Emanetçi Olmak (2)
Yurt dışında (Birleşik Amerika) çalıştığım birçok şirketteki tecrübelerime göre işe başlarken maaştan çok ilgilenilen esas konular yan ödemelerdir (fringe benefits). Bunlar sağlık sigortasındaki oranlardır. Diş veya göz kapsam içinde mi değil mi çalışan açısından çok önemlidir. Emeklilik paketi veya ev alımında peşinat desteği gibi daha kalıcı konular da yan ödemelere dahil edilebilir, çalışanlar yönüyle öncelikli olarak aranan hususlar olarak yaygın bir beklentidir.
Muhteris olan ve olmayan İnsan Kaynakları (IK) yaklaşımları
Yurt dışında (Birleşik Amerika) çalıştığım birçok şirketteki tecrübelerime göre işe başlarken maaştan çok ilgilenilen esas konular yan ödemelerdir (fringe benefits). Bunlar sağlık sigortasındaki oranlardır. Diş veya göz kapsam içinde mi değil mi çalışan açısından çok önemlidir. Emeklilik paketi veya ev alımında peşinat desteği gibi daha kalıcı konular da yan ödemelere dahil edilebilir, çalışanlar yönüyle öncelikli olarak aranan hususlar olarak yaygın bir beklentidir.
Yine yurt dışında işe başladığım bir firma ilk 6 ay içerisinde şirketin bulunduğu belediye sınırları içinde ev alırsam peşinatın %20’sini ödüyordu. Neden ilk 6 ay diye merak edip sorduğumda, aynı bölgede ev alırsam çocuklarım da aynı bölge de okula gideceklerinden beni uzun süreliğine şirkete bağlamak istemesiymiş. İlginç bir yaklaşımdı ama etkiliydi. Şirket bağlılığı kuru kuruya olmuyor, bu tür kalıcı sosyal açılımlarla potansiyel çalışanları sahiplendirmek gerekir.
Yöneticilerimizin birçoğu gelişmiş ülkelerde okuyup çalışmış olmalarına rağmen hep sorarım kendi kendime; bu insanlar gördüklerini ve öğrendiklerini neden Türkiye’de uygulamazlar, çözümlere neden böylesine uzağız? Bunun cevabı sosyolojik bir çalışma olmalı ve bu yazının alanına girmemektedir. Yine de bazı sezgilerimi sizlerle paylaşmak isterim.
En son söyleyeceğimi en başından söylemek gerekirse. Türkiye’den yurt dışına burslu öğrenci veya araştırmacı gönderme konusu baştan ele alınmalıdır.
Lise sonrası lisans, master ve doktora eğitimimi İngiltere ve Amerika’da yapan birisi olarak ne dediğimi çok iyi biliyorum. Ben bu eğitimleri ailem ve ülkemden beş kuruş almadan yapabildim. Bunun mümkün olabileceğini hem yaşadım hem de gözlemledim.
Özellikle Amerika’da lisans üstü eğitimlerdeki öğrenci profili neredeyse %90’ların üzerinde yabancı öğrenci ağırlıklıdır. Son zamanlarda bunların büyük bir oranını Çinli ve Hintliler oluşturmaktadır. Bunların neredeyse %100’ü üniversite tarafınca asistanlık olarak tanımlanan TA/RA (Teaching/Research Assistant) programlarından faydalanmaktadırlar. Bu programlar genelde okul ücretinden muafiyet ve cüzi bir miktarda geçim maaşı sağlamaktadır. Bu türden bir programa katılmak ve devam edebilmek ciddi bir çaba ve rekabet gerektirir. Bu da kişiyi sürekli sıkı çalışması ve başarması için motive eden bir faktördür. Anlayacağınız o programı bitirmek istiyorsanız gemileri yakmış olmanız gerekir.
Kaygısız ve rahat bir ortamdan gelenlerin bu kişilerle rekabet etmesi oldukça zordur. Ülkesinden garanti burslu olanlar muhakkak azimli ve çalışkan kişilerdir. Bu sorun olan bir durum değildir. Vurgulamak istediğimiz konuysa biraz da sosyolojik bir durumdur. Eğitim yapılan ülkenin sosyal hayatına, kurumlarının nasıl işlediğine, kültür anlayışına erişmek ya da anlamak ancak o toplumda eşit koşullarda çalışmak ve yaşamak ile mümkün olabilir. Mekanik veya teknik bir durumda en iyi algılama şekli bir işi yapmak ve deneyimlemekten geçer.
