Hayat Güzeldir, Değerini Bilene Her Günü Bir Bayramdır
Yaşamların ziyan olmaması için bireyin kendisi kadar o bireyi biçimlendiren içinde yaşadığı toplum ve çevre denen olgunun da sağlıklı ve temiz olması gerekir. Yoksa, her geri kalmış toplum gibi, biz de, “balık mı hasta yoksa su mu kirli” ikilemini daha uzun yıllar çözemeyiz.
Nereden baktığın önemlidir:
Yaşadığımız dünyada, her şeyin bir çeşidi olduğu gibi, insanın da bin bir çeşidi var. Yazılarımda sizlere hayatın ta kendisini anlatmaya gayret gösteriyorum. Artık hayatımın son çeyreğinde olduğumu düşünüyorum. Daha fazlası olur mu, şüphesiz bilemiyorum. Ama daha önceleri sorgulamadığım, aklımın ucundan bile geçirmediğim yaşanmışlıkları ve bunlarla bağlantılı yaşanabilecekleri sorguluyorum şimdilerde. Bu sorgulamaların bir sonucu olarak kendimce doğru yanıtları bulduğumda mutlu oluyorum, bunları sizlerle paylaşınca daha çok mutlu oluyorum.
Yazdığım yazıların hepsi bu duygu yoğunluğumun kalemden kâğıda yansıması ve oradan da sizlerin gönüllerine ulaşması için gösterdiğim gayretten başka bir şey değildir. Yaşam denen olgu her birey tarafından farklı olarak tecrübe edilir, bunun farkındayım. Ancak yine de hepimizin benzer tecrübeleri yaşamakta olduğunu düşünüyorum. Yazılarımda bu nedenle hepimize hitap eden tecrübe birikimlerimi, kendi samimi duygularımla harmanlayıp, sıcak fırından çıkan bir taze ekmek gibi sizlerle paylaşıyorum. Beklemeden, bayatlamadan, sıcacık duygularımı sizlerin beğenisine sunuyorum.
Aslında ben sizim, siz de bensiniz. Yazılarımın çoğunu yaşadığımız hayata bırakılmış ortak imzalarımız olarak görüyorum. Güzel Türkçemizi kullanarak kendi, kendimle yarışıp, kendi menzilime ulaşmaya çalışıyorum. Bu yolculuğumun ürünlerini sizlere aktarıyorum.
Kısaca İnsanlar:
İnsanların bir kısmı yaşama sıkı sıkıya tutunuyor, yaşamı bir keşif ve varoluş olarak kabul ediyor. Diğer bir kısmı da hayatın tadını çıkaracak amaçlar belirliyor, kendi değerlerini oluşturuyor ve daha yüce bir yaşamayı hak etmiş biri olarak yaşadığı hayata anlam vererek coşkuyla ve tadını çıkararak yaşamaya çalışıyor, yaşamın her türlü zorluklarına ve sıkıntılarına rağmen.
Bazı insanlar ise iyi olmayı, fayda sağlamayı, barışa, doğruya ve insanlığa hizmet etmeyi önceliği olarak görüyor. Okumak yaşamın ta kendisidir sanki bu tür insanlar için. Sanatla, edebiyatla, tarihle ve felsefeyle yoğrulmaktan büyük keyif ve haz alıyorlar. Her türlü çirkinliklerine rağmen, dünyanın iyi taraflarını görmeye çalışıyorlar. Mutluluğun peşinden koşuyorlar, başarılı ve sağlıklı olmayı mutlu olmakla eşdeğer görüyorlar. Onlar için, ana hedef, üretmek ve paylaşmak, bundan keyif almaktır. Az bulunur bu tip insanlar, ama varlıklarından çok yokluklarında fark edilirler.
Bazı insanlar da bu dünyada sadece var olurlar; içgüdüleriyle yaşamaya çalışırlar. Bu tür kişilerin yaşamını biçimlendiren temel ihtiyaçlarıdır. Amaç ve hedef bütünlüğü günlüktür. Okumak, sanatın dallarıyla ilgilenmek, kendini keşfetmek, kendini aşmak gibi terimler onlara yabancıdır. Aslında bir o kadar da gereksiz görürler bu tür şeyleri. Kendilerini günlük, gelip-geçici şeylerle kandırmayı, düşük hazlar peşinden koşmayı severler. Gözlük bu olunca, diğer insanları da kendileri gibi görürler. Gücü olanı, cebinde parası olanı büyük görürler, ister istemez bu tür insanlara saygı gösterirler. Ama tersi durumda olan yoksul insanlara ise tepeden bakarlar, onları küçük görürler. Ufukları küçük olduğundan, bu fakir ama vakur insanların içlerindeki büyüklüğü göremezler.
