Gerçekler, Hayaller, Belki Biraz da Abartılar
Farklı kültürler de olsa, farklı coğrafyalarda da yaşamış olsa, sonuçta benzer olaylar ile karşılaşmış insanoğlu. Belki de o yüzden hikayeler birbiri ile oldukça benzeşiyor, olamaz mı? Ancak tüm bu efsanelerde biraz da insanoğlunun ölümden sonra ne olacağı konusundaki korkuları ve bilinmeze karşı kendince, aklı yettiğince bir açıklama bulma ihtiyacı da büyük rol oynuyor muhtemelen. Evet, hepimiz ölümden sonra yaşamın devam etmesi gerektiğine inanmak istiyoruz. Yoksa bu dünyada yaşamanın ne anlamı olabilir ki, değil mi?
"Hadi oradan uyduruyorsun! Olur mu öyle şey oğlum.
Vallahi gördüm diyorum.
Vallahi karıncalar basketbol oynuyorlardı! "
Bu üniversitede Timuçin ile sohbetlerimizden bir parça.
Timuçin sonra karıncaların basket topunu nasıl tuttuklarından tutun, potaya nasıl attıklarına, bunu yaparken nasıl birbirlerine fakı attıklarına, skor tabelası bile olduğuna kadar, olan biten her şeyi gayet samimi ve gerçekmiş gibi oldukça ayrıntılı bir şekilde anlatırdı.
Hem de yemin billah ederek.
Biz dalga geçmek için seyircileri de var mıydı diye sorunca da tabii derdi, seyircilerin de olduğunu, şaka yapmadığı, gördüğünün resmen bir maç olduğunu söyler dururdu.
Seyircisiz maç olur mu oğlum diye de bir de üste çıkardı.
O günlerde dalgamızı geçiyorduk tabii, ama şimdi düşünüyorum da, biz genellikle üniversitede baharda ya da yaza doğru boş derslerde gider çimlerde otururduk. Resmen serilirdik çimlere.
Eğer Timuçin de bir gün böyle bir ders arasında birbirine yakın iki karınca yuvası arasında karıncaların nasıl yuvalara bir şeyler taşıdıklarını seyretmişse, buna biraz da kendi içsel hayal dünyasından bir şeyler katarak bize hikâye olarak anlatmış olabilir aslında.
Hatta biz onla dalga geçerdik ama, arada sırada anlat ya Timuçin, şu karıncalar nasıl basketbol oynuyorlardı diye tekrar tekrar anlatmasını isterdik. O da her seferinde aynı heyecan ile anlatırdı.
Belki de bizim tepkimizi gördükçe o bizimle dalga geçiyordu.
Olamaz mı? Evet, büyük ihtimal o bizimle dalgasını geçiyordu.
Gerçi inandırmak için gerçekten yemin billah ederdi. Sanki kendisi gerçekten karıncaların basket oynadıklarına inanıyordu kalbinden.
***
Kimilerinin sürekli hayal kurmak gibi bir alışkanlıkları vardır.
Hayal kurmak kötü bir şey değil tabii ki bu arada. Hatta gerçekler hayallerle başlar.
Ancak belki de hepimizde bir şeyleri biraz abartılı anlatma alışkanlığı vardır.
Hayal kurmakla abartmak farklı şeyler tabii ki.
En azından bir şeyler anlatırken biraz süsleyip püsleyip anlattığına emin olduğum kişiler tanıyorum ben.
Bu gibi kişilere "hoş sohbet insandır" dediğimiz de oluyor aslında.
Yani sohbet esnasında sohbeti biraz süslemekte bence de hiçbir mahzur yok.
Hele konuştuğunuz konu eften püften bir konuysa, bırak anlatsın. Vakit geçiyor işte.
***
Ancak bugün direkt hayaller ya da hayalperestlik üzerine bir yazı yazmayı düşünmüyorum.
Hayallerle ilgili yazılar yazmayı da seviyorum da, gelin bugün o hayallerin yanına biraz da bilinmezi, belki de biraz korkularımızı katalım, yazıya öyle devam edelim.