15 yıl içerisinde yaptığım gözlemlerimde 3 tür lisans üstü eğitim yapanlar gördüm.
- Tamamen asistanlık kurgusundan faydalanıp hiçbir sosyal alana girmeyenler,
- Tamamen burslu olup, rahat yaşayanlar ama sosyal alanlarda yüzeysel kalanlar,
- Çalışıp okuyanlar ve toplumun her alanında doğal olarak yer alanlar.
Edindiğim izlenimler ve gözlemlerimde 1. ve 2. kategoride olanlar kendileri adına başarılı olup ya hiç ülkesine dönmeyenler ya da döndüğünde iş garantisi olup da kamu anlayışıyla çalışanlardır.
Esas üzerinde durulması gereken şey, eğitim alınan ülkenin toplumsal yönlerini de çok iyi anlamak gerektiğidir. Bu durum, alınan o eğitim kadar önemlidir. Farklı toplumsal düşünme becerisi olmayanlar maalesef birilerinin gölgesinde kalmaktan ileri gidemeyeceklerdir.
Bu gölgede kalmanın şirketlerdeki ana kapısı IK birimleridir. IK birimleri sağlam prensipler üzerine oturtulmamışsa, bazı muharebeleri kazanan ama savaşı kaybedenlerden oluruz. O nedenle IK konularına ışık tutabilsin diye yazımızda konumuz kapsamında bazı IK örneklemelerini vermek faydalı olacaktır.
Beraber çalıştığım bir arkadaşımın yaşadığı IK eğitim anlayışını ilginç bulabilirsiniz. Bir grup çalışan, IK birimince organize edilen şirket dışı bir eğitime katılmışlar. Eğitim güzel, nezih ve oldukça pahalı lüks bir otel ortamında gerçekleştirilmiş. Arkadaş ortamı bana şöyle yansıtmıştı:
- Ortam gayet güzel ve motive ediciydi.
- Katılımcıların farklı birimlerden olması da ortama renk katıyordu.
- Bizlere sekiz renk boya ve çizim için tuvaller verdiler.
- Herkes kendi kafasına göre bir resim çizecekti.
- Herkes çizimini yaptıktan sonra,
- Yaptığımız çizimleri yanımızdaki arkadaşla değiştirmemiz önerildi.
- Burada elde etmek istedikleri konu; sizin o kadar emek vererek yaptığınız çalışmayı anlamadan ve hissetmeden başka birisi istediği gibi sizin çiziminizin üzerini boyuyordu.
Aslında söylemek istedikleri siz bir konu üzerinde o kadar çaba sarfettikten sonra, işin devamı konuya hâkim olmayan birilerince devam ettirilirse, sonuç çok da hoş olmayabiliyor. Ana tema buydu. Uygun bir senaryo seçilmiş olmakla beraber arkadaşın anlattığı diğer bir konu da dikkatimi çekmişti.
- Her katılımcıya sekiz renkli aynı set verilmişti.
- Arkadaş çizimini yaparken renk karıştırmakla farklı renklerde elde ederek çalışmasını yapmıştı.
- Bu konunun hiç dikkate alınmaması düşündürücüydü. Çünkü yaratıcılığa hiç önem verilmediğini hissetmiştim.
- En azından olumsuz da olsa o farkındalığı görüp yermesini veya takdir etmesini beklerdim.
- Ne ala, umurlarında bile olmazken, farkında bile olmadılar.
- Kendilerine sonradan ifade etmeye çalıştığımda da konu dışı olması adına dikkate alınmaması tipik bir IK yaklaşımıydı.
- En iyisini biz biliriz ve siz yalnızca denileni yapın yeter.
Buradan şunu anladım, maalesef IK işleri IK’cı olmayanlarca yapılınca durum böyle oluyor.
Bilmek yetmez olmak lazım
Gerçek IK yaklaşımlarından birisini Amerika’da yaşadım. İşe girdiğim bir şirketteki IK sorumlusunun beni işe alış yaklaşımını anlatmak istiyorum. Gazetelerden haftalar önce duyurusu yapılmış olan bir kariyer günü ilanına gitmiştim. Birçok ünlü firma kendi stand’larını kurmuşlardı. Ağırlık, pazarlama ve satış yönündeydi. Allah’tan yanımda farklı iş alanları için hazırladığım CV’ler bulunmaktaydı. Bir şekilde gözümü kestirdiğim bir firma vardı ve işe alımdan sorumlu kişiye ulaşmak istiyordum. Standlar bölgesindeki bir temsilciyle görüştüm ve teknik satış konusu ilgimi çekmişti.
