Bakış Açılarındaki Farklılıklar
Sanırım biz insanlar arasında çoğumuzun olaylara farklı bakış açılarıyla bakamaması yüzünden sürekli sorunlar çıkıyor. Sanki at gözlüğü takmışız gibi her şeyi sadece kendimizin gördüğü yönden, açıdan, algıladığımız şekliyle yorumluyoruz. Öyle olunca da birbirimizi anlamakta zorlanıyoruz.
9/6 Rakamlarının Karmaşıklığı:
Geçenlerde renkli bir el çizimi resim gördüm, tam da aklımdakileri anlatıyordu. İki kişi karşılıklı durmuş, yerde çizili sayıya biri altı diyor, diğeri dokuz. Her ikisi de kendine görünen taraftan gördüğü şekilde algılıyor sayıyı.
Bu 9/6 sayılarının şekil benzerliği birçok yerde kullanılır. Hatta bir sürü filmde yönetmenler bazen espri, bazen ciddi sahnelere yer vermiştir. Otel odasının 6 ya da 9'lu oda numarası vidası gevşediği için ters dönmüştür ve katil yanlış odaya girer mesela.
Tabii bunu bir espri olarak alabiliriz, ama bu esprinin altında koskocaman bir felsefe yatıyor aslında, olaylara farklı bakış açılarından bakabilmek çok özel bir hayat felsefesidir. Herkes yapamaz, hatta çoğumuz yapamayız.
Bu iki rakamdaki şekil benzerliği nereden geliyor diye merak ettim. Öyle 9 rakamının önemi, gizemi ya da 6 rakamının kötülüğü gibi konulara girmeyeceğim, ama önce tarihsel olarak rakamlara bir bakalım isterseniz. Niye 6 ve 9 rakamları birbirinin tersi olarak sembolleşmişler. Anlamlı bir sebebi var mı?
İşango Kemiği:
İnternette biraz araştırma yaptım. İnsanoğlunun bir şeyleri saymaya başlandığı zamanlar ve rakamların şekilleri üzerine aşağıdaki bilgilere ulaştım:
1960’ta Kongo’nun İşango bölgesinde üzeri çentiklerle dolu bir kemik bulmuşlar, bir babun kemiğiymiş, uyluk kemiği. "İşango Kemiği" olarak anılıyor. 20 bin yıldan daha yaşlı bir kemik. İşango Kemiği Brüksel’de bir müzede sergileniyormuş.
Bir bilgi daha var, bir kemik daha bulmuşlar, bu seferki daha eski, 30-35 bin yıllık bir kurt kemiğinden bahsediliyor. Onun da üzerinde beşerli gruplara ayrılmış 55 tane çentik varmış.
Tarihi atalarımız daha o zamanlarda bir şeyleri saymaya başlamışlar demek ki.
Çentik atmak değil de sistematik saymanın tarihinin Sümerlerle başladığı kabul ediliyor. Yazının ve sayıların tarihi M.Ö. 5000 yıllarına kadar uzanıyor.
Arkeologlar M.Ö. 3500'lü yıllardan kalma 1, 10 ve 60 anlamına gelen kilden yapılmış koni ve bilyeler bulmuşlar. 60'lı sayı düzeni Sümerlerden kalmaymış, saniye, dakika, açılar için derece kullanımı, bunları bugün de aynı düzende kullanıyoruz.
Babil’in Sayı Sayma Sistemi:
Rakamların yan yana getirilerek daha büyük sayıların yazılması ise Babil'den kalma diye yazıyor. Meşhur Babil'in Asma Bahçelerinin olduğu tarihi şehir devlet Babil'de geçiyor bahis.
Eski Mısır'da ve hatta orta Amerika'da Mayalarda farklı farklı semboller ve sayı sistemleri varmış. Avrupa'daki Roma rakamlarını çok sık olmasa da bugün halen daha kullanıyoruz.
Sıfırın M.S. 7'inci yüzyılda Hindistan'da bulunuşuyla zaten matematik başlıyor. Bugünkü 10'luk sayı düzeninin ve rakam sembollerinin Hindistan'dan dünyaya yayıldığı kabul ediliyor.
Bugün kullandığımız rakamların ilk tarihi şekilleri Budist Hint rahipleri olan Brahmilerden kalmaymış, Tarihi asılları "Brahmi Rakamları" diye geçiyor. Brahmilerin bir de alfabesi varmış, bir aralar Uygurlar da kullanmışlar bu alfabeyi, Brahmi harfleriyle yazılı eski Türkçe metinler varmış.