"Başlangıçta sadece düzensizlik vardı ve bu düzensizliğin tam ortasında tek başına olan tanrı sadece uyuyordu.
Ancak bir süre sonra kendisini yalnız hissetti ve bu topraklar üzerinde birlikte yaşayabileceği insanlar yaratmaya karar verdi. Biraz kil alarak onu yoğurup ilk insanlar haline getirdi. "
***
Sahi, Âdem ile Havva'yı Allah niye yaratmıştı?
Sırf kullarım olsun diye değil herhalde. Sosyal deney yapmaya da niyeti yoktu muhtemelen.
Bakalım elmayı koparacaklar mı?
Bakalım günah işleyecekler mi?
Ne dersiniz? Allah bizi niye yaratmış olabilir?
***
Ben gerçekten bilmiyorum Allah bizi niye yaratmış!
Ama okuduklarıma göre önce Ademi yaratmış. Sonra da Âdem yalnız kalmasın diye Adem'in kaburga kemiğinden de Havva'yı yaratmıştı, değil mi? Âdem yalnız kalmasın, Havva arkadaşlık etsin ona.
Cennete koymuştu onları bildiğim kadarıyla.
Ne güzel işte, ye iç yat, her şey bedava. Parasını isteyen de yok!
Yanına da canın sıkılmasın diye Havva'yı da vermişler, Allah için Havva güzel hatunmuş!
Daha ne istiyorsun be adam!
Ama Havva yasak elmayı kopartıp verince Adem'e, Adem'in gırtlağına takılmış o elma ısırığı!
O yüzden kimilerinin gırtlağında yutkundukça aşağı yukarı oynayan o çıkıntı olur! Âdem elması diyorlar İngilizler.
Eee, bende yok, o zaman ben Âdem ve Havva'dan gelmiyor muyum?
Bırak şimdi biz nereden nasıl geldik konularını. Oralara girersek derin konular onlar.
Neyse, konu senin benim Âdem ve Havva'dan nasıl ürediğimiz değil şu anda.
Kısacası sonra da yaptıkları bu densizlik yüzünden cennetten kovulmuşlar işte, hikâye böyle değil miydi?
İncir yaprakları falan da var gerçi hikâyede, ama konumuz incir değil şimdi.
Zaten bunlar belki de incir çekirdeğini bile doldurmayacak şeyler ya, yine de kutsal dini kitaplarda yazılanlar bunlar.
***
Yukarıdaki paragraflardan "tanrı biraz kil alarak yoğurup ilk insanlar haline getirdi" diye biten kısım Çin mitolojisinden insanlığın yaratılış hikayesi!
Devamındaki Âdem ile Havva üzerine olan kısım ise hepimizin bildiği İbrahimi dinler dediğimiz Ortadoğu'da çıkmış tek tanrılı üç ana dinde geçen bilindik yaratılış hikayemiz. Her üç dinde de az biraz nüans farkları olsa da, üç aşağı beş yukarı hikaye aynı hikaye.
Aslında ne kadar birbirine benziyor hikayeler değil mi?
Yani Çin'deki yaradılış hikayesi ile Ortadoğu dinlerindeki yaradılış hikayelerinin benzerliğinden bahsediyorum.
Mesela her ikisinde de toprak kullanılmış insanoğlunun hamuru niyetine.
Biri Çin'de, dünyanın neredeyse diğer ucunda, kim bilir kaç bin yıl önceden kalma bir hikâye.
Diğeri de Ortadoğu'da, insanlığın, medeniyetin bilinen beşiğinde.
Kutsal dini kitaplarda geçen bu yaradılış hikayesinin kökleri belki de kaç binlerce yıl öncesine dayanıyordur.
Sonuçta Sümerlerden kalma kil tabletlerde bile benzer hikayeler var. Tufan hikayesi bile geçiyor kil tabletlerde.
***
İnsanoğlu galiba bazı doğa olaylarını çözemediğinde, ilahi bir güce, ya da başlarda ilahi güçlere demeliyiz belki de, mutlaka bir atıfta bulunma ihtiyacı duymuş.