- Hangi pozisyon için buradasınız?
- Teknik satış veya pazarlama.
- CV’niz bu konu için yeterli, ama beklerseniz, sizi yöneticimizle görüştüreceğiz.
Buna benzer tanıma ve tanıtım gibi rutin ön-mülakatttan sonra uygun görünenleri sorumlu yöneticiyle görüştürüyorlardı. Sıramı bekledim ve 15 dakika sonra adım çağrıldı. Arka bölümlerdeki bir ofise alındım.
- Buyurun, merhaba ve hoşgeldiniz gibi sıcak bir karşılamadan sonra,
- Konu ve ilgi alanım hakkında bazı sorular ve cevap bölümü oldu.
- Sorumlu yönetici bayan ne yaptığını gayet iyi bilen birisi gibiydi.
- Sonunda bana mühendis aramadıklarını belirtti. Konu olan pozisyon bir mühendise hafif olur dedi.
- İyi şanslar dilerim deyip kibarca yolladı.
Ben kendi kendime bu işi çok istediğimi mırıldanıyor ve bayana sanki sitem edercesine
sana ne benim mühendis olmamdan, bu işi sevdim demek geçiyordu içimden. Bana yetersizsin deseydi anlardım, ama benim ne yapıp yapmayacağıma karar vermesi zoruma gitmişti. Kafamdan o zaman başka bir birime girersem, sonra istediğim birime transfer olurum diye düşünürken aynı şirketin faklı bir temsilcisinin önünde kendimi bulmuştum. Aynı ön-mülakat süreci ve kendimi yine ana mülakatı yapmak için beklemede buldum.
- Arka ofise geçtiğimde şok olmuştum.
- Az önce mülakat olduğum aynı sorumlu bayan olmasın mı!
- Biraz gülüştük ve o da şaşırmıştı.
- Ben sana mühendis olmaz demiştim diye hafif sitemkâr bana bakarken…
- Ben başka bir pozisyon için gelmiştim dedim.
- Farkındayım onun ama bu pozisyonun seninle hiç alakası yok.
- Biliyorum ben de bu işe girip sonra diğerine transfer olurum diye düşündüm dedim ama,
- Hayır teşekkür ederiz ama olmayacak üzgünüm deyip beni yine yolladı.
- .......
Fazla uzatmayayım aynı senaryo üçüncü defa yaşandı ve bu sefer;
- Sorumlu bayan beni görür görmez.
- Yine mi sen, vazgeçmiyeceksin galiba dedi ve sanki çık dışarı diyeceğini düşünürken...
- Otur bakalım dedi ve hemen akabinde anlaşılan sen bu işi çok istiyorsun.
- Azmin ve ısrarın bir satıcı için önemli ve sen onu gösterdin.
- Şu forumları doldur biz sana döneceğiz.
- Aksi bir şey olmazsa işe alındın demez mi?
- Şok olmuştum ve sevinçle dışarı çıktım.
- .....
- Aynı bayanla benim sorumlu yöneticim olarak uzun bir süre çalıştık.
- İşe alınış şeklimi sorduğumda,
- Hazırlıklı olmadığımız konular dışında beklenmedik durum ve davranışlara da önem veriyoruz.
- Sen bana 5 yıl önce dil bile bilmiyen birini işe alışımı hatırlattın. O dil bilmeyen kişi bugün en iyi satış temsilcimiz ve bizimle ortak olarak iş yapmaktadır.
- Senin de ısrarın bana onu hatırlatarak... ikinci bir maden ocağı bulduğum düşüncesiyle seni işe alma kararımı verdim.
- Gerçektende benden çalıştığım sürece çok memnun oldular... tabi ben de çok şey öğrendim ve bu iş hayatımdaki en çok severek yaptığım bir iş olmuştu.
- ....
- O dönemde doktora programına kabul edildim ve maalesef o işten ayrılmak zorunda kaldım (buradaki maalesef işten ayrılmam değil, vize durumu gibi sebeplerden kaynaklı doktora yapmak zorunda kalışım içindir)
- Hayatımın en büyük hatasını yaptım ve o çok sevdiğim işi bıraktım!
- ......
- Bilemem şu an anlatmanın sırası mı... bunun devamını bilahare anlatacağım.
