Fas Gezi Notları 6: Ali b. Yusuf Medresesi ve Suveyra
Sanıyorum buradaki kültürel mücadeleyi yemek bazında söylersek kuskus ile tacin rekabeti diye özetleyebiliriz. Her Cuma maddi durumu iyi olanın belirli lokantalarda ikram ettiği bir yiyecek, Kuskus dedikleri. İrmik sanırım, ya da kısır yapılan ince bulgur gibi ondan yapılıyor, etli ve sebzeli, ama ben tercihimi iki farklı tacinden yana koydum, çünkü güveç tadında.
04 Şubat 2023; Cumartesi, Türkiye kar kış, rahmetiyle gelsin inşallah.
Fas gündüz güneşlik, gece biraz ayaza çekiyor. Sabah kahvaltı sonrası Urika denilen küçük şehire yola çıktık, , dağlık ve Berberi bölgesi. Küçük bir dere kenarında durduk, yol boyu ufacık tandırlarında ekmek satan hatunlar var, mis gibi kokuyor, yaklaşık 75 km ama yol gidiş geliş olduğu için biraz uzun sürdü açıktım desem doğru olmaz, sıcak ekmek görünce eriyorum, boşa mı göbüşlüyüm. Yani Süleyman hocama söyledim, buraya gelmesek de olurmuş dedim.
Tekrar Kıyamet meydanına dönünce Argan yağı için kadim eski şehir içinde bir tükanda sunum izledik, sonra serbest saat verildi.
• Ali b. Yusuf Medresesi
Biz Murabıt hanedanının 2 meliki Ali b. Yusuf medresesini gezdik, yakınında aynı isimli camii var. https://www.youtube.com/watch?v=UTexOjSm3lQ&t=42s&ab_channel=MevlutUyanik
Her ikisi de camiu’l-fina (fena, ifna hareketle kıyamet diye çevrilmiş sanırım), yakın eski şehir içinde.
Kuruluşu Murabıtlar (MS 1056 - 1147) dönemine kadar uzanan eser, şehrin tarihini özetler nitelikte dedi rehber. Ben aldığım notlardan hareketle Çorum’da metni yazarken bir tarama yaptım Meriniler (1244-1465) ailesi yönetimi yıllarında, dönemin sultanı Ebû’l Hasen el-Merini (M, 1297-H.351) zamanında (1346) yılında yapıldığı da söyleniyor. Özellikle 1557-1574 yılları arasında saltanat süren Sa’di Sultanı Abdullah el-Galib'in, 1564-1565 yılları arasında Marakeş şehrinin asıl çekirdeğini kare şeklinde medrese inşa ederek yeniden canlandırdığını belirtiyorlar. Bu iddialarını da medresenin girişin üst kısmında yer alan kitabedeki “Ey içeri giren kişi, ilim ve namaz için beni bina eden Müminlerin emiri Allah’ın yaratıklarının en yücesi peygamberlerin sonuncusunun torununa tüm içtenliğinle dua et” ifadesi de bir delil olarak kullanıyorlar.
Medrese, bronzdan yapılmış iki su havuzu ile dekore edilmiş bir avludan oluşuyor. Kanatlarda, üst kattaki odaları taşıyan kemerler yer alırken güney cephesinde mescidin mihrabındaki enfes süslemeler gözler önüne seriliyor. Odaları avluya bakıyor, tavanlardan havalandırma ve aydınlatma açıklıkları görülebiliyor.
Peki niye diğer isim meşhur denilecek olursa, Ali bin Yusuf ismi, Murabıt Sultanı Ali b. Yusuf b. Taşfin (1106-1142) tarafından verilmiş. Önce genel dolaşıp, sonra kayıt altına almak için hızla üst kata çıktık. Burada 132 öğrenci odası varmış, küçük havuzlu avluya açılan iki koridor mevcut. Arkadaşları geciktireceğim diye korkunca şaşırdım merdivenleri bulamadım desem yeridir.
Sonra aynı yöneticinin aynı isimle yaptırdığı cami de gezip şükrettik buraları da görmemiz sağlayan Rabbimize.
123 uzunluk, 80 genişlikte, minaresi yine aynı şekilde ve 30 m uzunluğunda.
Biz girerken medrese/üniversiteyi gezmeye gitmeyen arkadaşlar ki bunlar arasında Meryem de var, çıkıyorlardı, hemen geliyoruz dedim, ama karşı kafe de kimse yok. Herhalde diğerleriyle birlikte alışverişe gitti, çünkü işlerinde Arapça bilen o vardı diye düşündük.
• Kasr-ı Bedi’: Muhteşem İsimli Sarayı Bulamamak
Ardından kasrı bedi' yani Ahmed b.Mansur ez-zehebinin yönetim yerine geçmek istedik. Kayserili Ahmed kardeş, yahu tıknefes olduk, biraz yavaş dese de zaman daraldığı için sora sora gidiyoruz. Dar sokaklardan hızlıca yine meydana Jamaa al-Fna diye latin harfleriyle yazılı meydana geldik. Meryem burayı bulmak için sorduğunda ‘saha’ demişler ve yol göstermişler. Akşamüzeri ya hareketlenmiş burası. Anında sıkılan meyve suyu ile biraz dirilip tekrar ara sokaklarına daldık. Bir dükanda genç kız, bize ayn çatlattı ve Bedi’ tarif etti güya, daracık sokaklarda sürekli motorsiklet olması çok riskli. Neticede mekanı bulduk ama şok, çünkü dün gezdiğimiz Kasr-ı bahaiyye anlamışlar. Toplanma saatimiz olan 18’e geliyor diye hızlıca tekrar meşhur kıyamet meydanınadöndük. Yılan oynatanlar maymun oynatanlar müzik türleri, gösteri yapanları seyre daldık.