Bunu tanrılar yapıyor!
Belki bu anlatımlarında biraz korkunun da etkisiyle, bazı eklentiler, bazı abartılar da yapmış olabilir.
Hatta bu eklentileri bilinçli olarak yaptığını söylemek de belki hatalı olur, birtakım halüsinasyonlar da görmüş olabilir o korkuyla karışık korkunç olayın yaşanma anında.
Kulaktan kulağa aktarılırken de hikâye birtakım değişikliklere uğramış olabilir.
Düşünsenize bir yıldırım düşüyor ve ağaç yanıp tutuşuyor! Bunu yapan güç ne olabilir? Koskoca ağaç yanıp kül oluyor, bu nasıl olabiliyor?
Sen uğraşsan koca ağaca bir şey yapamıyorsun, bir yıldırım ise göklerden gelip anında yakıp kül ediyor.
Tanrılar! Tanrıların gazabı!
Belki yanındaki kişi, bir tanıdığı mesela, dağda bayırda yürürken oldu da yıldırıma denk geldiyse, yıldırım çarptıysa, gözünün önünde kapkara oluveriyor!
Böyle, hiçbir anlam veremediğin bir olaya, bir de tanık olduğunu düşün! Çok korkunç bir olay sonuçta!
Bizde ödün bir şeyine karışır derler, aynen öyle olursun valla hiç bilmesen neyin nasıl olduğunu.
Sonuçta tarihi kollektif aklımızda ayrı ayrı kültürler içinde de yaşamış olsak, birçok ortak konunun hikayeleştirildiği görülüyor. Birçok şeyi benzer şekilde efsaneleştirmişiz.
Yaradılıştan, Nuh tufanına, çok başlı tanrılardan, bol doğurgan iri yarı memeli tanrıçalara, birçok ortak mitolojik hikâye türetmiş insanoğlu.
Burada hikâye derken konuyu küçümsediğim için öyle demiyorum. Gerçekten birçoğu dilden dile aktarılırken, nasıl söyleyeyim, biraz süslenmiş, az biraz efsaneleştirilmiş muhtemelen.
Bunun bir sebebi olmalı tabii ki.
Farklı kültürler de olsa, farklı coğrafyalarda da yaşamış olsa, sonuçta benzer olaylar ile karşılaşmış insanoğlu.
Belki de o yüzden hikayeler birbiri ile oldukça benzeşiyor, olamaz mı?
Ancak tüm bu efsanelerde biraz da insanoğlunun ölümden sonra ne olacağı konusundaki korkuları ve bilinmeze karşı kendince, aklı yettiğince bir açıklama bulma ihtiyacı da büyük rol oynuyor muhtemelen.
Evet, hepimiz ölümden sonra yaşamın devam etmesi gerektiğine inanmak istiyoruz. Yoksa bu dünyada yaşamanın ne anlamı olabilir ki, değil mi?
***
Büyük tufan kesinlikle oldu! O yüzden tüm kültürlerde tufan efsanesi mevcut!
Evet hem de birçok kez tufan oldu, büyüğü de oldu, küçüğü de. Bugün de oluyor! Olmaya devam ediyor!
Hatta dünyaya bu kadar kötü davranmaya devam edersek çok daha kötüleri de yakın zamanlarda olacak bence.
Cennet de var!
Tabii ki var, şöyle etrafımıza bakacak olursak aslında cennette yaşıyoruz da denebilir. Keşke bu cennet dünyaya çok daha iyi davransak. Hiç olmazsa bu kadar kirletmesek!
Âdem ile Havva da var oldular!
Olmadığını iddia edemem ki!
Tabii ki her şeyin bir başlangıcı oldu.
Ancak o başlangıç tanrının canı sıkıldığı için mi oldu, yoksa bilim dünyasında öngörüldüğü gibi büyük patlamayla mı oldu, inanın ben doğrusunu bilmiyorum. Öncelikle bunu bilebilecek donanıma sahip değilim, hem de artık geçmiş zamanda olmuş ne olmuşsa, zamanı geri döndürüp bakabilmek de mümkün değil.