Şartlar ve elde olmayan koşullar bazen bizi bilmediğimiz mecralara sürükleyebiliyor. Yeter ki her ne yapıyorsak onu yapmış olmak için yapmayalım. İnanarak yapmak huzur, mutluluk ve başarıyı da beraberinde getirir.
Her ne yaparsak yapalım, hangi makamlara gelirsek gelelim her zaman kendimizi sorgulamalıyız. Ben her şeyi biliyorum demek yetmez. Yetkilerimiz kapsamındaki sorumluluklarımızı sorgulamazsak çok şey bilmiş olabiliriz ama hiçbir şey olamayız. Olsak olsak bir şeylerin gölgesinde kalırız. Yaslandığımız o şey bir gün olmayınca, o gölge de olmayacaktır. Şunu unutmayalım “yetkisiz sorumluluk yalakalıktır.”
“Bilmemek ayıp değil öğrenmemek ayıptır” deyişiyle yüksünmeden inanılan konuda sebat edilirse başarı kaçınılmazdır.
Kurumsal algı vermiş gibi yapmak
Yurt dışından yeni dönmüş, kısa dönem sekiz aylık askerliğimi kuvvet komutanlıklarının birinin karargahında yapmıştım. Bu süreçte birçok arkadaş edinmiştim. Benim durumumda olanlar iki türlüydü; ya çok ama çok tepeden hamiline o görevi ifa edenler ya da belli bir alanda çok kiymetli yetkinlikleri olanlar vardı. Ama hepimizde bir an önce askerliği bitirmenin derdindeydik. Her neyse konu askerlik anımı anlatmak değil, esas anlatmak istediğim kifayetsiz IK’cılığa bir örnek olacak başka bir işe girişimdir.
Bu sekiz aylık dönemde edinmiş olduğum arkadaşlardan birisi ülkemizin marka değeri yüksek elektronik firmasının birinde pazarlama müdürüymüş. Benimle olan diyaloglarında kendi firmalarına girmem için telkinlerde bulunuyordu. Akerlik bitmiş herkes kucaklaşarak işine ve evine dönüyordu. Bahsettiğim arkadş benden CV’mi almıştı; sanırım benimle ilgili şirketinin tepe yöneticileriyle görüşmüş olmalı ki bir ay kadar sonra şirketin IK biriminden bir telefon geldi.
Telefondaki IK personeli beni mülakata çağırıyordu. Alışık olmadığım tuhaf bir durum vardı. Farklı olan şey yüz yüze mülakattan önce yapılan telefon görüşmesinde herhangi bir ön görüşme türü bir şeyler sorulmadı. Bana doğrudan olduğum şehirden bayağı uzak mesafede bulunan IK biriminin olduğu bir şehre gelmem istendi. Randevu için uygun tarih ve saatlerde anlaştık...
Randevu verilen görüşmemden birkaç saat sonra başka şehre gitmem konusunun detayı kafama takıldı ve o şirketin IK’sından bana randevu veren personeli aradım:
- Merhaba nasılsınız deyip bir kaç saat önce görüşme için gelecek kişi olduğumu hatırlatarak,
- Emin olmak istediğim bir konuda birkaç sorum olduğunu ve müsaitlerse sormak istediğimi belirttim.
- Tabi buyurun sorabilirsiniz diye makul bir anlayış oldu.
- Sorunuz nedir?
- Ben bayağı uzak bir şehirden geleceğim,
- Bu durumda nasıl bir ulaşım tercih etmem gerektiğini sordum.
- Siz nasıl isterseniz öyle gelebilirsiniz.
- Uçakla gelirsem sizin içinde uygun mudur?
- Neden olmasın ki siz nasıl gelirseniz geliniz yeter ki randevu saatinde burada olunuz.
- Tamam o konuda bir sorun yok, ama uçak biletini ben alıp siz bana fatura karşılığı ödeme yapacak mısınız yoksa siz mi bileti alacaksınız?
- Nasıl yani diye anlamadığını hissettirerek... biz buraya nasıl gelmenize karışmayız.
- Herhangi bir bilet veya masraf karşılama durumu da yoktur.
- Ben ihtiyatı elde tutarak.... yani masrafları ben mi karşılayacağım diye emin olmak istedim.
- O kadar yolu işe başlayıp başlamayacağım belli olmayan bir durum için neden yapmam gerekiyor düşüncesiyle, başka şehre gitmek o an için bana saçma gelmişti... (burada yurt dışı tecrübem algısıyla söylemem gerekirse, ciddi işlerde işe alım aşamasında dahi o şirket yol masrafınızı ve konaklama masrafınızı karşılar.)
