya dönüşüyormuş. Tabii ki bunlar mutlu bir çocukluk geçiren insanlarda pek etkileyici çağrışımlar yapmayabilir! Fakat cinsel dürtü, her insanın doğuşundan başlayarak gelişen bir yaşam kaynağıdır. 

İnsan yaşamı boyunca üç temel içgüdünün veya dürtünün etkisi altındadır. Bunlar, korunma içgüdüsü, beslenme içgüdüsü ve çoğalma içgüdüsüdür.  İlk ikisi hayatta kalmayı, üçüncüsü ise türünün devamını sağlayan içgüdüdür. Bunlar hayatın insana dayattığı normal gerçeklerdir. 

Bu yazının yazılış maksadı çerçevesinde, cinsellikte yaş durumu çok önemlidir. Bütün uygar ülkelerin küçük yaşlardan başlayarak cinsel eğitim vermeleri, yaş olgunlaştıkça, yetişkin bir birey haline geçişi kolaylaştırmak içindir. Bu eğitimden yoksun erişkinler, cinselliği tabu gören, yasaklayan toplumlarda cinsel dürtülerini haliyle pek kontrol edemiyorlar. Bu nedenle de tacizler, tecavüzler, sapkınlıklar bol bol yaşanıyor. Çocuklara yapılan cinsel istismarlar da bu sapkınlıkların en nefret uyandıran alanında yer alıyor. 

Bir erişkin tarafından cinsel obje olarak kullanılan erkek ya da kız çocuğu, ne olduğunu kimi zaman anlamayarak, anlasa da karşı çıkmaya cesaret edemeyerek bu olayı yaşıyor. Çoğu kez bu olayı yaşayan çocuk, açıklama tehdidiyle ya da korkutularak susmaya zorlanıyor. Olayların suskunluğa mahkûm edilmesi, bizim toplumumuzda maalesef ‘normal’ görülüyor. Eğer bu taciz, güvenilen bir kişi tarafından yapılıyorsa çocuk için açıklamak daha da zorlaşıyor. 

Şimdi gelelim güncel olayımıza. En başta şunu söyleyelim. Bizim toplumsal değerlerimize göre, bir hoca, bir şeyh, bir eğitmen toplumun saygı duyduğu bir kişidir, en azından kendi hitap ettiği kitle açısından. Tarikatlarda, cemaatlerde ise çoğu kez çocuğun ailesi de o çevrenin içindedir. Çocuk, bu çevrede uğradığı tacizi açıkladığı zaman karşılaşacağı tepkiden de çekinir. Bu olaylarda çocukların yakın çevreleri tarafından suçlandıkları sık rastlanan bir durumdur. Aynı bu son olayda görüldüğü gibi. 

Cinsel istismar çocuk için kalıcı bir travmaya dönüşür. Çocuk içine çekilir. Arkadaşlarından uzaklaşır. Önceden ilgi duyduğu şeylere ilgisini kaybeder. Uykuları bozulur, neşesizdir, keyifsizdir, okulda aldığı notlar düşer, başarısız hale gelir. Artık doğal bir içgüdü olması gereken cinsellik, o çocuk için bir karabasana dönüşür. Bu olayları yaşayan çocukların tam bir sosyal ve psikolojik desteğe ihtiyacı vardır. Çocuk için bu destek verilmezse olay kısa süre içerisinde kalıcı hasara dönüşebilir. Çocuğun sosyal hayatı zarar görür, cinsel hayatı gelişemez. Cinselliği tabu kılan, yasaklayan bütün sistemler, onun normal yolundan sapmasına neden olur. Yazımın başında belirttiğim gibi, Avrupa’da bu konular fazlasıyla gündeme gelmişti. Ama onlar bu konuyu istisnalar hariç aşmayı başardılar.

