Site İçi Arama

kultur-sanat

Kuzey Buz Denizi Yakınında Bir Adada Balık Tutmanın Keyfi

Kuzey buz denizi yakınlarında balığa çıkmak, o kadar yoğun kadeh kaldırmaya da alışkın değilim, kırk yılda bir olunca affedilir herhalde, ama iyi ki fırsat yaratmışız o iş telaşesi içinde diyorum şimdi, iyi ki haydi balığa gidelim dediklerinde, boş verin şimdi balığı falan dememişim.

Rusya'nın Norisk Şehrinde Etkinlik Arayışı:

Evet Norisk şehrindeydik o zamanlar. Artık proje bitmişti neredeyse, son rötuşlar yapılıyordu. Bu soğuk memlekette insanların içerisinde kendilerini en azından medeniyetten çok uzak hissetmeyecekleri bir alışveriş merkezi yapmıştık, doğru tanımıyla Sportif Eğlence Merkezi, içerisindeki aquapark, süpermarket, fitness center, SPA, saunalar, restoranlar ve çeşit çeşit mağazalarla insanların bu soğuk memlekette biraz olsun kendilerini medeniyete yakın hissetmeleri için güzel bir yer. En azından kış vakti ortam sıcak. Yanındaki sinema binasını da dahil ederseniz her şey bir arada. Günün stresini atmak için şehrin tek uygun merkezi.

Kuzey kutup dairesinin üzerinde bir şehir Norilsk. Nüfusu 100 binin üzerinde diyorlar internet bilgilerinde. Kış aylarında bir süre hiç güneş görmüyor, kısa yaz döneminde de tersine güneş hiç batmıyor. Öyle klasik söylemiyle altı ay gündüz, altı ay gece değil tabii ki, yavaş yavaş gün değişiyor yıl içerisinde. Yaklaşık bir buçuk iki ay sadece gece ve aynı süre sadece gündüz oluyor yıl içerisinde.

Bir endüstri şehri olmasından dolayı havası çok kirli olsa da, kendince bir kültür gelişmiş bu kıyılarda, yaz aylarında bataklık bölgede ortaya çıkan bir sürü göl var, beyaz etli muksun balığı yaşıyor bu göllerde, eriyen karlar çok güzel nehir manzaraları oluşturuyor, yakındaki büyük nehirlerden dolayı balık kültürü çok zengin, çir, sig, koruşka nehrin denize dökülen yerlerinden çıkan meşhur balık cinsleri. Bölgede kendine has çiçekler bile var. Bu kadar kuzeyde aslında şehrin kirli havasının da etkisiyle tabiat öyle çok zengin değil, tek tük ağaçlar var, dallar desek daha doğru olur. Tundra deniyor aslında böyle yerlere.  Geyikler, ayılar ve bir de beyaz kutup tilkileri. Pisets diyor Ruslar, düne kadar kürkü hanımların boyunlarında bir zenginlik göstergesiymiş. Tabii bir de kuzeyin manyetik kutup ışıkları. Bakın ben bir seferinde gözlerimle gördüm, çok güzeldi gökyüzü.

Ulaşım bataklık çevre dolayısıyla karadan mümkün değil ne demiryolu, ne karayolu yapabilmiş Ruslar. Bölgede yapılmış olan kısa demiryolu hattı sadece çıkan madenleri ya fabrikalara ya da nehir kıyısına kadar taşımaya yarıyor.

Dudinka Bölgenin Kalbi:

Dudinka diye bir şehir daha var hemen nehir kıyısında. Aslında ulaşımın kalbi bu şehir. Bölgenin adına Taymır özerk bölgesi diyorlar. Gerçi 2007'de özerk yapısı iptal edilmiş. Ama federal yapının bir parçası. Yakut Türklerinin bir kolu olan Türk kökenli Dolganların ana yurdu. Çok az kalmışlar tabii şimdi, 5000 küsür Dolgan yaşıyormuş bölgede.

Dudinka Norilsk'ten daha eski bir şehir. Maden yatakları bulunmadan önce kömür aramışlar buralarda çarlık zamanında. Bu şehri kurmuşlar, zengin kömür yataklarından nehir boyunca kömür taşımışlar yıllarca güneye, Krasnoyarsk şehrine. Krosnayarsk bölgenin merkez şehri.