- Evet sizin karşılamanız gerekiyor cevabını alınca,
- Ben işe alındım mı diye sordum.
- Onu buraya gelince konuşuruz.
- Yani herhangi bir şey kesin değil.
- Evet görüşme sonunda size bilgi verilir.
- .......
- O vakit size bir durumu arz etmek isterim.
- ..
- Beni iş görüşmesine çağırıp da masrafları karşılamayacak bir şirkette çalışmak istemiyorum.
- O nedenle siz karşılamıyacaksanız görüşme randevusunu iptal etmek istiyorum.
- ....
- Bir sessizlik... sanırım daha yetkili birine sorarak.
- Siz bilirsiniz denildi.
- Ve iş görüşmesi randevusu iptal edilmiş oldu.
- ......
- Ben durumu beni öneren asker arkadaşıma bilgisi olsun diye aktardım...
...........
Daha sonra başka bir işe başladım... Başladığım bu iş daha önce görüşmeye çağrıldığım büyük şehirdeydi, o nedenle beni şirketlerine almayı telkin eden arkadaşla birkaç defa görüşme şansım olmuştu... işe girme ve randevu süreciyle ilgili biraz konuşmuştuk. Bana ülkemizde öyle yol masrafı, konaklama veya uçak bileti konuları yoktur demişti. Ben de bunun adil olmayacağını ve o nedenle öyle bir şirkette çalışıp çalışmamanın önemli olmadığını belirttim.
Aradan iki üç ay geçmişti, arkadaşım beni aradı ve bana sürpriz bir telefon gelebileceğini belirtti. Tam da dediği gibi ertesi gün bir telefon geldi. Ve telefondaki şahıs çok düzgün bir ingilizceyle bana ismimle merhaba deyip kendini tanıttı. Anladığım kadarıyla şirketin tepeden iki numarasıymış. Sanırım benim iş görüşmesini iptal olayından sonra bir ara bu şahıs benim arkadaşa sormuş:
- Arkadaşın nasıl? İşe uyum sağladı mı gibi sormuş...
- Benim arkadaş geçen zaman içinde biraz şaşırarak hangi arkadaş deyince?
- Ya hani senin önerdiğin asker arkadaşın... ben IK’ya kendisiyle görüşün ve uygun bir birimde başlasın diye talimat vermiştim, o arkadaşın...
- Ha evet o arkadaş...nasıl desem.... Benim arkadaş görüşmeyi reddettiğinden burada başlamadı.
- Neden reddetti ki diye şaşıran yönetici,
- Arkadaşım o sırada uzakça bir şehirde olduğundan şirketten ulaşım ve konaklama istemiş... ve şirkette böyle bir uygulamalarının olmadığını belirtince... bizim arkadaş da randevusunu iptal etmiş...
- .....
- Yönetici hemen o an itibariyle benim telefonumu ve CV’mi istemiş ve beni arayacağını arkadaşıma belirtip, bilgilendirilmemi söylemiş...
- Dediğim gibi ertesi gün kendisi aradı...
- Kendisi de yurt dışında benim bulunduğum eyalette yetiştiğinden benim durumu kavrayarak...
- Konuyla ilgili yanlış usül ve yöntemlerden dolayı durumu anlattı ve beni şirkete davet etti...
- ....
- İki gün sonrası için randevulaştık ve şahsın ofisine gittiğimde... IK’dan bir yönetici de oradaydı...
- Biraz sohbet ve tanışma faslından sonra... doğrudan,
- Çalıştığın yerden ayrılman sana herhangi bir sorun oluşturur mu diye sordu.
- Ben henüz 3 aylık deneme (probation) sürecimin dolmadığını belirttim.
- Bana CV’mi detaylı incelediğini, kendi şirketlerinde çalışırsam karşılıklı fayda getireceği bazı detay bilgilerden sonra,
- Bizde çalışmak ister misin diye sordu.
- Ben de çalıştığım yere bir ay ihbar süremden sonra olursa evet dedim
- Hemen yanındaki IK yöneticisine benim bir ay sonra Proje Yöneticisi olarak işe başlamam için gerekli işlemler konusunda talimat verdikten sonra ben de tokalaşarak ayrıldım...