Hindistan'da bulunmuş bir belge var, "3. Dadda'nın bağış belgesi" diye bahsediliyor, üzerinde bugünkü rakamlara benzeyen semboller olan tarihteki bulunabilmiş en eski belge olarak kabul ediliyor, M.S. 594 yılına ait olduğu hesaplanmış. Hintliler o zamanlarda kendilerince bir takvim kullanılıyormuş. Sembollerin o günün tarihi olarak belgeye yazıldığı düşünülüyor.
Arapların Matematiğe Katkısı:
Daha sonra Araplar almışlar sazı ele, ufak tefek değişikliklerle zaman içinde bugünkü son halini almış kullandığımız rakamlar. Zaten cebir Arapların keşfi. Matematiğe de çok katkıları olmuş. Aslında köklü bir kültür Arap kültürü. Her kültür kendince güzel, insanlığın ortak zenginliği hepsi.
Avrupa önceleri bugünkü rakamları ve onlu sayı sistemini kullanmak istememiş, kilise Roma rakamları ve sistemiyle devam etmekte ısrar etmiş, ama bilim ve teknolojinin önünde hiçbir şey duramıyor, hatta önceleri kullanımını yasaklamış olsalar da mecbur kalmışlar, öğrenmişler.
Sonra da zaten bildiğiniz gibi Avrupa aldı sazı eline, meşhur matematik kitabı Calculus Isaac Newton'un eseridir. Bir de tabii Gottfried Wilhelm Leibniz'in. Hemen hemen aynı zamanlarda ikisi de ayrı birer eser yazmışlar. O yüzden kimi formüllerle aynı konuya farklı farklı semboller kullanılır, kimi Newton'dan kullanır, kimi Leibniz'den.
Neyse, şimdi tüm dünya bu Hint-Arap rakamlarıyla ve onlu sistemde matematik işlemler yapıyor. Bakın görün şu Hintli Budist rahiplerin, Brahmilerin yaptığına. Buldukları sistemi tüm dünyaya kabul ettirmişler. Tabii bunda Arapların katkısını da unutmamak lazım.
Türklerin Kullandığı Sistem:
Zaten mantıklı olan da onlu sistem, on parmak olduğuna göre sistemin onlu düzende kurulmasından daha doğal bir şey olamaz. Parmaklarımız saymak için mükemmel bir araç olmuş hemen hemen tüm kültürler için, bizim için de öyle.
Gerçi bazı kültürlerde farklı sistemler de var, mesela kimi kültürler yirmili, ya da daha farklı sistemler kullanıyorlar. Büyük okyanustaki adalarda yaşayan bazı yerliler sayarken sadece parmaklarını değil, vücudundaki başka uzuvlarını da kullanıyorlarmış, 27'ye kadar sayıyorlarmış.
Bir de düzine sistemi var biliyorsunuz, 12'li sayı sistemi. Düzine kelimesini biz Fransızlardan öğrenmiş olsak da kelime birçok kelime gibi aslen Latince kökenli. Onlar da sistemi eski Mezopotamya'dan öğrenmişler. Yani düzine sistemi Mezopotamya'dan kalma bir sayma sistemi, halen daha kullanıyoruz.
Biz Türklerde ise aslında ellili düzen var. Ama biz de sayma sistemimizi diğer kültürler gibi yine parmaklarımız üzerinden kurmuşuz. Düzen derken demek istediğim biz elliye kadar sayılara ayrı isimler vermişiz anlamında, yoksa bizim sistemimiz de 10'lu sistem, elli üstü sayılarda artık diğer sayıların üzerinden yeni sayıları türetmişiz. On, yirmi, otuz, kırk, elli. Altmış artık altı sayısı ile türetilmiş, devamı da öyle. Bir de yüz, bin, tümen. Araları hep türetme.
Ama bizim rakamlar için nedense sembollerimiz olmamış. Rakamlarla aramız diğer kültürler kadar iyi değil demek ki, aslında rakamlarla değil de atalarımız rakamların sembollerle gösterilmesini düşünmemişler desek daha doğru söylemiş oluruz herhalde. Tarihi belgelerimizde sayılar hep yazı ile yazılmış. Belki de henüz üzerinde rakam sembolü olan tarihi bir kanıt bulunamadı. Beki bizim de kendi sembollerimiz vardır bir yerlerde gömülü vaziyette, kim bilir. Aramaya devam etmeli bence, uğraşan var mıdır acaba? Benim haberim yok, bir sürü üniversitemiz var, belki birileri uğraşıyordur. Neyse, durum o kadar da kötü değil, neticede biz de tüm dünyaya onlu sistemde çağdaş ordu düzenini öğretmişiz.
