Site İçi Arama

kultur-sanat

Bireyin Dili, Toplumun Aynası: İletişim Çıkışı

Toplumların sosyal gelenek, görenekleri, ahlakî değerleri, coşkuları, sevinçleri ile üzüntüleri mitolojik ve dinî gerçekliklere kadar uzandığı gibi kültürel kodlarını ve dokularını okuma fırsatı vermektedir. Bunlara dair teferruatlı araştırmalar etimolojik değerden fazlası anlamına gelmektedir.

Toplumları diğerlerinden ayırt edici özelliklerin başında kullanımına devam ettikleri dilleri gelmektedir. Kullanılan dildeki kelimeler ve kavramlar hakkında kendi içerisinde gruplandırmalara gidebilmekte, esasta tek kelime ya da kavram gibi görünen ufacık bir ifade toplumsal açıdan büyük bir arka plana, milli duruş sağlamlığına ya da zafiyetine sahip olabilmektedir. Bazen içeriği diğer toplumlardan alınsa bile söz konusu edilen duruşun göstergeleri haline gelmektedirler. Sadece o ifadenin peşine düşmek, araştırmayı derinleştirmeksizin duruşun köşe başlarının tespitini kolaylaştırmaktadır.

Toplumların sosyal gelenek, görenekleri, ahlakî değerleri, coşkuları, sevinçleri ile üzüntüleri mitolojik ve dinî gerçekliklere kadar uzandığı gibi kültürel kodlarını ve dokularını okuma fırsatı vermektedir. Bunlara dair teferruatlı araştırmalar etimolojik değerden fazlası anlamına gelmektedir.

Farsçadan “bed”, Arapçadan “dua” kelimelerinin bileşimi olan ifade Türklerde de yaygın olarak kullanımı, gündelik yaşamında bilinçli ya da bilinçsiz mevcudiyeti dikkat çekici boyutlarda yer almaktadır. Beddua, bireysel dil kullanımı, toplumsal ayna yanı sıra her ikisinin olumlu ve de olumsuz iletişim çıkışı şeklinde gözlemlenmektedir. İnsanla ilgili her şey anlamında iletişim çıkışının cihetleri araştırmacıların dikkatini çekmektedir.

Güneşin doğduğu yerden battığı yere kadar sürekli hareket halinde bulunan bir milletin kültürün ana unsurlarından dil hususunda diğer topluluklarla karşılıklı etkileşim içerisinde bulunması gayet normaldir. Bu normallik dahilinde komşu ancak iki farklı toplumun dilinin konuşulduğu coğrafyaya Oğuzlar vasıtasıyla lider idare güç ve siyasi otorite olarak gelen Türkler, şüphesiz iletişimin doğası gereği onlardan birçok kavramı aynen, bir miktar değiştirerek, tamamen değiştirerek, zaman zaman da birbirleriyle bütünleyerek kullanmışlardır. Bütün bunların teferruatını ilgili disiplin mensuplarına bırakıyoruz. Ancak iletişim bilimi açısından bu kanal geçmişten çok daha fazla bugünün ve geleceğin medya ürünlerini doğrudan etkilemektedir. Gerek haber ajanslarının gerekse diğer medya işletmelerinin faaliyet alanlarındaki mesleki çabaların neticesinde hazırlanan ve hedef kitleye ulaştırılan eserlerin içerikleri üzerinde tanımlama kadar analizler hatta analitik değerlendirmeler pragmatik dönüşlere imkan tanımaktadır.

Söz konusu edilen “Beddua” hariçte sayılana kin, öfke ve hıncın neticesinde onların manevi olduğu kadar manevi bakımdan da tükenmişliğine uzanma talebi şeklinde telaffuz edilen bir kelime olarak herkesin zihninde az ya da çok yer almaktadır. Zikredildiği noktaya erişimin kaynağında yer alan hususların görmezlikten gelinmesi halinde gündelik dil zenginleşme bir yana karmaşık hale gelmektedir. Karmaşıklık beraberinde ulaşılamama noktasında bir iletişim tıkanıklığına dönüşmektedir.

