Evlilik Yorgunluğuna Düşmeden Evli Kalabilmek Mümkün müdür?
Kendine özel zaman yaratan, çeşitli hobileri olan, eşinden başka arkadaşlarıyla da özel zamanlarda vakit geçirebilen çiftler (hem kadın hem erkek için geçerli) dışarıdan beslenme imkânı bulurlar. Dışardan beslenerek gelirler ve ilişkilerini de bu sayede zenginleştirme fırsatını yakalayabilirler.
Evlilik demek, aynı evde birlikte yaşamak demektir. Eşler, ortak bir hayat kurmak amacıyla evlenirler. Bunun doğal bir sonucu olarak aynı çatı altında yaşam sürerler. Birlikte, iki kişinin ‘bir’ olmaya, ‘biz’ olmaya karar vererek, aynı evi paylaşmaya başlamalarına evlilik diyoruz. Evlilik müessesesinde birlikte kurulan yaşam şekli başlangıçta adeta yeni doğan bir bebek gibidir. Bebek büyürken nasıl güzel günleri olabiliyorsa, hastalandığı veya huysuzlandığı günler oluyorsa, evlilikte de olacağı en baştan kabullenilerek bir yuva iki kişi tarafından kurulmalıdır görüşündeyim. El bebek, gül bebek bir evlilik hayali kuranlar, daha en baştan çuvallamaya aday tiplerdir. Böyleleri hiç evlenmeseler daha iyidir diyebilirim.
Sevgi, saygı, güven, yakınlık, mahremiyet ve cinsellik eşleri bir arada tutan, evliliği yürüten çok önemli unsurlardır. Çoğu insan sevginin bir duygu olduğunu sanır, oysa sevgi duygudan ziyade bir mevcudiyet biçimi, iki insanın ben’lerini bir kenara bırakıp birlikte biz olabilme biçimidir.
Mutlu bir yuvanın meyvesi bebektir. Yuvada dünyaya gelen o bebeği büyüten anne-baba adayı çiftler, evlilikteki ilişkilerine bir bebeğe bakım verir gibi özen gösterirlerse, emek verirlerse o evlilik ilişki de sağlıklı olarak büyür, gelişir ve olgun evresine ulaşır kanaatindeyim. Evli çiftler aynı zamanda birer birey olduklarını unutmadan, evlilik ilişkisini kurgulamak durumundadırlar. Her birey gibi, evli çiftlerin de zaman zaman kendi başlarına kalıp nefes almaya ihtiyaçları olur. İlişki içinde tarafların birbirine bu bireysel zamanı vermeleri beklenir. Önemli olan birinin diğerini kapsadığı ilişki değil, birbirine tutunmuş ama aynı zamanda birlikte hareket edebilen iki halka gibi tarafların ilişkilerini sürdürebilmeleridir. Birlikte olmak önemlidir ama çiftin her birinin de aynı zamanda bir birey olduğunu unutmadan bu birliktelik sürmelidir. Taraflar sadece birbirine bakarken başka hiçbir şey göremezler ise, zaman içinde bu sıkıntı yaratır. Halbuki kendine özel zaman yaratan, çeşitli hobileri olan, eşinden başka arkadaşlarıyla da özel zamanlarda vakit geçirebilen çiftler (hem kadın hem erkek için geçerli) dışarıdan beslenme imkânı bulurlar. Dışardan beslenerek gelirler ve ilişkilerini de bu sayede zenginleştirme fırsatını yakalayabilirler.
Eskilerin dediği gibi nasıl “Emeksiz yemek olmaz” ise, emeksiz bir evlilikte de yürümez elbette. Evlilikte, başlangıçta eşler arasında yaşanan aşkın yerini sevgi alamıyorsa, çift birbirlerini ve birlikte yaşamayı sevmeyi başaramıyorsa, evlendikten sonraki 2-3 yılın sonunda da evlilik yorgunluğu başlıyor. Buna izin vermemek gerekiyor. Zira, kadın ve erkeğin ilişkiyi kabullenip de hareketsiz kalmaya başladıkları, özensizleştikleri, kendilerini anlatmaya zahmet etmeden, karşıdakini anlamaya çaba göstermeden sürdürmeye çalıştıkları bir ilişki bir süre sonra tehlike sinyalleri vermeye başlar. Tehlike sinyalleri de ilişki de çatışma olarak kendini gösterir. Şayet çiftler sıkıntılarını doğru ve özenli dille birbirlerine aktarmayı beceremiyorlarsa, o zaman ilişki ya negatif kısır döngüye dönüşür ya da bir gün gelir, biter.