Norilsk yakınlarındaki maden yatakları biliniyormuş çarlık zamanında da, ama sonraları, Sovyetler Birliği zamanında fabrikalar kurulmuş ve maden yatakları işletilmeye başlanmış, Norilsk ihtiyaç duyulan işçilerin yaşayacakları yerleşim yeri olarak seçilmiş ve Dudinka'dan daha büyük bir şehir olarak, sanırım Stalin tarafından, resmi olarak 1935 yılında kurulmuş. Maden yataklarına 100 km daha yakın, o yüzden mantıklı. Zaten şehirdeki binalar çok düzenli yerleştirilmiş, hepsi standart, Sovyet izi belli oluyor şehirde.

Bir tane havaalanı yapmışlar şehir ile nehir yolunun ortalarına daha sonra, şehre ulaşımın şu anda tek yolu aslında.

Kuzey Buz Denişi Şartları:

Kuzey buz denizinden tüm yıl gemilerle ulaşılabiliyor, ama onlar sadece yük gemileri, zaten buz kaplı bu soğuk kuzeyin buz kaplı denizinden ulaşım kış vakti sadece buzkıran gemilerle yapılabiliyor.

Güneyden kuzeye akan Yenesey nehrinden sadece yaz aylarında daha küçük, nehir tipi yük gemileriyle şehrin ihtiyaçları karşılanabiliyor.

Kış aylarında nehir donduğu için kısa yaz döneminde hummalı bir taşıma yapılıyor nehirden, kış aylarında donmuş nehri ulaşım için kullanmak mümkün değil, nehir tipi gemiler çok küçük, buz kalınlığı çok fazla, buzu kurmaları mümkün değil, nehir kenarlarına yapılmış enerji santralleri yüzünden kış vakti yer yer buz kalınlığı azaldığından, buz üstünden taşıma da çok tehlikeli. Zaman zaman dört çeker arazi tipi araçlarla çevre şehirlere gitmeyi deneyenler oluyormuş, ama nehrin derin sularına gömüldü birçoğu diyorlardı şehirde uzun süredir yaşayan tanıdıklar.

Yenesey Nehri:

Yenesey nehri bizim de tarihimizde önemli bir yere sahip aslında, halen daha kıyılarında az da olsa Türk kökenli topluluklar yaşıyor demiştim. Yenesey kıyılarında bulunmuş tarihi anıtlar aynı Göktürk anıtları gibi tarihimizin kanıtları. Sahip çıkmamız lazım aslında.

İşte bu Yenesey nehrinin kuzey buz denizine döküldüğü bölgede nehir ağzı çok genişliyor, oluşan delta içerisinde arada adalar var. Issız bakir topraklar.

İlk kar 7 eylülde düşer Norilsk'e, yılların istatistikleri böyle diyor. Sonra da hava birden soğur, Kasım ortasında artık yer yer nehir yüzeyi donmaya başlar. Haziranın ortasına kadar buz kaplı bir nehir, ancak denizinden Dudinka'ya, limana kadar buzkıran gemiler dar bir kanal açabiliyor, o da gemilerin limana yanaşacağı kadar. Gerisi buz kaplı, bazı yerlerde dört metre kalınlıkta oluyor diyorlardı.

Biz nehirde kış vakti gezintiye gittiğimizde genelde bir buçuk iki metre delik deliyordu burguyla balık tutanlar.

İşveren çalışanlarıyla artık dostluğumuz epeyce ilerlemişti işin sonuna doğru, yakında gideceksiniz diyorlardı.

Haydi Balık Tutalım Teklifi:

Bir gün başka fırsat olmaz, gitmeden gelin adada balık tutalım dediler.

Henüz nehir donmamış, ama artık havalar soğumuş, kar yağıyor sürekli, aslında daha eylül sonu, belki de ekim başındayız. Dudinka liman işletmesinden işverenimiz Norilsk-Nikel firmasının inşaat direktörü bir römorkör tekne ayarladı.

Onlar alışmış, her sene balığa çıkıyorlarmış birlikte, her şeyleri var, ağları, botları, fenerleri, daha sayamayacağım bir sürü malzeme, pompalı tüfekleri bile var, adada nişan alıp atış yarışması yapmak için.

Karar verildi, çantalar hazırlandı, ama öyle çok fazla yiyecek alınmadı yanımıza. Balık tutacağız, bize yeter dediler. Pek inanasım gelmedi, ama bir bildikleri var muhtemelen dedim. Bir tek ekmek, biraz da sebze aldık yanımıza. Bir iki de atıştırmalık.

Bize de sıcak içlikler aldık, kafamıza takılan tipte fenerler aldık, uzun süredir oralarda çalıştığımız için kışlık kıyafetlerimiz vardı, bir de kamp tipi uyku tulumları aldık şehirdeki bir avcılık mağazasından.

