Site İçi Arama

kultur-sanat

Halil İbrahim Sofrası

Masadaki hiç kimse başka bir grubun kendi arasında kendi dilinde konuşmasından rahatsız olmuyor, ancak sıra artık bir şey beyan etmeye gelince, toplantının bir ortak dili oluyor ve tutanaklar da o dilde hazırlanarak herkes toplantı sonunda hazırlanmış olan tutanağı imzalıyor.

İşverenle sözleşme görüşmelerindeyiz.

Yer Rusya'nın herhangi bir şehri, önemli değil tam olarak neresi olduğu!

İşveren temsilcisi olarak inşaat dairesi başı ve etrafında bizim projenin detaylarını bilen inşaat sorumlusu uzman, sözleşme departmanından bir uzman, muhasebe detayları için bir uzman, bir hukukçu, bir de işin maliyetini hesaplamış bir hesap uzmanı oturuyor.

Bizim tarafta ise şirket müdürümüz, ben proje müdürü olarak, tercümanımız ve bir de bizim hukukçumuz yan yana oturuyoruz.

Sözleşmenin detaylarını tartışıyoruz.

Madde madde ilerliyoruz sözleşme maddeleri üzerinde.

Önden onlar kendi redaksiyonlarını göndermişler, biz de üzerinde çalışarak itiraz ettiğimiz maddelere kendi redaksiyonlarımızı yazmışız.

Madde madde itiraz ettiğimiz maddeler tablo halinde toparlanmış ve herkesin önünde bu kırmızılı karşılaştırma tablosu var.

Onlar bizim itiraz ettiğimiz bir madde üzerine kendi görüşlerini ve yorumlarını söylüyorlar, o maddede nasıl bir esneme yapabileceklerini sebepleri ile bize açıklıyorlar, biz ise neye niçin itiraz ettiğimizi anlatıyoruz.

Epey hararetli bir tartışma oluyor. Kimi maddelerde hiç taviz veremeyeceklerini söylüyorlar, kimilerinde ise daha anlayışlı oluyorlar.

Toplantının dili Rusça. Ancak arada biz kendi aramızda şirket müdürümüzle Türkçe olarak işverenin yaptığı öneriler üzerine değerlendirme yapıyoruz. Daha sonra da ya tercümanımıza şöyle söyle diyoruz ya da bazen ben, bazen hukukçumuz direk Rusça olarak madde üzerindeki bizim yeni önerimizi söylüyoruz. Bu şekilde ilerliyoruz.

Şirket müdürümüzün Rusçası çok iyi değil, o yüzden o Rusça olarak bir şey söylemiyor.

Bunu bildikleri için izin isteyerek aramızda bir tartışalım diyerek bazen kimi maddeler için biraz vakit istiyoruz. Sonra da aramızda Türkçe konuyu tartışıyoruz.

Şirket müdürümüzün söylediklerini genellikle tercüman işveren için direkt Rusçaya çeviriyor. İşverenin söylediklerini de Türkçeye çeviriyor.

Bu yüzden toplantı oldukça uzun sürüyor.

Konu teknik konu olduğu için tercüman bazen yanlış tercüme de yapabiliyor. Böyle durumlarda ben araya girip düzeltiyorum. Maalesef Rusya'da her zaman inşaat konularında tecrübeli bir tercüman bulmak kolay değil. O yüzden mecburen her çevirdiği cümleyi çok dikkatli takip etmek zorunda kalıyorum. Konu ciddi çünkü.

Saatlerce sürüyor bu şekilde toplantı.

Benzer toplantıları masada İngiliz proje paydaşları olduğunda da yaptığımız oluyor. Bir yandan İngilizce, bir yandan Rusça, bir yandan Türkçe. Bazen toplantılar çok dilli olarak ilerliyor.

Masadaki hiç kimse başka bir grubun kendi arasında kendi dilinde konuşmasından rahatsız olmuyor, ancak sıra artık bir şey beyan etmeye gelince, toplantının bir ortak dili oluyor ve tutanaklar da o dilde hazırlanarak herkes toplantı sonunda hazırlanmış olan tutanağı imzalıyor.

Bunları niye anlattım?

Bugün sayın Kılıçdaroğlu, sayın Mithat Sancar ve sayın Pervin Buldan ile mecliste görüştü ve ardından yaptıkları basın açıklamasında söylediklerinden biri de meclisteki tutanaklarda Kürtçe bir söz söylendiğinde bu sözlerin tutanaklara bilinmeyen dil diye aktarıldığından, İngilizce bir şey söylendiğinde ise söylenenlerin parantez içinde aynen yazılarak yanına İngilizce diye not düşüldüğünden bahsetti. Sayın Kılıçdaroğlu bunun yanlış bir uygulama olduğundan bahsetti.

