Ahlak nedir, ne değildir?
Kanunlar hep insanlar için yapılmıştır ve bu kanunlar yine insanlar tarafından da yok sayılmış, hilâfına bir davranış biçimi geliştirilmiştir. Her birimizin sözünü ettiği "hukuk devleti" kavramı veya olgusu, bu düşünce yapısının izdüşümü olarak dilimize pelesenk olmuştur.
İnsani bir sorun mudur, yoksa sistemsel bir arıza hali midir?
Ahlak ve bununla bağlantılı ahlaksızlık denilince, insanın aklına bir anda değişik sorular geliveriyor. Örneğin, günümüzde çokça şikayetçi olduğumuz şey, yani ‘ahlaksızlık’, bir sistem meselesi midir? Yoksa insanlar giderek ahlaksızlaşıyor mu? İnsanoğlunun özünde bu olgu zaten var mıdır? Bazı toplumlar neden diğerlerinden daha fazla ahlaklıdır?
İşte kafama takılan deli sorular ve aradığım yanıtlar bunlar.
Sokrates Ahlakı:
Kanunlar hep insanlar için yapılmıştır ve bu kanunlar yine insanlar tarafından da yok sayılmış, hilâfına bir davranış biçimi geliştirilmiştir. Her birimizin sözünü ettiği "hukuk devleti" kavramı veya olgusu, bu düşünce yapısının izdüşümü olarak dilimize pelesenk olmuştur. O zaman bu konuyu biraz açıp irdelemekte fayda var kanısındayım!
Bakın büyük Filozof Sokrates'in yaşamından örneklemeyle konuya girelim. İpe gönderen mi ahlaklı yoksa giden mi? Ölüme mahkûm edilen Sokrates, malum, son konuşmasında, “Çocuklarım büyüdüklerinde, erdemden çok zenginliğe düşkünlük gösterecek olurlarsa, ben sizinle nasıl uğraştıysam, siz de onlarla uğraşın" demiştir. Sokrates, ölüme giderken bile toplumun ahlakına, erdemine verdiği değeri kendi hayatından daha öncelikli bir konu olarak görmüştür.
Medeniyetin Göstergesi:
Bu konuyu yazmaya karar verdiğim zaman, çağdaş filozoflardan Sigmund Freud’un “Medeniyetin en büyük buluşu nedir?” sorusuna, "sadece vicdan" yanıtını vermiş olmasıdır. Herhalde vicdan denen şey olmasaydı, herkesin tepesine bir polis dikmemiz gerekirdi. İnsanların toplu olarak bir arada yaşama serüveni, yani medeniyet tarihi, daha ahlâkî bir yaşam mücadelesi olarak da okunabilir. Peki O zaman ahlakın kaynağı nedir? Doğuştan mı geliyor, sonradan mı öğreniliyor?
Sosyal Bir Varlık Olarak İnsan:
İnsanın sosyolojik yanı incelendiğinde, hayatta kalmak için son derece bencil olma potansiyeline sahip olduğu görülüyor. İnsan denen şey, her şeyden önce kendi çıkarını düşünen bir varlık. Her gün aldığımız kararlarda bunu test etmiyor muyuz zaten. Gazetelerin üçüncü sayfaları kendi çıkarı için yakınlarına ahlaksızlık yapanların hikâyeleriyle doludur. İnsanlar, kendi hayatlarını idame ettirmek adına başkalarına kolaylıkla ahlaksızlık yapabiliyor. Doğduğu an, başkaları olmadan hayatta kalamayan bir varlığın bu kadar bencil olabilmesi sizce de büyük tezat değil midir?
İnsanoğlu özünde bencil olabilir ve bu, insana kısa vadede belli bir çıkar da sağlayabilir. Ancak insanlık tarihine baktığımızda, başarılı toplumlarda bireysel ve sosyal çıkarların, dengeli bir şekilde, birbiriyle harmanlandığını görüyoruz.