Tabii kasa kasa içki yüklendi arabaların bagajına, bir de iki çuval odun.

Haftasonu Etkinliği: Balık Tutmak

Cumartesi günüydü sanırım, akşama doğru arabalara binildi ve yaklaşık 100 km uzaktaki Dudinka şehrine yola çıktık 4-5 araba. Akşam şehirde hafif bir akşam yemeği yedik bir restoranda, ardından limana indik. Römorkör tekne limanda hazırda bekliyordu. Büyük yük gemilerinin limana yanaşması sırasında kullanıyorlarmış römorkör tekneleri. Tüm yükümüz el birliğiyle taşındı tekneye, herkes bir köşeye serildi. Bir saat kadar nehirde güneye doğru yol aldık. Ben farkında değilim o zaman, sonradan haritadan baktım nereye gittik diye. Artık hava kararmış, göz gözü görmüyor. Buralar gibi değil, en ufak bir ışık yok etrafta, bir tek römorkörün üstündeki aydınlatma feneri. O da kaptan önünü görsün diye onü aydınlatıyor. Biz arkadayız. Bizim taraf karanlık.

Römorkör yavaşladı, geldik dediler, bir iki denemeyle o karanlıkta bir yere yanaştık, burundan. Ama iskele falan yok. Teknenin altının dibe sürttüğünü hissediyordum. Hemen tecrübeliler kimde uzun balıkçı çizmesi var diye aralarında konuştular, dört kişide varmış, iri yapılı olanlar çizmeleri giydi ve tekneden aşağıya, suya atladılar. Otuz metre kadar ileride kıyı, suyun içinde çizmeli olanların sırtına bindi zayıf olanlar, kıyıya kadar taşıdılar çizmesi olmayanları önce. Sonra da sırayla çantaları taşıdılar. Kıyıya ulaşanlar yorulunca çizmelerini çıkarıp bize ulaştırdılar, biz de çıktık kıyıya, ayağımızda o uzun çizmeler, elimizde birer ikişer çantayla.

Her şey organize bir şekilde kıyıya taşındı. Römorkör tekne uzaklaştı, kaptan rastgele dedi ayrılırken, yarın akşam üstü saatini anlaştılar gitmeden, yavaştan ışığı küçüldü ufukta.

Kapkaranlık bir ortam, kafalarımızdaki fenerlerle karın içinde önümüzdekini takip ediyoruz, rampayı tırmanıyoruz bir yandan, karanlıkta çalıları fark ediyorum sağda solda, burada diyor ileride bilen biri.

Ahşap bir kulübe arıyorlarmış, buldular sonunda. Yaklaşık yüz metre ileride kıyıdan, tepeye tırmandığımda etrafa bakıyorum, karanlıkta ufuk çizgisini fark ediyorum gözlerim alışınca karanlığa, gece eğitimlerini hatırlıyorum yıllar önceki, ama hava epey kapalı, ne bir yıldız var, ne ay ışığı, sadece karanlık ve kafamı çevirdiğim yerdeki anlık çalı çırpı ve önümdekinin karda bıraktığı ayak izi. Başka bir şey yok, tam bir zifiri karanlık.

Bırakıyorum elimdeki çantaları kulübenin yanına, herkes organize olmuş, kimi ağları kurmak lazım diyor, hemen davranmış çantalara, malzemeleri çıkartıyor bir bir, kimi içeride kulübede ocakla uğraşıyor, ateş yakıyor. Kulübede asılı tencerelerden birini temizliyor karla birisi, kar doldurup su kaynatmak lazım diyor. Diğeri nehirden alırız diyor suyu, kenardaki bidonları alıp kıyıya gidiyor. Ben de dönüyorum geriye kıyıya, daha taşınacak çantalar var.

Ahşap Kulubede Yok Yok:

Kulübeye geldiğimde artık her şey organize edilmiş, ocak yanmış, ısınmış içerisi biraz, dışarıda hava soğuk, ama soğuğu hissedecek durumda değiliz zaten. Herşey ilgimi çekiyor, şöyle bir göz atıyorum kapıdan içeriye, iki göz bir ahşap kulübe, bir yanda uzun bir masa var, karşısında, kulübenin ortasında ocak var, her yer yeterince ısınsın diye ortaya yapılmış. Kapının önünde bir mangal var, yeterince büyük, içeride kapının arkasına çeşitli kap kacak asılmış, derme çatma, ama aslında şöyle bir düşününce her şey var bir kamp ortamı için. Kap kacak dolu. Diğer odada, oda dediğime bakmayın aslında, kapısı falan yok, sadece kulübe hemen hemen ortasından ahşap duvarlarla bölünmüş, ortada geniş bir boşluk bırakılmış iki oda arasında geçiş için, bu arka odada ahşaptan yatacak yerler yapılmış, sedir gibi, yan yana, uç uca. 6-7 kişi yatar. Biz daha kalabalığız gerçi, herkes yatmak istese yer yetmez.