Bazı insanlar ise, hırslı ve ihtiraslıdırlar, iyi eğitim almaya gayret gösterirler, yüksek hedeflere odaklanırlar. Hepsi iyi okumuş çocuklardır, plaza kültürü ve vahşi orman mantığında kendilerini var etmeye çalışırlar, ezilmemek için ezmek gerektiğini düşünürler hep! Varsa yoksa kendi öz çıkarlarıdır değer verdikleri tek şey.
Bu türden olanlar için “güçlü olmak” temel felsefedir. Ben merkezcidirler; biz olmak diye bir dertleri hiç yoktur, hep ‘ben’ derler, her şey benim olmalı derler. En iyiye sahip olmak dışında, diğer kazançları başarısızlık sayarlar. Azla yetinmezler. Edebiyat, siyaset, felsefe, tarih sadece duyduklarıdır; sanat ise piyasadan bir gün para eder diye topladıklarıdır. Para güçtür bunlar için, parasızlıksa güçsüzlüktür doğal olarak. Güç ve unvan sarhoşluğundan tanırsınız siz onları. Daha farklı çeşitleri de var biliyorsunuz, şimdilik bunları tanıyalım yeter.
Asıl konu ise, herkes bir şekilde hayata bağlanıyor, bağlanamayan ise vazgeçiyor zaten hayatı yaşamaktan. Vaz geçenlerin çoğu ise bu dünyanın çirkin yüzünü daha fazla çekemeyen asıl yaşaması gereken iyilik melekleri grubunu oluşturuyor.
Bilmeliyiz ki, insan ve insanlık onuru bir gün galip gelecek, en azından ben öyle umuyorum şu biçare gönlümde. Yaşamların ziyan olmaması için bireyin kendisi kadar o bireyi biçimlendiren içinde yaşadığı toplum ve çevre denen olgunun da sağlıklı ve temiz olması gerekir. Yoksa, her geri kalmış toplum gibi, biz de, “balık mı hasta yoksa su mu kirli” ikilemini daha uzun yıllar çözemeyiz.
İnsan, kazandıklarını kaybettiklerine yeğliyorsa, diyeceğim hiçbir şey yok, ama kazandıkları incir çekirdeğini bile doldurmuyorsa; işte burada o kişi için bazı temel soruların ve sorgulamaların başlaması gerekiyor bence.
Şimdi siz de başınızı kaldırın ve bir düşünün! Ben de bu yazıdaki insan gruplarını görüyorum, yozlaşmış insanları ve melek gibi olanları fark edebiliyorum diyebiliyor musunuz? Eğer siz de benim gördüklerimi görüyor ve düşünüyorsanız yukarıda belirttiğim gibi ben siz, siz de ben olmuşsunuz demektir!
Hepimiz biliriz. Bir ülkenin en küçük yaşayan organizması aile kurumudur. Ailenizdeki bireyler de bu ülkenin geleceğidir. Onları nasıl bir geleceğe hazırladığınız da sizin sorumluluğunuz ve gerçeğinizdir. Bırakalım etrafımızdakileri eleştirmeyi, memlekette yanlış giden şeyler için sorumlu aramaya kafamızı takmayalım. Önce kendimize aynayı tutalım. Bakış açımızı değiştirelim. Çekirdek ailemizde yanlış giden bir şeyler var mı? Varsa, önce bunu düzeltelim. Düzelen her aile, Türk halkını, Türk toplumunu düzeltmek için atılmış en büyük adımlardan birisi olacaktır. Toplumla, yanlış giden ama elimizde olmayan şeylerle boğuşmayalım. Boğuşacaksak eğer, önce ailemizden, aile fertlerimizden, onları ‘görmekten’ başlayalım.
Bugün Bayram, Haydi Bayramlaşalım:
Haydi bugün başlayalım, toplayalım herkesi bir araya, ailemizle bayramlaşalım. Varsa ailemizde kırgınlar, önce onu tamir edelim. Dargınlar varsa barıştıralım, barışalım. Sonra, bayramın ilk kahvaltısını beraber yapalım. Birbirimize sarılalım. Birbirimizle hasbıhal edelim. Evet sadece konuşalım birbirimizle. Konuştukça, aslında evimizdeki odalarda her birimizin nasıl yapayalnız yaşadığımızın farkına varalım. Bundan böyle, yalnız kalmayalım, yalnız bırakmayalım birbirimizi. Sarılalım birbirimize, baba, anne, evlat, varsa torunlar…
Bu Kurban’ı, Bayramı, bayram gibi yaşayalım, aile olduğumuzu hatırlayalım, farkına varalım, hep birlikte sağlık ve huzurla bu bayramda bir araya gelmenin değerini bilelim, şükredelim.
İyi bayramlar...