Sonra akşam yemeği buranın klasik Harira çorbası, yani mercimek nohut, erişte ve baharatlar, hurma ve yumurta evet yanlış duymadınız yumurta ile servis yapıyorlar. Sabah da suvve yani arpa çorbası içtik sütlü sanırım bu çorba. Ana yemek tercihim yine tacin yani güvecin kardeşi, bu önceki yediğimden biraz farklı, soğan daha çok, erik, yeşil zeytin kuru üzüm, acı yeşil biber, zerdeçal ve bir çok baharat.
Sanıyorum buradaki kültürel mücadeleyi yemek bazında söylersek kuskus ile tacin rekabeti diye özetleyebiliriz. Her Cuma maddi durumu iyi olanın belirli lokantalarda ikram ettiği bir yiyecek, Kuskus dedikleri. İrmik sanırım, ya da kısır yapılan ince bulgur gibi ondan yapılıyor, etli ve sebzeli, ama ben tercihimi iki farklı tacinden yana koydum, çünkü güveç tadında.
Tuzlu ve tatlı ve de acı aynı anda olur mu, olmuş işte. Kaos da kosmos gibi harika bir tat. Ve otel, lobide termoslarda sıcak su istedik arkadaşlar çay getirdiler, sohbet muhabbet. Yarın son gün, vakit tamam seni terkediyorum Fas demeye gönlüm elvermez ama vakit tamam ayrılıyoruz
Atlas Okyanusunda Bir Kasaba: Suveyra
5 Şubat Pazar, gezimin son günü sahil kenti Suveyra'ya doğru yola koyulduk.170 km yolun her iki tarafı da burada oldukça meşhur olan Argan ağaçlarıyla dolu, bir nevi zeytinyağı, ama daha kapsamlı ve kozmetikte de kullanılıyor. Keçiler bunları yiyormuş vs uzun bir süreç, onu daha önce anlatmışlardı, isteyen netten araştırabilir, ama burada ilginç olan ağaçların tepesine çıkmış olmaları. Yani herhalde insanlar çıkarmış olamaz, ama öyle duruyorlar gerçekten.
Minibüsle birinin önünde durduk, millet gitti fotoğraflar çektiler ben geriden baktım, bu işte bir tuhaflık var diye. Suveyra’ya vardık, şirin bir kasaba, Romalılardan beri önemli bir yer olmuş, rüzgarı sörf için çok uygunmuş.
Atlas Okyanusu kenarında Portekizlerin yaptığı liman ve kaleyi gezdik. Eminönü balıkçıları gibi, orada mercan balığı yenildi, tabii ben yemedim.
Sahili harikaydı, incecik un gibi, yok olması ipek gibi kumlardan denize yürüdük, gelmişken ayağımız bari hissetsin diye.
Daracık sokaklarıyla çarşıyı gezerken el sanatları burada biraz daha gelişmiş gibi geldi. bana Çandarlı'nın sakinliğini hatırlattı doğrusu, belki bundan dolayı daha çok sevdim bu şirin yeri. Buna Martılarının görkemli duruşlarıyla poz vermeleri de etki etmiş olabilir. https://www.youtube.com/watch?v=2j6z9VP4SfQ&ab_channel=MevlutUyanik
15.20 civarında Kasablanka'ya dönüşte öğrendik haberi, birden buz kesti hava. Eldeki diş ağrısı duvardaki koyuk gibidir" derdi anam, haberlerde duyardım hava şartlarından dolayı uçuş iptallerini. 6-7 Şubat İstanbul uçuşları iptal edilmiş, kaldık burada yani.
Uçakta olmamız gereken saatte havaalanından geri otele dönmek, olumsuz yönü; tişörtle geçen günü İstanbul kış şartlarından dolayı devam ettirmek iyi yönü diyebilir miyiz, sanmam, bir tuhaf olduk.
Uçak şirketinin sağladığı otele geçtik. Sabah Lübnan, Suriye ve ülkemizin güneyindeki büyük deprem haberiyle sarsıldık. Günün çoğunu kanallardan takip ederek geçirdik desem yeri. Bir ara Kasablanka meydanına gittik geldik ama herkes tedirgindi.
21 sularında havaalanına geçtik, biletlerin internet üzerinden ertelenmesi gerekiyormuş, aynı anda iki telefonda yapıldı, benimki oldu, Meryem’e yer kalmadı denildi. Ben de erteleyip kalayım dedim; ikinci erteleme için epey yüklü miktar para yazdı. Meryem sen git, kendime yetecek Arapçam var, kaygılanma diye, onunla beraber birkaç Türk arkadaş ve bir kaç tane de Arap vardı. Onları tekrar otele götürdüler biz de uçağa bindik. 8 Şubat Salı günü İstanbul, kar kış, bir gün daha bekledim. Ertesi gün de Meryem geldi ve Çorum’a ulaştık. Depremde vefat edenlere rahmet, yaralılara acil şifa, görevlilere de metanet ver rabbim diyerek.