Masanın başında sohbet ilerliyor bir yandan, kadehler kalkıyor, günün önemine dair herkes sırayla bir şeyler söylüyor, her seferinde kadehler kaldırılıyor, bu arada ağları sermişler tecrübeli ekip, geldiler, onlar da katılıyor sohbete, bir tanesi direktörümüz, ama artık gecenin ilerleyen saatlerinde kalkan kadehlerin de etkisiyle herkes arkadaş sohbetinde, o iş günlerindeki işveren müteahhit, direktör çalışan ilişkisi bir kenara bırakılmış.

Masada bilerek az getirilmiş olan yiyecekler serilmiş, gerçi bitmek üzere, ama kimse dert etmiyor, zaten çoğunlukla kadehler kalkıyor, kimse öyle ciddi acıkmamış, Dudinka'da aperatif bir şeyler de yemiştik zaten, sohbetin mezesi oluyor sadece kalan yiyecekler. Herkes balık konusunda emin.

Gecenin yarısı olmuş artık, muhabbet ilerlemiş, ama ağları kontrol etmek lazım diyor tecrübeli gurup, onlar kıyıya iniyorlar, peşlerine takılıyorum. Botu biraz daha şişiriyor ayak pompasıyla biri, bota binip ikisi ağları kontrol ediyorlar, ağı kaldırıp kaldırıp takılan balıkları bota alıyorlar, inanasım yoktu ama balık var gerçekten, sonra tekrar suya bırakıyorlar ağı olduğu yere. Beş ya da altı sıra ağ döşenmiş kıyıdan ileriye doğru, yaklaşık elli metre, belki de daha uzun her biri, yarım saatten fazla sürüyor ağların kontrolü. Uzakta ışığını görüyoruz sadece bottaki iki kişinin. Yanaşıyor bot kıyıya, içinden irili ufaklı ilk parti balıkları alıyoruz teker teker, canlı canlı, kıyıya karın üstünde bir araya topluyoruz hepsini, herkeste bir sevinç, başında fotoğraflar çekiliyor, ne de olsa ilk av.

Kulübeye dönüyoruz. Yine iş bölümü yapılmış, hemen taze balıklar ayıklanıyor. Suguday deniyor, temizlenen balıklar parçalanıyor, tuzlanıyor, çiğ taze balık. Biraz bekletiliyor, sonra hazır, enfes bir tadı var, yine kadehler kalkıyor, yine derin bir sohbet başlıyor, bir ikisi ocakta ızgarada pişiriliyor balıkların, onlar biliyor, hangisi tuzlama yapılır, hangisini pişirmek lazım. Masa başında sürekli bir sirkülasyon. Kimi gidiyor çalı çırpı topluyor, getiriyor atıyor ocağa, kimi odaya geçip uyukluyor biraz, sonra yine geliyor masa başına.

Yavaş yavaş benim de gözlerim kapanıyor artık, bir ikimiz daha aynı durumda, ben biraz uzanacağım diyorum, geçiyorum odaya, hayal meyal hatırlıyorum, çıkarıyorum üzerimdeki kalın kışlık giysileri, giriyorum uyku tulumumun içine, gözlerim kapanıyor yavaştan, uzaktan duyuyorum masa başındaki sohbeti, hadi bir kere daha kontrol edelim ağları diyor bir gurup. Onlar giderken dalmışım.

Gözlerimi açtığımda hava aydınlanmıştı, çıktım kulübeden, şantiyeden sorumlu işveren yetkilisi mangalın yanında gece gelen son tur balıkları ayıklıyor dışarıda, günaydın diyorum, günaydın diyor, iyi uyudun diye gülümsüyor. Ben alışık değilim diyorum böyle yoğun gece boyu kadeh kadeh sohbete.

Mangal Başı Sohbetleri:

Ben mangalı yakayım diyorum. Hemen çalı çırpı topluyorum etraftan, eskiden beri iyi ateş yakarım, mangalı yakıyorum, şehirden getirdiğimiz kalan odunlardan da koyuyorum, ateşe.