Bir ulusun en önemli yaşam formatı ailedir. Ailenin bütünlüğünün korunmasında ve bunun en önemli iki bileşeni olan kadın-erkek ilişkilerinde, günümüz yaşam şeklindeki dalgalanmaların da etkisiyle, sıkıntılar yaşanmakta olduğuna şahit oluyorum. Ailelerin yıkılmasına kadar giden çalkantılı çekişmeleri, herhangi bir çiftle paylaştığım bir akşam yemeği esnasında bile görebiliyorum. Çiftlerin birbirlerine karşı olumsuz tavır ve davranışlarına, her ne kadar saklamaya çalışıyor olsalar da, çevremde sıklıkla rastlayınca, ister istemez bunlar işi olmaz demekten kendimi alamıyorum. Üzülerek söylüyorum, genelde de korktuğum başıma geliyor. İki sevdiğim insan, ayrı ayrı bireyler olarak çok tatlı olan insanlar, bir araya gelip birlikte yaşamayı beceremiyorlar. Olmayınca maalesef olmuyor.
Mutsuz evliliklerde eşlerin kendilerini iletişime kapatması ve eşiyle arasına duvar örmesi yaygın bir fenomendir. Bu tür evliliklerde eşler bir olumsuzluk veya sıkıntı yaşadığında taraflardan biri kendisini kapatır. Bunun bir ileri aşamasında, kapatan kişiyi anlamak yerine suçlama eğilimi ortaya çıkar. İlişki mutsuz evlilikten sorunlu evliliğe evrilmiş olur. Sorunlu çiftler genellikle birbirlerini suçlama ve eleştirme eğiliminde olan eşlerden oluşur. Burada eşler bütünüyle birbirlerinin olumsuz yönlerine odaklanmakta ve böylelikle seçici bir algı içinde kalmak daha tercih edilir oluyor. Böylece ilişkide yaşanmakta olan olumlu şeyler bir kenara itilerek olumsuz şeylere odaklanılıyor, çiftler yıkıcı bir biçimde eleştiri oklarını bu olumsuz şeyler üzerinden birbirlerine atmaya başlıyorlar.
En yaygın cümle de şudur: “Sen beni incitmekten zevk alıyorsun!" Ne demekse bunun anlamı? Sorunlu çiftlerde eşler birbirlerinin bazı özgün davranışları yerine, kişilik özelliklerini içeren yargı, eleştiri ve genelleme yapma eğiliminde de olabiliyorlar. Örneğin; “sen hiçbir şeyden anlamazsın” gibi. Adam veya Kadın, herhangi bir şirketin başarılı bir genel müdürü de olsa, eşinin gözünde bir hiç ise, o artık bir hiçtir. Dışarda ağzıyla kuş tutsa bile içerde o bir hiç olmaktan, böyle nitelendirilmekten kurtulamaz. Zira karşısındaki artık onu öyle görüyordur.
Bazen bu karşısındakine değer vermemek, eşin ailesine kadar uzayabiliyor. Aileler de işin içine katılıyor. Oysa onlar sadece iki kişi yaşıyorlar. Etraflarında arkalarında bıraktıkları aileleri yok. Sadece ikisi var ama özellikle bizim toplumumuzda aileler de çiftler arasındaki tartışmaların, kavgaların içinde yer almazlarsa, kavga eksik kalır, adeta tadı olmaz. Örneğin; “Sen zaten hiçbir şeyi beceremezsin, aynı annene çekmişsin!” demek, hani derler ya, kavgada bile söylenmez. Ama bizim toplumda kavga eden çiftler arasında söylenir böyle şeyler. Bazen eşler eskilere de takılarak kavga ederken tüm eski defterleri açarlar, birbirlerine okumaya bayılırlar arada kendisini en inciten veya kendisinin en haklı olduğunu düşündüğü sayfaları. Örneğin üzerinden yıllar geçmesine rağmen “düğünde yapılanları daha unutmadım” ya da “15 yıldır söylüyorum, sen yine aynı şeyleri yapıyorsun bıkmadan usanmadan” gibi şeyler söylenir karşı tarafa. Tabii ki burada amaç, kendini bütünüyle haklı, eşini ise bütünüyle haksız konuma sokmaktır. Eşlerden biri mutlaka "sütten çıkmış ak kaşık" olarak kendini görür. Örneğin; “Tüm evliliğimiz boyunca hiçbir tartışma benim yüzümden başlamadı!” gibi cümleler kurulur.
Bir de eşlerin kendi davranışlarıyla ilgili olarak sorumluluk almama eğilimi de bizde yaygındır. Sözgelimi, “Beni kızdırıyor ve çıldırtıyorsun. İşte bu yüzden saldırgan oluyorum” gibi sözler sarf edilir. Bazen de işi yokuşa süren ifadeler kullanılır. “Şimdi çaba gösteriyorsun ama artık çok geç. Bunları beş yıl önce yapmalıydın!” Bu derin fay hatlarını alabildiğince uzatabiliriz.