Tümüyle katılıyorum!

Meclis tutanakları bizim toplantı tutanaklarımız gibi değil. Mecliste söylenen her şeyi kayıt altına alan steno (kodlu olarak hızlı yazı) yöntemi ile yazan özel görevliler var.

Bizde ise toplantı tutanakları alınan kararlar esasında tutulur. Toplantı esnasında ne konuşursanız konuşun, hangi dilde konuşursanız konuşun, sonuçta tutanağa aktarılmasına karar verilen kararlar neyse, o kararların tutanağı olur. Toplantıda kimin hangi dilde konuştuğun bir önemi yoktur. Önemli olan seçili ortak dilde iletişim kurabilmektir.

Bazen kimi toplantılarda bazı işverenler toplantı esnasında farklı bir dilde konuşulmasından rahatsız olurlar.

Böyle bir durumda, konu uluslararası projeler olduğu için, ihtiyaç olursa kısa bir süre için izin istenir ve toplantıdan ayrılıp dışarıda kendi aramızda Türkçe konuyu tartışırız, daha sonra tekrar toplantıya dönerek toplantıya kaldığımız yerden devam ederiz.

Yani bu da standart bir uygulamadır.

İnsanların kendi dillerinde kendi aralarında konuşabilmeleri bir insan hakkıdır.

Ülkemizde maalesef bu konular bir zamanlar gerçekten çok yanlış uygulamalara maruz kalmıştır.

Halbuki tarihimizde biz bir imparatorluktuk ve imparatorluklarda çok fazla farklı dilde konuşan topluluk olur.

Normalde alışkın olmamız beklenir. Ama nedense bu konuda hiç de ecdadımızın hoşgörüsünü almamışız.

Bunca yıl Rusya'da yaşamanın pratik uygulamasıyla olacak, ben gerçekten insanların farklı dillerde konuşmalarından hiç de rahatsız olmuyorum.

Burada kendi aralarında bambaşka bir dilde konuşan o kadar çok topluluk var ki, her an her yerde böyle kendi arasında farklı bir dilde konuşan birilerine rastlanmanız mümkündür.

Tabii ki konu devlet işleri olduğunda resmi evrakların belli bir dile olması esas olmalı. Resmi dairelerde konuşma diliniz de mecburen Rusça oluyor. Bu anlaşılır bir durum.

Bu bahsettiğim resmi dil Rusya'da her yerde Rusça, Türkiye'de ise doğal olarak her yerde Türkçedir.

Devletimizin adı Türkiye ve resmi dili de Türkçedir. Bunu herkesin bu şekilde hazımsaması gerekir.

Atatürk'ün dediği gibi, her Türk vatandaşı için geçerli olan tek görüş "Ne mutlu Türküm diyene!" olmalıdır. Bizim ortak vatandaşlık duygumuz budur.

Bu dediğim öyle yabana atılır bir şey değildir.

Yurt dışında hiçbir ülke sen Kürt’sün, sen Laz’sın, sen Çerkez'sin diye ayırmıyor bizi. Pasaportunu verdiğinde gümrük kapısında, oraya Türk vatandaşı diye yazıyor pasaport memuru.

Etnik olarak kimin dedesinin, kimin büyük annesinin kim olduğu belli mi? Binlerce yıldır karışmışız birbirimize, ben pek sevmem bu tabiri ama, klasik tabiriyle kız almışız kız vermişiz.

Sadece Kürt etnisitesi değil bahsettiğim. Biz Türkler bu topraklara geldiğimizde bu topraklar boş değildi herhalde. Birileri yaşıyorlardı buralarda.

Onlar ne oldu dersiniz?

Karıştık birbirimize oldu bitti.

Hepimiz aynı vatanın evlatlarıyız.

Şu dünyada Türkiye Cumhuriyeti olarak varlığımızı sürdürüyoruz ve ilelebet de sürdüreceğiz

Peki nedir öyleyse sorun?

Niye bunca yıl sürüyor bu tartışma?

Çünkü bence kimse bazı şeyleri hazımsamıyor.

Herkes adeta karnından konuşuyor ve gerçek düşüncelerini açıkça hiç kimse ortaya koymuyor.

Birileri kendince ayrı bir devlet kurma hayalleri içerisinde.