Unutulmaması gereken toplulukların bireylerden mürekkep olduğudur. Bireyin sağlıklı bir iletişim kuramadığı toplulukların sağlam temeller üzerinde yükselemeyeceğidir. Aynı şekilde acıların kendisi hiçbir yerde medeni bir sütun haline gelemezken onları düşünce ve mantık çerçevesinde sıklet noktasına dönüştürebilenler başarılı adımların sahipleri olabilmişlerdir. Kısaca teslim olmadan hayata devam edebilenler, iletişim çıkışına ulaşabilmektedirler. Bahsedilenler her şey olmayıp başarılı geleceğe yönelmenin mühim basamaklarındandır.

Kavramın kendisi ya da içeriği toplumsal hafızada hemen kendine yer bulabilmektedir. Bazen de çok sonraları değerlenme alanına girmekte daha doğrusu yeni çerçevelere kavuşabilmektedir. Düşünce insanları, sanatçılar bilinçli ya da bilinçsizce bazı eserlerini geleceğe fırlatmakta, dolayısıyla sonradan değerlerini anlaşılabilmektedirler. Karşı karşıya kalınan sıkıntılar geçmişin sanatçılarına ve düşünürlerini incelemek durumunda kalabilmektedirler.

Medya ürünleri açısından bakıldığında Beddua (Yönetmen: Osman F. Seden, Melih Gülgen, 1980); Üç Harfliler: Beddua (Yönetmen: Alper Mestçi, 2018) tür ve zaman bakımından birbirinden farklılıklar arz etse aynı hedef kitleye ulaştırılmış olması kavramın genelleştirilmesiyle ilgili düşünülebilir. Beddua Günahsız Kadın (Yönetmen: Mehmet Bozkuş, 1973) örneği ise aynı kavramın çok daha farklı konu ve temalarla beyazperdeye aktarıldığını göstermektedir. İçeriklerinde her hangi bir işaret bulunmasa bile her üç sinema eseri üç farklı darbe atmosferinde hedef kitleye aktarılmış olduğu da dikkatlerden kaçmamaktadır. Ayrıca anlam bakımından yakınlık arz eden “lanet” kelimesinin afişe edilişi çalışmamızın haricinde tutulmuştur. Ancak Lanet (İlenç) (Yönetmen: Mesut Uçakan, 1979) filmine ikinci isim farklı bir kelime olmakla beraber aynı hususa işaret etmiştir. İlginç bir şekilde o da ülkeyi karanlıklara sürükleyen aynı darbe süreçlerinin gölgesinde denilecek bir yılda üretilmiştir.

Kötü temenni, talep ve dilek şeklinde de algılanması mümkün düşüncenin temelinde uğranılan ve katlanma sınırlarını oldukça zorlayan kötülük, haksızlık, adaletsizlik karşısında bireyin dilinde böylesine bir yakarışla karşılık bulmaktadır. Söz konusu durumda mağdurun, mazlumun bir gücü bulunduğu hatta görünebilenden çok daha büyük ve etkili bir gücünün bulunduğu bireysel, ailesel, yerel, bölgesel, ulusal ve uluslararası örneklerle fikir platformlarının çalışma masasında hazır beklemektedir. Buradan hareketle klişeleşmiş, herkesin bilebildiği kalıplaştığı bilinen araştırma konusu ifadeleri sarf edenler süratle bir rahatlamaya erişmektedir. Ağızdan dökülüveren bu rahatlama ifadelerinin psikolojik değerlendirmeleri de elbette ilgili branşlar tarafından yapılmakta olup bundan sonrasında da devam ettirilecektir.