Bir ikisi daha uyanmış, çıkmışlar, kulübenin önündeki masanın başında, sabah sabah kadehler kalkıyor yine, gülüyorum hallerine. Başın ağrır, bir kadeh de sen dik diyor uzaktan direktörümüz, kulübenin kapısında geriniyor bir yandan. Gece en son o toplamış balıkları.

Tenceredeki kar çoktan erimiş, nehir suyunu temizlik için kullanıyoruz, yemek için eritilmiş kar suyu daha sıhhi geliyor. Şehirden getirilen sebzeyi doğruyor şantiye sorumlusu arkadaş, bir yandan da temizlediği balıkları koyuyor tencereye. Dediklerine göre balık çorbasını en güzel o yapıyormuş.

Sebzeli balık çorbası pişiyor mangalda, bir iki kontrol ediyor pişiren, tamam diyor, pişmiş, sırayla herkes bir tas alıyor taze çorbadan, sabah keyfi, enfes olmuş gerçekten, hiç bu kadar lezzetlisini yememiştim. Belki de ortamın etkisiyle, bilemiyorum, çok lezzetli gelmişti bana, tadı damağımdadır halen daha.

Sert içkiler yerini biralara bırakmış, herkesin elinde bir kutu bira, biten kutular uzakta sıraya diziliyor, pompalılar çıkıyor ortaya, eğlence başlıyor. Uzun süre olmuş elime silah almadığım. Hepsi profesyonel avcı aynı zamanda, kaz avına da gidiyorlarmış birlikte, geyik avına da.

Şaşırıyorlar yaptığım atışların hepsi hedefi bulunca, sen de katıl diyorlar bize ava gittiğimizde.

Biri tavşan izi buldum diyor, karda izini görmüş, takip ediyoruz bir ikimiz, ben sonra vazgeçiyorum, dönüyorum geriye kulübenin yanına. Takiptekiler de dönüyor birazdan, bulamamışlar. Çalıların arasında çok uzağa gidiyor dediler izler.

Bir iki kuş izi görüyoruz karda, sağda solda geziyoruz bir ikimiz. Etrafa bakınıyoruz.

Bir arkadaş yanında olta getirmiş, burgu da vardı kulübede, adadaki üstü donmuş gölde bir delik açmış, şansını deniyor, bir şey tutamadı tabiki, muhtemelen sadece bir su birikintisi göl dediği.

Öğleden sonra oluyor, biri ilerideki tepelik yerden geliyor, çekmiyor diyor, tepeden de olsa, hiç birimizin telefonunda hat yok, buralar ıssız gerçekten.

Uzaktan kulübeye bakıyorum, kim yapmış, nasıl yapmış acaba. Muhtemelen kış vakti nehir donduğunda yapmışlardır. Bunca malzeme ancak o zaman gelir buralara kadar. Birileri yaşamış mıdır acaba içinde, uzun süredir boş gibi, yoksa sadece böyle balık avlamak için mi düşünmüşler, belki Norilsk-Nikel firmasından yetkililer yaptırmıştır. Çok derme çatma gerçi, sanki öyle büyük firma falan yaptırmış olsa daha düzgün bir şey yaparlardı gibi geliyor bana. Önemli değil aslında, kısa bir balık avı macerası için fazlasıyla yeterli. İhtiyaç olan her şey var içinde.

Son bir tur daha ağları kontrole gidiyorlar. Sonra da toparlayacaklar artık. Hep beraber iniyoruz kıyıya. Büyük bir balık takılmış ağa, "çir" deniyor buralarda, gece seferinden kalma bir büyük balık daha vardı, onun cinsi farklı, "sig' diyorlar. Kimsenin bir şey yiyecek hali kalmamış artık, toparlanıyor kalan balıklar, aramızda paylaşılacak daha sonra.

Ağlar toplanıyor, çantalarına yerleştiriliyor. Kıyıda diziliyor çantalar.

Hep beraber kulübeye dönüyoruz, ikindi vakti artık, hava aydınlıkken ortalığı toparlayalım diyorlar, kulübenin içinde kullandığımız kap kacağı karda temizliyor birileri, kalan odunlar ocağın yanında yerleştiriliyor. Uyku tulumları toparlanıyor, torbalarına konuyor, tencereler falan her şey yerine asılıyor, mangaldaki ateş söndürülüyor, masa temizleniyor, çöpler odun çuvallarından birinde toplanıyor, onca içki içildi, şişeler, kutular, hepsi toplanıyor, ocak kontrol ediliyor, aslında artık ayrılığın yorgunluğu çöküyor herkesin üstüne, yavaştan üzerimize bir hüzün çöküyor, hava açıldı gerçi, bulutların arasından güneş çıkıyor bir ara, ama solgun, hiç ısı vermiyor.

