Cumhuriyetin Güzel Sanatlarla Dansı
Batılılaşmak, medeni alemin bir parçası olmak arzusuyla hareket eden Atatürk Türkiye’si, her şeyden önce bir zihniyet devrimini gerçekleştirmek istiyordu. Cumhuriyet inkılaplarının temel hedefi bu zihniyet dönüşümünü gerçekleştirmek, böylece genç Türkiye’nin Osmanlı mirasıyla bütün bağlarını koparıp, aydınlanma sürecine katılmak suretiyle Avrupa medeniyetinin bir parçası haline gelmesi amaçlandı.
Zihniyet Devriminin Aracı Güzel Sanatlar:
Cumhuriyetin kurucu kadrosu, yeni rejimin kök salabilmesi için kendilerini Osmanlı mirasıyla ciddi bir hesaplaşma içinde buldular. Türklük ekseninde Batılılaşmak, medeni alemin bir parçası olmak arzusuyla hareket eden Atatürk Türkiye’si, her şeyden önce bir zihniyet devrimini gerçekleştirmek istiyordu. Cumhuriyet inkılaplarının temel hedefi bu zihniyet dönüşümünü gerçekleştirmek, böylece genç Türkiye’nin Osmanlı mirasıyla bütün bağlarını koparıp, aydınlanma sürecine katılmak suretiyle Avrupa medeniyetinin bir parçası haline gelmesi amaçlandı. Özellikle harf inkılabıyla gemiler yakıldı ve 8 Ağustos 1928 gecesi gemi dönülmez bir ufka seyre çıktı.
Dilde Değişim Arayışları:
Bu köklü değişim, önce Türk diline yansıdı ve musiki dahil güzel sanatların eskiden sıyrılması, yeni zihniyetin taşıyıcısı kelimelerin sanat dallarıyla birlikte topluma kazandırılması öngörüldü. Bazı yazarlar, özellikle hümanist aydınlar (Suat Yakup Baydur, Nurullah Ataç vb.) yeni bir yaşama biçimine, yeni bir kültür sezgisine ulaşmak için dilimizin değişmesi gerektiğini ısrarla savunuyorlardı. Türkçenin özellikle Arapça ve Farsça kelimelerden arındırılması, böylece bu dillerin etkisiyle Türkçeye girmiş kelimelerden Türkçenin kurtarılması, eski edebiyatla bağların koparılarak yeni edebiyatın gelişiminin önünün açılması konuşuluyordu. Bir ara Atatürk de böyle düşünmüş, güneş dil teorisine odaklanılması talimatını vermiştir. Ne ki kısa sürede “dili bir çıkmaza sokmuşuz” diyerek, gerçekçi bir değerlendirme sonucu, dilin ‘rahat’ bırakılması gerektiğine kanaat getirmiştir.
Türk Musikisi:
Dilde bu yalpalamanın bir benzeri musiki alanında yaşanmıştır. 1932 yılında radyolarda Türk musikisinin icrası yasaklanmış, çok sesli batı müziğinin çalınması talimatı verilmiştir. Zaten 1924 yılında Musiki Muallim Mektebi bu amaç doğrultusunda kurulmuştu. Eski musiki, eski zevkin ve eski estetiğin uzantısıydı. 1936 yılında bu mektep Devlet konservatuvarı haline getirilmiş ancak kapısından Türk musikisinin girmesine kota konmuştu. Bu arada, Türk musikisi aşığı olan Mustafa Kemal Atatürk de eski ve yeninin birlikte yaşayabileceği bir müzik zevki ve estetiğinin Türk dünyasında kök salacağı günleri hayal ediyordu. Atatürk’ün esas gayesi, kendisinin ve Türk halkının seve seve dinlediği yürük semaisi gibi milli eserlerin, Batı tarafından da dinlenmesini sağlayacak bir yolun bulunmasıydı. Türk bestelerinin, Batı tekniği, Batı ilmi ve sazları ile, Batı tarzı orkestra yapısıyla çalınmasını ve nihayetinde milletlerarası bir müzik haline gelmesini arzu ediyordu.
Opera ve Bale:
Atatürk’ten sonra İnönü döneminde ise, henüz Türk musikisi kadar oturmamış sanat dallarından opera ve balede neredeyse tam Batılılaşma yaşanmıştır. Çoksesli müziğin yansıması tiyatro, opera ve bale, yeni Cumhuriyetin bamteli olarak görülmüştür. Adeta çağdaşlığın bir simgesi olarak görülen opera ve balede, toplamda 10-15 opera ve dört-beş bale ancak çıkmış ve Türkiye sınırlarını aşan bir ‘Türk opera ve balesi’ zevk ve estetiği meydana gelememiştir. Devletin inkılapların kök salması için önem verdiği Türk opera ve balesini seyreder gibi görünen devlet ricali ile çok az sayıdaki Batı tarzına alışkın Türkler haricinde, bu sanat dalları günümüzde bile sanat dalları içinde diğerlerine göre daha az oranda halkın teveccüh gösterdiği alanlar olarak kalmışlardır.
Bir dönem alaturka olarak nitelendirilen ve olması gereken değeri göremeyen Türk musikisi, radyolarda kendine yer bulamayınca, halkın Arap radyolarını dinleyebileceği ve Arabesk müziğin Türk topraklarında yeşerebileceği korkusu devlet yöneticilerinde hâkim olmuştur. Bu nedenle olsa gerek, tekrar toplum tarafından sahiplenilen Türk musikisi, en nihayetinde devlet katında da gereken desteği görmeye başlamıştır. Ancak, Türk halkının arabesk müzikle ‘kendinden geçmesinin’ önünü almak mümkün olamamıştır.
Sanat Dallarında İdeolojilerin Çiçek Açması:
Türkiye’de Cumhuriyetle birlikte ortaya çıkan eski-yeni arasındaki ayrışmada, zamanla sol ideolojiler yeninin etrafında toplanırken, sağ kesim ve halkın çoğunluğunu oluşturan kitleler muhafazakâr eksende güzel sanatlara, müziğe, sinemaya, tiyatroya, opera ve baleye yaklaşmışlar, ‘yeniyi’ pek sevememişlerdir. Batı’dan ithal ‘yeni’, halkın geneline hitap edemeyince, arzu edilen ve Cumhuriyetin kurucularının inkılaplarla yaktıkları aydınlanma meşalesinin taşıyıcı sütunları olan güzel sanatlar, yeterince güçlü olamamışlar, toplumu ileriye taşıma fonksiyonlarını yerine getirmekten uzak kalmışlar, nispeten dar bir yapıya, askere, bürokrasinin bir kesimine, Batı ile temas halindeki zenginlere ve üniversitelere hitap etmek durumunda kalmışlardır. Toplumla en baştan kurulamayan ‘sanat bağı’, Batı tarzı bir ses, renk ve estetiğe kavuşamamıştır.