Kiliselerde de koro çocuklarına rahip tacizleri yaşanmıştır. Normal cinsel hayatı yasaklanan rahipler, ergen yaştaki koro çocuklarına karşı bu sapık ilgiyle Türkiye’de de yaşadığımız benzer olaylara yol açmışlardır. Bu olayların kitapları yazılmıştır, filmleri çekilmiştir. 

Bizim kapalı kültürümüzde ise bu olaylar, çoğunlukla saklanır, kapalı kapılar arkasında kalır. İstismara uğrayan çocuklar da her türlü destekten yoksun kendi trajedilerini yaşarlar. Ülkemiz genelinde cinsel istismar olaylarının aslında ortaya çıkandan çok daha fazlasının yaşandığı bir gerçek. Çocukların maruz kaldığı cinsel istismarlar olsun, erişkinlere yapılan tecavüzler olsun çok kere yaşayanların açıklayamadığı suçlar arasında yer alır ve kimse bilmeden mağdurla beraber toprağa gömülür gider. Açıklarsa kendisinin suçlanacağı korkusu bu olaylara uğrayanları ister istemez suskunluğa yöneltiyor. Aile içinde yaşananlar, bütün ailenin zarar göreceği korkusuyla kapatılıyor. Ensest ilişkiler görmezden gelinebiliyor. Yani cinsel ilişki kurması yasak olan yakınlar arasında yaşananlar bilinenin çok üstünde olduğu halde suskunlukla kapatılıyor. Tarikatlar ve cemaatler gibi kapalı yapılarda yaşananlar da çoğu kez ortaya çıkmadan kapatılıyor. Bu yapıların öğretisindeki biat, itaat ekseni, yaşananları açıklamanın önünde büyük bir bariyer olarak duruyor. 

Temelinde kutsallık bulunan, yapılan işleri kutsala hizmet olarak niteleyen öğreti, bu işlerin başındaki kişileri de kutsal rehber kabul ettiği için dışarıya taşınan her şikâyet kutsala saygısızlık içine giriyor. Cinsel istismar olaylarının gizli kalmasında en büyük pay bu öğretinindir. Kutsallık olgusu sadece tarikatların, cemaatlerin içinde kalamayacak, siyasete de taşınacaktır. Genelde siyasi partiler tarikatlar ve cemaatler ile zaman zaman gizli, zaman zaman açık ilişkiler kurar. Bu ilişki, parti liderlerine kutsallık atfederek kendi topluluklarını etki altına alabilmelerini kolaylaştırır. 

Bu kutsallık kavramı, aslında pek çok olayı açıklar. Bu kapalı yapıların bütün gücü gizliliklerinde yatar. Ruhani sırlar sadece tarikatın, cemaatin en üstünde yer alan kişi tarafından bilinir. O büyük şeyh, müritlerine sadece bilmeleri gerekeni açıklar. Kıdemliler derece derece şeyhe yakınlıklarına göre konumlanırlar. Kıdemsiz dervişler sadece soru sormadan hizmet etmekle yükümlüdür. Bu yapılarda ruhani sır öğretinin odağıdır. Sır aslında bilinmeyendir. Tarikatların, cemaatlerin müritleri, bu sırrı bilen şeyh, hoca, mürşit vb. peşinde giden kullardır. İşte bu kulluk ve kölelik olgusu, bu gizlenen bilgilerin, ruhani sırların koruyuculuğuna dayanır. Osmanlı İmparatorluğu’nun her döneminde etkili olan tarikatlar ve cemaatler hep bu gizli gücün koruyuculuğu ile varlıklarını sürdürmüşlerdir. 

Kuran’ın Türkçeye çevrilmesi, aslında gizli bir gücün olmadığını geniş toplum kesimlerine göstermiştir. Hatta 1726’da açılan ilk matbaa ancak Kuran’ın basılmaması koşuluyla faaliyetine başlayabilmiştir. 