Başlangıçta gülümseten muhataplar, izleyiciler türlü problemler, ıstıraplar, felaketlerle karşılaştıklarında kendileriyle baş başa kaldıklarında gülümseyip geçtikleri geçmişteki durumu hatırlamakta hiç zorlanmazlar. Hatta yaşadıklarını doğrudan aynı hususla ilişkilendirseler de korkunç bir sessizliğe bürünüp skoru kabullenirler. Kabullenişlerden bir kısmı içsel iletişime yönelerek Mutlak Varlık ile buluşma yolunda çıkışa yönelebilir. Miktarın azlığının fazlaca bir önemi bulunmamaktadır.

Konunun sosyolojik kapsama alanı da bulunmaktadır. Sözleri sarf eden şahsiyetin bireysel belleğine, toplumun kültürel alt yapısına yerleşen kodlar, tortular ile korkuların peş peşe etkili olduğu anlaşılmaktadır. Toplumsal kodlar ile korkuların yaşanmışlığı toplum hafızasında yer bulmuş olduğundan onun mensubu ferdin kullandığı ifadelerin kültürel bir birikime dayandığı görülmektedir. Üst bakış gerçekleştiğinde bizzat yaşamak istemeyeceği, hayatında tasavvur edemeyeceği unsurları bir çırpıda dillendirmekte hiçbir mahzur görmemektedir. Bireyin öfke anında ya da patlama yaşanması durumunda sarf edilen hususların geri çekilmesi aynı sürat ve kolaylıkta olamamaktadır. Söz de havada kalmamaktadır. Yayından fırlatılan ok misali hedefine doğru sabit bir şekilde ilerlemektedir. Ekseriyetle tahripkâr bir etki yapmaktadır.

Telaffuz edilen, ardı ardına savrulan kötü dilek ya da bedduaların çeşitli türlere ayrılması da mümkündür. Ancak belki de bireyden sarf edilmesinden dolayı beden ve sağlıklı ilgili olanlar daha kolay ve fazla sarf edilmektedir; Damarların çekilmesi, etlerin çürümesi, kanın kuruması, neşterin doğraması, bıçaklar altında kalması, kör kurşunlara denk gelmesi, ağızdan ve burundan gelmesi, davul gibi şişmesi, kıvrım kıvrım kıvranması, dilin döndürülememesi, boşaltımı gerçekleştirememesi, acıların dinmemesi, ölünememesi, ölebilme için yalvarılması, ölümün inlete inlete gelmesi.

İnsan yaşamının bir süreç olmasından hareketle akıbetin maddi ve manevi gelişimine dair kötü dilekler de sıkça kullanılmaktadır. Her birey işle güçle meşgul olmak durumunda olduğunda bu hususta rasgelmeye, kazancını doktorlara harca, kazanıp biriktirdiklerini yiyemeye. Paran pula dönsün, bereketinden uzak kalması, kör talihlere gelesin, bahtın kapkara olsun gibi ifadelerin birbirini izleyip gitmesi.

Bir kısmı da gençlik, güzellik ve delikanlılık üzerine kötü niyetleri aktarmaktadır. Bunların da korkuları tetiklediği kabul görmektedir. Hastalık temalarını da burada düşünmek iletişim çıkışı anlamında daha doğrudur. Bilindiği üzere sağlığa dair endişe, kaygı ve korkular evrensel bir durum arz etmektedir. Toplumsal hafıza hastalıkları özümse de zaman zaman gerek insan, gerekse hayvanların maruz kaldığı salgın hususlarında oldukça hassas sinir uçlarına sahiptir. Bu husustaki kötü dilekler karşılıksız kalmamaktadır. Buradan ilerleme ilgili yerlerde vurgulandığı gibi ölümün gerçekleşmesi, koşulları, biçimi, sonrasında yaşananlar araştırma konusunda çekilecek acının göndermeleridir. Genç ve ani ölümlere dair göndermeler yapılması henüz olgun yaşlara ulaşmayanlardan ziyade onların büyükleri üzerinde korku merkezli etkilemektedir. Toplumsal hafıza bunları bilhassa şöhret sahipleri üzerinden canlı tutmaya devam etmektedir.