Geçmiş zamanda olmuş bir olayı, biraz önce yazdım, direk tanığı olsa bile insanoğlu bu, biraz ballandıra ballandıra anlatmasını seviyor.
Belki de gerçekten olayın şoku ile o an öyle olduğunu zannediyor.
O yüzden neyin doğru, neyin yanlış olduğunu, hele de bu kadar binlerce yıl öncesinde olmuşsa olaylar, bilebilmek mümkün mü?
Ama sen neye inanıyorsun?
Âdem ile Havva'ya mı, yoksa büyük patlamaya ve evrime mi?
Benim neye inandığımın ne önemi var ki? Herkesin inanç dünyası kendisine.
Bir şekilde var olmuşuz işte, şimdi ne yapacağız, gelin ona bakalım birlikte.
Kutsal kitaplarda yazıyor ya ne yapacağımız!
Tamam da herkes kutsal kitaplara harfiyen uyuyor mu?
Hem birbirinin benzeri olsalar da İbrahimi dinlerde birbiri ile çelişen şeyler yok mu?
En azından Hıristiyanlara göre şarap içmek serbest, Müslümanlara göre ise damlası ile cehennemlik oluyorsun.
Bir sürü böyle çelişkili konu bulunur karşılaştırma yapılsa dinler arasında.
Onların kitapları sonradan insanlar tarafından yazılmış!
O da doğru ya, kim bilir kim ne düşünmüş de yazmış onca kutsal kitabı!
***
Ben tüm insanların inanç dünyasına saygılıyım. Kim neye inanırsa inansın.
* Evet, özünde her üç din de iyi bir insan olmayı tavsiye ediyor.
* Her üç dinin de günah işlersen günahlarının bedelini ahirette ödersin diye bir mantığı var.
Bence iyi bir insan olmak hepsinden önemlisi. Sen ben iyi insan olursak, dünya da iyi bir yer olur!
Gerçi Hristiyanlıkta günah çıkartma diye bir müessese de var, vicdanlarını rahatlatmak için insanlar günahlarını papaza anlatınca, papaz günahları siliyor bir anlamda Hristiyanlık inanışına göre.
Ondan sonra da sır diye sakladığın şey ortalığa yayılıveriyor belki de.
Düşünsenize, dedikoducu bir papazmış mesela kilisenin papazı.
Müslümanlıkta da aslında benzer bir şey var, tövbe edeceksin.
Bir tek farkı Müslümanlıkta senin ile Allah arasında hoca, şeyh ya da benzeri bir aracı yok! Tövbeni sen kendi başına yapıyorsun. Allah affeder mi, orasını da bilmiyorsun. Kul hakkı ise yediğin affetmeyeceği kesin!
Halbuki Hıristiyan papaz temizleyiveriyor günahları.
Hangisi doğru?
Bana soruyorsanız inanın bilmiyorum. Onca insan Hristiyan olarak doğuyor ve Hristiyan olarak ölüyor. Herhalde hepsi ne olursa olsun cehennemlik değiller.
***
Günah işlemeyenimiz mi var aslında, hepimiz bir şekilde günahkârız. Belki bilmeden bile günah işlediğimiz oluyordur.
"Var mı dünyada günah işlemeyen!
Kim senin yasanı çiğnemedi ki söyle,
Günahsız bir ömrün tadı ne ki söyle,
Yaptığım kötülüğü kötülükle ödetirsen sen,
Sen ile ben arasında ne fark kalır ki söyle."
Ömer Hayyam'dan dizeler bunlar.
"Zenginler fakirlere, tanrıdan başka hiçbir şey bırakmadı."
Bunu da Friedrich Nietzsche söylemiş.
Bugün de burada keselim isterseniz, daha derine girersek çıkamayacağız muhtemelen.
Hayallerle kalın, biraz hayalperestlikte hiçbir zarar yoktur. Abartmayın yeter.
Moskova'dan herkese sevgi ve saygılarımla