Hatta Ruslara da kendi sayı sistemimizi öğretmişiz, ama sonra kendimiz unutmuşuz. Rusya'da saat "üç buçuk" oldu demek için "dörtten buçuk aldı" deniyor, bizim öz sistemimizdir. Azerbaycan'da sayı sistemimiz unutulmamış, onlar da Ruslar gibi kullanıyorlar.
6 ve 9 Rakamları:
Evet, gelelim artık 6 ve 9 rakamlarına. Tarihi şekilleri o kadar da birbirine benzemiyormuş aslında. Ama zaman içinde birbirinin tam tersi görünümü almışlar. Resme bakınca benim anladığım en azından özellikle baştan öyle düşünülmemişler, yani aralarında terslik düzlük bağlantısı yok.
Ama başta bahsettiğim renkli el çizimi resim bakış açısı farkını anlatmak için iyi ironi olmuş.
Sanırım biz insanlar arasında çoğumuzun olaylara farklı bakış açılarıyla bakamaması yüzünden sürekli sorunlar çıkıyor. Sanki at gözlüğü takmışız gibi her şeyi sadece kendimizin gördüğü yönden, açıdan, algıladığımız şekliyle yorumluyoruz. Öyle olunca da birbirimizi anlamakta zorlanıyoruz.
Bakın aklıma ne geldi, Mel Gipson'un bir filmi vardı, adı "Kadınlar ne ister?" (What women want). 2000 yılında vizyona çıkmıştı. Filmde bir şekilde Mel Gipson'ı elektrik çarpıyor ve yanındaki kadınların düşüncelerini okuyabilmeye başlıyordu, önceleri hoşuna gitse de bu durum sonraları işkence haline geliyordu. Filmin sonunda hayatı farklı bakış açılarıyla görmeye başlayarak bambaşka bir insan oluyordu. Güzel filmdir, hatırlıyorsunuzdur mutlaka. Seyretmeyenin kaldığını sanmıyorum.
Filmde bir fantezi işlenmiş, ama bir gün bilim insanları insanların aklından geçenleri gerçekten okuyabilen bir teknoloji geliştirebilecek mi bilmiyorum. Birtakım çalışmalar olduğunu biliyorum. Başarılı olurlarsa belki o zaman ortak aklın bulunabilmesi daha rahat olabilir. Tabii o da bu teknoloji iyi niyetle kullanılırsa. Şimdilik sadece istendiğinde görüşler sorulabiliyor ve bu şekilde ortak bir görüşe varılabiliyor. O da sadece bu bilinçte olan az bir çoğunluk için geçerli. Özellikle belli bir güç sahibi olanlar ise kendi bildiklerini okumaya devam ediyorlar.
Sonuç:
Ben bu durumu bir sorun olarak görüyorum. Sanırım bu sorun özellikle aile içinde, çocukluktan, yetişme tarzıyla ilişkili.
Ailelerimiz henüz yeterince bilincine kendileri varamadığı için, bence günümüzde çocuklarımıza farklı bakış açılarıyla bakmayı öğretemiyoruz.
Sağlıklı bir toplum olmak istiyorsak bence en azından anasınıfından itibaren çocuklarımıza olayları diğerlerinin farklı görebileceklerini, bazen farklı düşünebileceklerini öğretmeye başlamamız gerekiyor. Bunun çok normal olduğunu ve saygı duyulması gerektiğini öğretmemiz gerekiyor.
Biz beceremiyoruz, belki o zaman onlar öğrendiği için becerirler birbirlerine saygı duymayı. Belki o zaman gelecekte huzurlu bir topluma sahip olur bu ülke. Huzurlu toplum, huzurlu aileler kurulmasına vesile olur da, onlar da kendi çocuklarına öğretirlerse farklı bakış açısının önemini, işte asıl o zaman bu ülke ebediyete kadar payidar kalır.
Geldik yine en büyük sorunumuz olan eğitim sorununa. Bu konu çok derin, benim aklım yetmez. Hem eğitimini de almadım, bilgim de yetmez. Sevgili Cem Yılmaz'ın bir zamanlar çektiği bir reklam filmindeki gibi "Eğitim Şart!" diyerek burada bitireyim.
Moskova'dan sevgi ve saygılar.