Çiftler arasındaki bu gerilim ortamına kadar giden tartışmaların yaşanmasında ana neden olarak iletişim hataları başı çekiyor. İlişkide öfke hâli; ya saldırma, ya da uzaklaşma ve sessiz kalma olarak kendini gösterir. Böylelikle tepkiyi veren kişi de öfkelendiğinden ilişki daha iyiye gitmez. Peki o zaman evliliklerde doğru iletişim şekli nasıl olmalı? Çatışmalarda amaç anlaşılmak ve durumun daha iyiye gitmesi ise anlaşılmak ise, iletişim hatası yapmamak için en önemli şey, “Ben dili” ile konuşabilmektir. Ben dilinin en önemli özelliği durumla ilgili olması ve kişinin kendi duygularını ifade ettiği konuşma biçimidir. Başkalarıyla ilgili değerlendirme ve yorumlarımızı değil, kendi duygu ve yaşantılarımızı açıklamayı salık verir. Örneğin bizi karşıdakiyle konuşamaz, iletişim kuramaz hale getiren, yukarıda örneğini verdiğim, “sen beni incitmekten zevk alıyorsun” cümlesini sarf etmek yerine, “Senden bunları duymak beni çok incitiyor” demek, iletişim hatlarının açık kalmasına hizmet eder. Bu türden ifade şekli, karşı tarafı suçlamak yerine kendi duygumuzu karşı tarafa iletmeyi öne çıkarır. Böyle söylendiğinde bir genelleme yapılmamış, sadece durumu anlatan ve duyguların aktarıldığı bir ifade ile karşımızdakiyle konuşma çalışan bir kişiliğimiz olduğunu göstermiş oluruz. İşi yokuşa sürmek, yani “bunları beş yıl önce yapmalıydın” yerine “Beş yıldır yapmadığın bu davranışları bugün yapıyor olman beni çok mutlu ediyor” demek şüphesiz daha doğrudur. Karşıdakini kaybetmeyi değil kazanmayı amaçlayan bir ifade şeklini kullanmış oluruz.
Evlilikte eşimizle bir tartışma yaşarken, bir tartışmanın içinde istemeden de kendimizi bulmuşsak, kendimize sormamız gereken tek şey, “Ben ne istiyorum: Bu ilişki devam etsin mi istiyorum yoksa bitirmek mi?” Kendimize karşı samimiyetimiz, eşimize karşı da samimi olarak davranmamızı, ne istiyorsak, bu konuşmadan ne bekliyorsak, ona göre eşimize kendimizi en iyi şekilde ifade etmemizi, duygularımızı ve düşüncelerimizi iletmemizi gerektirir. Ne istediğimiz konusunda kendimize karşı samimi değilsek, tartışmanın nereye varacağını bilemeyeceğimiz gibi ortaya çıkan sonuçtan da kendimizi nedense sorumlu görmek istemeyiz. Oysa, tartışma tek kişi olarak yapılmak, iki kişi arasında geçer. Sonuçtan iki kişi de sorumlu olur.
Şayet karşıdaki kişi bir şekilde hiç yapmadığı ya da uzun zamandır yapmadığı iyi bir şeyi yapıyorsa duralım düşünelim. Bu ilişkiyi bitirmek istiyorsak “bunun kıymeti yok” diyebiliriz. O zaman zaten sorun yoktur. Anlamaya, anlaşmaya niyetimiz olmadığı için ilişkinin de bitmesi bizi üzmeyecektir. Eşinizin de anlaşmaya niyeti yoksa, sizin verdiğiniz olumsuz cevabı size karşı hemen bir silah gibi kullanmak isteyecektir. “Bak işte bunun için yapmıyordum” cevabını hemen yapıştıracaktır. Böylece birlikte çözümsüzlüğe gitmiş olacaksınız. Ancak amacımız ilişkiyi daha iyi bir noktaya getirmek ise bundan ne kadar mutlu olduğumuzu anlatmak, karşı tarafta aynı iyi şeyleri tekrarlama arzusu yaratır.
Bu yazılanlar birer sosyolojik gerçekler olmasına rağmen, insanın bulunduğu çevre ve zamana bağlı olarak değişkenlik gösterebilir. Evlilik fedakârlık ister, bununda en önemli anahtarı bence sabırlı olmak ve iletişimde hiçbir zaman seviyeyi düşürmeden karşılıklı saygıyı koruyabilmektir. Saygının olduğu yerde zaten sevgi denen şey de hiç eksik olmayacak, zaman zaman aşk filizleri bile verebilecektir.