Site İçi Arama

kultur-sanat

Biz Neden Böyleyiz?

Son okuduğum insan psikolojisi ile ilgili bir kitapta, insanın yaşam içindeki sosyal rollerin tam olarak uygulanabilmesi için üç unsurun bir arada olması gerektiğinden bahsediliyor: Birincisi; oynadığınız sosyal rolün gerektirdiği bilgi birikimine sahip olmak, İkincisi; o rolün gerektirdiği sorumlukların idrakinde olmak, Üçüncüsü de oynanan rolün gerektirdiği ahlaki olgunluk ve donanımda bulunmak.

Ülkemin genel durumuna baktığım da her sade vatandaş gibi bende hep kendime şu soruyu soruyorum " Biz neden böyleyiz?" Evet biz neden böyleyiz ve böyle olmaya da devam ediyoruz. İşte, kendimce yine kendime sorduğum bu delice soruya yine delice yanıtlar aradım bu yazımda. Bu bizim millet niye böyle? Niye kitaplarda yazanlardan farklıyız? Niye hep bir şeyler eksikmiş hissine kapılıyoruz. Kısaca biz niye böyleyiz? Kaçamak yanıtlar vermek yerine doğrudan tatminkâr yanıt veriyorum öyleyse.

Son okuduğum insan psikolojisi ile ilgili bir kitapta, insanın yaşam içindeki sosyal rollerin tam olarak uygulanabilmesi için üç unsurun bir arada olması gerektiğinden bahsediliyor:

Birincisi; oynadığınız sosyal rolün gerektirdiği bilgi birikimine sahip olmak,

İkincisi; o rolün gerektirdiği sorumlukların idrakinde olmak,

Üçüncüsü de oynanan rolün gerektirdiği ahlaki olgunluk ve donanımda bulunmak.

Aslında benim daha evvelki yazılarımda belirttiğim "donanımlı insan" profiline ne de güzel uyduğunu gördüm.

Donanımlı İnsan Kimdir? https://strasam.org/kultur-sanat-ve-egitim/egitim-ve-ogretim/donanimli-insan-kimdir-981

İşte ülkemiz insan profiline baktığımızda, sosyal rollerini oynarken bizim insanlarımızda genellikle bu üç öğenin bir ya da ikisi eksik kalıyor. Hepimiz bunu yaşayarak, etrafımızdaki olup bitene bakarak görüyoruz öyle değil mi? Bakıyorsunuz alanında bilgili donanımlı iyi bir hekim, öğretim üyesi ama kazanç elde etmek uğruna üniversitedeki asli sorumluluklarını bırakıyor, işi savsaklıyor, görevini aksatabiliyor. Veya bilgili ve donanımlı bir hekim olmasına, ahlaklı davranmasına karşın hastaları rahatsız etmesinler diye akşamları telefonunu kapatacak kadar sorumluluk kaçkını olabiliyor. Her meslekte her durumda yaşıyoruz bunları.

İyi aile babası veya annesi olarak tanınan birinin donanımlı, bilgili ve ahlaklı olmasına karşın sorumluklarından kaçabildiğini veya ahlaksızlıkları ile anıldığını magazin basınından hep okuyoruz.

Bu üç ögenin bir araya gelmemesi toplumun genelinde gözlenen ve “biz neden böyleyiz?” diye sorma ihtiyacı duyduğum, sağlıklı olmayan ruh halinin bizlere toplum genelinde yaygınlığını gösteriyor. O zaman da insanın aklına şu soru geliyor: “Peki biz bu hale nasıl geldik?”

Şimdi oturduğum çalışma odamda aklıma ilk gelen şey şu oluyor: Halkın kendini yönetmesi demek olan demokrasi geleneği yaşadığımız topraklarda yoktu veya çok zayıftı. Ne yazık ki bu bizim gerçekliğimiz. Böylesi bir toplumun birden özgürlük ve demokrasi ile karşılaşması demokrasinin özünde olan hoşgörü kavramının yanlış algılanması sonucunu doğurdu! İnsanlar birbirilerine tahammül gösterip kendinden farklı olana hoşgörü göstereceğine, kendilerinde mevcut eksikliklerin veya yanlışların hoş görülmesini bekler hale geldi. Sosyal rollerini hakkıyla yerine getirmeyen, üstelik bunun farkında olup hoş görülmeyi bekleyen insanlar olduk. Bence biz bunun için böyleyiz işte.

Demokrasi ve özgürlük bireyin kendi eksik ve hatalarının hoş görülmesi biçiminde yanlış algılandı ve algılanmaya devam ediyor. Bilmem hangi belediye başkanı için “çaldı çırptı ama iyi icraatlar da yaptı” denmesini ve bunun toplumda kabul görmesini başka türlü nasıl açıklarız?

Benim aklıma geldiği gibi mutlaka sizin de soracağımız şöyle bir soru sorulabilir: Bu sosyal rolleri hakkıyla taşımayı, oynamayı başaran, sözünü ettiğimiz bu üç öğeyi bir araya şahsında bir araya getiren aramızda hiç mi kimse yok? Olmaz mı? Tabii ki var. Bunlar kimler mi? Bu soruya yanıt veremeyip aklı firarda olup bir psikiyatri doktoruna gidenler. Haliyle psikiyatri doktorları da ekmeğini bu bizden farklı olan bu muhteremlerden kazanıyorlar ekmek paralarını.