Beşerî Gelişme:
Beşerî gelişme, tam da Freud’un dediği gibi, insanın doğasında bulunan bencilliğini, bir arada yaşama etiği ile terbiye etmekle mümkün olabiliyor. Ahlakın, medeniyetin temeli olduğu gerçeğini artık ekonomistler bile kabul ediyor. Ahlaksızlığı kurumsallaştıran ulusların, tarih sahnesinden yok olduğunu tarih yazıyor. Tarihte başarılı olmuş ulusların ise bir arada yaşama hukukunu kurumsallaştırmış sistemlere sahip olduklarını görüyoruz. Ahlak kavramını, soyut bir erdem olarak değil, somut bir davranış olarak tanımlıyorum ben. Çok erdemli bir niyetiniz olabilir, ancak eğer bunu eyleme geçiremiyorsanız, ahlaktan söz edemezsiniz! Bir yönüyle ahlak bireyseldir de diyebiliriz.
Herhangi bir toplumda yaşayan bireylerin davranışları, sadece iç benlikleriyle değil, özellikle içinde yaşadıkları toplumsal sistem tarafından da şekillendirilmektedir. O nedenle ahlak, bireysel olduğu kadar sistemseldir diyebiliriz. Ben bu düşünce sistematiğine daha yakın olduğumu belirtmek isterim. Bir başka ifadeyle, bazı toplumlarda ahlaklı bireylerin sayısının çoğunluk olması, bazılarında ise ahlaksız bireylerin toplumun geneline hâkim olmasının nedeni bir toplumda ahlaksız bireylerin yığılmış olması değil; tam tersine, bir toplumda ahlaksızlığı özendiren bir sistemin kurulmuş olmasıdır!
Psikolog James Rest’in Ahlak Modeli:
Bu yazıyı kaleme alırken sadece filozof ve sosyologları incelemedim, aynı zamanda konu insan olunca konunun psikoloji bilimiyle de alakalı olduğunu düşünerek, ünlü Psikolog James Rest’in modeline bakmayı gerekli gördüm.
Rest’in bu konuya yönelik tespit ve analizleri şöyledir: Ahlaklı davranış dört aşamada ortaya çıkıyor. Bu aşamalardan herhangi birinin eksik olması ahlaksızlığa yol açıyor.
1. Ahlaklı bir davranış için ilk aşamada ahlaksızlığa karşı duyarlı olmak gerekiyor. Ahlaksızlığa şahit olunca durup o olaya mı odaklanırsınız, yoksa olayı görmezden mi gelirsiniz? sorusuna vereceğiniz cevap bu manada çok önemlidir. Bir görevlinin rüşvet almasına şahit olduğunuzu düşünün. Ne yaparsınız? Hiçbir şey olmamış gibi işinize devam mı edersiniz, yoksa duraksayıp bunun üzerine düşünür müsünüz?
2. İkincisini, yani duraksayıp bunun üzerinde düşündüğünüz vakit, ahlaki bir davranış için ilk adımı atmış olursunuz. Ahlaki bir davranış sergilemenin ikinci aşaması ahlaki bir muhakemeye sahip olmayı gerektiriyor. Neyin doğru, neyin yanlış olduğunu gösteren bir cetveliniz olmadan ahlaki davranış ortaya çıkmıyor. Diyelim ki rüşvet olayını fark ettiniz. Ortada bir ahlaksızlık olduğunu seziyorsunuz ama bundan emin değilsiniz. Sahip olduğunuz ahlaki prensibiniz sizin hareket tarzınızı belirleyecektir.
- “Medeni bir toplumda kimse haksız kazanç elde edemez” prensibine veya anlayışına sahipseniz, rüşveti şikâyet etmeniz en doğru yol olacaktır.
- “Bal tutan parmağını yalar” derseniz olayı görmemezlikten gelmeniz, hatta bir anda ‘unutmanız’ da mümkündür.
