Site İçi Arama

kultur-sanat

Fenerbahçe Neden Büyük?

Fenerbahçe neden daha büyüktür? Bunu anlayabilmek, takdir edebilmek için her şeyden önce geçmişten geleceğe bir yolculuk yapmanın en doğru hareket tarzı olduğuna inanıyorum.

Galatasaray tribünlerine yıllardır şaşarım. Ve ne yapmak istediklerini de pek anladığımı söyleyemem. Galatasaray, cumhuriyet döneminin yani yakın tarih spor hayatımızın en büyük futbol başarılarına ulaşmış kulübüdür. Avrupa ve Süper Kupa Şampiyonluk kupaları, bu kulübün müzesinde durmaktadır. Bunlar sevsen de sevmesen de futbol tarihimizin yadsınamaz gerçekleridir. Bu başarıya şu ana kadar başka bir kulübümüz ulaşamamıştır.

Bununla birlikte Galatasaraylıların genelinde bir Fenerbahçe kompleksinin bulunduğuna, bunun bitmez tükenmez bir hastalık halini aldığına inanıyorum. Başka bir futbol kulübüyle maç yaparlar hiç alakası yokken Fenerbahçe’ye küfrederler. Örneğin, takımın teknik direktörü şampiyonluk kutlamasında Fenerbahçe’ye ağza alınmayacak galiz küfreder. Takımları galip duruma geçer geçmez, Fener'e koro halinde kötü sözler sarfederler. Nedense bu Fener akıllarından hiç çıkmaz, belki de çıkamaz. Nedir bu kompleksin sebebi, anlamakta güçlük çekiyorum. Ama mutlaka bunun bir sebebi olduğunu düşündüğümden, konunun derinliğine incelenmesine ve bu tarihsel sürecin nedenlerine, niçinlerine kendimce yanıtlar bulmaya da çalışırım. Bu yazıyı yazarken de birden çok kez etraflıca ve olabildiğince yalın bir şekilde konuyu değerlendirme gayretinde olduğumu söylemek isterim.

Her şeyden önce ‘sövmek’ bir kulübü büyütmüyor, esasında sadece küçültüyor. Fenerbahçe neden daha büyüktür? Bunu anlayabilmek, takdir edebilmek için her şeyden önce geçmişten geleceğe bir yolculuk yapmanın en doğru hareket tarzı olduğuna inanıyorum. Bizi bu güne getiren geçmişin yaşanmışlıklarını bilmezsek, buradan doğru çıkarımlar çıkaramayacağımızı gayet iyi biliyorum. İnsanların genleri vardır. Bu genler ebeveynlerden çocuklara geçer. Camiaların da, futbol takımlarının da insan faktörüne dayalı olduğu düşünülürse, onların da genleri vardır demek çok da yanlış olmaz. Dikkat edilmesi gereken gerçeklik ise zamanın ruhunu yakalamak ve anlamaktır. Geçmiş dönemler incelenirken zamanın şartlarını ve psikolojisini iyi bilmeyi, anlamayı gerektirir. Örneğin 50 sene evvelin Türkiye’sini yorumlarken bugünün kriterlerinden yola çıkmak büyük yanılgılara yol açacaktır. Hepinizin bildiği üzere Galatasaray 1905 senesinde, Fenerbahçe de 1907 senesinde kurulmuş iki kulüptür. Dönem Osmanlı İmparatorluğu'nun son seneleridir. İstibdat rejimleri ve savaşlar arasında futbol insanlar için çok da kitlesel olmayan yeni bir eğlence aracı olarak Türk toplumunda ortaya çıkmıştır. Mantıklı bakılacak olursa, o yıllarda ve o günün şartlarında herhangi bir futbol hatta spor kulübünün kitlesel desteği bulabilmesi için kulübün olgunlaşması ve istikrarlı başarılar kazanması yani en az 20-25 senelik bir sürecin geçmesi gerekirdi. Ama o zamanın şartlarında siz buna tarihin cilvesi ya da başka bir şey deyin bu şans Fenerbahçe’ye gülmüştü. Biz Fenerbahçelilerin sıkça gündeme getirdiği, başta Galatasaraylılar olmak üzere diğer takım taraftarlarının alayla yaklaştığı meşhur İstanbul'un işgali, Kurtuluş Savaşı, General Harrington Kupası günleridir.