Bu tür bizden farklı olan insanlar aslında sorumluluklarını, görevlerini hakkıyla yerine getirdikleri için acı çekerek yaşıyorlar. Anlaşılmamanın acısını çekiyorlar. Biz de onların böyle bir topluma uyum göstermemelerini normal kabul edeceğimize kendilerini tedavi etmekle uğraşıyor, akıntıya kürek çekiyoruz.

“Peki bunu düzeltmenin bir çaresi yok mu?” Mutlaka var. Bu konuda biraz karamsarım ama topyekûn de umutsuz değilim. Umut aynen karanlıktan sızan bir ışık gibidir. Umutlu olmak, emek ve zaman harcamayı, sabır göstermeyi gerektirir.

Günümüzde bizim toplumumuz başarıya indeksli tüketim toplumu oldu. Kimsenin bir şeyleri gerçekten düzeltmek için uğraş vermeye ne zamanı ne de tahammülü var artık. Herkese doğduğu andan itibaren bu hayatta başarılı olabilmeleri, değer görebilmeleri için genç, güzel, yakışıklı olmaları, her şeyi tüketerek yaşamaları öğretiliyor. Bunları yapabilenlerin sağlıklı ve mutlu yapamayanların ise mutsuz, huzursuz olacağı mesajı veriliyor. Duyguların yerini algılar aldı. Dahası psikiyatristler de ne yapacağını, neyi tedavi edeceklerini şaşırmış durumdalar. Psikiyatristlerin, toplumumuzdaki bir avuç iyi insanı, yani toplumun sağlıklı kesimini, geri kalan yaşamlarında daha fazla acı çekmeden yaşasınlar diye toplumun bozuk düzenini kabullenmiş sorumsuz ve sağlıksız yığınlara uydurmaya çalışıyorlar diye kendimce kaygılanıyorum.

Az gelişmişinden gelişmiş olanlarına kadar tüm memleketlerde büyük bir yozlaşma var aslında. Bu yozlaşma durumu toplumun aynası olan siyasilerde daha çok görülüyor. Sermaye sahipleri ise kendilerini hem yozlaşmadan hem siyasetin dümenine oturup kendi çıkarlarını garantiye almaktan öte bir şey yapmıyorlar.

Yolsuzluk, suistimal, kayırma, kayıtsızlık dünya genelini hallaç pamuğu gibi atıyor. Eksiye düşen iktisadi büyümeler, durgunluk, enflasyon, artan hayat pahalılığı ve bu kötü gidişatın uzantısı sefalet insanların arasında kol geziyor, kavuruyor onları. En gelişmiş ABD de bile siyasetçiler hakkında spekülasyonlar yapılıyor, deli dolu Trump gibiler dünyanın en gelişmiş ülkesinin dümenine oturabiliyor. İngiltere gibi bir dönem üzerinde güneş batmayan ülke kendisini yönetecek doğru dürüst bir politikacı bulamıyor, başbakanlığın ömrü bir marul kadar olamıyor. Despot Putin dünyayı kavuruyor. Ona dur demek aktör Zelensky’e kalıyor. İhtiyar Biden kendini yönetmekten aciz, dünyaya ayar vermeye çalışıyor. Xi, Çin’i kapalı bir kutu gibi sarıp sarmalıyor. Avrupa ise zengin ve güzel bahçesini ormanlardan gelecek vahşilere (mültecilere, sığınmacılara) kapatma derdinde. Afganistan gibi geri kalmış ülkelerde halk kaderine terk edilmiş. Afrika ayağa kalkmaya çalışıyor ama beceremiyor. Arap dünyası monarklara bel bağlamış durumda, Siyonistlerle anlaşmanın keyfini yaşıyor.

Bu hengamede Türkiye ne yapıyor? Dibe batmış ekonomimize rağmen dünyaya kafa tutmakla meşgulüz. Herkes düşman, gözünü bize dikmiş masalıyla kendimizi uyutmak istiyoruz. Çalışıp ülkeyi kalkındırmak yerine birbirimizi ötekileştirmek, güç sahiplerini kutsamak, karşılığında nemalanmak derdindeyiz. Bu kargaşada haliyle gemisini yüzdüren kaptan, yüzme bilmeyen sürünsün anlayışını normalleştirmiş bir vaziyette, kimimiz 2023 seçimlerinde yeni bir düzen gelmesini bekliyoruz, kimimiz de mevcut ballı-börek düzenimizin bozulmaması için tüm aykırı sesleri yok etmekle, kafalarına vurmakla meşgulüz.

Sorarım size: Bu toplumsal yapıda, lakaytlığın ve sorumsuzluğun tavan yaptığı bu toplumsal düzenimizde gerçekten sağlıklı bir insan yaşamaya devam edebilir mi?

Allah hepimize akıl sağlığı versin, bizi bize bırakan gençlerimizin bahtlarını ve yollarını da açık eylesin.

Saygı dolu sevgiyle kalın.

Araştırmacı Yazar Mustafa Orhan ACU
Araştırmacı Yazar Mustafa Orhan ACU
Tüm Makaleler

  • 22.10.2022
  • Süre : 3 dk
  • 2073 kez okundu

Google Ads