Her şeyi taşıyoruz yine kıyıya, sözleştiğimiz saatte römorkörün geleceği ümidiyle. Kıyıda anın tadını çıkarıyoruz. Taş kaydırıyoruz suda bir ara.

Hava hafiften soğuyor artık, kararmaya da başlıyor yavaştan.

Dönüş Yolu:

Uzaktan römorkör göründü nihayet, kaptan sözünün eri çıktı, tam zamanında yanaşıyor kıyıya, daha iyi anlıyorum tekne yanaşınca, akşam ne zorluklarla çıkmışız adaya. Yine bir iki deneme yapıyor, daha yakın olsun diye uygun yeri arıyor. Aynı yolla yine çizmeler giyiliyor, bu sefer beni biri sırtında taşıyarak tekneye kadar götürüyor, her şey taşınıyor tekneye, balıklar özellikle.

Ardımızda kalıyor ada, küçülüyor yavaştan ufukta. İki şişe sert içki çıkıyor birinin çantasından, saklamış, herkesin yüzünü bir sevinç kaplıyor, tam kapanış ortamı, birlikte fotoğraf çekiniliyor günün hatırası olarak. Şehre yaklaştıkça telefonlar çekmeye başlıyor, direktörümüz hemen bir WhatsApp grubu açıyor, herkesi ekliyor, grubun adı "balık avı", hepimiz sırayla çektiğimiz bir resimleri paylaşıyoruz. Nehrin ıslak yosun kokusu sarıyor ortamı tekne limana yanaşırken çıkan köpürtüden. Artık hava kararmış, herkes yorgun, arabalara taşıyoruz eşyaları yine hep birlikte. Ağır ağır Norilsk yoluna sapıyoruz, arada bir çöp konteynırında çöpleri bırakıyoruz, daha 100 km yolumuz var, yolda karanlıkta Dudinka şehir çıkışında anıtın yanında duruyoruz, biraz temiz hava alıyoruz. Tepelik bir yerde anıt, esiyor biraz. Buraların havası Norilsk'ten daha temiz, orada fabrikaların çıkan dumanı, gazı şehrin üzerine çöküyor, buralar havadar gerçekten. Özlemişim temiz havayı, yavaştan başım dönüyor, taze havadan mı, onca içtiğimiz içkiden mi bilmiyorum. Biri uyukluyor arabanın içinde.

Nihayet varıyoruz Norilsk'e.

Herkesin garajı var burada, ısıtmalı, sıcak suyla kalorifer koymuşlar garajlara. Kışın dondurucu soğuğunda başka türlü sabah arabayı çalıştırmak mümkün değil. Aynı zamanda bir köşesinde hepsi av malzemelerini falan tutuyor, alet edevatları var hepsinin, dolap dolap, garaj değil atölye sanki, içeride buzdolabı olanlar bile var.

Paylaşıyoruz balıkları, ben hafta içinde Moskova'ya gideceğim, bana iki büyük balığı veriyorlar, bir iki küçük balıkta düşüyor payıma, gerçi benim pek faydam olmadı, ama çocuklar yesin diyorlar, biraz torpil geçiyorlar yani bana.

Güzel Bir Etkinlik İnsana İyi Geliyor:

Kıssadan hisse falan yok bu sefer, sadece güzel günlerdi, albümde bir resim gördüm o günlerden, aklıma geldi anılar, paylaşayım istedim, bir daha kısmet olmaz herhalde bana kuzey buz denizi yakınlarında balığa çıkmak, o kadar yoğun kadeh kaldırmaya da alışkın değilim, kırk yılda bir olunca affedilir herhalde, ama iyi ki fırsat yaratmışız o iş telaşesi içinde diyorum şimdi, iyi ki haydi balığa gidelim dediklerinde, boş verin şimdi balığı falan dememişim.

Arada yaşam içindeki fırsatları geri tepmemek lazım deyip bitireyim.

Araştırmacı Yazar Deniz BURSALIOĞLU
Araştırmacı Yazar Deniz BURSALIOĞLU
Tüm Makaleler

  • 07.05.2022
  • Süre : 9 dk
  • 1813 kez okundu

Google Ads