Maalesef geç de olsa anladığım şu; ben yetkinliklerim olmasına rağmen hamiline bir usülle işe başlamıştım. Vaktinizi almadan söylemem gerekirse, en son çalıştığım şirkette, yetkinliğin olsa dahi eğer tepeden bir bağlantı yoksa iş görüşmesine bile çağrılmıyorsunuz ve en kötüsü de hiçbir yetkinliğin yoksa bile ‘emir demiri keser’ misali akla hayale gelmedik konumlarda işe alım olmasıydı.
Yukarıda anlattığım iki tür işe girişimle ilgili gerçek hikayemin yüzlercesini daha sonra IK’dan sorumlu yönetici olduğumda bizzat üzülerek müşahade ettim. En kötüsüde yarı kamu durumunda olan çalıştığım yerdi.
Kurum ve kişi ismi vermeksizin anlattığım bu iki hikayeden anladığım, adil yetkinlikler üzerine kurulmayan yapılar arkalarında büyük enkazlar birakıp üretimin ayakbağı olurlar.
Mit algısıyla yönetmek
Bir olayın gerçekliğiyle mit olması farklıdır. Genel kanı mit olması daha kapsayıcıdır.
Kartalların yaşam hikayesini bir çoğumuz dinlemiş veya duymuşuzdur. Rivayete göre kartallar belli bir yaşa geldiklerinde pençelerindeki tırnaklarının ve gagalarının parçalayıcı keskinliklerini kaybederlermiş. Doğal olarak böyle bir durumun avlanma melekelerini asgariye düşürmesinden dolayı hayvan kısa bir süre sonra ölmeye mahkûm olurmuş. Ancak bazı cesur kartallar hayat ile ölüm arasındaki böyle bir kaderi değiştirebiliyorlarmış. Çok zahmetli ve acı veren böyle bir değişim için cesur ve fedakar olmak gerekir. Başarabilen kartallar ömürlerine bir ömür katabilmektedirler.
Bu değişimin acılı ve zahmetli olduğunu söylemiştik. Kartallar bunu başarabilmek için yaşlanmış tırnaklarını ve gagasını günlerce sert kayalara vurarak ve sürterek düşmelerini ve yerlerine yenilerinin çıkmasını bekleyerek sağlamaktadırlar. Bu yöntemin acı verici olması, ancak açlık, sabır ve cesaretle mümkün olabileceğidir. Başarabilenler yeni bir hayata gözlerini açabileceklerdir. Buraya kadar anlatılanlar tükenmiş bir hayatı yeniden küllerinden çıkarmaktır.
Bu hikaye şirketlerde yeni ve orta düzey yöneticilere motivasyon adına en çok anlatılanlardandır. Anlatanın ajitasyon rolüne veya insanların duygularına hitabete göre genelde çok etkili olmaktadır. Anlayacağınız hırslı olan kişilere damardan vermektir. Bazı kişiler üzerinde geçici bir motivasyanla fayda sağladığı görülmüştür. Ama hayatın gerçekleri her zaman yukarıdaki hikayedeki gibi gerçekleşmemekle beraber birçok hayal kırıklıklarına da sebep olmaktadır.
Aslında anlatılan Kartal hikayesi gerçek olmayıp bir mitolojik hikayedir. Kariyer merdivenlerini liyakat ve yetkinlik esaslarına göre kurgulamayanlar üst düzey yönetimlerin buna benzer mit türü yaklaşımlarıyla telef olmaktadırlar.
Bu bölümün sonucu olarak kurumsal olmayan her şirkette ‘yönetimin kurşun askerleri’ vardır. Yöneticiler işlerini bunlar üzerinden görürler. Bunların harcanması hiç önemli değildir, yeter ki ana çekirdek yönetim çetesi yerini koruyabilsin.
Yönetimlerde hamiline, adrese teslim, eli mahkum, al gülüm ver gülüm, iyi polis kötü polis, kifayetsiz muhterislik, yetkisiz sorumluluk, yalakalık, şantaj, cehaletten kaynaklı korku ve öfke, ayrımcılık ve benzeri türden nedenlerle bol keseden makamlar ve ünvanlar verildiği hepimizin malumudur.
Maalesef bu tür durumlardan oluşan verimsizlik, üretim ve istihdam sorunları ve memnuniyetsizlik gibi konuların her biri için ayrı birer başlık açmaya muhtacız. Bu tür konulara şerh koyarak örnekleme yapmaya gerek duymuyorum... ama bu kurşun akerlerin şirket yönetimlerince kirli bir mendil gibi kullanılıp atıldıklarını çok iyi biliyorum...
Kartal mı kirli mendil mi olup-olmayacağınıza karar vermek, sizin karakterinize bağlıdır.