- “Şikâyet edersem başıma iş gelir” kaygısıyla “önce kendimi düşünmeliyim” derseniz rüşveti görmezlikten gelmek makul bir seçenek. Bu aşamada amaç, kişisel ahlaki prensipleriniz çerçevesinde seçenekleri sıralamak.
3. Ahlaki bir davranışın üçüncü aşaması ahlaki motivasyondur. Bazen ahlaksızlığı görüp ne yapmanız gerektiğini bilebilirsiniz ama doğru olanı yapmak için yeterince motivasyonunuz olmayabilir. Yukarıdaki rüşvet örneğinden yola çıkarsak, rüşveti ahlaksızlık olarak görüyorsanız belli bir risk de alarak durumu şikâyet eder misiniz? Yoksa başka motivasyonlar, mesela güvenlik kaygısı, sizi durumu görmezlikten gelmeye mi iter? İşte bu aşamada niyet ve davranış birbirinden ayrılıyor. İyi niyet sahibi olmanız ve neyin ahlaki olduğunu bilmeniz, tek başına sizi ahlaki bir davranışa yöneltmiyor. Doğru olanı yapmak için niyet ve bilgi kadar motivasyon da şart.
4. Ahlaki bir davranışın ortaya çıkması için gerekli son aşama ahlaki eylem. Bu aşamada, sizin cesaretli olmanız, kararlılık göstermeni ve niyetinizi eyleme geçirecek bir beceriye sahip olmanız gerekiyor. Rüşveti ahlaksızlık olarak görüp bunu şikâyet etmek için gerekli motivasyonunuz olabilir ama bu motivasyonu eyleme geçirme noktasında yeterli bilgi ve beceri birikiminiz olmayabilir. Kime, nasıl şikâyet edilecek? Polise mi, basına mı gitmeli? Bu sorulara verilecek yanıtlar ahlaki davranışınızın şeklini belirleyecektir.
Rest’in Ahlak Modelinin Önemi:
Rest’in ahlaki davranış modelinin işlevsel yanı, ahlak mefhumunu soyut, uhrevi ya da tamamen bireysel olmaktan çıkarıp onu somut, gözlemlenebilir ve toplumsal bir vaka olarak ortaya koymuş olmasıdır. Bu anlamda daha ahlaklı bir toplum için bireysel tercihler kadar toplumsal sistemin niteliği de önemli. Ahlaksızlık tek başına bireysel tercihlerle açıklanamayacak bir durum. Ahlaksızlığı sisteme ilişkin bir zaaf olarak görüyorsak, o halde ahlaklı bir toplum oluşturmak için meseleye nereden başlayacağımızı da belirlemiş oluyoruz! Daha ahlaklı bir toplum kurmak istiyorsak, yukarıdaki dört aşamanın her birinde toplum olarak bireyleri nasıl destekleyebileceğimize bakmak gerekiyor. Rest’e rest çekmeden, örneğin; ilk aşamada ahlaki duyarlılığı artırmak, ikinci aşamada bireylere neyin doğru neyin yanlış olduğunu öğretmekle işe başlayabiliriz. Bunu eğitim kurumları, aile ve topluma yön verenlerin ahlaki duyarlılığıyla destekleyebiliriz.
Ancak tek başına eğitim ile yalnızca söylem düzeyinde ahlakı yüceltmiş oluruz. Çünkü insanların duyarlı olması ve neyin doğru, neyin yanlış olduğunu bilmeleri onları tek başına ahlaklı davranışa itmiyor. Zaten eğitimle ahlak arasında bu anlamda doğrusal bir bağdan söz etmek yanlış olur. O nedenle bir toplumda ahlakın eylem düzeyinde yaygınlaşması için eğitim kadar adil bir hukuk sistemine de ihtiyaç var. Eğer bir toplumda ahlaklı davrananlar ödüllendiriliyor, ahlaksızlar cezalandırılıyor ise o toplumda ahlaklı davranış çoğalıyor demektir. Tersi geçerli ise, yani bir toplumda ahlaksızlar ödüllendiriliyor, ahlak sahibi insanlara hayat zehrediliyorsa orada yaşayan bireylerin ekseriyetinde ahlaklı davranışlar görmek o denli zorlaşır.