Dönemin şartlarını anlamak gerek demiştik. O yılların Türkiye'sini düşünün. Futbol denen bir oyun hızla yaygınlaşıyor. Henüz bu oyunla ilgili ortada bir Milli Takım yok. Dünyanın sembolik anlamı en kuvvetli şehirlerinden İstanbul işgal edilmiş ve bir Türk futbol takımı bildiği tek silahla, futbolla düşmana meydan okuyor. Ve yaptığı yirmiye yakın maçın hemen hepsini kazanırken, şehrin ve dolayısıyla ülkenin maneviyatını bozmaya yönelik bu spor faaliyetindeki muhtemel hezimetleri zafere dönüştürüyor. General Harrington Kupası ile bu moral ve motivasyon zirveye ulaşıyor. Gene o dönemi, insanların psikolojisini hatırlayın. Şampiyonlar Ligi, UEFA kupası, Avrupa Kupaları gibi kavramlar yok. Rakip olan her gavur, takımına karşı alınacak galibiyet savaş meydanında elde edilen zaferler kadar kıymetli ve ses getirici. Bu açıdan Fenerbahçe elde ettiği başarılar ile bir anlamda olmayan Milli Takım boşluğunu dolduruyor ve Türkiye’nin ilk kitlesel sevgiye ve desteğe ulaşan takımı oluyor. Bu gönül bağlama Fenerbahçe'nin her zaman en çok taraftara sahip olan takımı olma gerçeğinin en sağlam temeli haline geliyor.

Daha sonra Kurtuluş Savaşı sırasında Fenerbahçe Futbol Takımının verdiği şehitler ve kulüp binasının Anadolu ya silah sevkiyatı noktalarından biri olarak kullanılması, Galatasaray ve Beşiktaş gibi kulüplerimizin de benzer fedakarlıklarına rağmen Fenerbahçe ye olan ulusal sevgiye Anadolu’yu da katıyordu. Genç Cumhuriyetin kurucusu olacak Mustafa Kemal'in kulübe ziyareti de bu manada büyük önem kazanıyor, bir anlamda ülkenin en kudretli insanı Fenerbahçe’yi resmen tanıyordu. Ve Türk insanının genleri yeni bir mirasın taşımacılığına başlıyordu. Bunun adı  Fenerbahçe sevgisi idi. Türk Futbolu 'nun bu ilk dönemlerinde Fenerbahçe cephesinde bunlar olurken, tertiplenmeye başlanmış olan istanbul merkezli turnuvalar ilk şampiyonlarını yaratırken Fenerbahçe, Galatasaray, Beşiktaş arasında ezeli rekabetin ilk tohumlarını da atıyorlardı.

Bu noktada üç kulüp kısa süre içerisinde diğerlerinden sıyrılmayı  başarıyor ve yukarıda bahsedilen sebeplerle Fenerbahçe bu takımların en sevileni olarak öne çıkıyor. 1930’lu yıllara gelinmiştir. Yani kitlesel bir hareketi tetikleyemeyen takımların topladıkları kupalarla taraftar bulmaya başlayacakları döneme, yani kulübün olgunlaşma dönemine. İşte tam bu dönemlerde Galatasaray 1930-1948 arasını kapsayacak 18 yıllık bir suskunluğa bürünür. Bu kayıp seneler taraftarlık manasında o derece durağanlık yaratır ki sarı-kırmızılılar için, efsanevi kaptanları Turgay Şeren bile o dönem ve takip eden yılları aynen rahmetli İslam Çupi'nin belirttiği gibi o zamanki ismi İnönü’de iki direk arasına sığınılan seneler olarak ifade eder.

Seneler geçmekte ve üç kulüp büyümektedir. Ancak Fenerbahçe çok ilerilerdedir. İşgal günlerinde başlayan desteğe karşılığı hep kazanılan birinciliklerle veren Fenerbahçe bir anlamda iktidar ve kudretin spordaki simgesi oluyor, hatta politik kuvvet denemeleri artık Fenerbahçe üzerinde verilir oluyordu. Bu duruma yönelik olarak bu konuya çalıştığımda şöyle bir anekdotla karşılaştım. Altınordu takımının Fenerbahçe den aldığı altı futbolcu, sırf Fenerbahçe’yi zayıflatmak için siyasi destekli bir hareketti. Esasen politik ve askerî gücün simgelenmesinin ifadesi oluyordu bu hareket. Ancak Fenerbahçe bu düşüncedekilere de derslerini sahada aldığı başarılarla vererek gene gönülleri fethediyordu. Fenerbahçe'de bu gelişmeler ve sportif başarılar kazanıyorken, G.Saray bir türlü içe kapalı, lisenin ve özel bir grubun takımı olmaktan kurtulamıyordu aynen şimdiki gibi. Fenerbahçe halkın takımı olurken Galatasaray Avrupa sempatizanı monşer ve misyoner görüntüsünde kalmaya devam ediyordu.