Mühim bir kısmı da elbette hayatın sonlanması ve öbür dünya için söylenmektedir. Ölüm ibaresi yerine geber, zıbar, canın çıksın, Allah tez vakitte canını alsın, Çenen bağlansın, Kara topraklara düşesin, kefenin biçilsin. Gençliğine doyamayasın, Gelinliğin kefenin olsun, Cennet yüzü göremeyesin, cehennem kütüğü olasın, cehennem taşı olasın.

Doğrudan ahiret hayatı için kullanılan ifadeler mezarda da rahat yüzü göremeyesin, cehennemde cayır cayır yanasın. Zebaniler ayağından hiç düşmesin. Aile efradının ve yakınlarının üzerinden kullanılan ifadelerin öbür dünyaya kadar uzatılması da gözlerden kaçmamaktadır.

Hangi türde olursa olsun bütün kötü dileklerin hem sarf edenlerde, hem muhatap olup da işitenlerde, hem de toplumun mensubu durumundaki üçüncü şahısları üzerinde kültürel bir ağırlığı bulunmaktadır. Olumsuzluklardan beslenen iletişimin çıkışı yine olumsuz olurken, bunları tahlil süzgecinden geçirenlerinkisi mutlaka olumlu yeni ufuklardır.

Tanrının lanetini ebediyen üzerine olsun. Hem bu dünyayı hem de ahiret hayatını kapsayan kötü dilek haykırışı bireysel durum kadar kültürel kodlar açısından iletişim unsurlarıdır. Üçüncü şahıs bakışıyla bunların etkisi yönünde negatif düşünceler açıklanmış olsa dahi yaşanmışlıklar bunu teyit etmekten bir hayli uzak görünmektedir. Bunlara dair bilhassa kurgusal medya ürünleri her iki taraf üzerinde engelleme farkındalığı uyandırabilecek güce sahiptir. Yanlış ya da gereksiz bedduanın ayağa dolanması, böyle kötü dilek muhatabı olmaktansa eylemlerine set çekilmesi sadece iki bireyin değil öncelikle yakın çevrelerine ardından mahalli ve ulusal sahalara huzurlu ortam vesilesi olacaktır. Mantıklı düşünce sahibi her birey bu durumun korkutuculuğunu fark etmekte zorlanmayacaktır. Medya ürünlerinin hedef kitleye ulaştırılması aşamaları toplumsal hafızayı olumlu besleyecektir.

Mağdur ile mazlumun ilahi güce inancı daha da kuvvetlendiği Mutlak Varlık çizgisine daha fazla yaklaşması söz konusu olmaktadır. İfadelerin bu yönde şekillenmesi de dikkatlerden kaçmamaktadır. Aynı şekilde mitolojik karakter ve hayvanlar da bilhassa korkuları temsil eder halde kullanılmaktadır.

Bütün hususiyetlerin her bireyde ve toplumda aynı tezahür etmesi beklenemez. Zira algılayış biçimleri, kültürel kodları, inanç dereceleri ve diğer özellikler hem kötü dilek sahiplerini, hem de muhataplarını oldukça farklı konumlara taşıyabilmektedir.

Kısacası; bireyin dili toplumun yaşam tarzının iletişim kanalını şekillendirmektedir. Bir anlamda nesne ile ayna pozisyonunu oluşturmaktadır. Hayatın içerisinde öfke noktası ne kadar olumsuz olursa olsun bireyin dili mensubu bulunduğu toplumun aynası olmaktadır. Aynadaki yansımasın sağlıklı tahlili olumluluğa iletişim çıkışı işareti durumundadır.

Prof.Dr. Turan AKKOYUN
Prof.Dr. Turan AKKOYUN
Tüm Makaleler

  • 07.11.2022
  • Süre : 5 dk
  • 4406 kez okundu

Google Ads