Ahlaklı Bir Toplum İçin:
Birey değil, öncelikle sistemin yapısı sorgulanmalıdır. Ahlak, bireysel olduğu kadar sistemsel bir durumdur. Ahlakı bireysel mefhumlarla, bireylerin zaaf ya da erdemleriyle açıklamak meselenin bu sistemsel boyutunu kaçırmak demek olur. Bunu kaçırdığımız zaman da yani ahlakı bireysel bir kavrama hapsettiğimiz zaman ahlaklı insanları kahramanlaştırmak, ahlaksız insanları da şeytanlaştırmaktan kendimizi alıkoyamayız. Yine bu dar bireysel yaklaşımla ahlaksızlığın neden belli toplumsal sistemlerde daha yaygın olduğunu anlamak da mümkün olmaz. İnsanın özün de var olan bireysel çıkar eğilimini toplumsal çıkar lehine dönüştürmek medeni bir hayat kurmanın özü. Ahlak üzerine yapılan karşılaştırmalı araştırmalarda ortaya çıkan veriler de bunu doğruluyor zaten: Demokratik bir hukuk düzeni kuran toplumlarda ahlaksızlık azalıyor. Totaliter sistemlerde ahlaksızlığın her türlüsü artıyor. Bir toplumda başkalarına güven arttıkça, o toplumda ahlaksızlık azalıyor ve üretkenlik de buna paralel olarak artıyor.
Türk Toplumu:
Türk toplumuna bu açıdan baktığımızda karşımıza son derece karamsar bir tablo çıkıyor. Özetle, ahlaksızlığın genelleşmesi insani değil, sistemsel bir zaaf olarak görüyorum. Gündelik hayatı ve politikayı saran bu durum, sadece insanın özündeki kötülükten kaynaklanmıyor! Düşünememekten, cahillikten de kaynaklanmıyor. Ahlaksızlık dediğimiz bu durumun kaynağı, bizim, hep birlikte, bir arada yaşamak için kurduğumuz eğitim ve hukuk sistemimizin işleyişinde yer almaktadır. Eğer Türk toplumu, eğitimden hukuk sistemine bir dizi reformlarla bir arada yaşama etiğini yeniden inşa edebilirse, bugün adına ''ahlaksızlık'' dediğimiz girdaptan çıkıp daha medeni ve refah bir toplum yaşama inşa etme yönünde önemli bir adım atma imkanına hep birlikte kavuşma şansımız olabilir. Nasıl bireyler için her şey bir tercih meselesi ise toplumlar da kendi tercihleri doğrultusunda yaşar. Tercih bizim!
Sonuç:
Ahlaksız bir toplumda ahlaki değerleri öne çıkan insanlar kahraman oluyorsa, o toplum sistematik olarak çürümeye başlamıştır demektir. Onun için, insanda var olması gereken erdemin şekillenmesinde dışsal eğitimin ve toplumsal, dinsel değerlerin insanı temelden etkilediğini görüyorum. İçsel ruhani değerlerin başında da vicdan dediğimiz şey geliyor. Hepimiz için önemli olan, yaşam felsefesindeki yaşamsal değerlerdir. İnsanlar doğuştan ahlaklı ya da ahlaksız doğmazlar. İnsanların “iyi bir hamurla yoğrulabilmesi” için öncelikle iyi bir aile, sonra çevre, daha da sonra toplumsal değerlerin ve inançların bir bütün olarak bireylerin ahlâkını şekillendirdiği, derinden etkilediğine hepimiz şahit oluyoruz. Bireysel ahlakı şekillendiren etkileşim de bireyin içsel özellikleri yanında, öncelikle dışsal faktörlere bağlı oluyor.
Saygı dolu sevgiyle kalın.