Bulutların Arasında Uçma Hayalim
İçimdeki hırçın ve asi çocuğun diz kapakları, izi kalan yaralarla dolunca, gerçeği o zaman kabullendim. Zorluklarla karşı karşıya geldiğimiz zaman ilk yaptığımız şey kabul etsek de etmesek de kendimize acımak ve isyan etmektir.
Bazen ne kadar yorulduğumuzu hissederiz. Zorlukların üst üste geldiğini görürüz. Küçükken, o zamanlar izlediğim çizgi filmlerin ve eski Türk filmlerinin de etkisinde kalarak, bahçe içerisinde, çatısı olan küçük bir evde yaşayacağımı hayal ederdim. Çocuk aklı dedikleri bu olsa gerek. Gözlerimi kapatıp hayaller kurar, mutlu olurdum.
Şimdi ise yine gözlerimi kapatmak istiyorum. Gökyüzünde seyrine doyamadığım bulutların arasında kaybolmayı ve bazen de fırtınalı bir dolunayda dalgaları seyretmeyi istiyorum alabildiğince. İçimizde var olan ve bizi aslında ayakta tutanın hayallerimiz ve inançlarımız olduğunu fark ettim zaman içinde. Büyüyünce, sonraları çocukken içimizde taşıdığımız zenginliğin ne derece büyük olduğunu anlayabildim.
İçimdeki hırçın ve asi çocuğun diz kapakları, izi kalan yaralarla dolunca, gerçeği o zaman kabullendim. Zorluklarla karşı karşıya geldiğimiz zaman ilk yaptığımız şey kabul etsek de etmesek de kendimize acımak ve isyan etmektir. Başımıza gelenlerin sanki sadece bizim başımıza gelmiş olduğunu sanıp, isyan bayrakları açarız her seferinde. Öğrenmiş olduğumuz tüm doğruları sıfırla çarpıp artık hiçbir şeyin öneminin kalmadığını düşünürüz. Dünyayı sadece kendimiz ibaret sanırız.
“Ama ben öyle biliyordum” ile başlayan sonu gelmeyen, bitmeyen, tükenmeyen kelime ve cümleler içerisinde, bir taraftan metanetli görünmeye çalışarak, bir taraftan da salya sümük ağlama krizlerine gireriz. O an hemen değilse bile birkaç saat sonra farkına bir şeylerin farkına varırız. Ne kadar zorluk ve güçlükle karşı karşıya kalırsak, o kadar kuvvetli bir biçimde ayakta durabileceğimizi anlarız. Evrenin tılsımı burada devreye girmiyor mu zaten! Bu yüzden ben hep sorgulamışımdır. Niye bazı insanlar daha az zorluk çekerken, diğerleri daha fazla çeker diye düşünmüşümdür kendi kendime. Bir anlamı olmalı bu farklılığın diye içimden geçirmişimdir.
Bu sorumun cevabını yıllar sonra ancak bulabildim. Yaradan insana üstesinden gelemeyeceği hiçbir zorluk vermiyor bu hayat serüveninde. En azından buna inanmak gerekir diye kendi adıma düşünüyorum. Aslında bu yaptığım “Polyannacılık” değil, aksine kabullenmek ve koyuvermektir tüm duyguları. Yanan ateşe, ne kadar odun kütüğü atılırsa, ateş daha da fazla yanmayacak mı?
Hayatımızda karşılaştığımız güçlükler de böyledir işte.
Ateşe atılan her bir kütük, ateşin daha da iştahla ve alevle yanmasını sağlar. Ateş, kendine atılan, üstüne eklenen kütüklerle beslenir, kuvvetlenir ve daha da ihtişamla yanmaya devam eder. İnsan denilen yüce varlık da böyledir.
Hiçbir şey kalıcı değildir. Ne gelen zorluk ne kötülük ne de güçlük. Bir gün hepsi de hayatımızdan gidecektirler. Yenileri gelecektir, önemli olan bizim büyük zararlarla değil, ufak tefek sarsıntılarla, sıyrıklarla bu badireleri yıkılmadan, yaşam sevgisinden vaz geçmeden atlatmamızdır. Bir insanı ayakta tutan inandığı doğrular ve içinde taşıdığı inancının derecesidir. Bir ulusu ayakta tutan da inandığı doğrular ve inançlarıdır. Var olma hedefidir.
Küçük bir çocukken bazen gözlerimi kapatmadan da hayaller kurabiliyordum. Yine de bugünlerde gözlerimi kapatıp sadece gökyüzündeki bulutların arasında kısa bir süreliğine de olsa tüy olup uçmak istiyorum. Biraz zorlansam da, içimdeki çocukla birlikte tekrar hayal kurabiliyorum.
Bu benim için güzel bir mola ama saniyelerle sınırlı olsun isterim, daha fazlası değil.
Sevgi ve barışın ve aşkın olduğu bulutların arasında kaybolmak.
Saygı dolu sevgiyle kalın...