1950’li seneler böylece geçiliyor ve profesyonel 1. Lig dönemi başlıyordu. Üç büyüklerin rekabeti artık iyice şiddetlenmiş yeni kurulan lige taşmıştı. Ancak bu yeni ligde de Galatasaray'ın başına ikinci felaket geliyor ve bu kez de 13 senelik bir bekleme dönemine giriliyordu. Şimdi Fenerbahçe ile alay edenler o günleri unutmasın, yeni yetmelerse daha büyüklerine sorup öğrensinler. Kitlelere mal olma anlamında 1930-48 krizinin etkilerini ancak aşmaya başlayan kulüp ikinci bir başarısızlık dönemine giriyor ancak Fenerbahçe kurulduğu günden beri sürdürdüğü aralıklarla kupa toplama geleneğini devam ettiriyordu.

80’lerde ilk sinyallerini veren, 90’lı yıllarda tavan yapan Fenerbahçe’nin kara, Galatasaray'ın altın dönemi, medyanın ve bilgisayar çağının zirve yaptığı bir dönemde yaşanması sebebiyle olumlu ve olumsuz etkilerini misliyle artırmıştır. Bu dönem Galatasaray için inanılmaz bir reklam Fenerbahçe için de bir o kadar olumsuz etkiler yaratmıştır. Sonuçta 4 sene üst-üste şampiyon olan ve UEFA Kupasını müzesine taşıyan Galatasaray, hele ki sonuncusunu Fenerbahçe’nin Pendik'e elendiği sene yaşamasına rağmen bir türlü Fener'in yarattığı toplumsal etkiyi yapamamış, bilakis Fenerbahçe'nin son şampiyonluğunun adeta toplumsal bir histeriye dönüşmesini inanmaz gözlerle seyretmek zorunda kalmıştır.

2001 yılında kazanılan şampiyonluktan bahsediyorum. İşte yazımın başında belirttiğim çok kuvvetli tarihsel temel, babadan çocuğa geçen genler, olumlu olumsuz tüm psikolojiyi sonraki nesillere taşımıştır. 13 sene şampiyonluk görmemiş ve Fenerlilerce horlanmış bir adamın geç yaşlarında gelen büyük zaferleri üzerinde çok doğal ve kontrolsüz bir zincirinden boşanma etkisi yaratmakta, bu his babadan oğula-kıza toruna geçmektedir.

UEFA kupası meclise taşınmış, her tartışmaya biz Avrupa şampiyonuyuz diye girilmiştir. Ancak genler babadan oğula doğru geçmeye sinsice devam etmiştir. Aynı olayın ters etkisi Fenerlilerde de yaşanmış, daimi başarılara alışkın babalar, gerçek efendinin kim olduğunu iyi bilmenin vakarı içerisinde yaşanan zor günleri atlatılacak kısa süreli buhranlar olarak görüp bu maneviyatı bilerek ya da bilmeyerek evlatlarına vermişlerdir. Toparlamam gerekirse, Fenerbahçe Cumhuriyeti Fenerbahçe devlet içinde devlettir. Her Türk Fenerbahçeli doğar gibi kavramlar eğer bu ülkede atasözü haline gelmişse bu boşuna değildir. Galatasaray gibi Avrupa hayranı-taklitçisi zihniyetler İsviçre takımlarından cim bom kelimelerini abartıp aslan gibi Türkiye de görülmedik hayvanları sembol olarak seçerken, Fenerli gibi son derece yalın bir tanımlamaya ve kanarya gibi hemen yanı başında olabilecek mütevaziliğe sahip sarı-lacivert camia Türk insanının ilk göz ağrısı ve bir halk hareketi olduğunu 2001 senesi sonundaki şampiyonluk kutlamalarında göstermiştir.

Kimi bilgi yoksunları bunu ekonomik krize bağlasalar da, tek gerçek Fenerbahçe'nin 1907’den beri kesintisiz en büyüklük tahtında oturmasıdır. Eline geçirdiği tarihi fırsatta bile Fenerbahçe'nin önünde gündem olamayan Galatasaray, Fenerbahçe'nin sazı tekrar eline aldığını fark etmiş ve efsanenin henüz sadece ayak seslerini duyduklarını idrak etmiştir. Darısı fark etmemiş olanların başına. Bu vesile ile son olağan kurul seçimlerinde yeniden başkan seçilen Ali Koç ve ekibine başarılar diliyorum.

Araştırmacı Yazar Mustafa Orhan ACU
Araştırmacı Yazar Mustafa Orhan ACU
Tüm Makaleler

  • 10.06.2024
  • Süre : 6 dk
  • 1397 kez okundu

Google Ads