Bir başka taraf ise burası Türk toprağı, sadece etnik olarak Türk olanların yaşama hakkı var  bu ülkede diye düşünüyor.

Bence her iki görüşün de kendince yanlışları var.

Önce ayrı devlet kurma hayalleri içinde olanlara söyleyeyim sözümü.

Üzgünüm, bu hayaliniz sonsuza kadar mümkün olmayacak bir hayaldir. Çünkü eğer bunca zaman bu topraklarda ortak bir yaşamı özümseyememişseniz, size benim söyleyecek başka bir sözüm yok.

Ayrı devlet hayaliniz varsa olmaz bu isteğiniz!

Her şeyden önce ayrılık ne size bir fayda sağlar, ne de ortak geleceğimize bir faydası olur.

Tarihi dengelerle kurulmuş bu ülke, artık istesek de ayrılamayız birbirimizden.

Biz birbirimize mecburuz aslında.

Bunu sokun kafanıza.

Kurda kuşa yem ederler sizi, aynen şu anda yapmaya çalıştıkları gibi.

Sadece sömürülürsünüz!

Çünkü bu hayali pompalayanların amacı sizin iyiliğiniz değil, kendi emperyalist hevesleridir. Bunu zaten biliyorsunuz diye kabul ediyorum.

Diğer yandan da, burası sadece Türk toprağıdır diyenlere de iki laf edeyim.

Evet, burası Türk toprağıdır, öyle de kalacaktır. Bu topraklar üzerinde al bayrağımız her zaman dalgalanacaktır. Çünkü bu vatanın her karışı atalarımızın kanı ile sulanmıştır. Bu topraklar vatan olmuştur bize. Daha ötesi yoktur.

Ancak bu devletin kendini ayrı etnik kökten hisseden vatandaşları da vardır.

Ayrı bir dilde konuşan, ayrı bir inanca sahip, ayrı kültürü olan vatandaşlarımız vardır ve her zaman da olmuştur.

Hiçbirinin sizden benden bir farkları yoktur. Hepsi bu devletin ortak haklara sahip vatandaşlarıdır.

Hiç kimsenin konuştuğu dil yüzünden, farklı inancı yüzünden, senden farklı muameleye tabi tutulması mümkün değildir.

Bu insanları ötekileştirmeye kimsenin hakkı yoktur.

Bırakın isteyen istediği gibi yaşasın bu vatanda.

Yeter ki bizim ancak birlikte var olabileceğimizin bilincinde olsun herkes.

Yeter ki ortak gelecek hayalimiz olsun.

Yeter ki herkes için dengeli bir gelir dağılımı olsun ve herkese eşit fırsat imkanları sunulsun.

Eşit eğitim hakkı olsun herkesin, tüm haklarımız eşit olsun.

Evet, devletimizin dili Türkçe ve herkes bu dili bilmek zorundadır. Başka türlü iletişim içinde olmamızın çaresi yoktur.

Bu yüzden devletin görevi okullarda Türkçeyi herkese öğretmektir.

Ancak, isteyenin de bunun yanında kendi dilini okulunda okumaya hakkı vardır. Kendi arasında da herkesin istediği dilde konuşma hakkı vardır.

Ama birbirimizle iletişim kurmak istiyorsak, herkes mecbur, bir ortak dil ile anlaşacak.

Bu dil de Türkçe olmak zorunda.

Çünkü çoğunluğun anladığı ve bildiği dil, bu toprakların binlerce yıldır yoğrulduğu dil ve aslında artık herkesin içine işlemiş ortak Türk kültürü.

Bu topraklar üzerindeki mevcut kültürler ile Türk kültürü birleşmiş ve her kültür zenginliğimiz olmuş, bunca yıl birlikte yaşamış olmanın avantajı ile tüm kültürler bir şekilde birbiri içine girmiş, ortak bir Türk kültürü oluşmuş.

Bizim coğrafyamızdaki gibi kültür zenginliği hiçbir yerde yok!

O yüzden sayın Kılıçdaroğlu'nun mecliste herkesi barıştıracağım vaadi de bence sözün özünden çok daha derin anlamlar içeriyor ve çok değerli bir vaat.

Vakit birlik olma vaktidir, sofra Halil İbrahim sofrasıdır.

Herkes davetli!

Moskova'dan herkese sevgi ve saygılarımla

Araştırmacı Yazar Deniz BURSALIOĞLU
Araştırmacı Yazar Deniz BURSALIOĞLU
Tüm Makaleler

  • 21.03.2023
  • Süre : 6 dk
  • 1374 kez okundu

Google Ads