Gizlilik, saklanan bilgi, ruhani sır tarikatlarla cemaatlerin temel gücüdür. Bilgi açıklığı, paylaşılan bilgi, laik eğitim onun için tarikatlarla cemaatlerin düşman saydığı işlerdir. Çünkü bu yolla ellerindeki yönetme gücünü kaybedeceklerdir. 

Bizim asıl felaketimiz, Batı toplumlarının orta çağda yaşadıkları dogma egemenliğini günümüzde yaşamaya zorlanmamızdır. Batı, orta çağda kiliselerin dogmalarının egemenliğini yaşadı. Galileo gibi akılcı bir bilim adamının temsilcileri engizisyon mahkemelerinde hesap verdi. Giordiano Bruna yakılarak öldürüldü. Nihayetinde Batı uygarlığı Rönesans ve Aydınlanma ile bu engelleri aştı. Laik yaşamın, laik eğitimin değerini anladı. Çağdaş, uygar bir toplum yaratmayı başardılar. 

Ne yazık ki biz bugün bu orta çağ zihniyetini kabule zorlanıyoruz. Tarikatlar ve cemaatler yaşamın her alanına egemen kılınıyor. Onları koruyan, besleyen, büyüten siyasal iktidarlar bu orta çağ karanlığını ülkeye egemen kılmak için var gücüyle desteğini sürdürüyor. Bizim asıl felaketimiz, Batı’nın yüzyıllar önce yaşadığı karanlıklara bizim bugün sürüklenmemizdir. Bu toplumda bunu kabul etmeyecek güçlerimiz de var. Aydınlanma ile özgür aklın rehberliğini anlamış, ülkenin çağdaş uygarlık yolunda yürümesi için azmetmiş milyonlarımız var. Elbette tarikatlarla cemaatler de bunu biliyorlar. Çocuklara yönelik Kuran kursları yoluyla, hafızlık eğitimiyle yapmaya çalıştıkları işte bu Aydınlanma ilkelerini etkisiz kılmak, kendi öğretilerinin egemenliğini sağlamak. Ama yaratmaya çalıştıkları bu yeni Orta çağ, tarihin doğal akışıyla başarısız kalacaktır. Belki bir zaman kaybı olacak, bu da toplum deneyiminin öğretici bir örneği olacaktır. Tarihin bütün bağnaz din yönetimleri ortadan kalkmıştır. Aklın gücünü temsil eden toplumların önünde hiçbir engel tutunamaz. Bunu bizim toplumuzda da göreceğiz. Yeter ki bilelim, anlayalım ve kararlı olarak hedeflerimize yürüyelim. 

Tarikatlar ve cemaatler kendi içine kapalı yapılardır. Dergâhlarda, tekkelerde, kapalı kapılar arkasında neler yapıldığı dışarıya sızmaz. Ayinleri, zikirleri, sohbetleri her zaman kendi içinde yaşanır. Tarikat, tekke ve zaviyeleri kapatan Cumhuriyet, maalesef bu yapıların bir kısmının devam etmesine engel olamadığı gibi, bunların yıkıcı etkilerinden toplumu koruyacak tedbirleri almayı da başaramamıştır. Tarikat ve cemaatler eğer var olmaya devam edecekler ise, bu yapıların şeffaflığı ve açıklığı esas alan bir kültürel değişime ihtiyaçları olduğu ortadadır. Daha fazla karanlıkta kalmamak ve çocuklarımızın dünyalarını hayatlarının baharında karartmamak için, açıklık ve şeffaflığı esas alalım. Açık toplumlarda kapalı kapılar arkasında yaşanan çirkinlerin sayısı, kapalı toplumlara kıyasla yok denecek kadar azdır. 

Saygı dolu sevgiyle kalın.

Araştırmacı Yazar Mustafa Orhan ACU
Araştırmacı Yazar Mustafa Orhan ACU
Tüm Makaleler

  • 10.12.2022
  • Süre : 5 dk
  • 700 kez okundu

Google Ads